Makaleler

Published on Ağustos 3rd, 2024

0

74. Ferman/soykırımında Ezidi ve kadın olmak! | Gül Güzel


Bazı olayları, hepimiz çevremizdekilerden dinleriz veyahut bir yerlerden okuruz. Ancak 3 Ağustos 2014 Ezdi halkına yapılan 74.cü soykırımı yerinde ve uzaktan hep gözlemleyen bir şahidi oldum. İlk Şengal/Laleş gözlemlerimi 2011 sonlarında gerçekleştirip, dünya halkları adına kendilerinden 73. cü soykırımdan dolayı özür dilemiştim. Ama özür dilememden yaklaşık 2,5 sene sonra DAİŞ(Irak Şam İslam Devleti) 3 Ağustos 2014 tarihinde Ezidi yaşam alanlarına saldırarak, 74. Fermanla, 10.000 kişiyi hunharca katlederken, 7.000 kadın ve çocuğu kaçırdı ve aynı zamanda 400.000 kişi yurtlarından edildi. Şu ana kadar 1.300’ü çocuk olmak üzere 2.700’den fazla kadın ve çocuk hala kayıp konumunda…Annelerin anlatımlarına göre DAİŞ kaçırdığı çocukları canlı bomba olarak da kullanmıştı…

Kürt ve Alevi bir birey olarak, 74. Ezdi soykırımı ve öncesini 1937/38 Dersim soykırımına benzetirim. Dersim soykırımından önce de bütün Dersim ve çevresindeki halkın silahları toplanmış, ardından savunmasız kalan halka başta Atatürk’ün evlatlığı Sabiha Gökçe de uçaktan Alman yapımı zehirli silahlarları yağdırarak, Kürt-Alevi halkına yapılan soykırımın uygulayıcılarından biri olmuştu. Benzeri şekilde, 77 yıl sonra Barzani yönetimi de Ezdi halkının bütün silahlarını toplatarak, kendilerini Peşmergelerin koruyup, savunacağını vaad etmişti…Sonucu hepimizin bildiği gibi DAİŞ Şengal’e saldırdığında halkın kendini savunabileceği tek silahı olmadığı gibi, yakında bulunan Peşmergeler de apar-topar Şengal bölgelerini bırakıp, kaçmış ve savunmasız Ezdi halkını DAİŞ çetelerinin ellerine bırakmışlardı!!!

74. Fermandan önce gittiğim Musul ve diğer Irak/Güney Kürdistan bölgesinde edindiğim izlenimler karşısında şaşırmaktan kendimi alamamıştım. Çalışmak için bu bölgedeki Musul ve benzeri şehirlere gelen Ezdi işçiler, inançlarını söylediklerinde hiçbir işyerinde işe alınmıyorlardı. Onun için hep kendilerini Müslüman olarak tanıtmak zorunda kalıyorlardı. Yani ferman öncesi, geleceğinin ayak sesleri 2-3 sene önce başlamıştı(!) dedikten sonra 2015 yılında Almanya’ya getirilen kadın ve 18 yaşından küçük çocuklarla sürekli ilgilendim ve bu vesileyle de yine oldukça derin izler bırakan yaralar yüreğimde hala kanamaya devam ediyor. O yüzden birkaç kısa öykümsü gerçek anlatımları kalıcılaştırmak amacıyla yazıma ekliyorum.

– Siz, size Tecavüz etmek, katletmek isteyenlerin yüzüne tükürebildiniz mi? Onlar, tecavüzcülerinin yüzüne tükürdüler…

– Siz, sizi kaçırıp, köle pazarlarında satmak isteyenlerin yüzüne cesaret edip tokat atabildiniz mi? Onlar, bu kadın, çoçuk düşmanlarının yüzüne defalarca tokat atıp, tükürdüler…

– Siz, sizin üzerinize benzin döküp, yakmak isteyenlerin yüzlerine tükürüp, o Ateş çemberini aşabildiniz mi? Onlar, katillerinin yüzlerine tükürüp, Ateş çemberini aştılar, hayata-geleceğe ısrarla tutundular…

Bu şekilde başlayan yazımda kimlerden, hangi halktan bahsettiğimi anlamak çok zor olmasa gerek. Bu halk 74. defa 3 Ağustos 2014 yılında DAİŞ çeteleri tarafından Şengal’de katledilip, soyu tüketilmeye çalışılan Ortadoğu’nun Kadim halkı Ezidi’ler. DAİŞ’in ve destekleyicilerinin 3-4 Ağustos 2014’te Ezidi halkına uyguladığı katliam/Soykırım hala farklı şekillerde devam ediyor. Kürt Özgürlük Hareketi eğer zamanında müdahale etmeseydi, belkide bu halkın şimdiye kadar soyu tükenmiş olacaktı(!).

Çeşitli yollar ve bazı özel projelerle DAİŞ çetelerinin ellerinden kurtarılan veya kendi imkanlarıyla kaçıp, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine iltica eden bu halkın Kadın ve çocuklarından dinlediğim hikayeler o kadar vahim ve inanılmaz ki, insan kendini adeta başka bir Çağ ve Dünya’da hissediyor. Bu kadar vahşeti insanlar, insanlara nasıl uygular! demekten kendini alamıyor…

DAİŞ çeteleri Yıkanmıyorlar!

YPJ’liler kendilerini öldürecek diye korkuyorlardı…

Sabriya, DAİŞ çetelerinin esareti altında 40 gün kaldı. Yaşadıklarını sırtındaki zembilde taşıyarak, etrafa dökmemeye çalışıyor. Çünkü kendilerine yapılan zulmün, utananları da yine Onlar!…’’ Köylerimizi basıp, köyde bulunan erkeklerimizi katlederek, biz kadın ve çocukları kaçırdılar. Bizi götürdükleri yerlerde su yoktu. Sadece bir kaç bidonun altında pasla karışmış biraz kirli su vardı. O da içilecek durumda değildi. Ben 40 gün ellerinde esir kaldım. Bu süre içinde banyo yapmam hiç mümkün olmadı. Terden ve bizi kaçırırken üzerimize attıkları biber gazı bombalarından dolayı cildimiz/derimiz adeta dökülüyordu. Kendileri de hiç yıkanmıyordu. Saç- sakalları gibi elbiseleri de müthiş kokuyordu. Koltuk altları ve yakaları terden kireç gibi beyaz tuz tutmuştu. Siz neden yıkanmıyorsunuz diye sorduğumuzda ‘biz yıkanırsak günah işlemiş oluruz. Biz şehit olmamızı bekliyoruz. şehit olduğumuzda, Cennette Huriler- Melekler bizi yıkayacaklar. Ama Kadınlar(YPJ) bizi öldürürse, o zaman cennete gidemeyiz; cahenneme gideriz. Bu yüzden tek korkumuz, YPJ kadınlarının bizi öldürecekleridir!’’ diyorlardı.

Şii çocuklarının başlarını keserken…!

Biz DAİŞ’in gerçek yüzünü bilmeden içine girdik ve…

Eğitim karargahımız Gaziantep’te

Şervin hıçkırarak anlatıyor. ‘’Köyleri basıp, biz kadın ve çocukları götürdükleri yerde gözümüzün önünde yüzlerce çocuğun başını kesip, çocukların bellerinin üzerine bırakıyorlardı. Bazıları bu çocukların başlarını büyük bir zevk ve heyecanla kesiyordu. Arada bazıları da korkudan kasılan yüzleri ve titreyen elleri ile yapıyorlardı. Biz ağlayıp, yapmayın! Kim bu çocuklar? dediğimizde ‘’Siz sussun, onlar Şii !’’ diyorlardı. Bizler bu katliamlara ağlarken bazıları yanımıza gelip, bizimle beraber ağlıyorlardı. Biz bu duruma şaşırıp ‘‘Siz neden hem çocukların başlarını kesiyor, hem de gelip, bizimle birlikte ağlıyorsunuz?’’ dediğimizde ‘’biz mecburuz bu katliamları yapmaya. Biz DAİŞ’in ne olduğunu bilmeden içine girdik. Nasıl ve ne olduklarını öğrendiğimizde de artık kendilerinden ayrılmamız mümkün olmuyor. Eğer bize emir verdikleri gibi, biz bu çocukların başlarını kesmezsek, başımızdakiler bizim başlarımızı kesecekler. Başımızı keseceklerinden korktuğumuz için, biz bu çocuk ve insanların başlarını kesiyoruz!’ diyorlardı. DAİŞ’in bu mensupları çoğunlukla Türk’tü. Arapça hiç bilmiyorlardı. Bizimle de hep türkçe konuşuyorlardı. ‘’ Biz Arap değil, Türk’üz. Bizim büyük karargahımız Gaziantep’te. Biz oralarda eğitim görüp, buralara gönderildik’ diyorlardı’’.

Ellerimi bağlayıp, 2,5 metreden aşağı attılar!

Zaytun çok çocuklu ailenin en büyük kızı. Onun için hep kendinden küçük ve güçsüz olan çocuklara sahip çıkma refleksleri hazır. Kendisi de esir olarak DAİŞ çetelerinin elindeyken bu davranışı yüzünden büyük işkencelere uğramış. Kulak zarı patlamış, benzeri büyük darbelere maruz kalmış. Cildi ve saçı kendisine yabancı düşüp, tanınmaz hale gelmiş. ’Bizi kaçırıp bir binada tutuyorlardı. Sürekli gelip, bize hakaret, taciz vb…! de bulunuyorlardı. Aramızda çok küçük yaşta kız çocukları da vardı. Günün birinde birisi geldi ve 9 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz etmek istedi. Ben buna tahammül edememedim ve kıza tecavüz etmemesi için müdahalede bulundum. Bunun üzerine vahşice beni dövüp, işkenceden geçirdikten sonra ceza olarak ellerimi arkamdan bağlayıp, beni 2,5 metre yükseklikteki pencereden aşağı attılar…!’’ gerisini anlatamıyor. Yaşadığı travma her saniye kendisine eşlik ediyor. Gözleri sürekli bir yerlere dalıp, gidiyor. Konuştuğumuzu duyması için zaman zaman kolundan tutup, sarsıyoruz…

Ateşin çemberindeki çocuklar

Belli bir proje çerçevesinde DAİŞ çetelerinin ellerinden alınan kadın ve çocuklar, 28 Mart 2015’te Almanya’ya tedavi için getirildiler. Gelen bu çocukların arasında 10-14 yaş arası üç kardeş olan ‘İsmail, Ferhat, Basma’da vardı. Bu kardeşler yakılmak için alındıkları çember içinden büyük bir tesadüf eseri kurtulmuşlar. ‘’biz 150 çocuktuk, 2 tane de kadın vardı. Bizi bir alana götürdüler. Orda etrafımızı çevirip, üzerimize ve çevremize benzin döküp, ateşe verdiler. Bizler yanmaya başladığımızda, tesadüfen havada uçak sesleri gelmeye başladı. Uçak seslerini duyan DAİŞ çeteleri saklanmak için kaçmaya başladılar. O zaman bizler, daha yaşayanlar fırsattan yararlanarak, ateş çemberini aşıp, kaçtık…Uzun bir süre dizlerimiz üzerinden sürünerek, yol aldık. Saatlerce süren yüz üzeri sürünmeden sonra akşam karanlığı başladı. O ara biraz nefes alıp, dağlara doğru kaçmaya başladık. Nihayet bizi bulan PKK militanları ve yeniden yaşama umudu ve sevinci’’… kelimelerin bitip, yerini gözlerden yanaklarının üzerinde yol arayıp, dökülen göz yaşları ve hıçkırığa boğulan gırtlaktaki sesin feryadı ve inlemesi ile suskunluğa dolan ortamda anlatımlarını sürdüremeyen üç kardeş.

Üç günde cenazemizi gömmemedik !

Xışwe gözlerini yerdeki ayak uçlarına dikmiş, başı boynuna ağır gelircesine göğsüne düşmüş. Sesi derinlerden gelip, hıçkırıkla bütünleşiyor ‘’ köyü basınca biz ne olduğunu anlamadan, onlar kasırga gibi etrafımızda dönmeye, evlerimizi, dükkanlarımızı soymaya, erkeklerimizi toplayıp katletmeye, kızlarımızı, gelinlerimizi çığlıklarına, feryatlarına kulak asmadan yerlerde sürükleyerek götürmeye başladılar. Atılan göz yaşartıcı gaz bombalarından dolayı biz etrafımızı göremiyor, şaşkınlıkla bir yerlere kaçmaya, saklanmaya çalışıyorduk. Eşimi ve kendileriyle gitmekte direnen iki kızımı gözlerimizin önünde katlettiler. Bizler saklandığımız plastikler altından eşimi defnetmek için, onlar gidince çıktık. Eşimi gömmek istediğimizde yine geldiklerini görüp, saklandık. Bu şekilde tam üç gün geçti. Eşimin cenazesini bir türlü gömmemedik. Büyük kızlarımı kaçırmış, yanımda 9-12 yaş arası üç çocuğum kalmıştı. O üç gün boyunca hiç bir şey yiyemedik, içemedik. Dördüncü gün eşimi gömmemiyeceğimizi anladım ve yanımdaki üç çocuğumla dağa doğru kaçmak isterken bizi yakaladılar. Bizimle birlikte çok sayıda çocuğu yakmak için etrafımızı çevirdiler. Yakmak için benzini üstümüze ve etrafımıza döküp, tutuşturdular. Aniden ne olduğunu anlamadığımız bir şeyler oldu ve bizi bırakıp, kaçmaya başladılar. Biz de o an ateş çemberinden çıkıp, kaçmaya başladık. Can havliyle ne kadar koştuğumuzu bilmiyorum ama nihayet saklanabilecek bir yere varabildik. Bu ateş çemberinde bizi dört gün esir tutmuşlardı. Ben ve çocuklarımla diğer çocuklar gibi 7-8 gün boyunca aç, susuz kaldık. Oğlumun biri şimdi lal/dilsiz. Çünkü,  DAİŞ çeteleri onun gözünün önünde iki kızımı ve eşimi katletmişlerdi. Onun için oğlum şimdi hala konuşamıyor, LAL. Ağır bir travma, depresyon yaşıyor. Ama bizimle birlikte o oğlum buraya gelemedi. Bu proje ile erkeklerimizden sağ kalanlar bizimle getirilip, tedavi olamıyorlar. Onun için çocuklarımı alıp, yine Irak’a gitmeyi düşünüyorum…’’.

Gelek Thank You!!!

Sari daha 17 yaşında. Başı, göğsü ve ellleri %80 civarında yanık. Kendi başına ihtiyaçlarının hiç birini gideremiyor. Kendisinden bir yaş büyük olan ablası onun işlemeyen tüm organlarının işlevini görüyor. Senelerce eğitim alan hemşirelerden daha ustaca kızkardeşinin yaralarına bakım yapıyor; onun yeme içme ve diğer tüm zaruri ihtiyaçlarını karşılıyor. Sana bir şey lazım mı? diye sorulduğunda ‘’siz Sari’ye yardımcı olursanız, benim de tüm ihtiyaçlarımı görmüş olursunuz’’ deyip, boynunu yana bükerek, yüzlerine bakıyor. Sara’nın en az 20 ameliyat geçirmesi gerekiyor. Ama Sara ‘’annem yanıma gelmeden kesinlikle amelyat olmam’’ diye diretince, ilgililer, annesini Irak’tan getirtmek için hareke geçtiler. İlk geldiğinde ‘’doktor beni hemen yine Irak’a gönderin. Ben burda kalmak istemiyorum’’ diye ağlayıp, bazen yaralarına rağmen başını hastahane odasının duvarlarına vuran Sari, şimdi annen gelecek,’’ annen gelmeden senin hiç bir ameliyatını yapmayacağız’’! diyen her kese sevinç çığlıkları ararak ‘’GELEK THANK YOU! diyor. Bunu söylerken o kadar uyumlu bir şekilde söylüyor ki, kimse Thank you kelimesini de anlamıyor, onun da kürtçe bir kelime olduğunu sanıyor. Kendilerine Sari’nin kürtçe ve ingilizceyi birleştirerek çok teşekkür ettiğini tercüme ettiğimizde, her kes önce şaşkınca sonra da thank you’yu anlamadıkları için biraz da utanıyorlar. Ama onların utanması Sari’nin umurunda değil, her seferinde ‘’Gelek thank you’’ deyip, onların şaşkın hallerinin zevkini gizli gizli yaşıyor. Bazen de ‘’Berxedan Jiyane! Ez Kurdim!’’ gibi cümleleri de tekrarlıyor. ‘’ ben ile ablam ilkokula başlayacağımız zaman bize hangi okula gideceğimizi babam sorduğunda, ablam Arapça okuluna, ben de Kürtçe okula gideceğimi söyledim. Ben kürtçe okulda okudum ve orda ingilizce de öğrendim’’ diye gururlanıyor. Kürdistan ve annesi üzerine bazen de stranlar söylüyor. ‘’Ax ax le Daye ve Kobané pir xemgine’’ sürekli söylediği stranlar. Bunu yaparken etrafına biriken sağlık personeli onu hiç alıkoymuyor. Durup, onun stranlarını söyleyip, bitirmesini bekliyor.

Sari de diğer Ezidi kadın ve kızları tarafından DAİŞ çetelerince evleri aniden basılıp, kaçırılanlardan. Bütün aile birbirinden kopup, çeşitli yönlere sürükleniyorlar. Ancak Sari ablasıyla esir kaldığının dördüncü gecesinde gördüğü bir kabusla uyanıyor. ‘’DAİŞ’ten o kadar çok korktum ki. Onlar bana çeşitli kötülükler yapmadan, ben kendi ellerimle ölmek istedim. Onun için orada duran bir bidon benzinini üzerime döküp, kendimi yaktım. Irak’taki bir hastahanede olduğumun farkına vardığımda ‘doktorlar bu kız kurtulamaz; ölür’ diyorlardı. Ama ablam inatla ’hayır ölmeyecek o yaşayacak’’diye diretiyordu. Bu şekilde üç ay bir hastahanede kalma sürecinden sonra yaşama tutunup, kaldım’’diyor.

Bizi soydular, evlerimizi, dükkanlarımızı talan ettiler!

Halide şimdi üstündeki kıyafetine ve ellerine bakıp ‘’nerden, nereye?’’ dercesine ağzının etrafındaki mimiklerle, gözlerinde biriken hüzünle her an ağlamaya hazır, önüne bakıyor ve ‘’bizim maddi durumumuz çok iyiydi. DAİŞ toz kasırgası gibi etrafımızı sardı. Erkeklerimizi bir tarafa, biz kadın ve çocukları bir tarafa ayırarak, erkeklerimizi ya hemen katlediyor veya sürükleyip, bir yerlere götürüyorlardı. Ama ilk önce evlerimizi basıp, kıymete değer ne varsa soyup, alıyorlardı. Üstümüzde altın olarak ne varsa söküyor; küpelerimizi alırken kulaklarımızı koparıp, çıkarıyorlardı. Bizim kuyumcu dükanımız ve toplam beş diğer dükkanımız daha vardı. Hepsini talan edip, soydular. Mallarımızı aldıklarını kendimize dert etmezdik eğer bizim canımıza dokunmasalardı… Ama hem malımızı talan ettiler hem de canımızı aldılar…!’’ deyip hıçkırıklara boğuluyor. Xuşke ana ve kızları esir kaldıkları evden gece evin pencerelerinden birbirine bağladıkları çarşaflara tutunarak, kaçabilenler. O yüzden de bu başarıları onlara çok büyük moral veriyor. Moralleri ne kadar iyi olsa da bir dakika içinde 4 mevsimi duygusal olarak post travmayı her an yaşıyorklar. Hepsi birbirinin sorununu iyi bildiği için bilhassa gece gördükleri kabuslarla bağırarak, ağlayan arkadaşlarını uyandırıp, onları sakinleştirmeye çalışıyorlar. Sürekli kanayan bu yaralarını yine en iyi onlar sarabiliyorlar. Bu yüzden de hepsi birbirine muhtaç ve ayrılamıyacak bir kader ve bağla sıkı-sıkıya bağlılar…

KURAN DAİŞ’lerce Kutsal değil!

Prensip olarak Arapça konuşma…

Xelat 4 çocuğu ile tam 100 gün DAİŞ çetelerinin köleliğinde kaldı. 100 gün boyunca gözlerinin önünde Şia çocuklarının başlarının kesildiğine, müslümanların da evlerinin yakılmasına şahit oldu. Onun ailesinden toplam 29 kişi kısmen katledilmiş; kısmen de köle olarak götürülmüş. Konuşup, konuşmamak arasındaki ikilemesinden sonra, gözlerime bakarak, aldığı cesaretle ‘’Kaldıkları müslüman evlerinde buldukları Kuranları özellikle parçalayıp, yanan ateşe atıyorlardı. Bu Kuran sizin kutsal kitabınız değil mi, neden yakıyorsunuz? dediğimizde ‘bizim Kuran ile alakamız yok. Bizim kutsallıklarımız daha farklı’ diyorlardı Arapça dilinde. Bunların çoğu Türk’tü. Ama DAİŞ’e katılınca prensip olarak Arapça konuşmaları gerekiyormuş. Onun için ilk önce Arapça dil eğitimini görüyorlarmış. Bu insanlar, bazen aramızdaki genç ve güzel kızları alıp, götürüyorlardı. Kızlar gitmek istemedikleri için ikinci kattan aşağıya kadar saçlarından sürükleyerek, çığlıklar arasından indiriyorlardı. Bu genç kadın ve kızların bazılarını satamadıkları zaman yine bir kaç günlüğüne geri getiriyorlardı. Birkaç gün sonra aynı şey tekrarlanıyordu. Bizler sürekli susuzluk çekiyorduk. Bazen renkli, paslı kirli biraz su, içmemiz için veriliyordu. Ama yıkanmamız için hiç imkanımız olmuyordu. Yağmur yağdığı zaman bazen yağmur suyu biriktirip, içebiliyorduk. Bir gün onlar kaldığımız evin yanındaki evde yemek yiyip, eğleniyorlardı. Hava da karanlık olduğu için ben çocuklarımla ve diğerler tutsaklarla evden kaçtık. Karanlıkta saklana saklana dağlara doğru kaçtık. Bazılarımızı yine yakaladılar. Ama bizi bulamadılar. Sonunda biz HPG’lilere rastladık. Bizi gördüklerinde bize sarılıp, ağladılar. Çünkü 100 gün boyunca hiç yıkanamamış, saçlarımız keçeleşmiş, dipleri yara olmuş, bedenimiz kirden rengini değiştirmişti. Açlıktan tenimiz kemiklerimize yapışmıştı. Bizler orda saatlerce yıkanıp, kir ve kokudan temizlendik. Yaşamamızı HPG/PKK’lilere borçluyuz’’.

Proje ne kadar olumlu veya olumsuz?

Bazı kadınlar 18 yaş altı çocuklarıyla birlikte getirildi. Kadınlar için düşünülen esas temel proje olan Psikolojik tedavi, kadınlar için hiç benimsenmedi. Ancak her kadının işkenceden dolayı bedenlerindeki yara ve benzeri hastalıkları tedavi edilmeye ve Almanca kurslarına gitme imkanları oluşturuldu. Hiç bir kadının eşiyle gelme imkanı olmayan bu projeden dolayı, kadınlar 4, 5 çocuklarıyla her şeyi yabancı olan bir ülkede şaşkınlık içinde günlerini geçirmeye çalışıyorlar. Ancak çocuklarının babalarına olan özlem ve kadınların kendilerini yalnız hissetme duyguları ayuka çıkarak, bazen aile içinde taşkınlıklara neden oluyor. Her kes burada post travma içine girerek, DAİŞ’in kendilerine ettiği zulmün yanına bir de ülke ve babalarına olan hasreti katarak, çekilmesi vahim bir hal yaşıyor. Najvan 14 yaşında ve günde bir kaç kere babasına olan hasret ve DAİŞ çetelerinin babasını öldürebileceği ihtimalini düşünerek, krizlere giriyor. Eline ne geçerse o anda kırıp, dökmek istiyor. Hatta annesi ve kardeşlerine farkında olmadan şiddet uyguluyor.

Bu Ezidi kadın ve çocuklarla ilgilenen her kes bu projenin yanlışlığından yakınıyor. Hastahanelerdeki doktorlar, sosyal dairelerindeki çalışanlar ve çeşitli danışmanlık yapan şahıslar hep aynı fikirde ‘’bu insanlar buraya getirileceğine yerlerinde, geride kalan ailelerinin yanında bırakılarak, yardım edilmeliydiler’’ diyorlar. Ancak bu konuda kendilerine yönelttiğimiz sorular proje sahipleri tarafından cevapsız bırakılıyor. Son duyumlara göre şimdiye kadar planlanan 1000 kadının Stuttgart’ta gertirilmesinin daha da büyük sayılara çıkacağıydı. Bu durumda acaba bu proje ile de Yezidi halkına beyaz Asimilasyon mu uygulanıyor? sorusu akla geliyor. Avrupa etrafına çektiği duvarlarla mültecilerin Avrupa ülkelerine yetişmemelerini her türlü şey ile engelleyip, bu yüzden binlerce mülteci Akdeniz sularına terkedilirken neden Yezidi kadın ve çocukları özel bir projeyle Stuttgart’a getiriliyorlardı acaba? Kadınlar eşlerinin, çocuklar babalarının getirilmesini ısrarla talep ettiklerinde kendilerine ‘’bu proje dailinde erkekler ancak 2 sene sonra gelebilecek’’ deniliyordu…(!?) Bu kadar sorunlar yumağına dönen projenin bir- iki sene sonra hangi sonuçlara varacağını şimdiden kestirmek pek mümkün olmasa da bazıları için olumlu ama çoğu için büyük tahribatların olacağını görmek için alim olmaya gerek yoktu.

Yezidi kadınlarına dair Baden-Württemberg eyalet hükümetinin projesi

Şengal/Ezdi Soykırımı 3 Agustos 2014’te başladığında, Baden-Württemberg eyalet yönetimi(Yeşiller ve SPD), DAİŞ çetelerinin kaçırıp, mağdur ettiği Ezidi kadınlarına nasıl yardımcı olabilecekleri konusunda bir proje geliştirdiler. Bu projeye göre eyalet hükümeti 30 milyon €uro ayırarak, 1000 civarında Yezidi kadınını, Stuttgart ve çevre şehirlere getirip, yerleştirerek tedavi ettirecekti. Bu şekilde düzenlenen proje Eyalet hükümet başkanı Yeşiller Partisinden Dr. Winfried Kretschmann tarafından Ocak 2015’te basına açıklandı. Bunun üzerine bir çok sivil toplum örgütleri ve özellikle kadın insiyatifleri bu fikre karşı çıkarak, kadınların Stuttgart’a getirilmemesini, yurtlarında-topraklarında kendilerine yardım edilmesini istediler. Ancak bu talepler hiç gözönüne alınmadı ve 28 Mart 2015 tarihinden itibaren DAİŞ çetelerince mağdur edilen kadın ve genç kızlar gruplar halinde çeşitli şehirlere getirilip, anonim yerlere yerleştirildiler. Şu ana kaadr aktuel bilgilere göre 620 kadın ve genç kız bu proje çerçevesinde Baden-Württemberg şehirlerine getirildi. Getirilen kadın ve çocukların 3 sene boyunca burda kalabilecekleri , 3 yıl sonra isteyenlerin yine Şengal/Irak’a geri dönebileceği öngörülüyordu.

Ézidi’ler kimdir?

Ézidi inancı, Dünya’nın en eski inancı olup, Seyh Adi el-Hakkari tarafından reform edilmiş. Ézidi’ler kürt halkıdır. Meleki Tavus ve Siyah yılan’’Maré Reş’’ Ézidi’likte kutsaldır. Kendi inançlarının dışında birisiyle evlenmezler. Kendi inancı dışında evlenen bir kişi Ézidi’likten çıkmak zorundadır. Lahana, fasulye ve domuz etini yemezler. Cehennemin olduğuna inanmazlar. Çünkü Meleki Tavus bunun için dünya’nın etrafından 40 bin kere dönerek, cefa çekmiştir. Tek bir tanrı’ya ‘’Xwedé’’(kendi kendini yaratma veya oluşturan)’ye inanırlar. Kutsal yerleri olan Laleş, Şeyh Adi’nin mezarının bulunduğu yerdir. Kutsal kitapları ‘’siyah kitap veya Meshafa Reş’tir. 

Ézidi kültür ve halkı hakkında en çok 1970’li yıllardan sonra konuşulup, yazılmaya başlandı. Çünkü o yıllarda Türkiye’deki Ézidi kürt halkı işçi olarak Almanya’ya gelmeye başladı. Bunun yanında Ortadoğudaki siyasi değişimlerden dolayı Irak, Suriye, Kafkasya, Gürcistan, Ermenistan ülkelerinden de göç ederek yaklaşık 80 bin Ézidi halkı Almanya’ya yerleşti. En son göç nedenleri 2007 yılında El-Qaide ve DAİŞ çetelerinin 3 Ağustos 2014 yılında Şengal’a saldırmasıyla Irak’ta yaşayan yaklaşık 1 milyon Ézidi’nin büyük bir kısmı Dünya’nın çeşitli ülkelerine göç etmek zorunda kaldı.

 Ézidi halkı kendi içinde yıllarca dışa açılmadan Arap feodal yapısının da doğrultusunda hiyerarşik dar, dışa kapalı cemaat şeklinde yaşadılar. Bu yüzden okula çok az bir kesim gidebildi. Ancak bu durum özellikle Almanya’ya olan göçlerden sonra yavaş yavaş değişmeye başladı. Çocukları okullara gitmeye başladı. Cemaatın dar çerçevesi değişerek, yüzyıllardan sonra Ézidi halkı özgürlük, Demokrasi ve kişiye özel haklar konusunda kendini geliştirmeye, değiştirmeye başladı.

Yaşadıkları Ortadoğu ülkelerinde İslamist baskılar altında kalan Ézidi’ler kendilerini izole ederek, İnanç ve ibadetlerini sürdürebildiler. Ama batı ülkelerinde izolasyonla kendi inanç ve ibadetlerini sürdüremiyeceklerini anlayan Ézidi halkı İslamın baskılarından uzak, Dünya halklarına kültür, inanç, ibadet ve kimliklerini tanıtma imkanlarını geliştirmeye başladılar. Batı ülkelerine göç eden Ézidi halkının 3. ve 4. Jenerasyonu yüksek tahsil yaparak  kültür ve kendi kimliğini kabul ettirip, tanıtma konusunda büyük başarı gösteriyor. Bu gelişme beraberinde cemaat ve genç jenerasyon arasında çatışmaya, zorlanmaya neden oluyor. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında yaşadıkları süreçlerde kendilerini izole ederek yaşayan cemaat, çok az okuma-yazma ve tahsil etme imkanlarından yararlanabildi. Onun için neden, ne zaman oruç tutuklarını, bayramlarını kutladıklarını ve neden vaftiz edildiklerini yazıya yeterince dökemediler. Kültürleri ve inançlarını dilden dile ve görsel olarak kuşaktan kuşağa aktarmaya çalıştılar. Ortadoğu coğrafyasında islamist baskıları altında yaşamak zorunda kaldılar. Bu büyük izolayzon altında yaşamaları gibi hiç bir halk, Ézidi halkı kadar korku,baskı, işkence ve terorizme uğramamıştır. Almanya’ya göç eden Ézidi’ler yaklaşık olarak 50 yıldan beri yaşadıkları Oldenburg, Chelle, Pforzheim..vb. gibi şehirlerde kurdukları merkezlerde, inanç, kültür ve geleneklerini yaşatmak için çalışmalar yürütüyor. Bu genç Ézidi jenerasyonu kendi kültür ve inancını yazılı döküman haline getirmeye çalışıyor. Almanya’da entegre olmaya başlayan yeni jenerasyon Ézidi’ler, Almanya’yı yeni ülkeleri olarak görmeye başlamış durumdalar. 


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 03.08.2024


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑