Published on Kasım 25th, 2024
0Aşkların dünü, bugünü ve farklı yaşanmışlıkları | Gül Güzel
Yaşadığımız yüzbinlerce yıllara rağmen, insan cinsi olarak hala sevgi ve aşkı tam anlamış değiliz. Yaşamımızda su, hava, toprak ve güneş kadar gerekli, vazgeçilmez olan sevgi, aşk bazıları için ölüm, sürgün ve hüsranla biter. Sevdiği için, Cennet’ten atılan Havva gibi Dicle’ye atılanlar ile doğduğu Amed topraklarından cüda düşüp gurbetlerde eriyen Ayşe Şan’lar veya Cegerxwin’un Gül için ruhu, kalbinin aşk acısından attığı çığlıklar yanı sıra inandığı devrim uğruna hiç çekinmeden bedenlerini ateşin harına yatıranlar kervanı sayılamayacak kadar büyüktür.
Aşk uğruna ayrılığın ölümden daha zor olmadığını söyleyen dillerimizin yanı sıra sevgi-aşk(!) girdabında eli kana bulananlar da öyle çok ki(!) Gerçek aşkın ne olduğunu yıllardır anlamaya ve yaşamaya çalışan insanoğlu, bugüne kadar yüzlerce büyük aşk hikâyesine şahit olmuştur. Genelde trajik sonlanan bu öyküler konuşularak, nesilden nesile aktarılmıştır. Bu aşk hikayelerinin başında ise, İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’in 1590’larda yazdığı oyunu ‘Romeo ve Juliet’ ünlü aşk hikayesi olarak günümüze kadar taşınmıştır. Aynı şekilde Ortadoğu coğrafyasındaki Mem û Zin, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun vb. aşk hikâyeleri de hala belleklerimizde yerini tartışmasız olarak en üst sıralarda tutmaya devam ediyor.
Aşk ve sevgi dediğimiz şey yenilmez, içilmez ama onsuz da yaşanmaz. Uğruna şarkılar söylenen, şiirler yazılan, dağların delindiği, çöllere düşülen ve ölüm bile göze alınan yüce duygu aşk, birçok tarihi olayın da en büyük sebebi olmuştur. O yüzden aşk, tartışılmaya açık bir kavramdır. Kimisine göre böyle bir şey yoktur ve inanılması güçtür, fakat bazılarımıza göre o olmadan yaşamak imkânsızdır. Varlığına inansak da, inanmasak da aşkı yaşamış insanların hikâyelerini dinleyip, okuduğumuzda hepimizin içini sıcak bir duygu sarar.
Bir zamanlar uğruna ölünen sevgi ve aşkların, gelinen aşamada yerini, uğruna ölünecek ırkçılık, gasp savaşlarına bırakması insanlık âleminin en büyük kayıbı olmaya devam ediyor. Bu yobazlaşmanın bütün dünyaya yayılması, metalleşen modern kapitalizmin aşkı, sevgiyi tek tip dişi cins formatında yaratma yolunda ilerliyor olması da, insanlık için farklı utanç vermesi gereken büyük bir ayıp ve kayıptır.
Aşk ve sevginin Mutasyona uğraması (Mutasyonlar genetik çalışmaların temelini oluştururlar. Kromozonların yapısı, sayısının değişimini ve genlerdeki değişikliği kapsar. Neticede farklı fiziksel, duygusal özelliklere sahip bireylerin meydana gelmesidir.) Örneğin bir genç kadın, kendi arkadaşını modern zamana ayak uyduramamakla suçlayarak, şu ifadeyi kullanıyor,’’iddia ediyorum ki, bu kadın hayatında daha ilk gün tanıştığı bir erkek ile cinsel ilişki yaşamamıştır’’. Bu, çarpıcı bir örnek. Bu söylem bize çok çarpıcı gelse de, sevgi, saygı, aşk ve erdemli ilişkilerin zaman içerisinde uğradığı mutasyonu anlatmak için iyi bir örnek. Yani eskiden yaşanıp, bugün mutasyona (değişime) uğrayan Efsaneleşen Aşkların yaşamımızda bu kadar değerli yer almasına karşın, sanal dünyanın da verdiği sınırsız imkânlarla günümüzde ‘Şıp Sevdi – şıp bitti’ değişimine uğrayan bitik aşklar üretilmeye başlandı. İnsanlar artık sanal görüntülü aşklar üreterek, gerçek aşkları anlamsız, gereksiz kılıyor. Öyle ki, bu tür sanal elektronik imkânlarla gerçekleşen görüntüler, kıtalar arası aşk denen ilişkiyi yatak odalarına kadar taşıyor.
Doğup, büyüdüğümüz coğrafyadaki toplum ahlak ve değerlerinin bize vermiş olduğu etik, adap ve insan değerlerine uygun aşkları, bugünkü aşklarla kıyaslamak mümkün değil. Bu yüzden olsa gerek, 20 ve 21.yüzyılda hiç bir Mem û Zin veya Leyla ile Mecnun benzeri aşkları yaşayanları duymadık. Artık aşk uğruna ölünmüyor ama erkek zihniyetin kıskançlık duyguları yüzünden, hergün kadın katliamlarını duyuyor, şahit oluyoruz. Böylelikle aşkların meşke dönüştüğü, ucuz, alınıp-satılan, Global ve erdemsizleşmesine tanık olmaya da devam ediyoruz. Çünkü zamane aşkı, sadece cinsel tatminden oluşan bir anlık duygu ve o tatminden sonra biten aşktır. Alenen bir şekilde yaşandığı, gizlemeye dahi gerek görülmeden bu aşkları, şehirlerin sokak ortalarında ve toplu taşıma araçlarında dahi görebiliyoruz. Hatta aşk/sevgi denen şey, bazı ülkelerde, resmi meslek olarak kabul görüp(Almanya’da 2002 yılından beri), satılıyor, ticareti yapılıyor…Emek, sevgi, sabır, saygıdan uzak sadece cinsel tatmin sürecine indirgenen aşk, bütün gizem, kutsal ve saygınlığını yitiriyor.
Aşk ve sevgi sadece maddi menfaat ve geçici hevesler üzerine kurulmaya ve böylelikle kimsenin dağları delmesine, çöllerde sürüklenmesine, zindanlara atılmasına gerek kalmıyor. Bu yüzden emek verilmeyen, saygı ve hürmetten uzaklaşan aşk ve sevgi, gerçek anlam ve önemini de yitiriyor. Bunun paralelinde, kuraldışı ilişkilerin yarattığı bazı aşklar, ‘Beşik Kertmesi’ ile ‘Görücü usulü’ evlilikler yüzünden, Aile biriminin de aldığı yaralar gittikçe büyüyor. Netice olarak, çokca boşanmalar, defalarca yapılan evlilikler, çok üvey anne ve babalı çocuklar toplumu da böylelikle inşaa ediliyor.
Aile içi şiddetine neden olan sevgisiz aşklar
Maddi çıkarlara dayalı sevgiden, saygıdan yoksun evliliklerde, eşlerin birbirine tahamülsüzlüğü, değer vermemesi, anlayışsız davranması en ufak bir nedenden dolayı şiddeti de beraberinde getiriyor. Gün yok ki, herhangi bir yerde kadın katliamına dair haberi duymayalım. Bunun yanısıra yüzbinlerce yıldan beri bazı dini inanç kurumlarının da cinsler arası aşkı, sevgiyi yasaklaması, günümüzde de en olumsuz şekliyle karşımıza çıkıyor. Bu yasaklamanın tek nedeni, kadını hakir, kirli görüp, erkeği temiz(!) tutup, korumak. Bu şekilde bazı çevrelerde evliliğin yasaklanması sonucunda, bir çok kadın ve çocuğun cinsel şiddet ve tacize uğraması şeklinde 21.yüzyılda hala bir insanlık ayıbı olarak, yüzümüze çarpıyor…
Ayranın soğuk, çayın sıcak içilmesinin damak tatlarımızdan olması gibi aşk ve sevginin de karşılıklı sevgi, saygı, sabır ve bu uğurda verilen emekle yaşanabileceğini unutuyoruz. Şarkılarda dile getirdiğimiz gibi artık ‘Kör olası çöpçüler, aşkımızı süpürdüler’’ diyemiyoruz. Tükettiğimiz gerçek aşkların, sokaklara metaforu ne yazık ki artık yansımıyor.
Velhasıl artık aşkları için kimse dağları delmiyor, çölleri aşmıyor, zindan ardında ölümler yaşamıyor. Dolayısı ile, kimse artık sevda türküleri, şiirleri, hikayeleri yazmıyor ve bizler bu tür şeyleri okumaktan yoksun kalıyoruz. Sinema, tiyatro sahnelerinde aşk-sevgi hikâyeleri yerine silahlı savaşlar, gasplar, uyuşturucu, mafyavari kazançlar, katliamlar ve bunlardan mağdur edilenlerin hikâyeleri yer alıyor. Eskiden uğruna ölünen aşk ve sevginin yerini sevimsizce bir şekilde her şeyin parayla alınıp, satıldığı metalleşen modern kapitalizm aşkı, bütün dünyada dört nala koşuşturmaya devam ediyor. Dolayısı ile, masumiyetinden utanacak kimseyi bulamıyoruz artık…
Aşk ve sevgiye cinslerarası farklı yaklaşım ve anlayış
Eskiden,’’seveceksen, adam gibi seveceksin!’’ denilip, hem sevgiye hem de sevenin mertliğine vurgu yapılırdı. Halbuki ‘’seveceksen kadın gibi sev’’ demek daha yerinde bir tespit/söylem olurdu kanımca. Çünkü her yönüyle çarkı çıkmış, yobazlıktan yana her şeyin değerini yitirmesine rağmen, kadın cinsi, sevgi ve aşk üretmeye devam ediyor. Kadının sevgi ve aşk üretmeye devam etmesine rağmen, ne yazık ki, durdukça güzelleşen şaraplar misali yoğrulan sevgi ile demlenen aşkları gündüz lambasıyla aramak gerekiyor(!)…
Aşk ve sevgi üzerine bu kadar hem güncelleme hem de yorumdan sonra, bir de hala belleklerimizde yerlerini koruyan, dünyaca meşhur ve efsaneleşen aşklardan kısaca bazı örneklerle, AŞK ve SEVGİ’nin sıcaklığını yüreklerimize serpiştirelim…
Mem û Zin – Cizre beyi Mir Zeynuddin’in kız kardeşi Zin ile Divan kâtibinin oğlu olan Memo arasında yaşanan gerçek aşk öyküsüdür. Erkek kıyafetinde gezmeye çıkan Zin’in Mem ile sokakta birbirlerini görmesiyle başlayan ve ardından hızla büyüyen aşk, zamanla kentte herkes tarafından bilinir hale gelir. Ancak, Zin’in abisi bey Mir Zeynuddin’in kapıcılığını yapan ve halk arasında “Beko” olarak çağrılan Bekir, ikiyüzlü ve fitne kişiliğiyle, Mem ile Zin’in aşkına engel olmaya çalışır…Zeynuddin, Mem ile Zin arasındaki aşkın ilahi aşka dönüştüğünü anlar ve bu yüzden Mem’i zindana atar. Ama zindana attırdığı Mem’i Zin’in, zindanda görmesi için izin verir. Zin’in zindandaki ziyareti sırasında Mem ölür. ve böylelikle iki aşık hiç buluşamazlar.
Leyla ile Mecnun – İran – Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. … Kays okulda Leyla’ yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar. Hikâyeye göre Leyla’ya olan aşkı ve kavuşma isteği onu, Mecnun’a çevirmiş. Hiçbir zaman aşkına ulaşamayan Mecnun’un gözünde Leyla öyle bir yerdeymiş ki, uğrunda çölleri aşmaya başlar…Bu yüzden Leyla ile Mecnun’un aşkları geçmişten günümüze kadar dillere destan olmuştur.
Yusuf ile Züleyha – Mısır– Zekiliğinden ve güzelliğinden dolayı, kendi kardeşlerinin kıskançlığına uğradığı için kuyuya atılan Yusuf, kuyudan su çeken kervan tarafından tesadüfen kurtarılır. Daha sonra köle pazarında Züleyha’nın eşi Potifar tarafından köle olarak satın alınır. Ancak bu sefer de Züleyha’nın kendisine aşık olmasından dolayı eşi Potifar tarafından atıldığı zindanda 7 yıl kalır. Daha sonra Mısır Firavun’u tarafından zindandan çıkarılır ve rivayete göre nihayetinde Züleyha kendisiyle evlenir..
GRACE KELLY VE PRENS RAİNİER- Ünlü film yıldızı Grace Kelly, 1956 baharında aşık olduğu Monaco Prensi Rainier ile muhteşem bir düğünle evlenir. 1982’de hazin bir trafik kazasında yaşama veda edince, eşi Prens Rainier eşinin ruhunun sarayın her köşesinde hissettiğini söyleyek, bir daha hiç evlenmez.
Şah Cihan ve Mümtaz Mahal – Bu iki aşığın isimleri batı dünyasında pek bilinmese de, aşklarının sembolü olan Tac Mahal tüm dünyada büyük bir üne sahiptir. Babür imparatoru Şah Cihan ve karısı Mümtaz Mahal, birbirine aşkla bağlı bir çifttir. Mümtaz Mahal, 14. çocuğunun doğumunda meydana gelen bir sorundan dolayı hayata gözlerini yumunca, Şah Cihan hem duygusal hem de fiziksel açıdan kendisine zarar veren bir yas dönemine girer.
Kleopatra ve Mark Antony– Mısır kraliçesi Kleopatra ve Mark Antony’nin öyküsü de, tarihteki trajik sonlanan aşklardan biri. Antonius’un donanmasının güçsüzlüğünü görmesi üzerine, Kleopatra kendi donanmasını geri yollar ve Antonius’un ağır mağlubiyet sonrası intihar ederek hayatına son verir. Bunun üzerine, Kleopatra’nın da kadehindeki zehirli şarabı içerek hayatına son verdiği hikâye edilir.
Paris ve Helen – Yunan mitolojisine göre Paris ve Helen’in aşkı Truva’nın düşüşüne neden olmuştur. Hikâye, Truva prensi Paris’in 3 tanrıça arasından –Hera, Athena ve Afrodit- en adil olanının hangisi olduğuna karar vermek istemesi yüzünden başlar.
Hürrem ve Kanuni Sultan Süleyman– 17 yaşında Osmanlı Sarayı’na giren cariye Hürrem ile imparator Kanuni Sultan Süleyman arasındaki aşk, Türk aşk hikâyeleri arasında bir unutulmaz olarak yer alır. Galiçya bölgesinden esir alınan bir papazın kızı olan Roksalana, zekasıyla, güler yüzüyle sarayda hemen dikkat çekmeyi başarmıştır. Ona Hürrem adı verilmiştir. Hürrem, cihan padişahını kendine aşık eder ve onun nikahlı eşi olur. Hürrem dik başlı ve dediği dediktir.
Napolyon ve Josephine– Napolyon ve Josephine arasındaki aşk tam olarak karşılıklı büyük bir aşk hikayesi midir konusu biraz mullak. Napolyon, Josephine’ye büyük bir aşk ile bağlıyken, Josephine ise Napolyon’dan daha çok onun gücüne aşıktı. Basit bir köylü kızıyken, ülkenin kraliçesi konumuna kadar yükselen Josephine, 32 yaşında ve iki çocuğa sahipken Napolyon ile evlenir.
Frida Kahlo ve Diego Rivera – Tarihin en büyük aşk hikâyeleri arasında yer alan bu hikâyenin adresi Meksika. Biri çapkın, ünlü ve tüm ülke tarafından bilinen ressam Diego Rivera, diğeri ise sağlık sorunlarıyla dolu bir çocukluk ve 18 yaşında geçirdiği trafik kazası sonrası kendini resme adamış Frida Kahlo. Birbirlerinin sanatına hayran ve birbirlerine aşık olurlar. Evlendikleri 1929 yılında Diego 42, Frida ise 22 yaşındadır. Çiftin yaşları kadar bedenleri arasında da fark vardı. O yüzden bu evlilik fil ile güvercine benzetildi. Frida onunla olduğu yıllarda da özledi Diego’yu, olmadığı yıllarda da. Onu her daim sevmeye devam etti. Onların aşkı için ölümsüz diyebiliriz galiba…
Helene ve Kral Menelaos İsparta – Truva efsanesine göre, Isparta Kralı Menelaos’un karısı güzel Helen ve Truva’nın Prensi Paris arasındaki aşk, 10 yıl süren korkunç bir savaşa neden olur. Tahta bir atın Truva şehrine alınmasıyla savaş, kanlı bir şekilde sona erer.
İngiltere Kralı 8. Edward ise aşkı uğruna tahtında vazgeçmiş. Kral Edward, deli gibi aşık olduğu Amerikalı Wallis Simpson ile evlenmek için tahttan indiğini heyecanlı ama kararlı bir ifadeyle 1936 yılının Aralık ayında radyodan duyurmuş.
SALVADOR DALİ İLE GALA (1929)- Dünyaca ünlü ressam Salvador Dali ile tanışan Rus ressam Gala’nın, severek evlendiği eşiyle, çocuğunu bırakıp çılgın ressama koştuğu biliniyor.
Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 25.11.2024