Published on Kasım 19th, 2024
0Barış istiyoruz ama nasıl? | Cihan Yıldız
Ezeni, ezileni olmayan, sömüreni, sömürüleni olmayan; ırk, renk, ulus, dil, cinsiyet vb. farklılıkların toplumun, dünyanın zenginliği olarak görüldüğü; herkesin eşit, özgür yaşadığı sömürüsüz, sınıfsız bir dünya istiyoruz.
Bir işçi ile patronun çıkarları farklıdır. Biri işgücünü satarak yaşamını idame etmek zorunda iken, diğeri, işçinin işgücünü satın almakta, emeğini sömürmektedir. Onun zenginliğinin temel kaynağı da karşılığı ödenmeyen işçinin işgücü, emeğidir. Patronla işçi arasındaki çelişki uzlaşmazdır. Patron ezen sınıfı, işçi ezilen sınıfı temsil etmektedir. Biri sömüren diğeri sömürülendir.
Bu örneği topluma uyguladığımızda, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıfların; ezen ve ezilen ulusların ve halkların var olduğu koşullarda uzlaşmaz çelişkilerin de varlığını koruyacağını kabul etmek zorundayız. Bu da bu toplumda sürekli bir uzlaşmanın, yani barışın mümkün olmadığının en basit açıklaması. İçinde yaşadığımız toplumun gerçekliği böyledir.
Biz komünistlerin en temel isteklerinden biri, dünya üzerinde sürekli bir barışın sağlanmasıdır.
Evet, biz barışı istiyoruz!
Ezeni, ezileni olmayan, sömüreni, sömürüleni olmayan; ırk, renk, ulus, dil, cinsiyet vb. farklılıkların toplumun, dünyanın zenginliği olarak görüldüğü; herkesin eşit, özgür yaşadığı sömürüsüz, sınıfsız bir dünya istiyoruz. Böylesi bir dünya ise savaşların kaynağı olan sömürücü sistemin, kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla ancak yaratılabilir. Sürekli barış da ancak ve ancak savaşın kaynağının kurutulduğu, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyada mümkündür. Sürekli, gerçek barışı istediğimizden, insanların insanları sömürmesine karşı olduğumuzdan, eşitlikten, özgürlükten yana olduğumuzdan kapitalizme, sömürü sistemine karşı mücadele ediyoruz.
Biliyoruz ki; bir yandan ezen, sömüren sınıfların, emperyalist devletlerin, kapitalist sistemin, diğer yandan da ezilen, sömürülen sınıfların, sömürge-bağımlı ülkelerin varlığını sürdürdüğü koşullarda şu ya da bu biçimde savaşlar da sürekli var olacaktır. Savaşların, evet haklı ve haksız savaşların tümünün son bulması, savaşın üreticisi ve yol arkadaşı kapitalist sistemin yerle bir edilip tüm dünyada burjuvazinin iktidarına son verilmesiyle, sosyalist-komünist bir dünya sistemini kurmakla mümkündür.
Biz komünistler, genel olarak ele alındığında savaşa, savaşlara karşıyız. Fakat savaşların tümden son bulması için, savaşların kaynağı olan kapitalizme son vermek için savaşmak zorundayız. Ezilenlerin ezilmesine son vermek için zorunlu ve kaçınılmaz olduğundan dolayı savaşıyoruz. Ve ezilenlerin, sömürülenlerin ezenlere, sömürülenlere karşı savaşı haklıdır, meşrudur. Ama bilince çıkarılması gereken şey, bu haklı savaşların da, gerçekte savaşlara, savaşın kaynağına son vermek için yürütüldüğü gerçeğidir.
Peki, ama bu hedefe nasıl varılacaktır?
Aslında bu sorunun cevabı çok basittir: Dünyada burjuvazinin iktidarına, kapitalist sisteme, emperyalizme son vermekle; yerine sosyalist, komünist bir dünyayı kurmakla bu hedefe varılacaktır.
Cevabı açık ve basit ama bu hedefe varmak aniden ve hemen mümkün değil. Bu hedefe varmak çok uzun süreli bir mücadeleyi, şu ya da bu ülkede değişik devrimleri –demokratik ve sosyalist devrimleri– ve tüm ülkelerde burjuvazinin iktidarına son verecek devrimleri gerektirmektedir. Sosyalist toplumu kurmak ve üst aşamasına, komünizme varmak ise birçok kuşağın mücadelesini gerektiriyor. Kısacası savaşların kaynağının kurutulması, dünya çapında burjuvazinin iktidarına son vermek uzun bir süreci ve mücadeleyi gerektirir.
Her tarafta çatışmaların, savaşların sürdüğü, medyadan kan gölü görüntülerinin evlere kadar taşındığı ve hemen her gün sayısız insanın öldürüldüğü günümüzde, savaşa karşı olan insanların büyük bölümü için, uzun vadeli mücadele ve kapitalizme son vererek savaşların kökünün kurutulması çekici değil, olmamaktadır. Kitleler savaşın haklı veya haksız savaş olup olmadığına da pek bakmıyor.
Çoğunlukla da doğrudan savaşların kurbanı olanların, yakılıp yıkılmalara, evini barkını terk etmek zorunda kalıp sürgüne maruz kalanların, yakınlarını yitirenlerin kapitalizme karşı uzun süreli mücadeleyle ancak sağlanabilecek sürekli barışı bekleme durumları yok. Bu durumda hemen barışı istemek kuşkusuz ki anlaşılırdır.
Geniş kitleler için anlaşılır olan durum, aynı zamanda kimi siyasi kesimlerin yanlış düşünceleri savunmasının da gerekçesi, açıklaması olmaktadır. Savaşlara, çatışmalara son verilmesi istenmekte ama savaşların kaynağı olan kapitalist sisteme güçleri yetmediği, ya da zaten böylesi bir hedefe sahip olmadıkları durumda sorunun çözümü sistem içinde aranmaktadır. Kitlelere bu sömürü sisteminin varlığı koşullarında barışın sağlanmasının mümkün olduğu yalanı anlatılmaktadır. Böylece kitlelerin iyi niyetli istek ve talepleri, sistemi savunmanın, reformist siyasetin bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Lenin kitlelerin barış isteğinin yükseldiği koşullarda da devrimcilerin, komünistlerin kitleleri aydınlatma görevine sahip olduğunu savunuyordu. Yaklaşık doksan yüzyıl önce bu konuda şöyle diyordu:
“Şimdiki hükümetlerin, şimdiki egemen sınıfların, bir dizi devrimle ‘ders’ almadan (daha doğrusu ortadan kaldırılmadan), demokrasiyi ve işçi sınıfını bir dereceye kadar da olsa tatmin edecek bir barış sağlayabilecek durumda oldukları yanılsamasının uyandırılması, halkı kandırmak olacaktır. Böyle bir aldatmacadan daha kötü bir şey olamaz. İşçilerin bakışını bulandırmanın, onlarda kapitalizmle sosyalizm arasındaki çelişkinin derin olmadığı yanıltıcı düşüncesini uyandırmanın daha iyi bir yolu yoktur; kapitalist köleliği şirin göstermek için bundan daha uygun bir şey olamaz. Hayır!, barış ruh halinden yararlanarak kitleleri, barıştan bekledikleri iyi şeylerin bir dizi devrim olmadan olanaksız olduğu konusunda aydınlatmak zorundayız.” (“Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine”, Lenin, s. 275-276, İnter Yayınları, İstanbul)
Kapitalistlerin barışı sağlayabilecek durumda oldukları anlayışını yayan, emperyalistlerle işbirliği yapan, halkı kandıran, kapitalist köleliği şirin gösterenler bugün ortalıkta cirit atıyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda onların düdüğü ötüyor. Kitleleri onlar etkiliyor.
Böylesi bir durumda biz komünistlerin önünde duran görevlerden biri, sabırlı, inatlı ve sistemli biçimde kitlelerin barış isteğinin iyi bir istek olduğunu, bizim gerçek, sürekli barıştan yana olduğumuzu; ama gerçek barışın sağlanması için de işçilerin, emekçilerin sömürü sistemine karşı devrim için mücadele etmesi gerektiğini anlatmak, anlatmak, yine anlatmaktır.
Biz bunu anlatırken de karşılaştığımız ve karşılaşacağımız sorulardan biri, hedefimizin iyi olduğu söylenerek “hedefinize varana kadar ne yapılmalıdır?” sorusudur.
Evet, dünya çapında kapitalist sisteme son vermek ve savaşların temelini ortadan kaldırmak, kaynağını kurutmak hedefimizdir, idealimizdir. Bu hedefe varana dek de şu ya da bu biçimde, şu ya da bu yerde savaş(lar) yaşanacaktır.
Burjuvazinin iktidarda olduğu ama savaşların olmadığı dönemler de –bu dönemler kısa da olsa– yer yer yaşanacaktır. Böylesi koşullarda da savaşların çıkmasının maddi temeli sürekli var olacaktır. Anda yaşanan barış, geçici bir barış ve gerçekte yeni savaşlara hazırlık süreci olacaktır.
Bu da hedefimize varana dek yaşanacak bu süreçte, şu ya da bu barıştan da yana olmamızı, şu ya da bu barış talebini desteklememizi, ona sahip çıkmamızı dıştalamıyor. Nasıl ki proleter dünya devrimi değişik devrimlerin sonucu olarak gerçekleşecekse, dünya çapındaki barışın sağlanması, kaynağının kurutulması da değişik barış süreçlerinin yaşanmasını ön görüyor.
Bilinçte tutulması gereken temel sorun, her barış şiarının ya da talebinin belirli barış koşullarıyla, somut olarak içinde yaşanan koşullarla bağıntı içinde ele alınması gerektiğidir.
Bu yapılırken de kitlelerin kendiliğinden talepleriyle, işçi sınıfının bilinçli öncüsünün, devrimcilerin ve komünistlerin taleplerinin farklı şeyler olduğunun bilinçte tutulması gerekir. Komünistlerin görevi kitlelerin barış istemini kapitalist sisteme karşı devrim mücadelesi mecrasına akıtabilmek için, kitlelerin bilinç seviyesini sürekli yükseltme mücadelesi vermektir.
Kitlelerin barış taleplerini somut koşullardaki bağıntıları içinde ele almayanlar, işçi ve emekçilerin bilincini karartanlar; kitlelere gerçek ve sürekli barışın kapitalist sistemin, burjuvazinin iktidarının varlığını sürdürdüğü koşullarda mümkün olduğunu anlatanlar, kapitalist sistemin varlığını korumasına hizmet ederler. İşçileri ve emekçileri devrim için mücadeleden uzaklaştırırlar. Bu da aslında biz komünistlerin kitlelere karşı tavırda onları ikna etme çabasını sabırla, inatla sürdürmemizi gerektirirken, kitlelerin bilincini karartanlara, reformistlere, milliyetçilere, kısacası sonuçta düzene hizmet edenlere karşı kararlı bir mücadele vermemiz gerektiğini göstermektedir.
Sömürgeci T.C.’nin Kürt ulusuna, Kürdistan’a yönelik savaşı yoğunlaştırdığı günümüzde barış isteklerini yükselten ulusal hareket, barışın anti-AKP cephesi ile gerçekleşebileceği ve böylece Kürt ulusunun ulusal baskıdan kurtulacağı yönlü yanlış bilinci de yaygınlaştırmaktadırlar. Lenin’in deyimiyle, değişik ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin bilinci karartılmakta, devrim mücadelesinden uzaklaştırılmaktadır. Faşist cephenin bir tarafı “demokrasi güçleri” içerisinde gösterilmektedir!
İçinde bulunduğumuz koşullarda Kuzey Kürdistan-Türkiye’de yaşanan savaş, esasta faşist Türk devletinin Kürt ulusuna karşı yürüttüğü haksız, gerici, karşı devrimci savaştır. T.C.’nin Kürt ulusuna karşı yürüttüğü bu savaşa karşı olmak her demokratın, devrimcinin, komünistin görevidir. Bu bağlamda T.C.’nin andaki savaşına son verecek bir barış istemi haklı bir istemdir. T.C.’nin Rojava’da işgal ettiği bölgelerden çekilmesini gündeme getirmek haklı bir taleptir.
PKK’nin silahlı mücadelesinin hedefinde de faşist Türk devletini yıkıp özgür bir Kürdistan kurmak yoktur. Yıllardır avazları çıktığı kadar Türk hâkim sınıflarına T.C.’nin devlet bütünlüğünün savunucuları olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. PKK, devletin çok geri düzeyde kimi anayasal hakları tanıması ve genel bir af çıkarması durumunda T.C. ile anlaşmaya hazırdır. Türk burjuvazisinin bir bölümü de savaşın bitirilmesi için, daha önce Oslo’da, 2013 başlarında ise çözüm sürecini başlattı. Çözüm sürecinde her iki taraftan savaş rantını yiyenler, çözüm sürecine taş koymaya başladı. Taraflar birbirine güvenmediği için savaşa hazırlık yaptılar. Çözüm sürecinin bitirilmesinde PKK’nin yaptığı hatalar, savaşın sürmesini isteyen Türk burjuvazisinin ekmeğine yağ sürdü. Defakto PKK, Abdullah Öcalan’ı dinlemedi. Silah elde olanlar, T.C. daha savaşı başlatmadan ateşkesin bittiğini ilan ettiler.
PKK’nin düzen içi siyaseti de gözönüne alındığında faşist Türk devletinin yoğunlaştırarak yürüttüğü ve Güney Kürdistan’ı işgal ettiği ettiği bir dönemde savaşa karşı çıkmak ve barış talebini yükseltmek doğrudur.
Bizim barışı isteyenlerle sorunumuz onların barış isteğiyle değil. Hayır. Biz de barışı istiyoruz. Fakat anda T.C.’nin PKK ile ya da PKK’nin de onay verdiği Kürt kesimleriyle anlaşmasıyla sağlanacak bir barış, sürekli bir barış olmayacaktır. Anti-AKP/MHP karşıtlarıyla barış olmayacaktır. Bugün gerçekleşebilecek böylesi bir barışla Kürt ulusal sorunu çözülmeyecektir. Kuzey Kürdistan- Türkiye’de Türk devletinin varlığı ve egemenliği son bulmayacaktır. Sömürü sistemi sürecektir, vb. Bu bağlamda bizim barış istemini yükseltenlerle sorunumuz, sömürü sisteminin şirin gösterilmesi, kitlelere gerçek barışın burjuvazinin iktidarı şartlarında mümkün olduğunun anlatılmasıyladır. Aramızdaki bu çelişki ve tavır da devrimcilikle reformizm arasındaki farklılık; düzeni savunmakla sosyalizmi savunma arasındaki farklılıktır.
Biz Kuzey Kürdistanlı komünistler, değişik ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin sömürgeci T.C.’nin varlığına, sömürücü sisteme son verecek devrim mücadelesinin kendi mücadelesi olduğunu; şu ya da bu grubun, örgütün, işçiler, emekçiler adına, halk adına mücadele vermesiyle kurtuluşun mümkün olmadığını kavratmak için mücadele yürütüyoruz.
Sürekli ve gerçek barışın da ancak ve ancak faşist Türk devletinin yerle bir edilip işçilerin devrimci demokratik iktidarı kurulduğunda, sosyalizme doğru yol alındığında sağlanabileceğini söylüyoruz.
T.C.’nin devlet iktidarını yıkmak ve Kuzey Kürdistan’ında sömürge olmaktan çıkarılması için devrimci mücadelede uzun vadede Türk devletini yıkmanın yolu, devrime, işçilere, emekçilere kurtuluş yolunu gösterecek olan Bolşevik Parti’nin inşasıdır, bu inşanın derinleştirilmesi, güçlendirilmesidir. Sınıf bilinçli işçiler açısından günün acil görevi Bolşevik Parti’nin inşasının derinleştirilmesi, kitlelerin bilinçlendirilmesi, örgütlenmesidir.
Ezen ve ezilenlerin, sömürenlerle sömürülenlerin olduğu toplumsal sistemde, burjuvazinin iktidarı şartlarında sürekli ve gerçek barış mümkün değildir. Barış isteminde ciddi ve samimi olanların, kapitalist sisteme son verme, sınıfsız, sömürüsüz bir toplum, komünist toplumu kurma mücadelesine, devrim için mücadeleye katılması gerekir.
Gerçek barış, emperyalistlerle işbirliği yaparak değil devrimle gelecektir. Gerçek barış, sistem içindeki arayışlarla gelmeyecektir. Gerçek barış ancak ve ancak kapitalist sisteme son verilmesiyle, devrimle gelecektir, gerisi ham hayaldir!
Cihan Yıldız – 19.11.2024