Makaleler

Published on Eylül 25th, 2024

0

Bir savcı ile bir sanığın ibretlik halidir! | Doğan Özgüden


Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Kerim Han’ın New York’taki Türkevi’nde Erdoğan’ı ziyareti uluslararası adaletin güvenilirliğine indirilmiş bir darbedir.

Son yerel seçimlerdeki yenilgiden sonra kamuoyu yoklamalarında hem cumhurbaşkanı olarak kendisinin, hem de 22 yıldır tek başına iktidar olan AKP’nin baş aşağı gitmekte olması karşısında teselliyi uluslararası ilişkilerde ön planda görünmekte bulan Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşmak üzere gittiği New York’ta son iki gündür ibretlik şovlarına tanık olduk.

Bunlar içinde insan hakları açısından en şoke edici olanı, hiç kuşkusuz, asli görevi insan haklarını ihlal suçunu işleyen devletlerin liderleri hakkında La Haye’de dava açmak, gerekirse tutuklanmalarını talep etmek olan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Karim Han’ın, günümüzde insan haklarının en yoğun ihlal edildiği ülkelerden birinin devlet başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı Türkevi’nde ziyaret ederek saygılarını sunmasıydı.

Anadolu Ajansı’nın verdiği bilgiye göre, basına kapalı görüşme sırasında Erdoğan “uluslararası hukuka olan güveni korumak için Uluslararası Ceza Mahkemesinde İsrail’e yönelik açılan soykırım davasının sonuçlanmasının ve soykırım suçlularının hak ettiği cezaları almasının son derece önemli olduğunu” vurgulamış, bunun sağlanmasına katkı olarak da Karim Han’a İsrail’in Gazze’de işlediği suçlar üzerine Anadolu Ajansı’nın hazırladığı Kanıt ve Tanık adlı kitapları hediye etmiş bulunuyor.

Hiç kuşku yok ki, İsrail’deki Netanyahu yönetiminin sadece Gazze’de değil, işgal altında tuttuğu tüm Filistin topraklarında ve de komşu ülke Lübnan’da sürdüre geldiği imha savaşının, buna bağlı olarak işlediği insan hakları ihlallerinin, tüm uluslararası kurumlarda olduğu gibi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde de mahkum edilmesi gerekir.

Ama böyle bir talebin yıllardır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sanık sandalyesinde yer alan, daha bir yıl önce işlediği cürümler nedeniyle aleyhinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde dava açılmış olan bir devletin baş sorumlusundan gelmesi tek kelimeyle gülünçtür.

Üstelik, Türkiye Cumhuriyeti “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme”ye 31 Temmuz 1951’den beri resmen taraf olduğu halde, Asuri, Ermeni, Grek ve Kürt yurttaşlarımıza karşı geçmişte işlenmiş soykırımlar sürekli inkar edilir, günümüzde de sadece Türkiye’de değil, komşu ülkelerde de soykırımcı operasyonlar farklı boyutlarda ve biçimlerde pervasızca sürdürülürken…

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2023 yılı istatistikleri raporuna göre, geçtiğimiz yıl aleyhinde en yüksek başvuru sayısına sahip ülke Türkiye oldu. Bu mahkemede açılan 68.450 davanın 23.397’sini, yani yüzde 34,2’sini Türkiye menşeli davalar oluşturdu.

Mevcut iktidar açısından yüz kızartıcı bir gerçek, AİHM tarafından Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi birçok siyasi tutuklunun tahliye edilmesi gerektiği hükme bağlandığı halde, Erdoğan’ın başını çektiği Ankara rejimi bu şahsiyetleri zindanda tutmaya devam ediyor.

Ya yarım yüzyıldır Kıbrıs adasının kuzey yarısının askeri işgal altında tutulması, 1984’ten beri 40 yıldır da Kuzey Irak ve Suriye toprakları üzerinde çeşitli kod adlarıyla kara ve hava operasyonları yapılarak kalıcı askeri üsler kurulması, Kafkaslar’da Azerbaycan Ordusu’yla birlikte Ermeni topraklarının işgal edilmesi?

Tüm bunlara rağmen, Tayyip Erdoğan’ın ve kankası Bahçeli’nin görevlendirdiği parlamenterler, tıpkı Brüksel’deki Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu’nda olduğu gibi, Strasbourg’taki Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde de itibarla ağırlanmakta, Avrupa halklarının kaderi üzerine ahkam kesip oy kullanabilmektedir.

ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’NDEKİ 1937-38 DERSİM DAVASI

Erdoğan’ın yönettiği rejim, sadece Strasbourg’taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde sanık sandalyesinde değildir… Hollanda’nın başkenti La Haye’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde de Türkiye’deki insan hakları ihlallerine, ırkçı ve soykırımcı uygulamalara karşı 11 yıl arayla açılmış iki dava mevcuttur.

Türk Devleti’nden 1937-38 Dersim Soykırımı’nın hesabını sormak üzere Avrupa’da ilk kez Dersim’i Yeniden İnşa Cemiyeti tarafından 13 Kasım 2008’de Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda uluslararası bir konferans düzenlenmişti. Cemiyetin yöneticilerinden, maalesef üç yıl önce sonsuzluğa uğurladığımız, değerli yazar dostumuz Haydar Işık’ın önerisi üzerine Belçika’daki Kürt, Asuri ve Ermeni kuruluşlarıyla birlikte konferansın başarısı için güç birliği yapmıştık.

Türk Devleti’nin Belçika’daki diplomatik temsilcileri ve Türkçe medyadaki destekçileri bu konferanstan öylesine rahatsız olmuşlardı ki, üzerinden iki hafta geçtikten sonra söz konusu medya tarafından “Belçika’da Türk düşmanlığı üzerine çalışmalarıyla tanınan Özgüden, bugüne kadar sayısız ‘soykırım’ konferansı düzenlenmesine ön ayak oldu, son olarak da Avrupa Parlamentosu çatısı altında düzenlenen ‘Dersim Soykırımı’ adlı konferansa organizatör düzeyinde katkı verdi” diye hedef gösterildim.

Dersim’i Yeniden İnşa Cemiyeti dört yıl sonra bir adım daha attı, “1937-38 Dersim Soykırımı ve devam eden kültürel soykırım”ı, La Haye’de geniş katılımlı bir toplantı düzenleyerek, 23 Kasım 2012’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşıdı.

UCM Başsavcılığına yapılan başvuruda şöyle deniyordu:

“Gerçekleştirdiği insanlık suçlarını inkar eden, mağdurları aşağılayan, var olanı unutturmaya ve şiddet araçları ile asimile etmeye yönelen T.C. Devleti hükümetleri çok yakın zamanda tüm dünyanın gözleri önünde 34 Kürd’ü Roboski’de katletmeyi ihmal etmedi. T.C. Hükümeti üyeleri tüm bu insanlığa karşı suçlardan yargılanmamak için Uluslararası Ceza Mahkemesi yargı yetkisini son on yıldır keyfi biçimde tanımamakta direnç göstermektedir. Fakat insanlığa karşı suçlar öyle basit şekil şartlarına kurban gitmeyecek kadar önemli ve statükocu olmayacak kadar da dinamik ve canlı bir hukuktur. Bizler de bu bilinç ve ısrarla bu suçları işlemeye devam eden hükümet sorumlularının Uluslarası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaları için başvuruyoruz.”

Ne yazık ki, üzerinden 12 yıl geçtiği halde bu dava konusunda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden herhangi bir karar çıkmadı.

ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’NDE İKİNCİ DAVA

Türk Devleti aleyhine Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde ikinci dava, 11 yıl sonra, 1 Mart 2023’te, bir yurttaş girişimi olan Türkiye Mahkemesi (Turkey Tribunal), Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçları (MEDEL) ve Belçika avukatlık bürosu VSA tarafından birlikte açıldı.

Turkey Tribunal, 24 Eylül 2021’de, Cenevre’deki bir dizi duruşma sonunda, Ankara rejimini “işkence, yoketme, basın özgürlüğünü çiğneme, cezasızlık, yargı bağımsızlığını ve adalete erişimi ihlal ve insanlığa karşı suçlar” konularında sorumlu bularak mahkum etmişti.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde davanın açılışını kamuoyuna duyurmak üzere La Haye’de 1 Mart 2023’te yapılan basın toplantısında, Belçika’nın eski başbakan yardımcılarından Prof. Dr. Johan Vande Lanotte Türkiye’deki insan hakları ihlalleri üzerine şu açıklamaları yapmıştı:

“Mahkemeye yapılan başvuru, kimliği belirlenmiş veya belirlenebilir 800 kişiye ilişkin 463 bireysel işkence beyanı içermektedir. İfadeler, işkencenin nasıl geniş ve sistemli bir şekilde uygulandığını ayrıntılı olarak açıklamaktadır. Türkiye İnsan Hakları Derneği’nden alınan kanıtlar da, 2003-2021 döneminde işkence ile ilgili yılda ortalama 1.460 şikayet alındığını ve sistematik işkencenin 2022’de de devam ettiğini göstermektedir.

Mahkemeye yapılan başvuruda 109 kişiyle ilgili ülke dışı ve ülke içi zorla kaybettirme vakası belgelenmiştir. Türk devleti yurt içindeki kayıp vakalarına karıştığını her zaman inkâr ederken, yetkililer sürekli olarak yurt dışında yapılan yasa dışı kaçırmalarla övünmektedir.

Uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal eden tutuklamalara gelince, resmi Türk istatistikleri 2015-2021 döneminde 2.217.000 kişi hakkında ‘terör örgütü’ üyeliği iddiasıyla soruşturma başlatıldığını göstermektedir. 560.000 kişi yargılanmış, 270.000’i terör örgütü üyesi olmakla suçlanan 374.000 kişi hapse mahkûm edilmiştir. Rejim muhalifi sayılan kişilerin mezarlarını ziyaret etmek veya cenazelerine katılmak bile tutuklanma nedeni olmaktadır.

Rejim muhalifi olarak algılanan kişiler, devlet kurumlarında veya özel sektörde zorla işten çıkarılırken, yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, hatta yeni doğmuş çocuklarının pasaportları ellerinden alınmıştır, bunlar konsolosluk hizmetlerinden de mahrum edilmişlerdir. Resmi Türk istatistikleri, 2016 yılından bu yana 129.410 kamu görevlisinin ihraç edildiğini ve 19.962 öğretmenin öğretmenlik lisansının iptal edildiğini göstermektedir. Keyfi soruşturmalar kapsamında toplam 234.419 pasaport gasp edilmiştir.

Kanıtlar, Türk Devleti’nin yüzbinlerce insana karşı, sırf Erdoğan rejiminin düşmanı olarak algılandıkları gerekçesiyle suç işlediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu suçlardan sorumlu olan kişiler, yaptıklarının uluslararası hukukun tüm temel kurallarına aykırı olduğunu biliyorlardı, ancak cezasız kalacaklarından emindiler.

Uluslararası Ceza Mahkemesi bu cezasızlığı durdurmak için kurulmuştur ve bizim davamızda da bunu yapmalıdır. UCM savcısını bu davayı ele almaya ve hiçbir bireyin, NATO ittifakı üyesi bir ülkenin üst düzey yetkilisi olsa bile, hukukun üstünde sayılamayacağını kanıtlamaya çağırıyoruz.”

La Haye’deki basın toplantısında, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne üye olduğu 1949 yılından bu yana 74 yıldır bu ülkede ardı arkası kesilmeden işlenen insan hakları ihlallerinin izleyicisi, aynı zamanda hedeflerinden biri olarak bu davanın en kısa zamanda sonuca götürülmesi için ben de tanıklık etmiştim.

Ne yazık ki, yine üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçtiği halde, 2023’de açılan dava konusunda Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Karim Han’ın ne tutum takındığı konusunda herhangi bir bilgi yok.

Buna karşılık aynı savcı bu davanın hedefi olan rejimin bir numaralı sorumlusu ile sürekli ilişki içinde olduğu gibi, son olarak New York’taki Türkevi’nde kendisini ziyaret edip saygılarını ileterek ileride açılması muhtemel yeni davalar konusunda da ona bir dokunulmazlık tanımış bulunuyor…

Türkiye’deki sıkıyönetim dönemleri dışında yargı bağımsızlığını nisbeten koruyabilmiş bir Yargıtay’ın, bir Anayasa Mahkemesi’nin Erdoğan iktidarı döneminde giderek “Sallabaş Kadılar” heyetine dönüşmüş olmasından sonra, sıra ne yazık ki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde…

Özetle, New York’taki Türkevi’nden gelen fotoğraf, bir savcı ile bir sanığın ibretlik halidir…


Seçtiklerimiz: Doğan Özgüden – Artı Gerçek – 25.09.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑