Makaleler

Published on Temmuz 5th, 2024

0

Kırılma noktası: Benlik ve eziklik psikolojisi | İsmail Göçüm


İnsanın kandırılmaya ve istismar edilmeye açık bir çok zaafı vardır. Bu alanda, istismar edilmeye en çok açık zaafı, dini ve milli duygularıdır.

İnsanın duygularını yanıltan tek şey korkudur. Her canlı içgüdüsel doğar; akıl ve benliğı olmayan her canlı, doğal olarak kendisini savunmasız hisseder ve korkar. Bu korkular yaşı ilerledikce artar ya da azalır; ama yaşamı boyunca sürer…

İnsan aklı başına geldiğinde, en büyük korkusu yaşam korkusudur. Çevresi ile iletişime geçtiğinde de buna yalnızlık, çaresizlik ve ölüm korkusu eklenir. Ortak toplumsal değerler bütününde korkular azalır… Özel değerler araya girdiğinde korkuları artarak çoğalır. Kişilik benliğine bürünen insanın bencillik duyguları öne çıkar; dolayısı ile insan, yaşamı boyunca benliğini koruma yolunda bir savaş bir arayış formülü içindedir.

İspanyol yazar, düşünür, Rafael Berret; “Gallianalar”adlı eserinde:
Ranzam ve kitaplarimdan başka bir şeye sahip değilken mutluydum. Şimdi dokuz tavuğum ve bir horuzum var ve ruhum rahatsız mülk beni zalim yaptı… Ne zaman bir tavuk alsam onu eve alıştırmak için iki gün ağaca bağlıyorum… kaçmaması ve tilki istilasından korumak için bahçenin etrafına çit çektim. kendimi izole ettim. Komşumla aramda bir sınır oluşturdum. İnsanlığı katagoriye ayırdım. Komşumun horozu çiten atladı ve tavuklarıma kur yaptı, benim horozumun varlığını bile takmadı. Bu davetsiz misafiri kovdum; ama tavuklarım çitten atlayıp komşunun evinde yumurtladılar… ben yumurtaları aldım ve komşum benden nefret etti… O zaman onun kin dolu yüzünü çitin üzerinde gördüm. Onun düşmanca bakışları tıpkı benimkine benziyordu…Tavukları çitleri geçip benim tavukların mısırlarını yiyorlardı. Başkasının tavukları bana suçlu gibi geldi. Onları kovalarken öfkeden kör olmuştum. Bu esnada onun tavuklarından birini öldürdüm… Komşum nefret dolu küfürler ediyor… teklif ettiğim tavuğun bedelini kabul etmiyordu… Tavuğun cesedini kaldırdı; fakat onu yemek yerine, arkadaşlarına gösterdi… Böylece emperyalist vahşetimin efsanevi hikayesi beynimde dolaşmaya başladı
Şimdi, çitleri güçlendirmek, gözetlemeyi artırmak; artık tek kelimeyle savaş bütçemi yükseltmek zorunda kaldım…
Komşunun her şeye kararlı bir köpeği var… bense bir tabanca almayı düşünüyorum…

Şimdi o eski huzurum nerde? Kendimi güvensizlik ve nefretle zehirlendim! Benciliğin ruhu beni eline geçirdi…

Eskiden iyi bir insandım. Ya şimdi?!… diyor.

Kişilerin hikayeleri kolaylıkla taplumsal hikayelere dönüşür!

İnsanlığın tarihilsel süreci, her ne kadar defalarca -büyük savaşlar sonucu- yıkım ve yok olma ile karşı karşıya gelse de, sürekli bir gelişim, değişim içlerinde ve ileriye dönük olmuştur; fakat buna karşın insan çevresi ile hep bir benlik savaşı işinde olmuştur.

Aynı döngünün defalarca tekrar etmesi bence bir tesadüf değil, bir hastalıktır. Bir hastalığa doğru ve bilimsel bir teşhis konulmadığı sürece, doğru bir tedavi süreci de geliştirilemez.

İşte tamda burada, insanın duyguları, düşünceleri, dış dünya ile ilgili sorunları, bir bütün olarak dış dünyaya karşı korkularını yansıtan psikolojisi ortaya çıkar.

Doğal olarak insan, bu psikoloji içinde, sürekli bir benlik ve iktidar savaşı sürdürür; dolayısı ile insan, bir psikolojinin ürünü değil, tamamen psikolojidir. Bunun böyle olduğunu doğada yaşayan diğer canlılara baktığımızda kolaylıkla anlayabiliriz; dolayısı ile insan, insan olmaktan çok psikolojik bir canlı türüdür.

İnsan psikolojisi, duyu organlanlarının davranışlarına göre; duyguları, düşünceleri, hal ve davranışları da değişir; dolayısı ile insanlar çoğu zaman duygularının kurbanı olurlar…

Duygularının kurbanı sözünü çevremizdeki dostlarımız tarafından sıkca duyarız;

“Ben böyle bir tuzağa gelecek biri miydim?”
“Maalesef duygularımın kurbanı oldum!”
“Düpedüz kandırıldım!”
“Kardeşim bildiğim kişi, yıllarca bana yalan söylemiş!”
“Meğer ki niyeti başkaymış, nasıl anlamadım”
“Meğer ben ne kör müşüm!”… örnekleri çoğaltmak mümkün.

Peki insanlar nasıl bir psikoloji içinde yaşıyorlar ki; duygularına yenik düşebiliyorlar?

Çoğu kez, duyguları insanı yanıltır. Görme, duyma, dokunma, koku alma, tad alma gibi organlarımız beynimiz ile ortak hareket eder. Bazen bilinçli, bazen bilinçsiz… yanlışta olsa, duyu organlarımızdan beynimizin algılama merkezine gelen bilgiler, tam olarak süzgeçten geçirilemez; dolayısı ile beynimizin algılama merkezini yanıltır ve karşı tarafa yanlış mesajlar iletir. O anda biz bunun farkına bile varmayız, Bazen farkına varsakta öneminin farkına varmayız. Zaten farkına vardığımızda da çok geç olmuş olur. Ondan sonra “ahlar…vahlar…” beş para bile etmez…

İnsanlar en çok; yalanla inandırılma; kandırılma, yanıltılma, farklı gösterilme, göz boyama etkisinde kalır. İnsan çoğu kez, dışarıdan gelen etkileşimler, aktarımlar karşısında -eğer savunma mekanizması fazla gelişmemiş se, bilinçli ve bilgi ile donanımlı, tecrübe sahibi bir birey değil se- oldukca savunmasızdır. Bu gibi durumlar karşısında, bazen uyanık olsa bile, karşı koyma kaabiliyeti zayıf olduğu için bazen boyun eğme, ya da zayıflığının bilincinde, sessiz kalma, bazen de, bütün bunların bilincinde biat etmeyi seçer; fakat insan birkez biat etmeyi kabullendi mi, yaşamı boyunca -ileriye dönük- bir milim bile adım atamaz. O artık beynini biat ettiği kişi ve inanca kiraya vermiştir. O andan sonra, o kendisi değil, inandığı kişinin veya inancının -neye inanıyorsa- kölesidir.

Matematikçi, Felsefeci, Şair, Yazar; Ömer Hayyam bir şiirinde;

“Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan, ister çan sesi dinlet,
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstehaktır ona her türlü zillet.”der

İşte o andan itibaren, bu tür insanlara, bu tür toplumlara anlatabileceğin birşey kalmamıştır. Birşeler anlatmaya kalkışsan bile; kandırılmış, yanıltılmış, duyguları köreltilmiş, köleleştirilmiş bu kişilerin ya da toplumların lincine uğramaktan öteye gidemezsin. Bu gibi durumlar sadece insana özgü bir durum da değildir. Başta da belirttiğim gibi, bu tür refleksler canlıya özgü bir davranış durumdur.

Buna bir güzel örnek; dünyaca ünlü yazar, şair Dostoyevski’nin başından geçen bir deneysel örnektir.

Dostoyevski, bir toplantıda yaptığı konuşma ve okuduğu şiir nedeniyle Rus Çarı tarafından hapse mahkum edilir. Uzun yıllar Sibirya’da sürgün hayatı yaşar. Özgür kaldıktan sonra,
hapiste geçirdiği yılları “Ölüler Evinden Anılar” adlı bir kitapta toplar.

Dostoyevski, sürgünde yaşadığı günlerde kendi kendine muhasebe yapma fırsatı bulur. Bundan önce insanları çok iyi tanıdığını düşündüğünü düşünür; ama yanıldığını Sibirya’da geçirdiği hapis yıllarında anladığını belirtmiştir.

Dostoyevski” “kara halk” olarak tanımladığı buradaki insanlarla karşılaştıktan sonra, insanları çözümlemeye ve onların iç dünyalarının derinliklerine inmeye başlar.

Burada, hapishanede bir köpek vardır. Köpeğin davranışları kendisinde derin bir izler bırakır… Köpek ile insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı bir deney yapmaya karar verir.

Köpeği sürekli takibe alır. Köpeğin yanından geçen her mahkumunun köpeği tekmelediğini görür. Burada ilginç olan, bu durum karşısında köpeğin tepsisiz kalmasıdır. Mahkumların şittetinden kaçması gereken köpek; aksine, yanına bir mahkum yaklaştığında eğilme, tekme yeme pozisyonu alır…

Köpeğin yanından geçen her mahkum köpeği tekmelemekte; fakat, köpek buna karşı hiç bir tepki vermemektedir.

Dostoyevski, bir gün köpeğin yanına yaklaşır ve onun başını okşamaya başlar. Köpek bir süre şaşkın şaşkın ona bakar ve sonra hızla yanından uzaklaşır. Uzaklaşırken de, acı acı havlamaya başlar.

O günden sonra, her önüne gelen mahkumun tekmelediği o köpek, Dostoyevski’yi gördüğünde, ondan kaçmaya başlar.

Köpeğin tekme atanlardan kaçacağı yerde, başını okşayan, ona merhamet gösteren Dostoyevski’den kaçmasının elbet bir psikolojik açıklaması vardır!

Yukarıda üç örnekte de belirttiğim gibi, kötü yaşamı, kötülüğü, köleliği bir hayat tarzı olarak kabul etmiş canlılar; karşılarında merhameti, sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı, dayanışmayı gördüklerinde, bu duruma ne kadar yabancı oldukları ve ne kadar büyük bir şaşkınlık yaşadıklarıdır. Bu tür durumlar karşısında afallamaları da zaten bu yüzdendir.

Ruhu körertilmiş, köleleştirilmiş bir köpek, sevgiye aç olsa bile, sevgiden, merhametten uzak yaşamaya alıştırılmıştır. Bu örnek bütün canlılar için geçerlidir…

İnançları için, inandıkları inandıkları insanlara köle gibi tapan insanlar, köleleştirilmiş insanlardır. Bu insanlar, inandıkları insanlar tarafından kötü davranılsalar bile; “vardır bunda bir keramet, yaradanın affına sığınırız!” gibi sözlerle, yine o insanlara biat eder, tanrıya tapar gibi taparlar. Siz bilinçli bir birey olarak bu çarpıklık karşısında, bunun yanlış olduğunu, onlara söyleseniz bile, bu iyilik sever davranışınız karşısında, onlar sizden nefret ederler…


İsmail Göçüm – 05.07.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑