Makaleler

Published on Kasım 7th, 2024

0

Kürt sorununa ‘Misak-ı Milli’ formülüyle çözme arayışları… | Halil Gündoğan


Kürt sorunu esas olarak nedir?

“Kürt sorunu” olarak adlandırılan ve ama emperyalist ve yerli egemenlerce doğru tarif edilmeyen meselenin esası şudur aslında: Tarihsel yurtlarının dört ayrı devlet arasında ilhak edilmesiyle Kürtlerin, başta kendi ulusal devletlerini kurma hakkı olmak üzere, tüm diğer ulusal haklarından mahrum bırakılmış olmalarıdır. Bu haklarını elde etme istem ve iradelerinin yüz yıldır zorlan bastırılmaya çalışılmasıdır. Geliştirmeye çalıştıkları kısmi ulusal demokratik hak arama taleplerinin dahi ilhakçı zorba devletler tarafından vahşice ezilmeye çalışılmasıdır. Dilleri ve kültürlerinin yasaklanarak, zorla asimile edilmeye çalışılmasıdır. Ve de bunlara karşı devam edegelen haklı ve meşru isyan ve boyun eğmeyiştir.

Özcesi Kürt sorunu; bir ulus olarak Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme haklarının zorlan engellenmesi ve buna karşı geliştirilen direniş sorunudur. Kürt sorunu bir bakıma, belki yenilgilerini daha ziyade de ‘iç ihanetler” marifetiyle yaşaya gelmesi sorunudur. Evet, belki bir boyutu da budur.

Sorunun özgün yönleri:

Sorun her ne kadar da genel bir başlık altında “Kürt sorunu” olarak adlandırılıyorsa da ama aslında hiç de yekpare ele alınmaya müsait bir sorun değildir. Her şeyden önce dört ayrı sosyo-ekonomik yapıya sahip, çok parçalı ve girift özellikler arz eden bir sorundur. Her bir parçası farklı dinamiklere sahiptir. Keza her bir parçada, birbirlerinden çok farklı çözüm perspektif ve stratejilerine sahip, irili ufaklı pek çok siyasal özne söz konusudur. Asgari bir ulusal program etrafında, merkezi bir çatı altında bir araya gelmeyi beceremedikleri gibi, kimi kez birbirlerini filen tasfiyeye varan silahlı çatışmalarla karşı karşıya gelen bir “düşman kardeşler” pratiği maalesef ki hâlâ da sergilenmeye devam ediliyor. Keza son çeyrek yüz yıl içinde, her bir parçada, farklı bir takım siyasal konumlar oluştu. Her bir parça, diğer parçalardaki siyasal oluşumlarla ilişkisini, sahip olduğu konumun avantaj ve dezavantajları üzerinden belirler oldu. Yani ortak hedef ve ortak düşmanlar realitesini ortadan kaldıran, ortak düşmanlardan biri veya ikisini diğerine karşı dost edinme ve böylece, egemenler eline “Kürdü Kürde kırdırma” avantajı veren tutumlar sergilenmeye devam ediliyor. vs.

Kürt siyasi öznelerinin ekseriyeti bağımsız birleşik bir Kürt devletinin kurulması stratejik hedefine sahiptir. Veya yakın ilk hedef olarak; mevcut devlet bünyesi içinde bir Kürt federasyonunun kurulması istemene sahiptir.

Ancak bu “normal”, yine bir fiil başka Kürt siyasal öznesi tarafından ciddi şekilde “içten sabote” edilmiştir. Öcalan, kuruluş amaçlarına 180 derece ters bir yön değişikliğiyle; UKKTH ilkesine karşı bir tutum içine girmiştir. Kendisine empoze edilen “Emperyalist küreselleşme” senaryosunun etkisiyle, “Ulus devlet kurma isteminin” bugünün dünyasında artık bir karşılığı kalmadığını ileri sürmüştür. Her bir parçanın kendi ilhakçısı devletin egemenlik hakkını tanımasını istemiştir. Kürtlerin önüne bu dört ulus devleti “demokratikleştirerek dönüştürme” ve “demokratik cumhuriyet altında birlikte yaşama” yeni hedefini gerçekleştirme görevi koymuştur. Nihai hedef: Bu “dört demokratik cumhuriyetin” konfederal birleşmesini sağlamak olarak belirlenir. Bununla murat edilen ise; yeni bir “konfederal ulus devlet” hükümranlığı altında, devletsiz Birleşik Kürdistan anavatanında, huzur içinde “kardeşçe” bir arada yaşamaktır. 

Denir ya: Ütopik ötesi ve günümüz Dünyasında adeta şaka gibi!

Şaka gibi, ama güç sahibi bir örgüt stratejisi olarak vücut bulduğundan ötürü de diğer Kürt siyasal özneleriyle ortak bir hedefte buluşabilmenin zeminini de esasen tek başına bile ortadan kaldıran bir özelliğe sahip.  

Egemenler cephesinden Kürt sorunu:

Tabii egemenler cephesinden bakıldığında ise “Kürt sorunu” diye bir sorun esasen yoktur. Dış güçler kışkırtmasıyla devletin, milletin ve vatanın birliği ve bütünlüğüne kast eden bölücülük ve terör sorunu vardır. Devlet Kürtlere karşı değil, bölücü teröristlere karşı savaşıyor… 

Ancak bu tutumun, konjektürel bazı gelişim ve değişimlere göre biçim değiştirdiği de söz konusu olabiliyor elbet: Örneğin TC. Devleti’nin kuruluş sürecinde Kürtler de sorunları da pekâlâ vardı. Bir takım ulusal haklar tanınması karşılığında, “ortak vatan savunması” için ittifak da kuruldu. Fakat köprü geçildikten sonra Kürtler de sorunları da buharlaşıp yok oldu. Ulusal hak talepli tüm isyanlar acımasızca bastırılarak, koyu bir asimilasyon süreci devreye sokuldu. Bu, “29. İsyan”ın patlak vermesi sonucunu doğurdu. Fakat sorun yine Kürt sorunu değil, “bir avuç şaki” sorunuydu. Devlet kolayca bunun üstesinden gelirdi nasıl olsa…

Ancak bu kez Kürt Ulusal Hareketi’nin izlediği savaş stratejisi, Devlet açısından umulan o çabuk sonucu getirmedi. Getirmediği gibi sorun, artan oranda, giderek daha fazla uluslararası bir boyut kazanmaya başladı. Birden çok uluslararası aktör devredeydi artık… 

Çetrefilli bir karakter kazanan sorun karşısında, başta Turgut Özal olmak üzere, savaş kurmayından bir kısım üst düzey subay, soruna savaş dışı yöntemlerle, siyasal çözümler önermeye başladı. Ancak devletin başka güç odakları, bu şahsiyetleri bir şekilde fiilen tasfiye ederek, sorunu tekrardan, “kökü kazınması gereken terör sorunu” noktasında sabitledi. Ve onlarca yıl süren kanlı bir süreç yaşatıldı…

Fakat yine sonuç alınamayınca, bir kez daha sorun, Kürt sorunu oluverdi. “Çözüm Süreci” adı altında siyasi bir çözüm arayışına gidildi güya. Fakat ne zamanki Bölgedeki gelişmeler lehte ve aleyhte sonuçlar sundu ve ne zaman ki Rojava’da ortaya çıkan özerk Kürt oluşumu, TC. Devleti’nin himayesinde, Esad’a karşı savaşa girmeyi reddetti; işte o zaman sorun tekrardan ve hızla terör sorununa dönüştürüldü. Rojava Özerk Yapısı, terör örgütü yapılanması olarak addedilerek, imha edilmesi için canla başla “kutsal” bir gayret gösterildi. Bu, azgın şovenist hezeyanlarla, bir “beka” sorunu olarak topluma empoze ediliyordu… 

Ve ne zaman ki toplumda Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın kredisi tepe üstü gitme eğilimine girdi ve eş zamanlı olarak ne zaman ki  Orta Doğu’da emperyalist projeler gereği yeni bir düzenin kurulacağı güçlü sinyalleri alınmaya başlandı; tekrardan kuruluş sürecindeki o malum taktiğe geri dönme ihtiyacı oluştu: “Bin yıllık kardeşlik”, “Milli birlik ve beraberlik”, “iç cephenin sağlamlaştırılması”, “İnsanların ana dillerini özgürce kullanamıyor olması büyük bir zulümdür” benzeri demagojik söylemlerle, Kürtler ve sorunları ve bunlara “ortak vatan” ve “tek devlet çatısı altında” çözüm bulma vaatleri tekrardan “siyasal bir ihtiyacın ürünü olarak” toplumun üzerine boca edilmeye başlandı.

Peki yapılmak istenen tam olarak nedir?

Fakat hâlâ, özellikle de yıllardır azgın bir şovenizm zehriyle zehirledikleri Türk milliyetçisi ve faşist tabanları nezdinde kuyruğu bir süre daha dik tutma ihtiyacıyla olsa gerek ki yapılmak istenenin adı: “Ülkeyi silahlı terör örgütü belasından kurtarmak” olarak takdim etmeyi tercih ediyor malum “devlet aklı.” 

Ancak bununla birlikte, “terör örgütünün kendisini tasfiye etmesi ön koşulu” ile de olsa, “iç barış” ve “içte milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi” için, Kürtlere bir takım kültürel haklar verilebileceğinin ve Kopenhak Kriterleri çerçevesinde, yerel yönetimler özerkliği kapsamında, cüzi birtakım iyileştirmeler yapılabileceğinin üstü örtük sinyalleri de veriliyor.

Öyle görülüyor ki bu seferki manevra ve tornistanın odağını, yukarıda vurgu yapılan o iki stratejik ana unsur belirliyor. Fakat dillendirilen ve öncelikli olarak işlenen ise: Bölgesel gelişmelerden algılanan parçalanma riski ve gelişim ve değişimlerde ön alarak, fırsatı ganimete çevirme emperyal hevesidir. Yani oluşacak elverişli koşulları kullanarak, “tarihi Misak-ı Milli sınırları” içinde kalan yerleri bir şekilde ilhak etme “kara sevdasıdır” belirleyici pozisyonda olan “motivasyon” unsuru. Bu, bilindiği üzere, özellikle de yeni Osmanlıcı siyasal İslamcı klik ile ırkçı milliyetçi kliğin ortak sevdasıdır da.

Gerek Türk milliyetçilerinin ve gerekse yeni Osmanlı sevdalısı siyasal İslamcıların, tarihi Misak-ı Milli sınırlarına yayılma ve oraları tekrardan ilhak etme emelleri hep olagelmiştir zaten. Bugün ise; bu hayali gerçeğe dönüştürmenin koşullarının giderek oluşmakta olduğu varsayılarak, bu emperyal emelin alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyor. 

Turgut Özal’dan Abdullah Öcalan’a Misak-ı Milli sevdası.

Lozan sonrası süreçte bunu en açık bir şekilde dillendirecek olan da yine bir başka Türk-İslam sentezi savunucusu, liberal-muhafazakâr aktör, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır.

Özal o günün koşullarında Misak-ı Milli projesinin nispeten barışçıl bir ortamda gerçekleştirilebilmesinin yegâne koşulunun, diğer parçalarda ki Kürtlerin buna razı edilmesinde görür. Bunun için de Barzani ve Talabani’ye federasyon kurma teklifini götürür. Talabani üzerinden Öcalan’ın da dolaylı olarak sürece dahil edildiği söylenir. Ve rivayet odur ki Talabani ve Barzani bu öneriyi kabul etmişlerdir de. Özal’a yakınlığıyla bilinen dönemin milletvekillerinden Nurettin Yılmaz, 2008 yılında Taraf Gazetesinde Neşe Düzel’e verdiği röportajda şöyle anlatır bu durumu:

“Talabani bana, ‘Turgut Özal gerek başbakanken gerek cumhurbaşkanıyken federasyon taleplerinde bulundu, biz de kabul ettik’ dedi. Nitekim Özal bir gün bana, ‘Nurettin, Irak’taki Kürtlerin bir federasyon şeklinde Türkiye’ye bağlanması iyi olur değil mi?’ diye sordu ve sonra devam etti. (…) Ben de espri yaptım. ‘Tabii… Bunda Kerkük petrolüne Türkiye’nin hâkim olma politikası da var değil mi?’ dedim. O da tebessümle ‘o kadar da olur elbet’ dedi.” (t24.com.tr)

Keza sonra ki yıllarda Kenan Evren de “laf arasında” federasyon fikrini destekleyen açıklamalar da bulunacaktı. Onun bunu ileri sürmesinin arka planında da yine Kürtleri bu yolla Türkiye’ye bağlama hevesi yatıyordu. 

Sonrası süreçte ise, Türk ve Kürtlerin “ortak vatanını oluşturma” gayesiyle, Misak-ı Milli projesi bu kez da A. Öcalan tarafından TC. Devleti’ne önerilecekti. Öcalan, Devleti Kürt sorunun “makul çözümüne” ikna etmek için mi bu kartı ileri sürmüştü bilinmez ama; bunu “Demokratik Cumhuriyetle Birlik Projesi”nde etraflıca işlediği bilinen bir gerçek.

O gün, farklı hesap kitaplarla bunu es geçen “devlet aklı”, bugün Bölgede baş gösteren gelişmeler üzerine, bu projenin kendileri açısından “en makul çıkış yolu” olduğuna ikna olmuş görünüyor.

 Öcalan’ın dün vermiş olduğu çözüm sözü ve taahhütlerinin bugün de hâlâ arkasında durduğunu garantiye alınca da kendilerince ön gördükleri uygun araç ve yöntemlerle, aşamalı bir şekilde kamuoyu huzurunda bu “yeni süreci” ifşa etmeye başladılar.

Kurgulanan Ne?

Kurgu basit: Barzani bu işe zaten dünden razı. Öcalan üzerinden de öncelikle “iç barış” ve “milli birlik ve beraberlik” sağlanabilirse; yine Öcalan üzerinden Rojava Özerk Yönetimi ve Rojhilatlı Kürtlerin de kolayca ikna edilebileceği varsayılabilir. Böylece Devlet ve Öcalan’ın öngördüğü Misak-ı Milli sınırları üzerinde “ortak vatan” emelini gerçekleştirme avantajı elde edilebilir. 

Başarmaları halinde (koşullar ve güçler dengesinde olağan üstü terslikler yaşanmaması durumunda) buna ABD’nin de onay vereceğini kestirmek de zor olmasa gerek. ABD, İran ve Suriye denetiminden çıkarak, NATO üyesi ve İsrail dostu Türkiye himayesinde birleşmiş Kürdistan opsiyonu, en azından ilk etapta, rahatlıkla tercih edilebilir bir seçenek olsa gerek. 

Öcalan’ın “el yükselterek” Devleti geri çevirme olasılığının olmadığını, Devletin de Öcalan’dan emin olmadan kalkıp da o adımları atmayacağını kestirmek zor olmasa gerek.

Keza mevcut konjöktürde, Öcalan’ın önerdiği ve gerçekleşmesi için önayak olup, üzerine düşeni yapacağını vadettiği Misak-ı Milli projesinin, Türk Devleti’nin derdinin devası olacağı da açık.

İşte tüm bu argümanlardan hareketle devletin Bölgesel gelişmeleri kendi açısından Misak-ı Milli projesiyle karşılamaya çalışacağını ve Öcalan ile bu konuda anlaştığını ileri sürmek, hiç de abes olmaz.

Peki bu proje “Cumhuriyetin demokratik dönüşümünü” ve Kürtlerin özgürlüğünü sağlar mı?

Öcalan’ın Türk Devleti’nin bölgesel bir emperyal güç düzeyinde güçlenmesini öngören bu “çözüm” projesinin, öngördüğü diğer proje olan “Cumhuriyetin demokratik dönüşümünü” ve Kürtlerin özgürlüğünü sağlamayacağı ise kesin. 12 Eylül Anayasasını kaldırıp yeni anayasa yapmayı gündeme almak istediği bir süreçte bile her türlü düşünce özgürlüğünü ortadan kaldıracak olan “etki ajanlığı” yasa tasarısını meclisten geçirebilme derdine düşmüş olmalarında belli olmuyor mu bu?

Bu durumda yapılması gereken ne? 

Dolayısıyla da beklenen ve de bunca bedel karşılığında olması gereken; Kürt ulusal güçlerinin ve yurt sever Kürt halkının en azından federasyon veya güçlü “bölgesel özerklik” düzeyinde bir siyasi statü elde etmeden ve de bunu anayasal güvenceye kavuşturmadan buna onay vermemesidir. Aman dileyerek kapınızı çalan devlet olduğuna göre, neden bu kez da bunu “Allah’ın bir lütfu”na çevirme sırası Kürtler olarak sizde olmasın? Koşullar, Kürtler açısından el yükseltmeye fazlasıyla müsaitken hem de. 

Keza aynı şekilde Türkiye halkı ve demokratik-devrimci kamuoyunun da Kürtlere en azından bu eksenli siyasi bir statü sağlamayan, tek taraflı Türk Devletinin emperyal çıkarlarına hizmeti önceleyen bu projeye itiraz etmesi gerekir. Bu hem “bin yıllık kardeşlik” hem “din kardeşliği” hak ve hukukunun ve hem de halkların enternasyonal kardeşlik hukukunun bir gereğidir bu sahiplenme ve dayanışma. 

Bilinmelidir ki bu temelde güçlenen zorbalık, asla Kürdistan ve Türkiye halkının çıkarına olmayacaktır. Dolayısıyla da ona bu fırsatı vermemek tarihi önemede, stratejik bir sorundur. Bu yüzden de Kürdistan ve Türkiye halkı omuz omuza vererek Misak-ı Millici bu emperyal “çözüm projesi”ne bariyer örülmeli. Bunun yerine, gerçek ve kalıcı barışın teminatı olacak olan Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını Kürtler için de isteyip, tereddütsüzce savunma tutum ve pratiği geliştirilmeli. Madem devlet “iç barış” ve “bin yıllık kardeşlik” savunucusu kesilmiş; o halde bunları toplumsal bir talebe çevirerek karşılarına dikilme günü, tamda bugündür. Bu tarihi görevin gereğince davranmak, herhalde en çokta Türkiyeli demokrat, gerçek yurt sever, sol-sosyalist ve komünistlerin boynunun borcu olsa gerek. Yoğun ajitasyon ve propaganda, kitlesel basın toplantıları ve yaygın mitingler ile bu talepler kitlelere rahatlıkla mal edilebilir. Bu kadarını olsun yapıyor olabilmek, kuşkusuz ki tarihsel olarak büyük bir değer taşıyor olacaktır.


Forum: Halil Gündoğan – 07.11.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑