Published on Kasım 28th, 2024
0Kürtler açısından olasılıklar ve riskler… | Halil Gündoğan
Girilen sürecin realitesi
Gerek küresel ve ama özellikle de Bölgesel düzlemde yaşanan gelişmeler her anlamda “kartların yeniden karılması”, senaryoların yeniden kurgulanması ve hesapların yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğini dayatmış durumda. Yani hiç kimse ve hiçbir tarafın kayıtsız kalma lüksünün olmadığı bir sürece girilmiş oldu.
Gard alma telaşı
Herkesim gardını, olası Bölgesel ve topyekûn savaşa göre, belirleme telaşında: İç cepheyi güçlendirme/ “milli birlik ve beraberliği sağlama” (ki bunun açık anlamı iç faşistleşme sürecini de hızla tamamlamaktır), var olan müttefikleri güçlendirme ve yeni müttefikler edinme suretiyle vuruş gücünü arttırma, rakip cepheyi mümkün olabildiği oranda bölüp parçalama, silahlanmaya hız vererek teknik savaş kapasitesini arttırma ve alan tutarak, rakiplerini yakın ve geniş çeperlerle kuşatmaya alma hummalı uğraşı içerisinde.
“Kürt kartı” üzerinden rekabet
Bölgesel bazda, Siyonist İsrail Devleti ile Türk-İslam sentezcisi faşist T.C Devleti, bu türden hesapların dikkat çekici tarzda en yoğun görüldüğü iki “seçkin örnek” durumunda. Her ikisi de emperyal hesaplarla bölgede yeni nüfus alanları yaratma sevdasıyla, Kürtleri kendi yanına çekmenin hesaplarını yapıyor.
“Kürt kartının” Siyonist İsrail Devleti açısından önemi
Siyonistler açısından Kürtlerin öncelikli önemi, Suriye ve özellikle de İran’a çekilecek operasyonda hem vurucu kara gücü olarak kullanmak ve hem de bu iki ülkedeki Kürtleri bu iki devletten kopararak; bölgede “bağımsız-müstakil” bir Kürt devletinin kurulmasını sağlamaktır. Böylece Orta Doğu’da güçlü bir “kardeş devlet” ile kendi güvenliğini daha bir sağlama almaktır. Keza İsrail açısından Kürtler, Filistinlere karşı uyguladığı soykırımcı savaşında kendisine bir şekilde maraza çıkaran Türk Devleti’ne karşı bir şantaj unsuru olarak kullanmaktır: “Akıllı davranmaz, uslu durmazsan; senin Kürtlerini de senden kopartırım ha! Ayağını denk al, o zehirli laflar eden ağzını kapat”
“Kürt kartının” Türk Devleti için arz ettiği önem
Neo-Osmanlıcı Türk Devleti açısından Kürtlerin öncelikli önemi ise biraz daha karışık bir bileşkedir: Bir taraftan öncelikli olarak “kendi Kürtlerini” “dış kışkırtmalardan” uzak tutacak birtakım iyileştirmelerle, Öcalan aracılığıyla kendisine bağlı tutmak istiyor. Diğer taraftan keza yine Öcalan ve Barzani üzerinden diğer parçalardaki Kürtleri Federatif bir yapıyla kendisine bağlamak. Olmazsa, ABD ile anlaşarak bunu olur kılmak istiyor.
Yani ne yapıp edip öncelikle, daha düne kadar yok sayıp katliamlardan geçirdiği ve ama birdenbire “bin yıllık kardeş” olduklarını hatırladığı “kendi Kürtlerini” sağlama almak istiyor. Çünkü bu, Bölgesel gelişmelerin olası seyri içinde artık gerçek anlamda tam bir beka sorunu olacak kendileri açısından. Keza diğer parçalarda ki Kürtlerin ikna edilebilmesi bakımından da bunu yapması gerekiyor. Çünkü başka türlü kimseyi ikna edebilme şansı yok. Bölgesel güçlerin doğrudan devreye girmiş olduğu şu koşullarda Kürtlerin “yola gelmeyenlerini” savaşla “ikna etmesinin” artık çok daha zor olacağını hem görüyor ve hem de bunun idrakine varmış durumda.
“İsrail-Kürt İttifakının” oluşma şansı
Sahibinin sesi Siyonist devletin daha yüksek perdeden dillendirmeye başladığı “İsrail-Kürt ittifakının”, bir bütün olarak Kürtlerinin tamamıyla vücut bulma şansı da önemli oranda Öcalan ile T.C Devleti’nin fikirsel olarak ortaklaştıkları “tek devlet, iki millet” projesinin hayat bulup bulmamasına bağlı gibi gözüküyor. Yani durum biraz, Öcalan-T.C Devleti tarafı ile İsrail Devleti arasında Kürtleri kimin ikna edeceği yarışına dönmüş gibi.
Fakat üç parça üzerinden kurgulanan “Büyük Kürdistan” şeklindeki İsrail projesinin zaten an itibariyle hayat bulması da pek olası gözükmüyor. Çünkü bunun için öncelikle Suriye ve İran’ın fiilen parçalanma sürecine girmesi gerekiyor. Oysa mevcut koşullarda böylesi bir durum henüz söz konusu değil. Özellikle İran resmi sınırları içinde ki Kürt yapılanmalarının ayrılmayı gerçeğe dönüştürecek bir realiteleri yok. Bu ancak ki dış müdahaleyle İran Devletinin fiili savaş ortamına çekilmesiyle olanaklı hale gelebilir.
Rojava Özerk Yönetimi’nin açmaz ikilemi
Keza Rojava Özerk Yönetimi altında bulunan Kürtler de İsrail projesinin garantilenmiş unsurları değil. Öncelikle Öcalan’ın ulus devlet modelini dışlayan yaklaşımını reddetmeleri ve keza Öcalan’ın yeni iradesini takmama iradesi göstermeleri gerekiyor. Bu durumda da ABD garantörlüğü ve fiili koruması olmadan bağımsızlık yolunda fiili bir adım atmayacakları kesindir. Çünkü ne Türk Devleti ve ne de Suriye ve hatta ne de İran Devleti bunlara yaşam hakkı tanır.
PKK’nin tavrının önemi
Kürtler üzerinden “kazanma yarışına giren” her iki “rakip” devlet ve keza Kürtlerin kendileri açısından asla dışta tutulamayacak bir diğer çok önemli faktör de PKK’nin takınacağı tavırdır. Öcalan’ın Devletle fikirsel düzlemde “pişirdiği” projeye PKK’nin ayak dirediği bir sır değil artık. Öcalan’ın buna rağmen çıkıp doğrudan çağrı yapması durumunda da PKK şayet bu tavrını korursa; çok açık ki Kürtler sırf K. Kürdistan’da değil, diğer parçalarda da bölüneceklerdir. Bu da Kürtlerin bir kısmının Öcalan projesiyle Kürt-Türk, diğer bir kısmının da Kürt-İsrail ittifakı içinde saflaşmalarına yol açabilecektir.
Keza “Kürt Milliyetçileri” şemsiyesi altında toplaşan bir kısım Kürtler de zaten açık tavırla, “Kürt-İsrail İttifakı” içinde yer alacaklarını şimdiden ilan etmiş durumdalar.
Kürtlerin seçenekleri
Bütün bu artı ve eksileriyle, öyle görünüyor ki Kürtler kendi bağımsız iradeleriyle kendi kaderlerini tayin etme haklarını kullanma realitesinden çok uzaklar. Mevcut gerçeklikleri içinde onları anti-emperyalist, anti-kapitalist, Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan hedefine ulaştıracak sosyalist bir önderlikleri maalesef ki yok. Mevcut Kürt siyasi önderliklerinin tamamın ufku maalesef ki burjuva demokrasisinin sınırları dahilindedir. İçlerinde en ileri durumda olan PKK’in bile ön gördüğü en ileri mevzileri, İmralı savunmasında Öcalan tarafın yeniden formüle edilen çerçevesindedir. (Bu ise; özellikle Kuzey Avrupa sosyal demokratlarının “sosyal-devlet” ve genel olarak “yeşiller” olarak bilinen, kapitalist sistemin, Öcalan’ın “temel insanlık problemleri” olarak çerçevelediği “doğa-çevre, kadın-çocuk-nüfus, tarih, kültür, etnik, dini azınlık ve ulusal durumlarla, sosyal dengesizlikler” türü sorunların çözümünde, reformist restorasyonlarla, nispeten daha halkçı bir sisteme çevirmekten ibarettir. Üretim araçlarının özel mülkiyeti korunarak ileri sürülen ve bugün Rojava’da deneyimlenenlerin tamamı, adına “komün” de dense, “doğrudan demokrasi” de dense, “kantonal sistem” de dense; bunlar, kurulan veya öngörülen sistemin kapitalist sistem türevi olduğu gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Nitekim bu sayılanların tümü, örneğin bugünün kapitalist-emperyalist İsviçre’sinde zaten mevcuttur da.) Dolayısıyla da özellikle de gerek bugünün reel politik ortamında ve gerekse birbirleriyle rekabet de eden çok parçalı durumlarının da yol açtığı stratejik güçsüzlüklerinden ötürü, zorunlu olarak bir şekilde birilerinin himayesi altında irade beyanında bulunarak, kendi kaderlerini tayin hakkını, siyaseten, bu şekilde kullanmayı tercih edecekler gibi.
Mevcut güç dengelerinin korunduğu koşullarda zaten dört parçanın birleştirilmesiyle “Büyük Kürdistan” projesinin hayat bulma şansı esasen yok gibi. Keza mevcut statükolar bozulmadan, K. Kürdistan dışındaki üç parçanın birleştirilmesiyle bir Kürdistan devletinin kurulması da olası değil. Bu iki projenin hayat bulabilmesinin koşulları ancak ki mevcut statükonun bozulmasıyla oluşabilir.
Öcalan projesinin olasılığı ve akıbeti
Fakat Öcalan üzerinden kurgulanan, diğer parçaların Türkiye ile federatif birliği projesi, Rojhilat Kürdistanı dışında ki parçalar açısından, mevcut koşullarda da sağlanabilirliği olan bir proje gibi duruyor. Tabii ABD’den olur alınabilirse. Sonraki süreçte İran’dan kopma koşulları oluştuğunda, Rojhilat Kürdistanı da bu federatif yapıya dahil olabilecektir.
Ancak ne var ki “Kürt-Türk ittifakı” projesinin Misak-ı Milli ekseninde ön gördüğü bu tarz bir “çözüm”, elbette ki en azından uzunca bir süre (bu arada Türkiye, devletler arası veya fiili bir iç savaşa girmedikçe) Kürtlerin, Türkiye’den ayrılarak kendi bağımsız devletlerini kurmalarını zora sokacaktır. Çünkü böylesi bir şey, kaçınılmaz olarak büyük bir Kürt-Türk savaşının göze alınmasını gerektirecektir. Yetmez, bu savaşın kazanılmasını da gerektirir. Ya da Kürtler bu olanağa, Türkiye’de gerçekleşecek bir sosyal devrim ile kavuşacaklardır. Öcalan’ın önerdiği “ulus devletsiz” “konfederal birlik” projesi ise, en azından yakın dönem realitesi içinde, uygulanabilirlik şansı bulunmayan ütopik bir projedir. Aynı şekilde bir ulus olarak Kürtler’i, egemen ulus devletler imtiyazları lehine kendi ulus devletlerini kurma talebinden alıkoyan bir projedir. Günümüz dünyasında hiç de adil olmayan bu tek yanlı “feragat”, ilerde bizzat Kürtlerin kendileri tarafından aşılmak isteneceği kuvvetle muhtemeldir.
“Kürt-İsrail ittifakı” seçeneği
“Kürt-İsrail ittifakı”, şayet mevcut koşullarda zaten fiilen Suriye merkezi otoritesi dışında bir statüde bulunan Rojava Kürtlerini resmiyette de Suriye’den kopartıp, “bağımsız bir devlet” statüsüne kavuşturmayı denerse; Türkiye bunu savaş nedeni sayıp, orayı işgal ve ilhaka yelteneceği kesine yakın bir olasılıktır. Tabii bu durum başka hangi gelişmeleri tetikler, o da ayrı bir sorundur.
Öcalan ve Türk Devleti sorunların bu kerteye varmaması için ön almaya çalışıyorlar da denebilir. Rojava Özerk Yönetimi’ni savaş ile tehdit etmelerinin temel nedeni de zaten budur aslında. Keza Türk Devleti’nin Suriye Devleti’ne son dönemlerde verdiği “toprak bütünlüğünüzü koruyun” telkinlerinin esas nedeni de budur. Yani İsrail’e kaptırmaktansa, Suriye’ye bağlı özerk yapı olarak kalmasını, ehveni şer olarak kabul etmiş oluyorlar.
Özetle;
Sürecin sunacağı bu seçeneklerin hiçbiri ulus olarak Kürtlere gerçek anlamda barış ve huzur vadetmiyor. Ama öyle görünüyor ki koşullar, siyaseten de parçalı duran farklı Kürt siyasal öznelerini bu seçenekler arasında tercihe zorlayacaktır.
Onları bu ehveni şer seçenek tercihlerinden ötürü eleştirsek de ama asla kınayamayız. Çünkü hem bu sonucun ortaya çıkmasında, sosyalist ve komünistler olarak kendi görev ve sorumluluklarımızı yeterince yerine getirememiş olmamız sebebiyle bir şekilde pay sahibiyiz ve hem de nihayetinde, ulusal bir hareket olarak, kendi iradelerini ne yönde kullanacakları tamamen onların en doğal haklarıdır.
Seçtiklerimiz: Halil Gündoğan – 28.11.2024