Makaleler

Published on Eylül 29th, 2024

0

Mahkemesi, iktidarı, bakanlığı, Meclisi el ele çocukları açlıkla baş başa bırakıyor | Sevda Karaca


Çocuk yoksulluğu, çocuk işçiliği, çocuk istismarı, çocuk yaşta evlilik birbirine zincirlemesine bağlı. Devletin çocukları korumaya yönelik politikalarının yetersiz oluşu da zinciri tamamlayan etken.

“Evimize et girmiyor. En son Kurban Bayramı’nda komşular getirmişti. Et alamıyoruz. Sebze ve meyveyi de kısıtlı alabiliyoruz. Tavuk eti bile nadir alıyoruz. Genelde yemek olarak patates, fasulye, pirinç, makarna ve çorba…”

“Beslenmesine meyve suyu, süt ucuza nereden alabilirim diye şimdiden araştırıyorum. Komşulara soruyoruz ‘Sen nereden aldın? Kaça aldın?’ diye. Liste verirlerse ben o listeye uyabilecek miyim diye düşünüyorum.”

“Tost seviyorum. Her gün okula tost götürüyorum. Ama ne para ne de tost getiremeyen arkadaşlarım oluyor. Öykü mesela. Öykü hiçbir şey getiremiyor. Götürdüklerimizi paylaşıyoruz.”

“Ben de babaları da çocuklarımızın gözünün içine bakamıyoruz. Yok demekten utanıyorum. Hafta sonları kaynanamın evine gidiyorum çocukların karnı doysun diye. Ekmeğe salça sürüp vermekten bıktım.”

Bu ifadeler Ekmek ve Gül’ün “Okullarda bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek her çocuğun hakkı” diyerek başlattığı kampanyayla yan yana geldiğimiz ve bu talebi birlikte büyüttüğümüz kadınların ve çocukların ifadeleri. Yeni eğitim dönemi; heyecan değil, daha çok kaygı anlamına geliyor. Okulda karnı nasıl doyacak kaygısı. Öğretmenler, öğrencileri “karnım aç” dediğinde ne yapacağını düşünerek başlıyor yeni döneme. Veliler fırınlarda bayat ekmek topluyor, çalışanlar öğle yemeğinde kendine verilen portakalı, elmayı, ayranı ertesi gün çocuğunun beslenmesine koymak için ayırıyor. Böylesi koşullarda bu talebin aciliyeti ortaya çıktı.

2022’de kadın derneklerine, veli derneklerine, kadın örgütlerine, milletvekillerine “Okullarda bir öğün ücretsiz yemek sağlansın” talebine sahip çıkma çağrısında bulunduğumuzda bu talep geniş kesimlerce sahiplenildi. Yüz binlerce imza toplandı.

Kampanyayı ilk başlattığımızda okul önlerinde kadınlar biraz umutsuz yaklaşıyor, talebi haklı bulsa da gereğinin yerine getirileceğini, genişleyen bir talep olacağını düşünmüyorlardı. “Vermezler ki… Buna para mı ayıracaklar?”, “Biz ne yapabiliriz ki?” gibi ifadeler en çok karşılaştığımız ifadelerdi.

Somut taleplerle muhataplarına yaptığımız çağrılarla hakkın gereğinin yerine getirilmesinin örnekleri “Yapmazlar ki” inançsızlığını, “Yapılabiliyormuş demek ki” fikriyatına dönüştürdü. Kampanya aracılığıyla tanıştığımız veliler, öğretmenler bunun gerçekleştirilebilir bir uygulama olduğuna daha çok ikna oldukça, Milli Eğitim Bakanlığından bunu talep etmek üzere daha çok harekete geçtiler.

Okullarda bir öğün ücretsiz yemeğin aciliyeti öne çıktıkça iktidarın “aç çocuk yok, neredeymiş derslerde bayılan çocuklar” ifadeleri Meclis tutanaklarına yansıdı. “Aç çocuk var diyenler algı yaratmaya çalışıyor” ifadeleriyle, 1 öğün ücretsiz sağlıklı yemek verilmesi için 2023 bütçesine ek bütçe önergeleri AKP-MHP oyları ile reddedildi. Şimdi de benzer bir reddiyet içerisinde iktidar sözcüleri.

Genel seçim öncesinde talebin yaygınlaşması ile MEB tüm okul öncesi eğitimde bir öğün ücretsiz yemek vereceğini duyurdu. Sadece bir dönem sürdürdüğü bu uygulamayı sessiz sedasız, hiçbir gerekçe sunmadan geri çekti.

Ancak gerekçesini Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği ile Milli Eğitim Bakanlığına açtığımız davada öğrendik. Bakanlığın hukuk müşaviri şunları söyledi: Çocuklar zehirleniyor, depolanması o zincirin korunması zor, bu maliyet isteyen bir iş, ayrıca çocuklar yemiyor, geliri yüksek veliler çocuklarına yemek verilsin istemiyor… Bu dava savunmasını Milli Eğitim Bakanına bir soru önergesiyle sorduk, bakanlığın verdiği cevap hukuk müşavirinin savunmasını yalanladı.

Mahkeme heyeti verdiği kararda “kaynakların sınırlı olduğunu”, “eğitim hakkı da dahil olmak üzere sosyal ve ekonomik hakların gerçekleştirilmesinin ölçüsü konusunda, yasama organının bir takdir yetkisi olduğunu” ifade ederek “Devletin okullarda eğitim alan tüm çocuklara ücretsiz yemek sağlama gibi bir pozitif yükümlülüğü bulunmadığına” karar verdi. Yani çocukların aç bırakılması konusunda MEB’in takdir yetkisi olduğunu söylemiş oldu ve iktidar adına konuşurcasına “Kaynak yok” dedi.

Verdiği kararda Anayasa’dan, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından söz eden Ankara 3. İdare Mahkemesi Türkiye’nin imzacısı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesini de bu kararla görmezden geldi. Sözleşme uyarınca devletlerin her konuda çocuğun yararını gözetmek zorunda olduğu gerçeğini yok saydı.

İdarenin takdir yetkisinden söz ederek davamıza ilişkin ret kararı veren Ankara 3. İdare Mahkemesi 14/6/1973 tarih ve 1739 tarihli Milli Eğitim Temel Kanununu da görmezden geldi. Eğitimde fırsat ve imkan eşitliğini düzenleyen madde gereği Milli Eğitim Bakanlığının her çocuğun eğitim hakkını garanti altına alma zorunluluğu bulunuyor. Dolayısıyla ilgili kanun Milli Eğitim Bakanlığına somut bir görev yüklüyor. Milli Eğitim Bakanlığı zaten kanunla kendisine verilmiş olan görevi yerine getirmek durumunda olup, bu durum Bakanlığa bir takdir yetkisi vermiyor. Ancak Ankara 3. İdare Mahkemesi Milli Eğitim Bakanlığının yasayı yerine getirme yükümlülüğünü “isterse yapar istemezse yapmaz, biz mahkeme olarak zorlayamayız” biçimine dönüştürerek, yasayı hiçe sayan bir karar vermiş oldu.

Milli Eğitim Bakanı da daha geçtiğimiz gün yine bütçe ayırmayı düşünmediklerini açıkladı: “Bütün öğrencilere yemek vereceğimizi varsayalım; çocukların yemeklerini verecek personel var mı? Hepsini geçtik okullarında yemek yiyebilecekleri bir alan var mı? Bir diğer husus, çocuklar bizim dağıttığımız yemekleri yiyorlar mı? Yani özel okuldaki çocuklar bile, özel okul sahipleriyle konuşuyorum, yemekhanede çıkan yemekleri yemiyorlar, kantinden alışveriş yapıyorlar, diyorlar. Şimdi çocuklarımızın yeme alışkanlıkları çok buna uygun değil”. Ve bir sosyal yardım olarak ihtiyaç sahiplerine katkı verebilecek bir formül geliştireceklerini söylüyor. Sanki çocuklara yemek sağlaması gereken personeli, alanı sağlamak, çocuklara sağlıklı beslenmeyi öğretmek onun işi değil!

Ama aynı MEB çocukların nasıl sağlıklı besleneceğine dair öğüt vermekten de çekinmiyor. 2023 yılında MEB’in “Okul öncesinden ortaöğretime kadar çocukların geleceğe güvenle adım atmaları; fiziksel, bilişsel ve sosyal yönden gelişimlerinin en iyi şekilde sağlanması için” Emine Erdoğan ile başlattığı Okulumda Sağlıklı Besleniyorum Programı’nın internet sayfasında çocukların nasıl sağlıklı besleneceğine dair çeşitli videolar, haftalık örnek öğün listesi yer alıyor. Programın internet sitesinde haftalık bir ana menü örneği de yer alıyor. Örnek menülerde yok yok: Etli kuru fasulye, İzmir köfte, çipura fileto, buğu kebabı, şehriyeli güveç, kıymalı börek…

Milli Eğitim Bakanlığının verdiği örnek menüye göre 8-12 yaşları arasındaki bir çocuğun yiyeceği porsiyonları baz alarak bir market araştırması yapıldığında, sadece bir çocuğun sağlıklı beslenmesi için ailelerin aylık yaklaşık 6 bin 450 lira ayırması gerekiyor. Yemekler hazırlanırken harcanacak doğal gaz, elektrik masraf buna dahil değil. Tabii, gıda malzemeleri çocuk porsiyonlarıyla 20’şer 60’ar gram olarak satılmıyor.

Yani mahkemesi, iktidarı, bakanlığı, Meclisi el ele çocukları açlıkla baş başa bırakıyor, çocukların haklarının önünde apaçık bir engel olarak duruyorlar. Çocukların tüm gelişimi, sağlığı, eğitimini ailelere teslim ediyorlar, tüm yükünü aileye, ailede de kadınlara yıkıyorlar. Bugün doğduğu andan itibaren bir çocuğun sağlığı, gelişimi, eğitimi sözde devlet takibinde olsa da aslında tamamen ailelerin inisiyatifine ve imkanlarına terk edilmiş durumda. Kamusal olan her hizmet; sağlık, eğitim özelleştikçe bu durum daha da artıyor.

Çok iyi biliyoruz ki çocuk yoksulluğu, çocuk işçiliği, çocuk istismarı, çocuk yaşta evlilik birbirine zincirlemesine bağlı. Devletin çocukları korumaya yönelik politikalarının yetersiz oluşu da zinciri tamamlayan etken. Tam şu anda çocukların yaşamını daha iyiye çevirmek için, içinde bulundukları yaşam koşullarını düzeltmek için acil politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Okullar çocukların sadece derse girip çıktığı yerler değil çocuk koruma sisteminin en önemli alanlarından biriyken tam tersine eğitim her geçen gün daha da özelleştiriliyor, okullara ayrılan bütçe azalırken okulların tüm ihtiyacı velilerin, öğretmenlerin cebinden karşılanıyor. Bu da çocukların koruma sistemi içinde en yakından takip edilebileceği okullardan da uzaklaştırıyor.

Açıklanan orta vadeli program ve kamuda tasarruf belgeleri ile kamusal hizmetlere ayrılacak bütçelerin sınırlandırılacağı, tasarruf tedbirleri uygulanacağı ifade ediliyor. Bu tasarruf tedbirlerinin en somut yansımasını okulların temizliğinde, personel alımı yapılmamasında, İşgücü Uyum Programı adı altında esnek güvencesiz çalıştırmada görüyoruz. Okullar çocuklar için pek çok açıdan geliştirici olmanın aksine sağlıksız, hijyenik olmayan ortamlara dönüştürülüyor. Şimdi çocukların sadece beslenme hakkı değil, öğrencilerin bulundukları alanlarda nitelikli bir eğitime erişmesinin önünde engel oluşturuyor tasarruf genelgesi. Birçok devlet okulu, hali hazırda nitelikli eğitim verebilmek için devletin kendisine ayırdığı bütçenin yetersizliğinden çeşitli yollarla kaynak bulmaya çalışıyor. Bunun üzerine bir de tasarruf belgesi gelince önümüzdeki süreçte kamusal bir hak olan eğitim hakkının sağlanmasındaki zorlukların artacağı bariz. “Tasarruf” kelimesi ile hafifletilmeye, üzeri örtülmeye çalışılan şey halkın parasının halkın ihtiyaçlarına harcanmamasının ilanı. O sebeple bugün “Haklarımızdan tasarruf etmeyeceğiz” mücadelesiyle birleşiyor okullarda çocukların ücretsiz sağlıklı beslenme hakkını savunmak.

Eğitimin nitelikli hale getirilmesi, çocukların korunacağı bir mekanizmanın bir parçası olarak okulları değerlendirmek, çocukların derslerine aç girmemesini garanti altına almak için kaynağa ihtiyaç var. Sosyal politika konularının tamamında bu “Kaynak nereden bulunacak?” sorusu ortaya çıkıyor. Bu soruya her ne kadar iktidar sözcüleri “kaynak yok, kemer sıkalım, tasarruf edelim” diye yanıt verse de sorun bir kaynak sorunu değil öncelik sorunu. Eğer önceliğinizi çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırmak için kurarsanız, kaynak sorununuz yoktur. Bunu öncelemiyorsanız, o zaman “Kaynak yok” dersiniz.

2024 yılında MEB bütçe görüşmelerine “Eğitime aslan payı” diyerek girmişti. Oysa merkezi yönetim bütçesine oranı bir önceki yıla göre neredeyse hiç değişmemişti. 2023’te MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesine oranı yüzde 9.64 iken; 2024 bütçesinde bu oran yüzde 9.85 oldu.

2024 yılı MEB bütçesi: 1 trilyon 90 milyar 200 milyon lira

OVP’ye göre 2025 yılı bütçesi ödenek teklifi tavanları: 1 trilyon 451 milyar 715 milyon 540 bin lira

Yani, yaklaşık 361 milyar 515 milyon lira daha fazla ödenek teklifi verebilecek MEB.

Bu da 2024 bütçesinin yüzde 33’ü kadar bütçesi artacak demek.

Bu sırada her ay sanayi bakanlığının açıkladığı teşviklerde özel okullar eksik olmuyor. Şirketlere vergi afları, teşvikler bol keseden veriliyor. Her ay Maarif Vakfına Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden, Diyanet’in 4-6 yaş kuran kurslarına Aile Bakanlığı bütçesinden kaynak aktarımı yapılıyor.

Eğitim hakkını garanti altına alacak uygulamalara ise “kaynak bırakılmıyor.”

Ücretsiz okul yemeği mücadelesi de bugün, halkın ürettiği kaynakların halka aktarılması mücadelesiyle birleşiyor.

Bu mücadeleyi her yerde büyütmeye devam edeceğiz. Sokakta, okulda, hastanede, mecliste, fabrikada, tarlada, ofiste… Tüm devlet okullarında bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek hakkı için hep birlikte ses çıkarmak, haklarımızı söke söke almak zorundayız.


Seçtiklerimiz: Sevda Karaca – bianet – 28.09.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑