Makaleler

Published on Ağustos 31st, 2024

0

Malazgirt, Sakarya, Polonya: Kahrolsun sömürgecilik! | Hüseyin Şenol


1 Eylül Dünya Barış Günü, her zamankinden daha anlamlı. Yakın geçmişte dünyanın üç kıtasına kan kusturan Hitler Faşizmi ve savaş, ne üç–beş manyağın çılgınlığı ne de bir talihsizlikti. Her ikisi de dizginlenemeyen çıkar şahlanışının sonucuydu… Malazgirt de ve 30 Ağustos da sömürgeciliğin çıkar savaşlarıdır…

Yarın 1 Eylül Dünya Barış Günü. 1 Eylül 1939’da, Polonya’nın Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesinin 85’inci yıl dönümü. Yazıma girişinde kısaca da olsa, gerçek nedeni aslında sömürgecilik olan “Malazgirt ve 30 Ağustos’a” da kısaca değinmek istiyorum

Dün de 30 Ağustos Zafer Bayramı’ydı. Yani olmayan zaferlerin “çakma” milli günlerinden biri. “Sakarya Meydan Savaşı”ından tam bir yıl sonra, 102 yıl önce olduğu iddia edilen ve yine “Kurtuluş Savaşı” diye yutturulan, dönemin etnik savaş ve katliamlar zincirinden sadece birinin yıldönümüydü.

Yine geçtiğimiz günlerde, 1071 Malazgirt Savaşı’nın 953’üncü yıldönümüydü. Avrupa Demokrat yazarlarından da olan ülkenin değerli araştırmacı yazarlarından tarihçi Ayşe Hür, Malazgirt ve 30 Ağustos’u, Avrupa Demokrat’ta geçtiğimiz yıl yazdığı Malazgirt Savaş/Zaferi hakkındaki yazısının spotunda şöyle diyor: “Bundan 953 yıl önce bugünlerde yaşandığı iddia edilen -ki kaynaklarda kesin bir tarih yok- Malazgirt Savaşı/Zaferi’ne yüklenen anlamlar -ki bunların arasında 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’un öncülü olması da var- günümüzün pek çok siyasi, sosyolojik, kültürel tartışmalarını anlamakta önemli bir anahtar niteliği taşıyor. Bu konu, aşağıdaki yazının omurgasını oluşturuyor

Ayşe Hür’ün de dediği gibi; altını çizerek belirttiği durum, sadece Malazgirt ve 30 Ağustos ilişkisini değil, tüm benzeri durumların özü ve özetini veriyor bana göre.

Her ikisi, de, yani Malazgirt ve 30 Ağustos mantığı aynıdır. Sömürgeci devlet de böyle olması için çaba harcıyor ve kesinlikle taviz vermiyor. Çünkü bu devletin özü budur. Yandaş, faşist AKP’nin sesi kalemşör Ahmet Hakan’ın geçtiğimiz günkü “Malazgirt ve 30 Ağustos” başlıklı yazısının içeriği ve amacı da budur. 

Mustafa Kemal’in Osmanlı subayı olarak yer aldığı savaşların da, sonrası “Cumhuriyeti kurma” yolundaki “etnik” savaşların da aynı oranda sahip çıkılması boşuna değil. Türkiye’deki ırkçılık, faşizm ve ulusalcılık her iki dönemi de ve her iki dönemin aslında aynı olan “kahramanlarını” da bağrına basması boşuna değil. Cumhuriyetin “Atatürk”ü, Osmanlı askeri “Mustafa Kemal”in devamıdır…

Bir çok paylaşım savaşı gibi; Malazgirt de, 30 Ağustos da ve aslında yazımın ana konusu olan 1 Eylül Hitler’in Polonya saldırısının da gerçek nedeni işgal ve sömürgeciliktir…

1 Eylül Barış Günü

1 Eylül Dünya Barış Günü. Birleşmiş Milletler (BM) aslında 21 Eylül’ü kabul etmesine karşın, bu kabulden çok daha önceleri Sovyetler Birliği 1 Eylül’ü Barış Günü olarak kutluyor. 1 Eylül 1939, Polonya’nın Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesi ve 2. Dünya Savaşı’nın (Paylaşım Savaşı) başlangıcı. Bu daha başlangıçtı ve devamı kuşkusuz gelecekti. İki yıl sonra 22 Haziran 1941’de de Hitler Almanya’sı Sovyetler’e saldırdı.

1 Eylül’ün önemi, sadece savaşa karşı barışa sahip çıkmanın değil, aynı zamanda genel olarak işgallere ve sömürgeciliğe karşı çıkmada da ortaya çıkmaktadır.

Her türden işgale ve sömürgeciliğe karşı çıkılmalı

1 Eylül’den sadece 16 gün sonra 17 Eylül 1939 yılında da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kendine sınır olan Polonya’nın doğusunu işgal etmesi de ayrı bir talihsizlik ve insan hakları ihlalidir. Devamı yıllarda da çok sık karşılaşacağımız gibi; diğer ülkelerin ve en son 1979’da Afganistan’ın SSCB tarafından işgali, sosyalizmin aldığı ağır yaralardan biridir ve sosyalizmle açıklanabilecek bir yaklaşım değildir.

85 yıl sonra 1 Eylül, her zamankinden daha anlamlı bir tarih. Sadece yakın geçmişte dünyanın üç kıtasına kan kusturan Hitler Faşizmi ve savaş değil, “sosyalizm” adına yapılan hatalar da reddedilmelidir. 1 Eylül’deki işgali lanetlerken, bu tarihten sadece 16 gün sonra, Polonya’nın doğusunun SSCB tarafından işgal edildiği 17 Eylül 1939 tarihi de unutulmamalıdır. Afganistan da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

“Sosyalistler” tarafından demokratik protestoların “karşı-devrimci” denerek kanla bastırılması, ülkelerin işgal edilmesi açıklanamaz. İşgalin sosyalisti olmaz. Sosyalist demokrasi en büyük yaralarını buralardan almıştır.

Sovyetler’in 17 Eylül 1939 Polonya işgali, 30 Kasım 1939 Finlandiya’ya savaş açması önemli tarihlerdir. Hele hele Nazi ve Kızıl Ordu askerlerinin, 5 gün sonra 22 Eylül’deki Polonya’daki ortak geçit töreninin çok vahim bir durum olarak değerlendirmesinin yapılması da biz sosyalistler için önemli bir zorunluluktur. Yine 1 Eylül’den sadece bir hafta önce, 23 Ağustos 1939’da adı “Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı” olan Sovyetler’in Nazi Almanya’sıyla vardığı saldırmazlık anlaşmasının tüm içeriği, gizli maddeleriyle birlikte daha detaylı ve sosyalist yaklaşımla irdelenmeli, üzerinde muhakkak derinlemesine durulmalıdır.

Özellikle bu bölümde “sol” çevreden yine eleştiri alacağımı biliyorum elbette. Ama beni eleştirmekten ziyade, tarihin akışını ve bu akış içinde sosyalist yaklaşımı tekrar tekrar gözden geçirmenin faydası, kesinlikle büyük olacaktır. Eleştirel yaklaşım sosyalim mücadelemize güç katacaktır. Öteki türlüsünün, bugüne kadar olduğu gibi sosyalizme zarardan başka getirisi olmayacak. İşgalin soldan gelenini “Haklı işgaldi”, “Faşizme karşı zorunluydu” ve bu gibi çok sayıda bahane üretebilmemiz çok kolay olmamalı. Bu yanlış yaklaşımları açıklamak çok zor. Günümüz işgallerinde de bu tür açıklamalara çok sık şahit oluyoruz.

1 Eylül ve 17 Eylül işgalleri, toplamda milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Ne 1 Eylül’ün ne de 17 Eylül’ün haklı yanı olamaz.

Bu tarihi kesitlerdeki yaklaşımlarla, sosyalist demokrasinin de önünde en büyük engelleri oluşturulmuş, rafa kaldırılmasına vesile ol(un)muştur.

Polonya’nın işgali sadece başlangıçtı

1 Eylül 1939: Hitler Faşizminin, Almanya toprakları dışında dünya halklarına saldırısının başlangıcıdır.

1 Eylül 1939, Hitler iktidarının iç muhalefeti tamamen ezdikten sonra, komşularına saldırmaya başladığı ilk tarihtir. Bu tarih 2. Dünya Savaşı’nın, yani 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlangıcı olarak tarihin kaydettiği bir gün. Üzerinden 85 yıl geçmesine rağmen, günün anlamı dünya halklarının hala benliğinde.

Nasıl unutulsun ki!.. İnsanlığın tanık olduğu en korkunç faşist diktatörlüklerden biri olan Hitler Faşizmi, kendi ülkesi içerisindeki tüm muhalefeti, Ortaçağ barbarlığını aratmayacak bir biçimde, herkese/herşeye karşı olma despotluğuyla susturduktan sonra, asıl amacı olan -yayılmacı mantığıyla- sermayenin uşağı olarak dış saldırıya geçti. 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açtı.

Hitler’in yönetimindeki ‘3. Alman İmparatorluğu’, sadece Polonya’yı işgal edip yakıp yıkmakla kalmayarak, diğer ülkelere de saldırıp işgal etmeye devam etti… Dizginlenemeyen ‘3. Alman İmparatorluğu’, dünyanın üç kıtasına yayılarak halklara kan kusturdu. Avrupa halklarının, Sovyetlerin ve müttefik güçlerin mücadeleleriyle sonuçlandırılıncaya kadar, 65 milyon insanın ölüm, yüz milyonlarca insanın sakat, evsiz barksız ve tarifsiz acılar içerisinde yıkılmışlıkları, Alman Faşizminin ve savaşın arkasında bıraktığı bilançonun sadece bir kısmıydı.

25 Nisan 1945’te ırkçı Mussolini’nin Faşist İtalyası ezilmiş, yerle bir edilmişti.  Bundan iki hafta sonra da ‘3. Alman İmparatorluğu’ yıkıldı. Sovyet işgalindeki doğu bölgesinde Demokratik Alman Cumhuriyeti, müttefiklerin işgalindeki batı bölgesinde Federal Almanya Cumhuriyeti kuruldu. Alman halkı böylelikle ikiye bölünmekle kalmadı, iki ayrı sistemin egemen olduğu bir başkalışa girdi. Doğu Almanya’da, Sovyetler’in zoruyla sosyal demokratlarla sosyalistler ve biraz da muhafazakarlar birleştirildi. Batıda ise, müttefiklerin güdümünde yeni bir kapitalist devlet ve ordu yaratıldı. Hitler’in on binlerce artığıyla bir devletin bürokrasisi oluşturuldu. “Legalleşemeyecek kadar” çirkef olanları, -Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere- diğer ülkelerdeki kurtuluş savaşlarını bastırma ve engellenmede “derin tecrübelerinden“ yararlanılmak üzere, Amerika tarafından himaye altına alındı.

85 yıl sonra bugün 1 Eylül, her zamankinden daha anlamlı. Yakın geçmişte dünyanın üç kıtasına kan kusturan Hitler Faşizmi ve savaş, ne üç–beş manyağın çılgınlığı ne de bir talihsizlikti. Her ikisi de dizginlenemeyen çıkar şahlanışının sonucuydu.

Faşizmin ayak sesleri her yerde

Günümüzde de Avrupa ülkelerindeki aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist akımlar dikkat çekici bir biçimde artmakta. Hem içeride, Avrupa ülkelerinde on yıllardır yaşayan azınlıklara, göçmenlere uygulanan ayrımcılık, hem de nedeni oldukları, milyonlarca insanın mülteciliği üzerinden yürütülen düşmanlık had safhada. Kendilerine sorulmadan, girilen ve yağmalanan ülkelerin insanlarının, sığınma talebi en insanlık dışı engellemelere maruz kalmakta, açlığa, yoksulluğa, ölüme geri gönderilmektedirler.

Almanya’da göçmen düşmanı faşist parti AfD’nin yükselişi, Fransa, Avusturya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde ırkçı partilerin güçlenmesi, diğer ülkelerdeki faşist hareketlerin her geçen gün artan eylemlilikleri ve oyları, genel olarak faşizmin ayak sesleri olarak görülmelidir.

Yarın, 1 Eylül’de Almanya’nın doğusunda bulunan Sachsen ve Thüringen’de Eyalet Seçimleri var. Bu iki bölgedeki seçimde de, faşist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin birinde birinci, diğerinde de ikinci parti olarak çıkmasına, maalesef şahitlik etmek zorunda kalabileceğiz. Bu durum, Nazi Almanyası sonrasında, faşistlerin en güçlü olduğu dönem.

Başta Almanya’nın ve tüm emperyalist güçlerin, bugün güttüğü iç ve dış politika, bu tarzda devam ettiği taktirde Avrupa egemeni “4. Alman İmparatorluğu“ veya -günün koşullarına uygun-  “Avrupa İmparatorluğu’nun doğuşunu sağlayabilir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Sürekli savaş ve sömürgeci politika ve uygulamalarıyla gündemde olan Türkiye’de de son seçimlerde de görüldüğü gibi, insanlık ders almıyor, ırkçılığa prim, hatta destek veriyor. Sadece AKP-MHP ve yanındaki diğer gerici ve faşistler değil, diğer ulusal faşisti bol “ana muhalefet” CHP de faşist İYİ Parti ile diğer gerici ve faşistlerle ortak olarak seçime girmiş, ülkenin daha da sağa kaymasına hizmet etmiştir.

Ülkemizde, burjuvazinin sağı da solu da savaş ortamının devamında yarış halindeler. Sol, sosyalist ve yurtsever güçler, savaşın sorumlusu ve devamından yana bu iki taraftan da uzak durmalıdır, bunlara karşı aktif mücadele etmelidir.

Günümüzde de ülkemizde ve dünyanın diğer ülkelerinde de faşizm ve gericilik kol gezmekte, halklara kan kusturmaya devam etmektedir.

Savaşa karşı barışta ısrar

1 Eylül Dünya Barış günü, Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı tarihi unutmamak ve savaşa karşı barışın önemini hatırlamak için etkinliklere sahne oluyor.

Eski Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler barış içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla Emperyalist Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” olarak ilan etmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise, 1981’deki 57. birleşiminde, “Genel Kurul’un açılış günü olan her eylülün üçüncü salı günü”nü “Uluslararası Barış Günü” ilan etmiştir. Yıllar sonra Genel Kurul’un 7 Eylül 2001 tarih ve A/RES/55/282 sayılı kararı ile 21 Eylül’ü Barış Günü olarak kabul edilmiştir. Almanya’da ise 1 Eylül ağırlıklı olarak “Savaşa karşı gün” olarak kabul görmüş.

Dünya halkları ise, faşizme karşı “gerçek” mücadeleyi veren Sovyetlerin “1 Eylül Dünya Barış Günü” ilanına itibar gösteriyor ve bugünü tüm dünyada savaşa karşı barışı savunan etkinler düzenliyor.

Emperyalizm 3. Dünya Savaşı’nı tetikliyor

Küresel sermaye savaş çığırtkanlıklarına devam ediyor. Bölgesel savaşların işgallerin artarak devam ettiği dünyamızda, emperyalizm yanına yedeklediği sömürge ve yarı sömürge ülkelerle savaş ortamını sürekli derinleştirerek sömürüsüne devam ediyor. Silahlanmaya harcanan milyarlar, halkların gerçek gereksinimlerden kesiliyor, yoksullaşmalarına vesileye oluyor.

Savaş ortamlarıyla yarı sömürge ve sömürge ülkeleri kendine daha çok bağımlı olmasını amaçlayan emperyalizmin silahlanma çılgınlığının baş sorumlusudur. Savaş ortamları da bizzat kendileri tarafından özellikle yaratılmaktadır. Tekelci kapitalizmin genel karakteridir bu durum. Emperyalizm savaş demektir. Bugün için bölgesel olarak tüm dünyada kendini gösteren savaşların, yarın kıtalar arası ve dünya çapında bir genel savaşa dönüşmesi, halkları bekleyen en büyük tehlikedir. Bu ortam her zamankinden çok daha fazla olası bir gerçekliktir.

Faşizmi lanetlerken, direnenleri selamlıyor, mücadelede yitirdiğimiz tüm halklardan anti faşistleri saygıyla anıyorum.

Dünya halklarının geleceği için gerçek “savaş”, barış için mücadeledir, barış için kesintisiz savaştır.

Rusya-Ukrayna Savaşı, Filistin, Kürdistan…

Şu anda iki buçuk yıldır devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı da biz sosyalistlerce “gerektiği” şekilde değerlendirilmelidir. Batı emperyalizminin tüm kışkırtmaları, Rusya’ya saldırı hakkı vermez. Ki hele hele günümüzde emperyalist bir ülke olan Rusya’nın yanında durmak bizim görevimiz değil. Bu suça ortak olunmamalı, amasız ve koşulsuz bu savaşa karşı çıkılmalıdır.

Geçtiğimiz yılın 7 Ekim’inde gerçekleşen “Aksa Tufanı” saldırısı, Hamas’ın terör saldırısıdır. Bu saldırı, Siyonist İsrail Devleti daha da azgınlaştırmış, korunmasız olan Filistinli on binlerce sivili katletmiştir. Vahşet devam ediyor.

Sömürge Kürdistan’ın dört parçasında da devam eden sömürgeci saldırganlık, hızını hiç kesmeden devam ediyor.

Biz biliyoruz ki, tüm olumsuzlukların sebebi ve dizginlenemeyen silahlanma yarışı, emperyalist-kapitalist sistem ve onun dizginlenemeyen kar hırsıdır.

Savaşlara hayır!

Yazımın girişinde “30 Ağustos Zafer Bayramı” yalanlarına ve genel olarak savaş kışkırtıcılığına, etnik soykırımlara karşı olunması amacıyla özellikle değindim; savaş sevicilere, soykırımların devamına alkış tutanlara bir yanıt olsun istedim.

Polonya’nın faşistler tarafından işgali döneminde, “Sosyalist” Sovyetlerin hatalı tutumu da tarihimizin kara sayfalarındandır. Yalanlar üzerine kurulu ve ırkçılığa hizmet eden, aslı olmayan “Osmanlı ve Türk zaferlerine”, faşistleri ve ırkçıları geçtim, ulusalcıların ve “bizden” bir kısmının da olmayan 30 Ağustos ve diğer zaferleri heyecanla anlatmaları ve kutlamaları da bizim toprakların kara lekesidir.

Ve yazımın sonuna gelirken, dün Facebook’ta “Eyvah! Suavi, Halk TV’de ‘ağır ulusalcı’ Serhan Asker’in ‘Özel 30 Ağustos kutlaması’ programında…” notunu paylaşmak zorunda kaldım. İşimiz çok zor, hem de çok…

Sömürgeci Türk devleti ve bugüne kadar iktidarında bulunan tüm hükümetleri, Osmanlının ve devamı anti demokratik “Cumhuriyetin” yılmaz savunucusu olan temsilcileridir Emperyal savaşı da, etnik savaşı da yönlendirenler aynı kişilerdir.

Evet bu 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde de anti emperyalist yayılmacılığa, sömürüye ve ilhaklara karşı aktif duruş sergilemeliyiz. Başta ABD, Rusya, Çin, NATO gibi emperyalistlere ve sömürgecilere karşı, dünya halklarının yanında yer almalıyız.

Faşizme ve sömürgeciliğe inat, yaşasın barış…


Hüseyin Şenol – 31.08.2024

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑