Makaleler

Published on Kasım 1st, 2024

0

“Öcalan Mecliste konuşsun” çıkışı; Yeni bir süreç mi başlıyor? | Dengê Azadî


AKP’nin MHP üzerinden Kürtlere uzattığı el açık değildir. Uzatılan el sıkılı bir yumruk gibi ve elinin içinde ne olduğu görülmemektedir. AKP, her seçim öncesi defalarca Kürtlere vaatlerde bulundu. Alacağı oyları aldıktan sonra her şeyi unuttu.

Türkiye’de politik gündem, ”yeni bir barış süreci” etrafında tartışılıyor. 1 Ekim’de meclisin açıldığı gün MHP’nin başı Devlet Bahçeli’nin DEM sıralarına giderek DEM Parti vekilleriyle tokalaşması ve partisinin grup toplantısında yaptığı, “Öcalan gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün bittiğini açıklasın, sonra da umut hakkı için başvurusunu yapsın” açıklaması bir anda Türkiye gündemini farklı bir kulvara soktu.

Bahçeli’nin açıklamasından sonra tüm burjuva basın-yayın organları programlarını değiştirerek Bahçeli’nin sözlerini yorumlamaya başladılar. Her kesim kendisince sonuçlar çıkartmaya çalıştı.

AKP ve onun başı R.T. Erdoğan’ın, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranarak, Bahçeli’nin açıklamasının “çok değerli” bulması ve sahiplenmesi çağrısını bir rol paylaşımı olarak görmek gerekir. Bahçeli’nin açıklamasına AKP karşı olmuş olsaydı, R.T. Erdoğan buna yönelik mutlaka sert bir açıklama yapar, ‘gündemlerinde böyle bir şeyin olmadığını’ ilan ederdi.

Belli ki bu da planın bir parçası olarak kamuoyuna yansıtılmış oldu. Nitekim Erdoğan, AKP Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin geleceğinde teröre yer olmadığını herkesin idrak etmesini bekliyoruz. Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihi fırsat penceresinin kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. Hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı bir Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz” diyerek Bahçeli’yi tamamlamış oldu.

Politik bir deyim olarak ”Osmanlı’da oyun çoktur” denir. Yüzyıllık TC devleti de Osmanlı’dan devir aldığı bu mirası ”hakkıyla” yerine getiriyor. 2002 erken genel seçiminde tek başına iş başına gelen AKP, yirmi iki yıllık iktidarı döneminde defalarca bu oyunu oynadı. ‘Anayasa reformundan’, ‘Kürt açılımına’, ‘kayıpların sözde bulunacağından’, ‘ülkenin demokratikleştirmesine’, ‘yasakların kaldırılmasına’ ve daha birçok başlıkta toplumu sürekli kandırmaya devam etti.

R.T. Erdoğan, MHP ile ortaklık kurmadan önce benzer açıklamaları ya doğrudan kendisi ya da partisi içinde birilerine yaptırarak gündem belirlemiş ve hedefine ulaşmak için de taktikler geliştiren bir profil olmuştur. 2016 yılından bu yana kol kola yürüdüğü MHP’yi politik bir aparat olarak kullanarak bu tür açıklamaları (Olumlu ya da olumsuz) MHP üzerinden yapmaya başladı. MHP’nin yaptığı hiçbir açıklama AKP’den habersiz değildir.

Son açıklamanın MHP’ye yaptırılmasının da elbette bir nedeni vardır. Bahçeli durup dururken bu açıklamayı yapmamıştır.

MHP, faşist ve ırkçı bir parti olarak hiçbir zaman Kürt varlığını kabul etmemiş, sorunun ancak katliamlarla çözüleceğini savunagelmiştir. Legal Kürt kurumlarının kapatılmasını savunan, Meclisteki Kürt milletvekillerinin tutuklanmasını durmadan gündeme getiren, belediyelere kayyım atanmasını savunan böyle bir partiye bu açıklamanın yaptırılması, toplumda; ‘MHP bile yumuşadığına göre, bu sorun konuşulabilir, yeni bir çözüm süreci de mümkündür’ algısı yaratılmak içindir.

Irkçı ve faşist bir parti olan MHP, derin devlet güçleri içinde önemli bir yerde duruyor. Hükümette olsun ya da olmasın, MHP, her dönem kendisine biçilen göreve uygun hareket etmiştir. MHP, CIA tarafından kurulan bir partidir. Hükümette olmadığı dönemlerde MİT’le birlikte hareket etmiş, birçok planlamanın içinde bizzat bulunmuştur.

1980 öncesi devletin kontra gücü olarak devrimci, ilerici ve demokratlara karşı kurulan Türk İntikam Tugayı (TİT) ve Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (ETKO) gibi silahlı kontra güçlerle katliamlar yaptı. Maraş katliamı bizzat MHP tarafından gerçekleştirildi. 1990 yılından bu yana ise Özel Harekat ve JİTEM içinde konumlandırıldı. Dağlarda gerillaya karşı savaştırıldı. Köy boşaltmalar, faili belli cinayetlerde kullanıldı; Karabağ da Ermenilere karşı savaştırıldı.

AKP’nin Anayasa Hesapları

İç ve dış gelişmeler Türk devleti açısından yeni bir döneme girildiğini gösteriyor. AKP iktidarı, kendi cephesinden okuduğu bu gelişmelere karşın kendisini garantiye almak istiyor.

46 yıllık Kürt Ulusal Mücadelesi, Türk devletini köşeye sıkıştırmıştır. Baş etmesi ve yok etmesi artık mümkün olmayan bir güç olarak Türk devletine karşı savaşmaya devam ediyor. Türk devleti hem arka bahçesini sağlama alma hem soluklanmak hem de anayasa yapımında Kürtleri ‘yanına’ almak istiyor.

Murat Karayılan’ın 24 Ekim 2024 tarihinde Özgür Politika gazetesine verdiği röportajda dile getirildiği gibi “Türk ordusunun Kürtlere karşı yeniden savaş ilanıyla 25 Temmuz 2015’te başlattığı saldırılar, 14 Aralık 2017’de Bradost ve Xakûrkê’yi işgal saldırısının ilk aşamasına evrildi. 11 Mart 2018’de ‘Kararlılık’ adı konuldu. 27 Mayıs 2019’da başlayan Pençe 1, 2 ve 3’ün ve aradaki Garê hezimetinin ardından 16 Haziran’da geçilen ‘Pençe Kaplan’, ‘Şimşek’ ve ‘Yıldırım’dan sonra 17 Nisan 2022’den itibaren ‘Pençe-Kilit’ adıyla devam ediyor. Dışarıdan görüldüğü kadarıyla Türk ordusu, Aralık 2017’den itibaren işgal et, yerleş ve işgal alanını genişlet konseptine uygun hareket etmeye çalışıyor. Askeri gücün yapısı ve donanımı, savaş araçları, lojistik, yerleşim yerlerine ve nüfusuna yaklaşım, yerel ve bölgesel güçlerle ilişki/iş birliği bu konsepte göre işletiliyor. Tabii bu süreçte Bakur’da bazı Kürt kentleri konvansiyonel silahlarla yeniden ve Rojava’nın üç önemli bölgesi işgal edildi. 9 yıllık kesintisiz bir topyekûn savaştan söz ediyoruz. İşte bu 9 yıllık savaşı ve pes etmeyen Kürt direnişi..” söz konusu.

Keza, 2015 yılında MGK toplantısında alınan toptan yok etme kararının hayata geçirildiği bir diğer alanda Suriye Kürdistan’ı oldu. Rojava’daki özerk bölgenin kendileri için ‘büyük bir tehlike’ olduğunu öne süren Türk devleti, Suriye Kürdistan Bölgesinde “terör koridoru” adını verdikleri Rojava Özerk Bölgesini yok etmek için sayısız saldırıda bulundu.

Üç büyük işgal saldırısı sonrası Irak’tan Suriye sınırı boyunca 30 km derinliğinde bir bölgeyi işgal etti. Bunu bir beka sorunu olduğunu tüm topluma kabul ettirmeye çalışan AKP iktidarı, bu politikasını sürdürmeye devam etse de hedeflerine ulaşamamıştır.

Bu gelişmeler ışığında Bahçeli’nin son çıkışını analiz etmek gerekirse;

Birincisi; Son bir yıldır AKP mevcut anayasanın ‘darbe anayasası’ olduğunu, yeni bir anayasaya olan ihtiyacın artık kaçınılmaz olduğunu dile getirip durmaktadırlar. Şimdiye kadar yapılan tüm tartışmalarda “Nasıl bir anayasa ?” sorusuna net bir cevap verilmiş değildir. Yeni anayasanın AKP’nin ihtiyacına göre yapılacağı açıktır. Anayasanın ilk dört maddesinin değişmeyeceği sık sık dile getirilmektedir.

Demokratik ve özgürlükleri içeren bir anayasaya kimse karşı çıkmazken, faşizmle yönetilen bir ülkede demokratik bir anayasanın yapılamayacağı da bir sır değildir. Yeni bir anayasa için en az 360 milletvekilinin oyuna ihtiyaç var. Mevcut durumda Cumhur İttifakı olarak bilinen tüm partilerin sahip olduğu milletvekili sayısı ise 329’dur. AKP ve MHP, Kürtleri ikna ederlerse bu sayı 386’yı bulmaktadır.

Bu da yeni bir anayasanın referanduma götürülmesine yetmektedir.

İkincisi; Yeni anayasa tartışmalarına bağlı olarak, 2028 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde R.T. Erdoğan’ın yeniden aday olması yasal olarak mümkün değil. R.T. Erdoğan’ın dördüncü kez aday olması için anayasa değişikliğine ihtiyaç var. Bu değişikliğin yapılmasında da Kürtler yine kilit bir yerde duruyor.

Öte yandan yeni bir emperyalist paylaşım savaşı tehlikesinin giderek artması Türk devletini kendince tedbir alamaya zorluyor. Birkaç ay önce Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ‘Türk devleti savaşa hazırlanmalıdır’ demeci, son gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde daha da anlam kazanmaktadır.

Üçüncüsü; Ortadoğu’da yaşanan savaş durumu, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşanan İsrail Filistin savaşı ile savaşın giderek Ortadoğu’ya yayılma tehlikesi, Türkiye’yi farklı ittifak ve girişimlere itmektedir.

Türk devleti, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin sahip olduğu silahlı gücünden fazlasıyla korkmaktadır. Ortadoğu’daki savaşın Türkiye’yi de içine çekmesi, ya da bir dünya paylaşım savaşının patlak vermesi durumunda, Kürt Özgürlük Hareketiyle bir anlaşmaya giderek rahatlamak istiyor.

İşte bu gelişmelerin yaşandığı bir süreçte Türk devletinin Bahçeli üzerinden ‘Kürtlere sizi yenemedik, gelin görüşelim’ mesajını böyle okumak mümkün olabilir. Elbette tüm süreç içinde Türk devleti, oyalama, görüşmeler trafiği ile Kürt Hareketinin gündemini değiştirme ve düzen içine çekme vb. teslim alma, yıpratma ve geriletme temel stratejik yaklaşımıyla hareket edecektir.

Kürt hareketinin legal kurumu başta olmak üzere, PKK ve Abdullah Öcalan bu gelişme karşısında ilk tavırlarını da ortaya koymuş bulunuyorlar. Elbette ki bu süreçte en önemli gelişme 43 aydır ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen Abdullah Öcalan’ın çok ani bir şekilde yeğeni ile görüştürülmesi oldu.

Kürt hareketi ve Abdullah Öcalan’ın Türk devletinin çağrısına verdiği yanıt ortak bir noktada birleşiyor.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bahçeli’nin açıklamalarının ardından “Orta Doğu’da ve Türkiye’de barışın muhatabı, İmralı’da ağır tecridin altında bulunan Abdullah Öcalan’dır. Kürt sorununun çözümü Meclis’tir, parlamentoda ve siyasette muhatap DEM Parti’dir. Demokratik zeminde siyasi partiler, demokrasi güçlerinin tamamıdır. (…) Bir başlangıç olacaksa tecrit derhal kaldırılmalıdır” açıklamasını yaptı.

Murat Karayılan’ın 24 Ekim 2024 tarihinde Özgür Politika gazetesine verdiği röportajda ise “AKP-MHP iktidarının son dönemde gündemleştirdiği tartışmalar vardır. Sanki yeni bir süreç varmış gibi kendi kendilerine tartışıyorlar ama bize, yani Kürt tarafına şimdiye kadar yansıyan herhangi bir şey yoktur. Hareket olarak demokratik çözüm sürecine karşı değiliz. Bu kadar tecrübeden sonra sıradan özel savaş taktikleri kapsamındaki algı oluşturma politikalarına da prim verecek değiliz. Elbette ki koşullar değişmiştir, eskinin tekrarı olamaz. Bu doğrudur. Eskiden ciddiyet ve samimiyet yoktu. Türk devleti bir taraftan Önderliğimiz ile görüşmeleri sürdürüyor, “çözümü geliştireceğiz” diyordu, diğer taraftan da ‘Çöktürme Planı’nı karar altına alarak savaşa hazırlık yapıyordu. Son tahlilde, tartışmalar sonucu ulaşılan ortak mutabakat reddedildi. Dolmabahçe Sarayı’nda okunan mutabakattan sonra Nisan’da Önder Apo, PKK Kongresi’nin toplanması ve bu sürecin nihayete erdirilmesi çağrısını yapacaktı. Buna hazırlanırken bizzat Tayip Erdoğan tarafından mutabakat inkâr ve reddedilerek tecrit ve savaş dayatıldı. Gerçeği budur. Şimdi de bir taraftan sanki yeni bir şey varmış gibi konuşuluyor, diğer taraftan sopa gösteriliyor, tehditler yapılıyor. Biz mücadelemizi yürütüyoruz ve kimseye muhtaç değiliz.

Eğer Türkiye’nin çıkarını düşünen, gerçek yurtseverliğin ağır bastığı bir durum gelişiyorsa ve bu temelde bazı yeni adımları atacaklarsa Kürt tarafı buna yok demez ama asla yaş tahtaya da basmaz. Herkesin bunu bilmesi gerekiyor. Önder Apo’nun özgürlüğünü eksen almayan çözüm arayışları bizim için yok hükmündedir. Eskinin tekrarı değil, eğer yeni yöntemlerle sürece yaklaşılacaksa bu halkadan yaklaşılmalıdır. Mandella yasası çerçevesinde Önder Apo’ya yaklaşılarak diyalogların geliştirilmesi, beraberinde sorunun köklü çözümünü de getirebilir.” şeklinde konuştu.

Abdullah Öcalan ise görüşmede, “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” diyerek sürece yaklaşımını ortaya koydu.

Bu gelişmelerden tüm burjuva partileri de kendilerinin işine ne geliyorsa ona uygun politikalar geliştirmekten geri kalmadırlar.

Türk Devletinin Bu Çıkışının İçeriği Belli Değil!

23 Ekim 2024 tarihinde Kürdistan turu yapamaya karar veren CHP Genel Başkanı Özgür Özel, gezinin ilk durağı Amed de 24 kadın sivil toplum örgütü temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda Bahçeli’nin yaptığı açıklamaya ilişkin şunları söyledi:

“Sayın Bahçeli’nin söylediği söz bir kişiye verilecek af, oradan söylenecek sözlerle bir örgüt tasfiyesi ile her şey tamam ise maalesef hiçbir şey tamam değildir. CHP, 86 milyonun barış içinde yaşaması için atılacak her adımın arkasında olacak, engel olmayacak, kim söz söylerse de kıymetlidir ama şu söz söylenmesin; Kürt sorunu yoktur. Türkiye’deki 26 milyon Kürt’ün sorununu yok sayıyorsunuz. Kürt sorunu vardır. Kürt’ün sorununun olup olmadığına Kürtler karar verir. Devlet karar veremez. Büyük devlet karar vermiş, küçük devlet de dün ilan etmiş gibi görünüyor. Onlar böyle dedikçe derinleşir. Kürtler ‘sorunum kalmadı’ diyene kadar vardır ve çözülmesi gerekir. Birine senin sorunun yok demek otoriterliktir. Bununla ilgili elimizden gelen her türlü katkıyı ifade etmeye edeceğiz.”

CHP bu açıklamasıyla Kürtlerin ‘yanında’! olduğunu söylese de bunun da inandırıcı olmadığı biliniyor. CHP, bu devletin kurucu partisi olarak Kürtlere karşı ırkçılığı uygulayan, Kürtleri yok sayan, asimile eden bir parti olarak tüm Kürt katliamlarında imzası olan bir partidir.

HDP/DEM Parti’nin kazandığı belediyelere kayyum atayan AKP’ye tek söz söylemeyen bir CHP Kürt ulusal sorununu çözebilir mi? Asla!

CHP, Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde ve Mart 2024 yerel seçiminde kritik bazı belediyelerin kazanılmasında Kürtlerin CHP’yi desteklemesi adına, CHP’nin bundan böyle Kürtlerin hep yanında söyleyerek, yarım ağızla ‘Kürt sorunu vardır’ dese de bunun ötesine geçmesi söz konusu değildir. Örneğin anayasa tartışmasının yapıldığı bugünlerde, “anayasanın ilk dört maddesi değişmelidir” lafına dahi tahammül etmeyen bir CHP’nin samimiyetinden söz edilemez.

AKP’nin MHP üzerinden Kürtlere uzattığı el açık değildir. Uzatılan el sıkılı bir yumruk gibi ve elinin içinde ne olduğu görülmemektedir. AKP, her seçim öncesi defalarca Kürtlere vaatlerde bulundu. Alacağı oyları aldıktan sonra her şeyi unuttu.

AKP, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketini ilk defa masaya çağırmıyor. 2008 yılında Oslo’da PKK ile masaya oturan Türk devleti, bazı kırıntılar vererek PKK’yi tasfiye edeceğini sandı. Ancak işler Türk devletinin istediği gibi gitmeyince masadan kaktı.

Türk devleti yeniden masaya oturma isteğini 2012 yılında yeniden gündeme getirdi. İlk şart olarak da tüm silahlı güçlerin ülke dışına çıkmasını şart koştu. PKK buna uydu ve silahlı güçlerini ülke dışına çekti. Başlayan görüşmelerin belli bir aşamaya gelmesi sonrası Dolmabahçe’de varılan anlaşma metni okundu. R.T. Erdoğan bunun bilgisi dışında yapıldığını açıklayarak, tüm girişimleri boşa çıkardı.

Masayı deviren AKP, 2014 yılında MGK toplantısında aldığı kararla Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi (KUÖH)ni toptan yok etme kararı aldı. 2015 yılında devreye sokulan bu yok etme hamlesi boşa çıkmış ve KUÖH tüm saldırıları boşa çıkarttı.

Türk devletinin aynı taktikle başlattığı yeni hamlesi çok daha kapalı olarak bir kez daha sahnelenmiş bulunuyor. MHP’nin zorlama ve gerçekleşmesi uzak bir ihtimal olan oldukça popülist bir söylemle, kimsenin söylemeye cesaret edemediği Abdullah Öcalan’ın TBMM’sinde konuşmasını istemesi, işin sadece magazin yanını oluşturuyor.

Türk devleti gerçekten samimi ve bazı reformların yapılacağını iddia ediyorsa bunu şeffaf bir şekilde kamuoyuna açıklamalıdır. Elbette bu düzen içinde reformlar uzak bir ihtimaldir. Türk devleti bazı reformlar yapsa da bunun hiçbir zaman garantisi olmayacaktır. Faşizmle yönetilen bir ülkede her hükümetin iş başına geldiğinde kendisinden önceki hükümetlerin aldığı kararları tek bir kanunla yürürlükten kaldırdığına fazlasıyla tanık olundu. Kürt sorununda bazı reformların yapılması sadece geçici bir pansumandır.

KUÖH’nın, Türk devletiyle masaya oturduğunda, bir önceki görüşmede attığı adım da olduğu gibi silahlı güçleri ülke dışına çekme, ya da silahları tamamen tasfiye etmesi çok uzak bir ihtimaldir. Bunu yapması durumunda gücünü kaybedeceği, geriye düşeceği açıktır.

KUÖH’nin de, ‘görüşmeye hazırız’ açıklamasına daha fazla açıklık getirmesi gerekir. Şartları ve talepleri nelerdir, kamuoyuna açıklaması beklenen bir durumdur. KUÖH’nın, Türk devletinin yeni bir açılım politikasında; soluklanma, güç biriktirme, örgütlenmenin önündeki engellerin tamamen kaldırılması, hapishanelerin boşaltılması, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması, yerelde daha fazla özerkliğin tanınması gibi talepleri ileri süreceğini öngörmek mümkün.

Ne var ki önceki görüşme ve barış süreçleri Türk devletinin hemen hiçbir konuda verdiği sözü tutmadığını ve bu dönemleri daha güçlü saldırmak için birer sıçrama tahtası olarak kullandığını gösterdi.

KUÖH’nin elde edeceklerinin korunmasının da tek garantisi silahlı güçleridir. Bu güç korunmadan hiçbir şeyin devamı yoktur. Tarihsel olarak yakın dönemde ETA ve İRA’nın İspanya ve İngiliz devletiyle yaptığı görüşmelerde verileceği vaat edilenler haklar önce kabul edilmesine karşın, bu devletler İRA ve ETA’nın silahlı güçlerini tasfiye etmesi ve silahlarını teslim etmesinden sonra, verdikleri hiçbir sözü yerine getirmediler.

Her iki örgüt süreç içinde kitle desteğini kaybederek tarih sahnesinden silinmiş oldular.

Şu bilinmelidir ki, Kürt ulusunun haklarına kavuşması ve özgürce ayrılma hakkı bir devrim sonudur. Kürt ulusal sorununun tek çözümü Demokratik Halk Devrimiyle gerçekleşecektir.


Seçtiklerimiz: Dengê Azadî – Özgür Gelecek – 31.10.2023


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑