Published on Eylül 10th, 2024
0Teğmenlerin kılıcı ve Erdoğan’ın savaş makinesi | Yusuf Karadaş
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninden sonra mezun teğmenlerden bir kısmının kılıçlarını çekerek ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını atarak geleneksel ‘subaylık andı’nı okumasının yarattığı tartışmalar sürüyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Tören bittikten sonra yürürlükten kaldırılan yemin bir grup teğmen tarafından tekrar edilmiş” açıklamasıyla 2016’dan sonra kaldırıldığı ortaya çıkan bu yeminle ilgili iktidar cephesinden gelen ilk tepki AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “Teğmenlere hakaret kabul edilemez” açıklamasıydı. Ancak Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “O kılıçları kime çekiyorsunuz? Kendini bilmezler temizlenecek” çıkışının ardından “Darbe midir, kalkışma mıdır, disiplinsizlik midir bunlar değerlendirilecektir” diyerek ağız değiştirmişti. İktidar ortağı Bahçeli de bu yeminin “Milli güvenliğimizi ve milli varlığımızı tehdit eden” “dış bağlantılı bir operasyon” olduğunu keşfetmekte gecikmedi! CHP Lideri Özel ise teğmenlere sahip çıkarak bu geleneksel yeminin son yıllarda kaldırılmasını eleştirmişti.
Erdoğan’ın “Malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsun? Şimdi bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün araştırmaların hepsi yapılıyor. Oradaki birkaç tane kendini bilmez, bunlar da temizlenecek. Biz buralara durup dururken gelmedik” açıklamasıyla ilgili ilk dikkat çekici nokta bu çıkışın söz konusu yemin töreninden bir hafta sonra yapılmasıydı. Belli ki Erdoğan bu çıkışı yapmadan önce yemin törenini kendi politik çıkarları/hesapları bağlamında nasıl kullanabileceğini etüt etmişti.
Bu bağlamda dikkat çekici bir diğer nokta ise Erdoğan’ın bu çıkışı “İmam hatipler, cihat meydanı boş kalmasın diye var” dediği 21. İmam Hatipliler Kurultayında yapmasıydı. Erdoğan, teğmenlerin resmi yeminde yer almayan ‘laiklik’ vurgusunu öne çıkaran bir yemin etmelerini toplumsal kamplaşma yaratmak ve dahası “darbe” ve “askeri vesayet” korkuluğunu kendi baskı rejiminin anayasasını yapmanın bir dayanağı haline getirmek istiyor. Bu noktada CHP Lideri Özel’in de Erdoğan’ın bu tepkiyi vermek için 8 gün beklemesinin manidar olduğunu belirterek bu hamlenin kutuplaşma siyaseti üzerinden iktidarın düşününü durdurma amacını taşıdığını söylemesi önem taşıyor.
Hatırlanırsa 2021’de dönemin TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un, Erdoğan’ın isterse boğazlarla ilgili Montrö Sözleşmesi’ni feshedebileceğini söylemesinin ardından 104 emekli amiral bir bildiri yayımlamıştı. İktidar cephesi bu bildiriyi de “darbe” ve “askeri vesayet” tartışması üzerinden mağduriyet oluşturmak ve muhalefeti bölmek için bir fırsata dönüştürmüştü. Daha da ilginci, emekli amiralleri vesayetçilik ile suçlayıp apoletlerinin sökülmesi gerektiğini savunan MHP Lideri Bahçeli’nin 2004’te 313 generale iktidarı uyarmaları yönünde bir mektup yazmış olmasıydı. MHP’nin 12 Eylül 1980’den önce orduya defalarca darbe çağrısı yapması ve 12 Eylül askeri faşist darbesi için “Fikrimiz iktidarda” demesi de başka bir tartışma konusudur.
“Biz buralara durup dururken gelmedik” diyen Erdoğan haklı!
Türkiye’de ordunun cumhuriyetin kuruluşundan bu yana önemli bir siyasi aktör olageldiği doğrudur. Bu konuda cumhuriyetin kurucu kadroları içinde askerlerin ağırlığından bağımlı bir kapitalist ülke olarak Türkiye’de mali oligarşi ve askeri bürokrasi arasındaki ilişkilere ve NATO üyesi olmasına kadar birçok nedenden söz edilebilir. Dolayısıyla yakın tarihimizde darbelerin siyasetin dizayn edilmesinin aracı olarak devreye sokulduğuna defalarca şahit olduk.
Ancak burada AKP-Erdoğan iktidarı için özel bir parantez açmak gerekiyor. AKP-Erdoğan ve uzunca bir süre iktidar ortağı olan Gülencilerin ağızlarından düşürmedikleri ve kendilerini demokrasi savunucusu göstermek için kullandıkları sloganların başında “Askeri vesayete son vermek” vardı. Bu temelde Ergenekon-Balyoz operasyonlarını ve 2010 referandumunu ordu ve bürokrasi içinde kendi rakiplerini tasfiye etmenin aracı olarak kullandılar. Sonrasında ne olduğunu biliyoruz: Rakiplerini tasfiye ettikten sonra bu güçlerin (Erdoğan ve Gülenciler) kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde bir darbe girişimine tanıklık ettik. Bu kez de darbeciler tasfiye edildi ve darbe girişimini bir fırsata dönüştüren Erdoğan ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ adı altında bir baskı rejimi inşa etti.
Peki, 2016’dan sonra ordunun siyasi rolü sona mı erdi? Aksine Erdoğan’ın her fırsatta askeri sınai kompleksi ve başka ülkelere yaptığı askeri müdahaleler ile övündüğü bu dönemde ordunun siyasi rolü artarak devam etti.
Öyle çok uzağa gitmeye de gerek yok. 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu hedef alan konuşması, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve TSK’nin komuta kademesindeki generaller tarafından alkışlanmadı mı?
Seçimi Kılıçdaroğlu kazansaydı büyüyen askeri-sınai sermayesi ve bölgedeki paylaşım mücadelesiyle iktidarla kader birliği yapmış olan Güler ve kuvvet komutanlarının yeni hükümete karşı tutum almayacağının garantisi verilebilir miydi?
Aynı Güler bugün iktidarın savunma bakanı değil mi?
Yedi yıl Jandarma Genel Komutanı kaldıktan sonra bu yıl emekli edilen Arif Çetin, ağustos ayında Erdoğan’ın katıldığı bir mezuniyet töreninde “Türkiye Yüzyılı yolunda bayrağa sarılmak”tan söz ederek iktidar partisinin programına bağlılığını göstermemiş miydi?
Orduyu böylesine siyasi egemenlik mücadelesinin içine çeken bir iktidarın bugün teğmenlerin yemininden vesayetçilik, darbecilik çıkarmaya çalışması tam bir ikiyüzlülük örneği değilse nedir!
Türkiye’nin NATO’ya katılımından bu yana özel harp/kontrgerilla siyasi dizaynın bir aracı olarak kullanılıyor. Kürt sorununda 40 yıldır sürdürülüp ülkenin yüzlerce milyar dolarına ve yaklaşık 40 bin insanın ölümüne yol açan politika, ordu ve siyasi iktidar arasında çıkar birliği yaratmakla kalmıyor aynı zamanda bin operasyonlardan bugüne devam eden bir suç ortaklığı da oluşturmuş bulunuyor. Bu noktada Erdoğan ve Gülencilerin Ergenekon operasyonları döneminde JİTEM’e ve özel savaş suçlarına dokunmamasına ve sadece “iktidara karşı darbe girişimi ya da hazırlığı” üzerinden hesaplaşma içine girmesine vurgu yapmak gerekiyor. Buna iktidarın bölgede yayılmacı politikaları doğrultusunda MİT’in ve iktidarın ‘gölge ordusu’ SADAT’ın cihatçı gruplarla kurduğu karanlık ilişkiler ve BM raporlarına da giren savaş suçlarını eklemek gerekiyor.
Bugün iktidar, ordu ve şiddet aygıtının büyütülmesine halkın demokrasi ve insanca yaşam taleplerinin bastırılıp faşist rejim inşası önündeki engellerin kaldırılması için de daha fazla ihtiyaç duyuyor. Sonuç olarak, ordu ve siyaset ilişkisi bağlamında asıl sorun kader birliği yaptığı tekelci burjuvazinin çıkarları temelinde giderek militaristleşen iktidarın kendisidir. Ülkeyi iktidarın kendi eliyle yarattığı canavarın vesayet ya da darbelerinden kurtaracak yol; NATO’dan çıkılmasından, Kürt sorununun demokratik çözümünden, yayılmacı emellerden vazgeçilmesinden, silahlanma yerine eğitim ve sağlık başta halk için yatırım yapılmasından başka bir deyişle bağımsız bir ülke ve demokratik gelecek mücadelesinden geçmektedir.
Seçtiklerimiz: Yusuf Karadaş – Evrensel – 10.09.2024