Published on Kasım 6th, 2024
0Yaram Derine Düştü | Korkut Akın
Tarihe ve okura emanet kitap…
Devrimciler, kimseyle çıkar ve egemenlik temelinde ilişki kurmadan yaşamayı seçenlerdir. Devrim mücadelesine adım attıktan sonra toplumsal kazanım öne çıkmıştır, kişisel çıkarlar değil. ’68 kuşağı ile başlayıp (örgütlenmeleri gereği alabildiğine gizlilik içerisinde yürüttükleri için daha önceki kuşağı ayrı tutmak gerekir) ’78 kuşağı ile devam eden bu mücadele, 20. yüzyılın sınıfsal mücadelelerinden farklılık taşır, çünkü duygu yönü ağır basar. Yiğitliğine yiğittirler, alabildiğine dik başlıdırlar, gözleri karadır, taviz vermek işlerine de duygularına da gelmez; hele özeleştiri hiç yaklaşmaz yanlarına. Bir döneme damgalarını vurmuşlardır her şeye rağmen. Dürüsttürler, lafı dolandırmayı sevmezler, beceremezler de zaten… işte en tam da bu nedenlerle hep “kahramanlaştırılırlar”. Oysa onlar da birer insandır, onların da korkuları vardır, beklentileri vardır, umutları hayalleri vardır. Onlar, hata ve yanlışlara anında tepki vermek yerine sonradan tepki vermeyi tercih etmişlerdir ve hâlâ da sürdürüyorlar… Sessiz çoğunluğun sesi olmak için çıktılarsa da yola suskunluklarıyla biliniyorlar.
Sezai Sarıoğlu, bu insanları bulup onlarla konuşup düşlerini ve düşüncelerini açmalarını sağlamış. “Yaram Derine Düştü”, Artvin Şavşat’ta, işkenceyle öldürülen öğretmen Cengiz Aksakal’ üzerinden bir dönemi, bir dönemin yaşattıklarını anlatıyor. Birçok ilgili insanı bulmuş, anlattırmış ve onları belli bir sıralamayla aktarmış. Bu bir sözlü tarih değil, bir coğrafyada, bir bölgede, bir ilçede “rüya zamanlar” olarak kabul edilen ve yaşamı sarıp sarmalayan kişilerin yurda, dünyaya yayılması. Okur, kendisi süzecek içeriğini… Önce yüzleşecek, sonra… sonrasını kendi belirleyecek.
Şair, ama en çok da anlatıcı olarak ele almak gerekir Sezai Sarıoğlu’yu. Mevzuyu ve mevziyi kaybetmeden, alabildiğine anlaşılır, yalın ve şeffaf anlatıyor. Bu, önemli bir meziyet. Şiirlerle, öykülerle, masallarla bezediği anlatımında taşlar yerine oturuyor, kasap çengeli misali sorulara gerek kalmıyor. Sarıoğlu, Cengiz Aksakal üzerinden bir dönemi ve o dönemin ardından yaşananları sererken gözlerimizin önüne, onun deyişiyle “işaret ve itiraz parmağına devrim bağlayanların” toplumsal ve siyasal muhalefetin olmadığı bu dönemde neler yapabiliriz sorusunu sorması ve yanıtını bulması gerekiyor.
…kimse inkâr etmesin her şey göz önünde yapıldı
Cengiz Aksakal, hiç görmeden evlenmiş Teren ile. İkisi de birbirine “boynu eğri” olarak tanıtılmış. Nüfus cüzdanında 1940 yazsa da 1938 doğumlu olan Aksakal, TÖS ile başlayan örgütlülüğünü TÖB-DER ile sürdürmüş, Devrimci Öğretmen Grubu içerisinde yer almış, Devrimci Yol görüşlerini benimsemiş bir öğretmen. İnce uzun boyu, kararlı duruşuyla da çevredekilerin güvenini kazanmış bir anlamda lider olmuş biri… 12 Eylül’den bir ay sonra 18 Ekim’de, çağrıldığı karakoldan çıkamamış. Eşi, çocukları, torunları, arkadaşları neler yaşadığını, yaşattığını anlatıyor. Herkes kendi penceresinden anlatırken geniş bir Artvin, dahası Türkiye panoraması çiziyor.
Cengiz Aksakal’ı anlatırken kendi hikâyelerini de aktarıyorlar.
İlginç! Bir mitingde, köylülerin somut ihtiyaçlar için slogan atarlarken, siyaseten öncülük edenlerin kimsenin anlamadığı birtakım sözcüklerle onları bastırmaya çalıştığını anlatıyor biri… Biri 12 Eylül’le birlikte dağa çıkmış, ormana saklanmış. Köylülerin yaklaşımını, gösterdikleri yakınlığı anlatıyor. Köyün yaşlılarının nasıl canhıraş bir şekilde “dur!” diye bağırdığını, jandarmanın sipere yatıp öldürmek için nişan aldığını söylüyor ve öğretmenini orada, son kez gördüğünü… Soyut ölümün somut olarak yaşandığını anlatan, çocuğunun öğretmeninin gözlerine bakarak bazı gizleri çözdüğünü fısıldıyor, yakalanmışçasına. Bir diğeri, neler yaşadığını, neler yaşattığını sıralarken izlediği filmlerle okuduğu romanların ne denli benzeşik olduğunu anlatıyor. Anne babasıyla karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini tanımıyor olmanın acısını yüreklerine gömdüklerini, eve girdikten sonra nasıl hüngür hüngür ağlaştıklarını dile getiriyor. Bir başkası, “neden bu kadar geciktiniz” diye soruyor mahcup bir şekilde boynunu bükerek, mezarlık ziyaretinde. Anlatanların veya yazarın gözü doluyor mu o sırada bilemem ama okurun gözyaşlarını tutması pek kolay değil.
Soruların izinde…
Bunca ölümün ardından (Cumartesi İnsanları’nı akıldan çıkarmamak gerekir, kayıplarının peşinde bir ömür geçirdiler. Evinin kapısını, oğlu gelirse kapıda kalmasın diye kilitlemeyen anneler, bırakın çocuklarını, çocuklarının mezarına bile varamadan göçüp gitti bu dünyadan) kalanların yaşadıklarını unutması mümkün mü? Babaları öldürülenler, anlatılanların ve tabii, anlatılamayanların ama en çok da sorularının izini sürerek kurdu dünyalarını. Birbirlerine yaslandılar, birbirleriyle dertleştiler, birbirlerine sarılıp ağladılar, birbirlerini büyüttüler.
Sezai Sarıoğlu, acı ile kederin tıpkı sevinç gibi bulaşıcı olduğunu; kaybedilen babalarını anlatıların ışığında yeniden keşfediyor, yeniden anımsıyor, yeniden tanıdıklarını söylüyor. Murathan Mungan’ın “ölülerimizin sadece hatıralarına değil hayallerine de sahip çıkmalıyız” sözünü aktarıyor. Sarıoğlu, yazıya dökülenlerin dışında pek çok bilginin sır olarak kendisinde saklı olduğunu söyleyerek bitiriyor: “Her kitap tarihe ve okura emanettir.”
İlgisini çeken okura… Sezai Sarıoğlu, TÜYAP Kitap Fuarı’nda, 9 Kasım Cumartesi günü, 12:00 – 12:45 arasında, Karadeniz Salonunda, okurla sohbet edecek “Yaram Derine Düştü” üzerine… Orada görüşmek üzere…
Yarım Derine Düştü, Veliköylü Devrimci Öğretmen Cengiz Aksakal
Sezai Sarıoğlu
Sol Bellek
İletişim Yayınları, 2024, 456 s.
Seçtiklerimiz: Korkut Akın – Son Haber – 04.11.2024