Makaleler

Published on Nisan 29th, 2024

0

1 Mayıs’larda devletin Taksim tabusu, emekçilerin Taksim ısrarı | Ayşe Hür


İstanbullu işçiler Taksim’i ilk kez 26 Ağustos 1950 günü “komünizmi tel’in” için doldurmuşlardı. O zaman devlet arkalarındaydı. 15 Mart 1953 günü patronları protesto etmek için çıkmaya çalıştıklarında ise devlet karşılarındaydı. Taksim’deki ilk kitlesel 1 Mayıs kutlaması 1976’da idi. 1977 “Kanlı” 1 Mayıs, darbecilerin ve hükümetlerin engellemesi derken 2013’ye kadar gelindi. Bu tarihten sonra Taksim’de kitlesel kutlamalar yapılamadı. Bakalım bu yıl “Taksim’i geri almak” mümkün olacak mı?…

1 Mayıs 1977 günü İstanbul’un Taksim Meydanı’nda yaklaşık 500 bin kişiye seslenen DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna doğru “En onurlu ve görkemli gününü 1 Mayıs 1976’da ve 1 Mayıs 1977’de yaşayan bu alanın adının 1 Mayıs Alanı olarak değiştirilmesini istiyor musunuz?” diye sormuş, meydandaki kalabalık büyük bir coşkuyla “Evet!” diye haykırırken kurşun yağmuru başlamıştı. O gün 34 kişinin öldüğünü sanıyorduk ama artık en 41 kişinin öldüğünü biliyoruz. O tarihten sonra bırakın Taksim Meydanı’nın adını 1 Mayıs Alanı olarak değiştirmeyi, Taksim’de 1 Mayıs kutlamayı bile bir kaç kez (1978, 2010, 2011, 2012’de) başarabildik. 

Belki başka ülkelerde yaşayan Türkiyelilerin anlayamayacağı, ama Türkiye’de başka şehirlerde yaşayanların anlayacağı bir öneme sahip bu konu. Devletin “Taksim tabusu”na karşılık işçi ve emekçi kesimlerin “Taksim ısrarı”, bazılarına göre “inatlaşmak”, benim gibi düşünenlere göre ise toplumsal hafızanın ve demokrasi talebinin diri tutulmasının gereği. Üstelik Taksim ısrarı, bildiğimizden de eski bir tarihe, 1950’li yıllara gidiyor. Oraya gelmeden önce Taksim Meydanı, Cumhuriyet modernleşmesinde ne anlama geliyor, onu anlatayım kısaca.

Topçu Kışlası’nın inşaası

Bugün Taksim Meydanı dediğimiz alanın ortaya çıkışı, 1732-1739 arasında, I. Mahmut’un kuzeydeki gümrah ormanlardan gelen suyu şehrin (unutmayalım, İstanbul herhangi bir şehir değil, imparatorluğun başkenti idi, payitahtı idi) değişik bölgelerine dağıtmak üzere yaptırdığı Taksim Maskemi (su dağıtma sarnıcı) ile başlamıştı. Bölge adını bu yapıdan aldı. Bir zamanlar cephesinde “Her şeye su ile hayat verdik” anlamına gelen bir ayetin yazılı olduğu Maksem bugün kurumuş da olsa varlığını sürdürüyor. 

Bugün Taksim Parkı ya da Gezisi denilen bölgede eskiden geniş bir çayırlık içinde Ermeni  mezarlığı ile devamında servi ağaçlarıyla büyük bir Müslüman mezarlığı (Ayaspaşa Mezarlığı) vardı. Bu geniş alana 1803-1806 arasında Topçu Kışlası (Taksim Kışlası) inşa edildi. Kışlanın mimarının Ermeni Kirkor Balyan olduğu sanılır. 1807’deki Kabakçı Mustafa İsyanı sırasında tahrip olan yapı, II. Mahmut tarafından, 1812’de dönemin mimarbaşı Hafız Mehmet Emin Ağa’ya tamir ettirilmişti. 

Abdülmecid Dönemi’nde (1839-1861), bugün İTÜ’nün Taşkışla Binası olarak bildiğimiz Mecidiye Kışlası, bu kışladaki topçu subayları için Gümüşsuyu Askerî Hastanesi inşa edildi. 1850’lerde, Hademe-i Hassa (Saray hademeleri) ve Muzıka-i Hümayun (Saray orkestrası) üyeleri için inşa edilmeye başlayan, ancak Abdülaziz Dönemi’nde (1861-1876) tamamlanan Gümüşsuyu Kışlası ve askerlerin talim yaptığı Talimhane bölgesiyle birlikte Taksim’in “askerî” ve “devletçi” topografyası iyice belirginleşmişti. 

Ancak ortaya çıkan tablo bölgenin sosyolojik dokusuna hiç uymuyordu. Çünkü bugün Galata-Beyoğlu dediğimiz Pera bölgesinde, bugün Kurtuluş dediğimiz Tatavla’da gayrimüslimler, Levantenler yaşıyordu. Bunun üzerine, 1870’te, bu kesimlerin eğlence ihtiyacını karşılamak için, askeri yapıların arasına bazı eğlence mekânları sıkıştırılmaya çalışıldı. Bunlardan biri Topçu Kışlası ile Gazhane (bugünkü Cumhuriyet) Caddesi üzerindeki İngiliz üslubundaki bahçe idi. İçinde bir havuz, gazino, eski ‘Bellevue’ Kahvesi ve orkestra platformu olan bahçe bazı küçük değişikliklerle 20. Yüzyılın başlarına kadar varlığını korudu. 

1918-1922 yılları arasında işgalci Fransız ordusunun Senegalli askerlerini barındıran Topçu Kışlası’nın avlusuna 1921’de güzel bir stadyum inşa edildi. Fikir, Spor Alemi adlı dergiyi yayımlamakta olan Çelebizade Said Tevfik Bey’e (Said Çelebi) aitti. Ancak Müslüman/Türk kulüp yöneticileri stadyumu uzun süre boykot ettiler. Bunun üzerine Said Çelebi stadyumu Malatyalı Bork adlı birine devretmek zorunda kaldı. Bork, stadyumun kapısına bir Yunan bayrağı astı ve sportif gösteriler düzenlemeye başladı. Özellikle Müslüman-Türk takımlarıyla Fransız ve İngiliz asker takımlarının maçları adeta “milli maç” havasında geçti.  

Taksim’e yeni işlev

Taksim Meydanı’na farklı bir işlev verilmesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında oldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve yeni bir devletin kurulmasıyla birlikte başlatılan mimari atağın en önemli ayağını Taksim Meydanı’nın düzenlenmesi oluşturdu. Osmanlı döneminde, devlet ricalinin ve halkın karşılaştığı en önemli kamusal alanlar olan Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarının bu işlevi Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam edecek, 1930’lardan itibaren bu işlevi Taksim Meydanı yüklenecekti. 

Önce Osmanlı Dönemi’nin ünlü Levanten caddesi Cadde-i Kebir’in adı İstiklal Caddesi olarak değiştirildi, ama bu değişikliğin Cumhuriyet’in coşkusunu yeterince vermediği düşünülerek Taksim Meydanı’na bir de anıt-heykel dikilmesine karar verildi. 1925’te İstanbul Milletvekili CHP Müfettişi İsmail Hakkı Paşa başkanlığında bir komisyon kuruldu. Komisyon, uzun araştırmalardan sonra ünlü İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica ile temas kurdu. Canonica, sözleşmeye uygun olarak heykelin yapımını Mayıs 1928’de bitirdiği halde meydanın ve kaidenin hazırlıkları bitirilemediğinden, heykel ancak Temmuz ayında Türkiye’ye getirilebildi.

Pembe Trentino ve yeşil Suza (İtalyan) mermeriyle kaplı, dört yüzünde sivri kemerlerle belirlenen, küçüklü büyüklü, açık ve kapalı nişlerden oluşan geleneksel tarzdaki dikdörtgen bir kütleden oluşan 11 metre yüksekliğindeki anıt, 8 Ağustos 1928 tarihinde TBMM Başkanı Kazım (Özalp) Paşa tarafından açıldı. 

1940 yılında Vali-Belediye Başkanı (aynı zamanda CHP İl Başkanı) Lütfü Kırdar’ın İtalyan Mimar Henri Prost’un kentsel tasarım projesi çerçevesinde başlattığı imar faaliyetleri sırasında Taksim’de radikal değişiklikler yapıldı. Önce 1909’da 31 Mart Olayı sırasında bazı bölümleri tahrip olan Taksim Kışlası yıkıldı. Ortaya çıkan alan, İnönü Gezisi (sonra Taksim Gezisi denilecekti) adıyla meydanla ilişkilendirildi. 

DP iktidarı ve emek siyasaları

İşte tam burada Taksim Meydanı’nın emekçi kesimlerin “direniş alanı” olarak önem kazandığı dönemde emek cephesine daha yakından bakalım. 14 Mayıs 1950’de, CHP’den doğma DP’yi ezici bir çoğunlukla iktidara getirenler arasında elbette işçiler, emekçiler de vardı. DP iktidarının ilk dört yılında işçiler DP’yi daha da çok sevdiler.  Dönemin sendikacıların Halit Mısırlıoğlu bu sevginin haklı nedenleri şöyle açıklamıştı: “1950’li yıllarda işçilerin çoğu DP’liydi. Bunun haklı nedenleri vardı. DP, hafta tatilini ücretli hale getirdi. Genel tatillerde ücret hakkı tanıdı. İkramiye verdi. Yıllık ücretli izin hakkını getirdi. Sosyal sigorta haklarını genişletti. İşçi temsilcilerine teminat sağladı. İş Mahkemeleri Kanunu’nu uyguladı; işçi temsilcileri bu mahkemelerde hâkimlik yaptı. İş mahkemelerinin kararıyla işçi işe iade edilebiliyordu. Geçmişte yaşanan birçok sorun çözüldü. Fazla mesai ücretlerinin ödenmesi gibi sorunlar kalmadı. Sendikaların grev hakkı yoktu, ama sendikacıların işyerinde ve Bölge Çalışma Müdürlüğü üzerinde önemli etkisi vardı. Hele sendikaların yöneticileri DP’liyse, itibarları ve etkileri daha da çoktu.” 

Gerçekten de, 1948’de 73 sendikada örgütlü 52 bin sendika üyesi varken, 1955 yılında, 363 sendikada örgütlü 189 bin sendikalı vardı. 1959’da artış biraz hız kesmiş de olsa, 400’ü aşan sendikada örgütlü işçi sayısı 280 bine ulaşmıştı. Yine de toplam işçi sayısına sendikalı işçilerin oranı yüzde 11-12 civarındaydı. 

İşçisi destekleyince, elbette sendikacısına da DP’li olmak düşerdi. Şaban Yıldız, Abdullah Baştürk, Halil Tunç, Halit Mısırlıoğlu ve İbrahim Denizcier gibi daha sonra sol/sosyalist/sosyal demokrat olarak tanıyacağımız pek çok sendikacı 1946-1960 yılları arasında değişik dönemlerde DP’li oldu. Bu dönemde DP listelerinden 12 işçi-sendikacı kökenli milletvekili seçilirken, CHP listelerinden sadece iki milletvekili seçilebilmişti. 

Taksim’de ilk işçi mitingi

DP döneminde değişmeyen ise, “komünizm paranoyası’ idi. Soğuk Savaş Dönemi’nde olduğumuza göre, bu gayet normaldi. 1951 TKP Tevkifatı’nda pek çok aydın, sendikacı, kanaat önderi Sansaryan Hanı’nda işkencelerden geçirilmiş, ağır hapis cezalarına mahkum edilmişti. Ama solla ilgisi olmayanlar da devletin paranoyasının kurbanıydılar. Bakış böyle olunca, CHP döneminde başlayan ‘komünizmi tel’in mitinglerinin DP döneminde de dörtnala sürmesi gayet normaldi. Sendikaların önderliğinde 26 Ağustos 1950’de İstanbul, Adana ve Eskişehir’de, 17 Mayıs 1952’de İstanbul’da (kapalı salon toplantısı şeklinde), 1953 yılında Eskişehir, İstanbul, Ankara ve İzmir’de açık hava mitingleri yapıldı. 

Bunlardan 26 Ağustos 1950 tarihli İstanbul mitingi, Taksim’deki İnönü Gezisi’nde (bugünkü Gezi Parkı) yapılmıştı. Bu, Taksim’deki ilk işçi mitingi idi muhtemelen. Mitingin tertip komitesinin gazetelere gönderdiği bildirideki bazı ifadelere (imla hataları korunmuştur) göz atalım şimdi de: “Türk İşçisi, kominizmi bir tifüs mikrobundan daha tehlikeli görmektedir. Bu sebeple, Türk işçisi temiz alnı ve Türklüğüne yakışır vekarı ile bu illete her zaman göğüs gerecek kominizm mikrobunun Türk işçisinin bünyesinde yer bulamayacağını şanlı ordumuzun zaferini sağlıyan bir günde 26 Ağustos 1950 Cumartesi günü saat 15’te Taksim İnönü gezisinde yapacağı kominizmi tel’in mitingi ile ispat edecektir (…) Türk işçisi, damarlarındaki asil kandan aldığı kuvvet ve kudretle kominizmi her gördüğü yerde ezmeye ve yok etmeye and içer.” 

Bu ve benzeri mitinglerde, tifüs, veba, verem mikrobu gibi sıradan (!) hakaretlerin yanı sıra, “sinsi sinsi büyüyen bir hortlak mikrobu”, “yarasalar gibi zulmetten hoşlanan sefil ruhlu komünistler” gibi birbirinden orijinal (!) hakaretler bolca kullanılıyordu. Elbette bu “zararlı unsurların Moskof cennetine sürülmesi” türü talepler çok da ilginç olmasa gerek… 

Devletin Taksim tabusu başlıyor

DP’nin ilk döneminde sendikacılar sadece “komünizmi tel’in” için değil, işçi hakları için de bazı mitingler yaptılar. Hakan Koçak’tan öğrendiğimize göre, bu konudaki ilk başvuru CHP yanlısı İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) tarafından 1951 yılında yapılmıştı. Tekstil ve Örme Sanayii İşçileri Sendikası tarafından Taksim’de yapılması planlanan mitingin amacı, başta tekstil olmak üzere çeşitli iş kollarında yerli üretimin zayıflaması ve büyük çapta işten çıkarmaların başlaması üzerine, ithalat rejiminde değişiklik yapılması yönündeki işçi taleplerini dile getirmekti. Ama hükümet, aynen bugün olduğu gibi Taksim’de mitinge izin vermemişti. Halbuki bir yıl önce komünizmi tel’in söz konusu olduğunda Taksim işçilere açıktı! Sendika, durumu sert bir şekilde protesto etmekle yetindi. Ertesi yıl Nisan ayında İİSB, toplu işten çıkarmaları protesto etmek için yine Taksim’de bir miting düzenlemek istemiş, elbette yine izin alamamıştı. Sendikacılar yine söylenmekle yetinmişlerdi ama Taksim’de mitingden vazgeçmedikleri ertesi yıl anlaşılacaktı. 

15 Mart 1953’te Taksim’de ne oldu?

1953 yılında bu sefer Zeytinburnu Çimento İşçileri Sendikası’nın öncülüğünde sektördeki çeşitli sıkıntıları kamuoyuna duyurmak ve patronları protesto etmek için Taksim’de bir miting yapılması kararı alındı. Hükümetin gizli açık uyarılarına rağmen çalışmalar ilerledi ve 1953 yılının Mart ayının ilk haftasında 50 bin bildiri ile işçiler 15 Mart’ta Taksim’de toplanmaya çağrıldılar. Ama hükümet de kararlıydı. Sendikacılara bu işten vazgeçmeleri telkin edildi önce. Sendikacılar kulak asmadılar uyarılara ve 15 Mart günü, şehrin varoşlarından on binlerce işçi, otobüslerle, vapurlarla, tramvaylarla veya yaya olarak Taksim’e doğru akmaya başladılar. Başı çimento ve tekstil işçileri çekiyordu. Ama otelcilik işçilerinin Oleyis Sendikası, Deri ve Debbağ İşçileri Sendikası, İstanbul Şişe ve Cam İşçileri Sendikası, İstanbul Çikolata ve Şekerli Sanayii İşçileri Sendikası gibi katılımcılardan anlaşılacağı üzere çeşitli işkollarından işçiler mitinge akıyordu. Galata ve Atatürk köprülerinin başı polis tarafından tutulmuştu. Ancak işçilerin Taksim civarına gelmesi engellenememişti. Alana girilemiyordu ama çevredeki kahvehaneler, pastaneler ve işkembe salonları işçilerle tıklım tıklım dolmuştu. Kontrolün elden gitmekte olduğunu gören yetkililer, tertip heyetini, civardaki karakola çağırdılar. İddiaya göre Emniyet Müdürü, elindeki makineli tüfeği göstererek “içinde leblebi veya kahve çekirdeği yok, ona göre!” demişti. Sendikacılar tehlikenin farkına vardılar ve geri çekildiler. 21 kişilik heyet Taksim’e çelenk koyduktan sonra, bazı kaynaklara göre sayıları 10 bine, bazılarına göre ise 50 bine yaklaşan işçiler, emekçiler, sessizce dağılmaya başladılar. 

En Son Saat gazetesinin 18 Mart 1953 tarihli nüshasında gazeteci Fecri Ebcioğlu o güne dair izlenimlerini şöyle anlatmıştı: “Bu seferki mitingde büyük terakki (gelişme) kaydettik. Daha evvelkinde hiç müsaade etmemişlerdi. Halbuki bu sefer son dakikada vazgeçtiler. Demek bir daha sefere toplantı hakkımızı tam olarak verecekler. (…) Herşeyde aheste aheste gitmek iyidir. Malum ya acele işe şeytan karışır.” 

İstanbul Şişe ve Cam İşçileri Sendikası’nın yayın organı Cam-İş gazetesinde ise “Memleket tarihlerinin yanında bir de sanat, meslek, v.s. tarihleri vardır. Bu arada Türk işçileri tarihi de (mazisi çok eski olmasa da) geçmiş ve haldeki olayları kaydedecektir…” diye not düşmüştü tarihe.

Hezimetin ardından İİSB merkezinde konuyu tartışırken bazı üyeler “Sendikaları kapatıp anahtarları vilayete verelim” demişlerdi ama elbette bu yürekli teklif kabul görmemiş, bunun yerine gazetelere “Milletvekillerine Açık Mektup” başlıklı bir şikayet metninin gönderilmesiyle yetinilmişti. 

Taksim’e 23 yıl sonra kavuşma

Komünizmi tel’in mitinglerinin başını çeken Türk-İş’in (6 Eylül 1952’de kurulmuştu), komünist bayramı diye gördüğü 1 Mayıs’ı fiilen de kutlamak istememesi, onun yerine 6 Eylül’ü bayram ilan ettirmeye çalışması herhalde sizi şaşırtmayacaktır. “Fiilen” dedim çünkü 1923 İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs’ın işçi bayramı olması kararı alınmıştı ama bu hiçbir zaman kanunlaşmamıştı. Dahası 1923’te Ankara Hükümeti’nin denetiminde, 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu ile yargılamalı, kürek cezalı kutlanırken, 1 Mayıs en son 1927 yılında alanlarda kutlanabilmişti.  O tarihten fiilen yasaklanmış, 1935 yılında ise Bahar Bayramı yapılarak, kanunen ilga edilmişti.

27 Mayıs 1960 günü bir darbe ile DP iktidarını deviren askerler de emekçilerin Taksim’e çıkmasına izin vermediler. Aziz Çelik’in belirttiğine göre 31 Aralık 1961 tarihinde Taksim’de sendikal hakların yasalaşması için miting düzenlemek isteyenlerin karşısında bu kez İstanbul’un askeri valisi Refik Tulga çıkmıştı. Vali Tulga sendikaları Taksim’de miting yaparlarsa üzerlerine zırhlı askeri araçları sürmekle tehdit etmişti. Uzun pazarlıklar sonucunda miting 31 Aralık 1961’de Saraçhane’de yapılabilmişti.

Taksim, ancak son kitlesel kutlamadan 50 yıl sonra 1 Mayıs 1976’da yeniden işçi ve emekçilerin buluşma yeri oldu. DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikası’nda örgütlenen tarihi TKP’nin ve çeşitli sol örgüt ve partilerin liderliğindeki işçiler, emekçiler ve onların dostları, İstanbul Taksim Meydanı’ndaki resmi makamlara göre 150 bin, bazılarına göre 400 bin kişilik mitingle, resmen olmasa bile fiilen 1 Mayıs’ı enternasyonalist anlamda bir “işçi bayramı” yapmayı başardılar. 

“Kanlı” 1 Mayıs 1977

DİSK’in çağrısıyla bu sefer 500 bini aşkın kişinin katıldığı 1977’deki kutlamalar ise tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçti, çünkü karanlık güçlerin açtığı ateş sonucu (bugünkü bilgilerimizle 34 değil) en az 41 kişi ya ezilerek ya da kurşunlanarak öldü, öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı. Halbuki yazının girişinde belirttiğim gibi bir sonraki yıl adının 1 Mayıs Alanı olacağından o kadar emindi katılımcılar. (Ben de DİSK’e bağlı Tekstiplik Sendikası kortejiyle alandaydım o yıl.) 

1978’de kitleler yine Taksim’deydi ancak bu sefer, DİSK’in bazı sendikalarının ve TKP eğilimli demokrat örgüt ve gençlik örgütlerinin ağırlığına karşılık, katılan sendikalı işçilerin oranı daha azdı. 

Ülkenin büyük bir ekonomik krizle boğuştuğu, halkın temel ihtiyaç maddelerini temin için kuyruklarda çile doldurduğu, işçilerin hakları için grevlere çıktığı, 800’den fazla kişinin siyasi cinayetlere kurban gittiği 1979 yılının 1 Mayıs’ı, Kahramanmaraş Katliamı üzerine 26 Aralık 1978 günü 13 ilde ilan edilen sıkıyönetim koşullarında olsa da kutlanacaktı ancak Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından İstanbul’da (dolayısıyla Taksim’de) yasaklandı, ayrıca o gün sokağa çıkma yasağı da kondu. Bunun üzerine, Türkiye çapındaki kutlamalar İzmir’de Konak Meydanı’nda yapıldı. İstanbul’da, yasağı protesto için sokağa çıkan yüzlerce kişi gözaltına alındı. 

Sıkıyönetim Komutanlığı 1980’de İstanbul’da ve İzmir’de kutlama yapılmasını yine yasaklandı. 12 Eylül 1980 cuntasının ilk işi de 1 Mayıs’ı tatil günü olmaktan çıkarmak oldu.

İşçi sınıfı yeniden Taksim’de

1987’de yedi yıllık aradan sonra sendikalar öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim Anıtı’na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis sadece milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. 1 Mayıs 1988’de bir grup sendikacı Taksim meydanında 1 Mayıs’ı kutlamak için bir tertip komitesi oluşturmuş ve Valiliğe başvurmuştu. Tertip komitesinde olan Aziz Çelik’in anlattığına göre Valilik talebi reddedince, komite Sıraselviler’den Taksim’e yürümek istemiş, fakat sadece bir kaç milletvekili geçebilmişti bariyerleri. Geri kalanlar polis tarafından ağır biçimde coplanmış ve çiğnenmişti. 1 Mayıs 1989’da Taksim’de bir araya gelen kitleye de polis saldırdı. Bu sefer kan da döküldü ve Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirdi. 1 Mayıs 1990’da yine Taksim’e yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada ODTÜ öğrencisi Gülay Beceren felç oldu. 

Nihayet 2008’de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü olarak kabul edildi fakat AKP Hükümeti, Türk-İş, DİSK ve KESK’in 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama talebine izin vermedi. Buna rağmen 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için toplananlar yoğun bir baskı ile gaz ve su ile karşı karşıya kaldılar. 2009’da 1 Mayıs resmi tatil günü oldu fakat DİSK ve KESK’in Taksim’de kutlama için girişimine yine izin verilmedi Ancak bütün engellemelere rağmen binlerce insan barikatları aşarak Taksim meydanına çıktı ve 1 Mayıs’ı kutladı. Böylece Taksim yasağı kırılmış oldu. 2010, 2011 ve 2012’de Taksim’de yığınsal kutlamalar yaşandı. Özellikle 2012 kutlaması devasa bir hükümeti protesto eylemine dönüştü ancak hiç bir olumsuz olay yaşanmadı. Buna rağmen 2013 yılında AKP Hükümeti, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını önlemek için önce “inşaat var” bahanesine sığındı, ısrarın ciddiyetini anlayınca da 30 bin polisi Taksim’e çıkan yollara yığdı. Sonuç yaralılar, gözaltılar oldu. 27 Mayıs 2013’te AKP Hükümeti’nin başı Erdoğan’ın adeta kişisel ısrarıyla Taksim’deki Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası inşa etme girişimine karşı başlatılan Gezi eylemleri buna da tepkiydi. O tarihten sonra Taksim’de kitlesel kutlamalar yapılamadı. Bakalım bu yıl “Taksim’i geri almak” mümkün olacak mı?

Temel Kaynakça: Çelik Gülersoy, Taksim: Bir Meydanın Hikâyesi, İstanbul Kitaplığı Ltd, 1986; Aziz Çelik, Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık (1946-1967), İletişim, 2010, Hakan Koçak, “İşçi Sınıfının Uzun Taksim Yürüyüşü”, Toplumsal Tarih, sayı 185, Mayıs 2009, s. 48-53.


Ayşe Hür – 29.04.2024

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑