Makaleler

Published on Ocak 22nd, 2024

0

53 yılın ardından siyasal göçmenlik üzerine… | Doğan Özgüden


1971 darbesiyle başlayıp 1980 darbesiyle kalıcılaşan siyasal sürgünümüz ve günümüzün siyasal göçleri konusunda Açık Radyo’daki söyleşimizin metni

Türkiye’de 1995 yılından beri “Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık” olarak yayın yapan ve haftalardır göçmenlik, mültecilik ve sürgünlük konusunu işleyen Açık Radyo, 19 Ocak 2024 tarihli Vakayiname programında benimle “Avrupa’da ‘siyasi göçmen’ olmak” konulu bir söyleşi gerçekleştirdi.

Sabiha Sertel’in yeğeni yazar Nur Deriş’in önerisi üzerine bizimle temasa geçerek söyleşiyi yapan Vakayiname editörleri Ömer Madra, Güven Güzeldere ve Özlem Teke’nin sorularına, İnci ile benim görüşlerimizi yansıtan yanıtlara tam olarak Açık Radyo’nun arşivinden erişilebilir.*

Bu haftaki yazımda siyasal sürgünde yaşadıklarımızı ve mücadelelerimizi yansıtan bu söyleşinin metnini okurlarımla paylaşıyorum: 

SUNUŞ: Günaydın, Vakayiname’ye hoş geldiniz… Bugün konuğumuz Doğan Özgüden… Kendisi Ege Güneşi, Sabah Postası, Öncü, Milliyet, Gece Postası ve Akşam gazeteleriyle Ant Dergisi’nde yayın müdürlüğü yaptı. Sol harekete genç yaşta katılarak 1962’den sonra Türkiye İşçi Partisi saflarında mücadele verdi ve 1964’te partinin merkez yürütme kuruluna seçildi. Eşi İnci Tuğsavul ile birlikte Brüksel’de çeşitli dillerde yayın yapan İnfo-Türk ajansı ile çok uluslu eğitim merkezi Güneş Atölyeleri’ni kurup yönettiler…  Mücadeleleri nedeniyle birçok ödül de aldılar… Aynı zamanda Türkiye’deki ve sürgündeki mücadelelerini iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve altı ciltlik Sürgün Yazıları adlı kitaplarında belgeselleştirdiler. Doğan Özgüden’in yazıları Artı Gerçek sitesinde yayınlanıyor: Daha fazla bilgiye ulaşmak isteyenler oradan yazılarını okuyabilir.  

SORU: Epey bir süredir göçmenlik, mültecilik, sürgünlük konularından konuşuyoruz.  Bazen Türkiye’ye yurt dışından göçmen olarak, mülteci olarak gelen insanlar hakkında konuşuyoruz. Türkiye’nin yurt dışına verdiği göçten bahsediyoruz. Türkiye’de uzun süre yayıncılık yapmıştınız, daha sonra yurt dışına gitmek zorunda kalmıştınız. 12 Mart’tan sonra uzun yıllardır yurt dışında yaşıyorsunuz. Türkiye’nin hikayesini de yansıtan bir hikayeniz var… Yurt dışında da çok aktif olarak Türkiye ile ilgili işler yapıyorsunuz. Biraz bunların anlatımı ile başlayabilir miyiz?

YANIT: Aslında sürgünlük ve göçmenlik olayı birbirine çok yakın şeyler… Sürgün dendiği zaman siyasi nedenlerle göç etmiş insanları kast ediyoruz.  Bildiğiniz gibi bu konuda örnek olmuş Nazım Hikmet gibi, Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel gibi değerlerimiz var. 

Türkiye’deki 1971 askeri darbesinden sonra, çok ağır hapis cezaları tehdidi altındayken, yurt dışında cuntaya karşı Demokratik Direniş Hareketi’ni örgütleme kararı verdik. Çünkü Türkiye’de yapılacak bir şey yoktu, Ant dergisi kapatılmış, Ant yayınları susturulmuştu. Hakkımızda arama kararları vardı.  

Biz yurt dışına çıktığımızda on yıldan beri Türkiye’den Avrupa’ya gelmiş olan büyük bir göçmen kitlesi vardı. Türk olabilir, Kürt olabilir, çeşitli milliyetlerden olabilir. Türk devleti maalesef ülkedeki işsizlik sorununu halledemediği için bunları çok ucuz bir meta gibi Avrupa sermayesine satmıştı. Biz Avrupa’ya geldiğimizde Türkiyeli göçmenlerin yeraltı madenlerinde, ağır inşaat işlerinde, tehlikeli işlerde nasıl çalıştıklarını gördük, onların örgütlenmesine katıldık, sendikalılaşmalarına da yardımcı olduk. 

Göç olayı dediğimiz zaman hem aktif hem de pasif tarafları var… Türkiyeli göçmenlerin, ister ekonomik olsun, ister siyasal olsun, yurt dışındaki nüfusu zannediyorum 3 milyonu geçti. Tabii ki ikinci kuşağın, ardından üçüncü kuşağın da gelmesiyle… Bir de bunun aksi istikamette gelişen bir sürgünlük var… Bunun en son örneklerini Suriye olaylarından sonra yaşadık. Hâlâ da Türkiye’ye sürekli olarak dışarıdan, Afganistan’dan, İran’dan, şimdi de büyük ihtimalle Filistin’den büyük ölçüde sürgün veya göçmen gelmeye devam edecek… 

Tüm bu olayları biz hep enternasyonal bir bakış açısıyla görmeye çalıştık. Avrupa’da yaptığımız çalışmalarda iki şey vardı… Birincisi Türkiyeli insanlar olarak, Türkiye’nin geçmişinde mücadele vermiş insanlar olarak, Avrupa kamuoyunu Türkiye’deki gelişmeler konusunda farklı dillerde, İngilizce, Fransızca, Almanca, Flamanca dillerinde aydınlatmayı görev bildik. Bunun için Avrupa Konseyi, Avrupa insan hakları örgütleri, Avrupa Topluluğu nezdinde kampanyalar düzenledik, birçok kitaplar ve belgeler yayınladık… Ayrıca bu sene 50. yılını dolduran aylık İnfo-Türk enformasyon bülteni var, bununla da hâlâ bilgi vermeye devam ediyoruz.

Sadece 12 Mart darbesi değil, 12 Eylül darbesi de…

Sadece 12 Mart 1971 darbesi değil… Biz artık Türkiye’ye dönüş yapıp Ant’ı yeniden başlatma hazırlıkları yaparken, 12 Eylül 1980 darbesi geldi. 1980’den itibaren Türkiye’den daha ön planda siyasi şahsiyetler siyasal göçmen ya da sürgün olarak gelmeye başladılar…  Örneğin Behice Boran, Yılmaz Güney, DİSK yöneticisi arkadaşlar… Biz o dönemde ikinci cuntaya karşı da Demokrasi İçin Birlik örgütünü kurduk. Onun cezası da bizim için şu oldu: 200’ü aşkın Türkiyeli siyasal göçmenle birlikte Türk vatandaşlığından atıldık. 

Bizim buradaki çalışmalarımız sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı… Dünyanın dört bir yanından gelmiş olan Asyalı, Afrikalı, Latin Amerikalı göçmenlerin Belçika toplumuna entegrasyonu ve başarılı olmaları için Güneş Atölyeleri adı altında bir eğitim merkezi kurduk.  Bu Güneş Atölyeleri’ne bugün aşağı yukarı 100’den fazla farklı milliyetten insanlar geliyor, kadın, erkek, genç, çocuk…  

Bu çalışmayı yürütürken, tabii ki yaşadığınız ülkenin mücadelesi içerisinde de olmak zorundasınız… İnci’yle ben de sürekli olarak Belçika’daki sendikaların, insan hakları örgütlerinin, yabancı düşmanlığına karşı mücadelenin içerisinde olduk.

Hemen şunu da söyleyeyim… Son seçimlerden önce kafaya koymuştuk, Türkiye’de bir değişim olursa Türkiye’ye dönüp her şeye belli yerden başlamak niyetindeydik. Çünkü Avrupa’da yaşlarımız ilerledi… Şimdi ben 87 yaşındayım, İnci de 83… Burada kurduğumuz kurumları artık ikinci kuşaktan, üçüncü kuşaktan yöneticilere emanet ettik. Onlar çalışmaları götürebiliyorlar… Seçimden sonra bir değişiklik olsaydı, belki de dönüp Türkiye’nin havasını yeniden teneffüs edecektik, belki sizlerle birlikte olabilecektik… Bu fırsat kaçtı, ama umudumuzu kesmedik, devam ediyoruz…

Günümüzün siyasal göç veya sürgünleri üzerine…

SORU: Son zamanlarda Türkiye’den yurt dışına doğru beyin göçü diye adlandırılan bir göç söz konusu… Bu gruptan insanlarla da konuştuk, tabii sizin durumunuzla aynı değil…  Mesela iyi bir işe sahip olarak yaşamak üzere Avrupa’ya gidenler var… Bu siyasi nedenlerle Avrupa’ya gitmek zorunda kalmaktan çok farklı bir şey haliyle…  Siz de tahmin ederim ki “gideriz, 50 sene de orada kalırız” diye düşünmüyordunuz. Büyük ihtimalle kısa bir sürede dönmek düşüncesindeydiniz…  Fakat bu hep böyle oluyor galiba…  Yani insan “bir iki sene içinde dönerim” diyor, ama bir bakıyorsunuz yirmi sene olmuş, otuz kırk sene olmuş… Sizin durumunuz da öyle mi oldu?

YANIT: Bizim durumumuz enteresan… Avrupa’ya çıkmamız kararı Ant dergisinin yazı kurulunda alındı. Yirmi kişilik bir yazı kurulumuz vardı… Çok değerli arkadaşlar vardı… Derginin kapatılmasından sonra gizli bir toplantı yapıldı ve biz o kararla yurt dışına çıktık… Yurt dışında cuntaya karşı demokratik direnişi örgütledikten sonra en kısa zamanda Türkiye’ye dönecektik…  Türkiye’den normal pasaportla da çıkmadık. Sahte pasaportla çıktık ve Avrupa’da iki yıl illegal yaşadık. Avrupa’ya çıkar çıkmaz iltica istemedik, yani bir sığınma durumu olmadı, çünkü kafamızda bir iki yıl içerisinde demokratik direnişi örgütledikten sonra yine aynı yollardan Türkiye’ye dönerek mücadeleyi orada sürdürmek vardı. 

Sizin sorduğunuz soruya gelince, şüphesiz şu anda büyük bir beyin göçü var. Bunların içerisinde gerçekten siyasal olarak başı dertte olduğu için çıkmak zorunda kalan arkadaşlar var. Çıktıkları zaman Türkiye dışında çok olumlu çalışmalar yapan arkadaşlar var. Ama bir kısmı daha iyi hayat koşulları kazanabilmek için ya da Türkiye’de uğradıkları mesleki dışlanmalardan kurtulmak için çıkıyorlar, gayet anlaşılır bir durum… Ayrıca bu Türkiye’ye özel bir durum da değil. Avrupa’nın başkentindeyiz… Burada şu anda büyük bir kriz yaşanıyor. Siyasal baskılardan ya da ekonomik imkansızlıktan kaçarak dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen insanlar var. Avrupa Birliği daha geçende yeni bir karar aldı…  Bunların nasıl önlenebileceği, sınırlara nasıl engeller konulacağı tartışılmakta…  Önümüzdeki dönemde herhalde büyük bir sorun olacak, çünkü 2024 yılında Avrupa seçimleri var. Bu seçimlerde büyük bir ihtimalle aşırı sağcı partiler büyük bir varlık gösterecekler, Avrupa Parlementosu’nda, giderek Avrupa Komisyonu ile Avrupa Bakanlar Konseyi’nde etkilerini arttıracaklar.  Göçmen karşıtı önlemler Avrupa Birliği üyesi devletler düzeyinde de yoğunlaşacak… Şu anda böyle bir dram yaşanmakta… 

Bugün sokağa çıktığınız zaman Brüksel’in belli mahallelerinde, bu soğukta, köşe başlarında kurulmuş çadırlar içerisinde yaşayan Afganistan’lı, Afrika’lı, Latin Amerika’lı insanlar var… Kendilerine oturma ve çalışma izni verilmediği için sefalet içinde yaşayan insanları görüyoruz… 

Avrupa böyle bir dramın içerisinde…  Tabii Türkiye bundan çok farklı bir durumda…  Türk Devleti, Avrupa’ya gelmek üzere Türkiye üzerinden geçmek isteyenleri bloke etti. Bunu büyük bir para karşılığında yaptı, Avrupa ile ilişkilerinde de bunu bir tehdit unsuru olarak kullanmaya devam ediyor, “Üstüme fazla gelmeyin, sınırları açarım, milyonlarca göçmeni Avrupa’ya yönlendiririm” diyor…  

Göç meselesinde konunun bireyler yanına gelmek istiyorum…  Siyasi nedenlerle gelmiş olsun, mesleki nedenlerle gelmiş olsun, şunu bekliyorum göçmen arkadaşlardan…  En son İnci üzerine yayınladığınız kitapta vurguladığımız gibi vatansızlığı vatan eylemek…   Bulunduğumuz yerde yaratıcı olmak, bir şeyler yapmak ve bütün bunlarla da geldiğimiz ülkeye de bir katkı getirmek… İnfo-Türk’ün 50. yıldönümünde bu konuya açıklık getirecek dokümanlar hazırlıyoruz…

SORU: Bu 50 yıl adeta bir rekor… Bu kutlamaları nasıl örgütlemeyi tasarlıyorsunuz? Oldukça ilginç bir şey olabilir, dünyada çok sık rastlanan bir şey değil…

YANIT: Tabii 50. yılı kutlamak için bayram yapacak değiliz…  Bizim için söz konusu olan bu 50 yıllık mücadele içerisinde neler yapıldı, neler başarıldı, ortaya neler kondu, kalıcı olanlar nelerdir, bunları belgelemek ve bizden sonra gelecek olan kuşaklara da bir örnek sunmak… 

Türk Devleti’nin yurt dışındaki baskı ve tertipleri

SORU: Bir de Nazım Alpman’ın yaptığı bir belgesel var, YouTube’da seyretmek mümkün: Vatansız Vatanperver Doğan Özgüden… O belgeseli izleyince insan biraz da acı bir şekilde şunu anlıyor… Siz Türkiye’de yayıncılığa da, sol harekete de çok emek vermiş bir kişisiniz, ama başınıza gelmeyen kalmamış… Türkiye’de sol hareket bugün istenilen bir ağırlığa sahip değilse bu sizin gibi insanların zamanında yurt dışına çıkmak zorunda bırakılmalarından filan da kaynaklanıyor, bunu da bu belgeselde çok net bir şekilde görmek mümkün… 

YANIT: Aslında konuşmamda şunu söylemeyi atladım…  Başta dediğim gibi biz Türkiye’den çıktığımızda, iki sene sonra döneceğiz diye, bütün faaliyetimizi sahte pasaportla yürüttük. Fakat 1973 senesinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde, o zamanki Türkiye delegasyonu başkanı Turhan Feyzioğlu kürsüye çıktı, “Yurt dışında Türkiye aleyhine bütün bu yayınları yapan, kampanyaları yürüten iki tane komünisttir” dedi ve bizim isimlerimizi verdi… Bunun üzerine Avrupa parlamenteri arkadaşlar “Avrupa’da iki senedir kaçak yaşıyorsunuz… Ama  bu adamın yaptığı provokasyondan sonra büyük bir ihtimalle Avrupa polisi ile de başınız derde girecek, iltica isteyin” dediler, onun üzerine biz mecburen Hollanda’dan iltica istedik.  Amnesty International sekreteri Thomas Hammarberg ve Avrupa Parlementosu’nun müstakbel başkanı Piet Dankert bizim lehimizde tanıklık yaptılar ve bize kısa zamanda mülteci statüsü tanındı. 

1973 yazında biz Birleşmiş Milletler himayesinde iki mülteci olduk. Özgürlüğümüzü kazanmışız, artık hayatımızı kazanma imkanımız var… Hollanda’da fazla bir şey yapamayız, uluslararası bir merkezde olmalıyız…  Brüksel’e gelerek İnfo-Türk’ü kurduk… İnfo-Türk’ün amacı şuydu: hem Türkiye konusunda bilgilendirme yapmak, hem de Türkiye’de o sırada kitap yayını yapılmadığı için orada yayınlanamayan kitapları burada basarak el altından Türkiye’ye göndermek… Fakat biz buraya gelir gelmez Türkiye Büyükelçiliği devreye girdi ve Belçika makamlarına baskı yaparak bizi tam dört yıl oturma ve çalışma izni almaktan mahrum etti.  İllegaliteyi, hem de Birleşmiş Milletler mültecisi olarak, Belçika’da da sürdürdük.

Ama orada da bitmedi… 12 Eylül 1980 darbesinden sonran Türk vatandaşlığından atıldık. Buna karşı Türk Danıştay’ında dava açtık. Ancak Türk Danıştayı, “Milli Güvenlik Konseyi kararları aleyhinde dava açılamaz” diye reddetti. Ve biz uzun süre vatansız statüsünde yaşamak zorunda kaldık. Türkiye’ye gitme imkanları da olmadığı için, sonunda mecburen Belçika vatandaşlığını alarak çalışmalarımızı burada devam ettirdik. Türkiye’de bizden sonraki arkadaşlar gerçekten çok değerli yayınevleri kurdular, yayınlar yaptılar, Onlara yurt dışından destek vermeye çalıştık ve hâlâ da vermeye çalışıyoruz.

SORU: Kolay gelsin sahiden… Avrupa’ya göçmen olarak gitmek isteyen, orada yaşamak isteyen bir çok genç insan var… Bunlar da aslında dolaylı olarak, siyasi nedenlerden ötürü bunu istiyorlar, Avrupa’da daha özgürce bir yaşam bulabileceklerini düşünüyorlar… Uzun süredir Avrupa’da yaşamak zorunda kalmış olan birisi olarak siz herkese ne demek istersiniz?

YANIT: Şu ya da bu nedenle sürgüne gitme ihtiyacı olan arkadaşlar, gerçekten yurt dışında yapıcı bir çalışma organize edebileceklerine inanıyorlarsa, bunun temellerini gelir gelmez atmanın yollarını bulmalıdır. Türkiye’deki gelişime göre “yarın demokratikleşme olur, yeniden Türkiye’ye dönerim” gibi bir hesap içerisinde oldukları takdirde bir beklenti sürecine giriliyor ki ben bunu paylaşmıyorum. Bence Avrupa’ya gelen arkadaşların hepsi geldikleri yerde ellerindeki bütün imkanları ve çevrelerini kullanarak yaratıcı ve üretici bir çalışma içerisine girmelidir. Yoksa hem kendi öz yurduna bağlılığında bir zaafa sürüklenecek, hem yaşadığı ülkeye de bir katkıda bulunamayacaktır. 

SORU: 50 sene önceki durumla şimdiki durum arasında fark var, Türkiye açısından da, Avrupa açısından da böyle…  Siz bugün Avrupa’ya çıkmak zorunda kalsaydınız belki daha farklı bir şeyler yapardınız… Geriye baktığınızda “keşke şunu şöyle yapsaydık” dediğiniz şeyleri de özetleyerek program bitirebilir miyiz?

YANIT: Bizim bir pişmanlığımız olmadı… İnci’nin de, benim de… Geldiğimiz andan itibaren Avrupa’da bir şeyi örgütlemeye çalıştık, bir şey üretmeye çalıştık. 50 yılı aşkın süredir de buna devam ediyoruz. Bunu daha baştan başaramadığınız takdirde büyük bir moral çöküntü içerisinde kalırdık. Biz bu moral çöküntüyü hiçbir zaman yaşamadık… 

Bizim bir şansımız da şuydu: Biz Türkiye’den geldiğimizde Türkiye askeri cunta yönetimi altındaydı ama Avrupa’nın üç ülkesi daha, İspanya Portekiz ve Yunanistan da faşist diktatörlükler altındaydı. Biz bu ülkelerin yurt dışında direniş gösteren anti-faşist devrimcileriyle, demokratlarıyla beraber olduk, onlardan çok şey öğrendik, Türkiye’yi onlara çok daha iyi anlatma imkanımız oldu. Bu bizim için büyük bir güçtü, ama aynı şartlar tabii ki şimdi yok… Bu üç ülke çoktan faşist diktatörlük altından çıktılar. Ben şimdi hepsini saygıyla hatırlıyorum, bize el vermiş olan Yunanlı, İspanyol, Portekizli, Güney Afrikalı, Latin Amerikalı devrimci arkadaşları… Çoğu artık bizim gibi ileri yaşlarda ya da hayata veda edenler oldu… Hepsini saygıyla anıyorum.

https://open.spotify.com/episode/5y6CAXo7JI3oSPArvI85vb


Doğan Özgüden – Artı Gerçek – 22.01.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑