Makaleler

Published on Nisan 27th, 2024

0

Alevilik üzerine notlar | Cihan Yıldız


Alevilik İslam’ı farklı yorumlasa da sonuç itibarı ile savunulan İslam dinidir… Alevilik, şu ya da bu ulusun özel bir özelliği değil, dinî bir inançtır…

Aleviliğin ne olduğu ve gelişmesi bağlamında farklı görüşler var. Kimileri Aleviliğin İslamiyet dışında olduğunu, onun İslam dininin kurucusu Muhammed sonrası dört halifeden biri olan Hazreti Ali ile başlamadığını, daha önceleri de Aleviliğin var olduğunu savunmaktadır. Baskın görüş ise Aleviliğin İslamiyet içinde görülmesi gerektiğini ve Aleviliğin Hazreti Ali ile başladığını iddia etmektedir.  

Bizim için temel sorun, Alevilik üzerine yapılan tartışmaların siyasi olarak neye ve kime hizmet ettiği sorunudur. İslam dini içinde de olsa, dışında da olsa, Alevilik dinî bir akımdır. Dinî bir akım, ideolojik olarak gericiliktir. Böyle olmasından dolayı da Aleviliğin her türlü savunuculuğu gericiliktir. Herhangi bir dinî akım, belli dönemlerde “ilerici” bir rol oynayabilir. Fakat buna rağmen, sorunun özü değişmemektedir. Biz, Aleviliğin İslam dışı olduğunu ve ilerici, hatta devrimcilik olduğunu savunanların, isteklerinden bağımsız olarak dini gericiliğin ekmeğine yağ sürdüklerini, Aleviliğe sahip olmadığı nitelikler atfettiklerini söylüyoruz.

Biz aynı zamanda, Aleviliğin hangi süreçte ve nasıl geliştiğini, içinde bulunduğu şartlarda nasıl değiştiğini; imam Ali’den bu yana Aleviliğin sembolü olmuş kişilerin birbirlerinden farklılıklarını ortaya koymak için, bugün özel olarak uğraşmayı da gerekli görmüyoruz.

Bugün, önemli olan Alevilerin hangi politika temelinde hareket ettiği, ne için mücadele ettiği ve hangi sınıfa hizmet ettiğidir. Bugün Alevilik adına konuşan bütün sol dergi ve örgütler, yanlış bir siyasetin savunuculuğunu yapmaktadır. Çünkü Aleviler üzerindeki baskılara karşı çıkmak için, Aleviliğin savunuculuğunu yapmak gerekmez. Aleviliğin savunuculuğunu yapan bazı kesimlerin, savundukları bazı demokratik talepler, bunların genel olarak dinî gericiliğin savunuculuğunu yaptıkları olgusunu ortadan kaldırmamaktadır. Alevilik savunuculuğu temelinde yapılan “devrimcilik”, ancak ve ancak, devrimciliğe ve devrimci mücadeleye saldırı anlamını taşır. Bu durumda yapılan şey, dinî gericiliğin devrimcilik maskesi ile savunulmasıdır.

Aleviliğin İslam dini dışında olduğunu savunanlar, sadece “devrimci” görünümlü olan kişi ve gruplar değildir. Sünni mezhebinden olan dinci gericilerin bir bölümü de Alevilerin Müslüman olmadığını savunmaktadır! Ayrı ayrı noktalardan yola çıkılsa da varılan yer aynıdır. Bu “devrimci ve demokratlar” dinci gericilerin bir bölümü ile farkına varmadıkları bir yerde birleşmektedir.

Kimi demokrat, devrimci görünen kesimler, Aleviliğin İslam dininin bir mezhebi, onun bir parçası olduğu olgusunu bir kenara atmakta, tartışma, Alevi mezhebi ile diğer mezhepler arasındaki farklılıklar üzerine yoğunlaşmaktadır. Böyle tartışıldığı için de Alevi mezhebinin diğer mezheplerle karşılaştırıldığında var olan bazı “olumlu” yanları ilerici, devrimci olarak gösterilmektedir! Bu konudaki tartışmalarda ilk önce sorunun bu yanına karşı çıkmak gerekiyor.  

Alevilik İslam’ı farklı yorumlasa da sonuç itibarı ile savunulan İslam dinidir. Hiçbir şey bu gerçeğin üstünü örtemez. Nitekim Aleviler, Kur’an’ın gerçek sahiplerinin Aleviler olduğunu savunmaktadır. Aradaki farklılık Allaha, dine inanmak, dinin savunulması değil, Kur’an’a dayanarak insanların nasıl yaşaması gerektiği konusundaki değişik yorumdur. Mezhepler arasındaki çelişkiler de bu değişik yorum temelinde ortaya çıkmaktadır. Her mezhep kendisinin gerçek Müslüman olduğunu savunmaktadır. Hiçbirinin de Kur’an’a ya da İslamiyet’e karşı herhangi bir tavrı yoktur. Bunun için de Aleviliğin ne olduğu tartışıldığında öncelikle onun da İslam dinini savunan bir akım olduğunun öne çıkarılması gerekir.

Alevilik, şu ya da bu ulusun özel bir özelliği değil, dinî bir inançtır. Sorunun özü, Aleviliğin neye ve kime hizmet ettiği sorunudur. Aleviliğin diğer dinî akımlardan “iyi” olan bazı yanlarına bakılarak bunları savunmak yanlıştır.  Aleviliğin sahip olmadığı özellikler Aleviliğe mal edilirken, çokça söylenen “Alevilik, sadece dini bir inanç değil, bir yaşam biçimi, bir felsefe”dir tespiti de sorunu çarpıtmak için kullanılan bir tespittir. Çünkü her din, ya da dinî akım kendisine göre bir yaşam biçimi, bir felsefe oluşturmaktadır. Sorun, bu noktada da söz konusu edilen yaşam biçimi ve felsefenin içeriğidir. Diğerlerinden ne kadar farklı olursa olsun, her din ve dinî akımın felsefesi idealizmdir. Bu yüzden de biz materyalistler, her türlü din ve dinî akımın savunuculuğunu reddediyoruz.

İslam dininde mezhepler peygamber Muhammed’in ölümünden sonra gelişmiştir. O dönemde halife olmak için yürüyen iktidar kavgası, Müslümanları kendi içinde bölmüştür. Aleviliğin kökeninde ise Ehl-i Beyt (yani peygamberin soyundan gelenler) yanlısı olmak yatmaktadır. Ehl-i Beyt’i oluşturanlar peygamber Muhammed, kızı Fatma, kuzen ve damadı Ali ile Ali’nin çocuklarıdır. Dördüncü halife olan Ali’nin ölümünden sonraki iktidar kavgası ve bunun sonucundaki çatışmalar mezhep temelindeki ayrılıkların gelişmesini hızlandırmıştır. Aleviliğin gelişmesinde rol oynayanlar, o dönem Muhammed ve Ali’nin soyundan gelen imamlar olmuştur. Daha sonra ise bunların yolunda yürüyenler rol oynamıştır. On iki imam diye bilinenler, Ali’den itibaren babadan devralınan bir imamlık görevini yerine getirmişlerdir. Üçüncü imam olan Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi, Aleviliğin gelişmesi tarihinde özel bir yer almaktadır. Öyle ki, bu olayın üzerinden 1400 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Aleviler Muharrem ayında hâlâ bunun yasını tutmaktadırlar. Bu yas tutma işi bazı bölgelerde iyice fanatik bir biçimde kendisini göstermektedir. Şöyle ki, imam Hüseyin’in öldürülmesinin yıldönümünde, insanlar kendilerini zincirlerle ve değişik dayak aletleriyle kan-revan içinde bırakıncaya kadar dövmektedirler, bu arada Hüseyin uğruna “şehit” olanlar da olmuyor değil…  

Bu tek yanlı ve yanlış yaklaşım kendisini başka türlü de göstermektedir. Şöyle ki, Alevilerin en temel dayanaklarından biri, “İmam Cafer-i Sadık Buyruğu” adlı kitaptır. Söz konusu kitap Alevilerin, daha doğrusu kendi deyimiyle Müslümanların nasıl yaşaması gerektiği vb.nin kurallarını ortaya koymaktadır. Her ne tesadüfse Aleviliğe methiyeler dizenler, ilerici, devrimci gösterenler bu kitapta yazılı olanlara bakmamakta ve bu konuda susmayı tercih etmektedirler. Kısacası Aleviliğin temelini oluşturan kitaplar, Kur’an’ın ve ayetlerinin açılımını ve savunusunu oluşturmaktadır. Bu yapılırken de değişik dönemlerde, değişik imam ve “uluların” söyledikleri eklenmekte ve yorumlanmaktadır.

Kuşkusuz Alevilik kendi içinde de değişik biçimlerde yorumlanmakta ve farklılıklar içermektedir. Bu farklılıklar temele yönelik olmasa da vardır. Örneğin bazı Aleviler Muharrem ayında kendilerine “işkence” ederken, bir başka kesim sadece oruç tutmak, kurban kesmekle yetinmektedir. Ya da bir kesimi tavşan eti yemezken, diğer bir kesimi hangi hayvan olursa olsun dişi hayvan etini yememektedir vs. vb. Farklılıklar sadece gelenekler açısından değil, oynadıkları roller açısından da vardır. Örneğin İran’daki Alevilik ile Kuzey Kürdistan-Türkiye Aleviliği arasında fark vardır. İran’da Şiilik olarak da geçen Alevilik iktidardadır ve açıkça karşı devrimin bir odağı hâlindedir. Oysa Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Alevilik, sürekli baskı altında tutulduğundan dolayı, baskıya karşı gelme temelinde demokratik bir yana sahiptir. Aleviliğin değerlendirilmesinde böylesi farklılıklar da göz önüne alınmak zorundadır. Aleviliği yüceltmek nasıl yanlışsa, bunların hepsini bir göstermek de yanlıştır. Yapılması gereken şey, somut olarak Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Aleviler üzerindeki mezhep baskısına karşı çıkmak, fakat dinin savunulması tavrına düşmemektir.

Biz bilimden yanayız. Toplumsal bilim söz konusu olduğunda ise, işçi sınıfının kurtuluşunun bilimi olan Marksizm-Leninizm’den yanayız. Din bilimin düşmanıdır, bilim de dinin. Bu yüzden de dinin savunulmasını hangi biçimde olursa olsun reddediyoruz. Bu olgu, dine karşı mücadelenin hangi yollardan ve nasıl olacağından bağımsız olarak böyledir.

Bir Alevi, hem marksist-leninist hem de Alevi olamaz. Bu iki olgu birbirini dıştalar. Yani bilim ile din birbirine düşmandır. Alevi mezhebinden biri eğer Marksizm-Leninizm bilimini savunup, aynı zamanda Aleviliğe de sahip çıkıyorsa, o kişi, bilim ile din arasında kalmış, gerçekte ise Marksizm-Leninizm’i, en azından dine karşı tavır bağlamında kavramamıştır. Bu bağlamda söz konusu kişi seçimini yapmak zorundadır. İkisi bir arada olamaz.

Biz komünistler, burjuva devletinin diğer baskılarına karşı olduğumuz gibi, herhangi bir dine veya herhangi bir mezhep üzerindeki baskısına da karşıyız. Bu bağlamda Aleviler üzerindeki mezhep baskısına da karşıyız. Bizim tavrımız din ile devlet işlerinin gerçekten birbirinden ayrılması, hiçbir mezhep ve dinî harekete imtiyaz tanınmaması ve dinî inançlar üzerindeki baskının kaldırılmasıdır. Biz bu baskıya karşı gelirken, genel olarak dinin, özel olarak da şu ya da bu mezhebin savunuculuğunu, bir mezhebin, dinî inancın yüceltilmesini de reddediyoruz.

Lenin’in şu görüşleri bize yol göstermektedir:

“Marksist materyalist olmak, yani dine düşman olmak zorundadır. Fakat o diyalektik bir materyalist olmak, yani dine karşı mücadeleyi soyut olarak, soyut, tamamen teorik, her zaman aynı kalan bir propaganda temelinde değil, gerçekten cereyan eden ve kitleleri her şeyden önce ve en iyi eğiten somut bir temelde, sınıf mücadelesi temelinde yürütmek zorundadır. Marksist tüm somut durumu kavrayabilmeli, anarşizmle oportünizm arasındaki sınırı daima bulmayı becerebilmeli (bu sınır izafi, hareketli, değişebilir bir sınırdır, fakat vardır), ne bir anarşistin soyut, anlamsız, gerçekte boş “devrimciliği”ne, ne de dine karşı mücadeleden korkan, bu görevim unutan, tanrı inanıyla uzlaşan ve kendisine sınıf mücadelesinin çıkarlarını değil, “yaşa ve yaşat” gibi sivri akıllı bir kurala göre kimseyi kırmamak, kimseyi dışlamamak, kimseyi ürkütmemek biçimindeki dar görüşlü, küçük hesabı rehber edinen küçük-burjuvanın ya da liberal aydının dar görüşlülüğüne ve oportünizmine düşmelidir.” (“Din Üzerine”, Lenin, s. 20, İnter Yayınları, Temmuz 1998, İstanbul) (Bold yazı Lenin’e aittir.)

“Bütün modern dinler, her türlü dinsel örgüt”, işçi sınıfının sömürülmesi ve ezilmesini savunmaya hizmet eden araçlardır. Marksist-leninistler, dinin kendisine olduğu gibi, her türlü dinî örgütlenmeye de karşıdır. Alevilerin kendi inançları temelinde örgütlenme hakkı, demokratik bir haktır. Marksist-leninistler, mezhep temelinde örgütlenmeyi yanlış bulsalar da Alevilere örgütlenme hakkını savunurlar. Mezhep baskısına karşı çıkmak, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Alevilerin örgütlenme hakkını savunmak; fakat bu örgütlenmenin, gerici bir örgütlenme olduğunu, komünistlerin bu örgütlenmeden yana olmadığını açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Lenin’in tavrı bize yol göstermektedir. Somut durum tahlili adına Alevilerle uzlaşma tavrını takınmak, dine hizmettir. Sonuç olarak, kimi devrimci grupların Aleviliğe bakış açısı, dinle uzlaşma, idealist bakış açısıdır. Bu bakış açısı, Marksizm-Leninizm’e saldıran ve reddedilmesi gereken bir tavırdır. Marksizm-Leninizm, dinle en ufak bir uzlaşmayı bile reddeder.


Cihan Yıldız – 27.04.2024

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑