Published on Haziran 11th, 2024
0Dünyaya yeni Ekimler gerek | Cihan Yıldız
Sosyalizm, evet bugün emperyalizmin insanlığın doğal yaşam temellerinin yok edilmesi, haksız, gerici savaşların mimarı demek olduğunun çok daha berrak bir biçimde görüldüğü ortamda, barbarlığın biricik ve tek alternatifi olarak kendini dayatmaktadır…
Dünyanın her kıtasında savaşlar sürüyor. Bu savaşların en güncel olanı Ukrayna ve Filistin’dir. Bu yerel savaşlar yeni bir genel paylaşım savaşının ön hazırlıklarıdır. Bütün emperyalist dünya, en başta da emperyalist büyük güçler, hummalı bir şekilde yeni bir paylaşım savaşına hazırlanıyor. Silahlanma yarışı tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı. Yeni bir genel emperyalist savaş tehlikesi bugün kendini somut olarak hissettiriyor. Emperyalist savaş tehlikesinin kaynağı bizzat emperyalist sistemdir. Emperyalizm var oldukça emperyalist savaş tehlikesi var olacaktır. Emperyalizm var oldukça, emperyalist savaşlar kaçınılmazdır. Emperyalist büyük güçler (ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya, Kanada) dünyanın yeniden paylaşımı için kapışıyor. Bugünkü dünyanın hâline bakıldığında, emperyalist sistemin alternatifi için mücadelenin gerekliliği ortaya çıkıyor. Emperyalist savaş tehlikesini bütünüyle tarihe gömmek için, emperyalist sistemi proleter dünya devrimiyle parçalamak, yok etmek gereklidir. Esas görev; emperyalist savaş hazırlıklarına karşı Proleter Dünya Devriminin propagandasını merkeze koymaktır. Devrim emperyalist savaşı gerçekten önlemek için tek gerçek yoldur!
1917 Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ile Bolşevik Parti önderliğinde Rusya’da iktidarı ele geçiren proletarya, bütün dünya emperyalist sisteminin içten ve dıştan azgın saldırılarına yiğitçe direnerek, Lenin ve daha sonra onun eserini devralıp geliştiren Stalin önderliğinde yeni bir dünya yaratma, sömürüşüz bir dünya yaratma muazzam görevine sarılmıştı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği… Bu isim, 1922’de kurulan ve önüne sosyalizmin inşasını büyük hedef olarak koyan, dünün Çarlık Rusya’sının ezdiği, Ekim Devrimi’nin özgürleştirdiği ulusların emperyalist dünyaya savaş ilanı olan özgür birliğinin adı idi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bütün dünyada proleter iktidarların özgür katılımına açık, devletten devletsizliğe geçişte son biçim olacak olan, uluslararası alandaki proletarya diktatörlüğü devletinin ilk durağı, çıkış noktası, ilk devletsel dayanağı idi.
Bu devlet, uluslararası emperyalist burjuvazinin baş düşmanı, onun etine saplanmış ölümcül bir kama idi. Emperyalist burjuvazi için bu devlet mutlaka yıkılması gerekli olan bir kötülük kaynağı idi. Uluslararası proletarya ve ezilen halklar için ise o, büyük bir dayanak, büyük bir örnek, devrimin mutlaka korunması, savunulması gerekli bir üs alanı; en kısa deyişle emekçilerin gerçek anavatanı idi!
Emperyalist burjuvazi neler yapmadı bu devleti zayıflatmak ve yıkmak için? Fakat belli bir tarihe kadar bütün iç ve dış saldırılar doğru marksist-leninist bir önderlik altında Sovyetler Birliği işçi sınıfı ve emekçi yığınları tarafından boşa çıkarıldı. Sosyalizmin inşasında muazzam başarılar elde edildi. 1917’nin diğer emperyalist büyük güçlerin desteğine muhtaç çarlık ve sonra demokratik Rusya’sının yerini 1938’lerde her alanda emperyalist büyük güçlere kafa tutabilecek bir sosyalist devlet almıştı.
Bu devlet; temel hedeflerinden biri bu devleti yok etmek, emperyalizmin dünyanın altıda birinde yitirdiği iktidarı yeniden kurmak olan İkinci Dünya Savaşı’ndan da, yine marksist-leninist doğru önderlik altında, yenilgi ile değil; zaferle çıktı.
Bu zafer, evet 27 milyon Sovyet vatandaşının, en ön saflarda da komünistlerin hayatları pahasına, Sovyetler Birliği’nde barbar Nazi ordularının gerçekleştirdiği muazzam yıkım pahasına kazanılan bir zafer oldu.
Fakat sonuçta emperyalizm, sosyalizmin İkinci Dünya Savaşı öncesindeki biricik kalesini yıkma hedefine varamamakla kalmadı. Bir dizi ülkede daha proletaryanın önderliğinde halk demokrasili devletler kuruldu. Bunlar emperyalizmin pazarı dışına çıktılar. Muzaffer Sosyalist Sovyetler Birliği’nin önderliğinde emperyalist dünyaya karşı ondan kopmuş ayrı bir dünya oluşturdular.
Emperyalizmin etki alanı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizmin gücü karşısında daraldı. Bir dizi ülkede de milli kurtuluşçu ve proleter devrimci hareketler için de imkânlar genişledi. Sosyalist Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’nın ekonomide açtığı muazzam yaraları, marksist-leninist önderlik altında yığınların muazzam enerjisi ile kısa zamanda aştı.
Sosyalist inşaya önderlik eden Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin başındaki Stalin’in 1953’de ölümü, önderlik alanında doldurulması güç bir boşluk yarattı. Bu boşluk kolektif marksist-leninist bir yöntemle doldurulabilirdi. Fakat yapılamadı. Stalin sağken, sert sınıf mücadelesi içinde kendilerini gizleyen parti ve devlet kademelerindeki burjuva yolcu revizyonist unsurlar, onun ölümünden sonra “yeni şartlar” altında Marksizm-Leninizm’i geliştirmek adına, onun sağlığında mücadele ettiği birçok revizyonist görüşü sistemleştirerek, revizyonist bir çizgi geliştirdiler.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE BİRİNCİ DÖNÜM NOKTASI: SOVYETLER BİRLİĞİ “KOMÜNİST” PARTİSİ 20. PARTİ KONGRESİ
Revizyonistler, 20. Parti Kongresi’nde, 1956 da, Marksizm-Leninizm’i geliştirme adına piyasaya sürdükleri revizyonist çizgiyi partiye hâkim kıldılar. Bu çizgiyi uluslararası alanda da, 1957/1960 Moskova Toplantılarında Uluslararası Komünist Hareket’e kabul ettirdiler.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi içinde ne yazık ki sosyalizmi, Marksizm-Leninizm’i geliştirme maskesi altında gelen revizyonizme karşı önemli bir direniş olmadı. Marksist-leninist parti merkezinin varlığı şartlarında merkezi çizginin doğru olduğunu pratikte gören partili ve partisiz yığınlar, merkeze karşı olağanüstü bir güven geliştirmişlerdi. Bu güven, merkezi ele geçiren revizyonist burjuva yolcular tarafından alabildiğine kötüye kullanıldı.
Revizyonist burjuva yolcular, Sovyet iktidarı şartları altında, iktidarın yönetici gücü olan Komünist Partisi içinden gelen, yozlaşan unsurlardı.
Bunlar siyasi iktidarın ve ekonominin kilit mevkilerinde olmanın verdiği avantajları, Sovyet işçi-köylü-aydın yığınlarının, uluslararası proletaryanın ve ezilen halkların değil, Sovyetler Birliği’nde parti ve devlet kademelerini oluşturan, önceden sosyalist kamu mülkü hâline getirilmiş olan temel üretim araçlarının mülkiyetine hukuken sahip olmayan ve fakat bunların nasıl kullanılacağı konusunda karar alma durumunda olan –kendilerinin de dâhil olduğu– yeni tipte bürokrat bir burjuva kastın çıkarları doğrultusunda kullananlardı.
Özde sosyal demokratizme yönelen, emperyalizm ile uzlaşmayı öngören modern revizyonizm, bu yeni tipte bürokrat burjuva kastın sınıf niteliğine uygun bir ideoloji ve siyasetti.
20. Parti Kongresi’ne Kruşçof’un sunduğu Merkez Komitesi raporunda olgunlaşmış ifadesini bulan ve parti çizgisi hâline gelen modern revizyonizme karşı yalnızca Sovyetler Birliği Komünist Partisi içinden değil, Uluslararası Komünist Hareket içinden de direniş yeterli ve tutarlı olmadı.
Çin Komünist Partisi ve Arnavutluk Emek Partisi başta olmak üzere, az sayıda komünist ve işçi partisi 20. Parti Kongresi’nin çizgisinin bazı aşırı revizyonist tezlerine karşı çıktılar ve modern revizyonist çizgiye karşı bir çizgi savunmaya çalıştılar.
Ancak marksist-leninist güçlerin bu direnişi kendi içinde önemli tutarsızlıkları, eksiklikleri, yanlışları barındırıyordu.
1957/1960 ortak Deklarasyonları, sonuçları itibarı ile 20. Parti Kongresi çizgisini Uluslararası Komünist Hareket tarafından esas olarak onaylayan belgeler oldu.
Daha sonra Çin Komünist Partisi ve Arnavutluk Emek Partisi önderliğinde 60’lı yılların ortalarından itibaren Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin başını çektiği modern revizyonizme karşı olma temelinde oluşan Dünya Marksist-Leninist Hareketi, kendine çıkış noktası olarak 57/60 Deklarasyonlarını aldığını ilan ettiğinde, modern revizyonizme karşı mücadelenin tutarsızlıklarını kendi temeline yerleştirmiş oluyordu.
SOSYALİZMDEN, SOSYAL-EMPERYALİZME/SOSYAL-FAŞİZME
Sovyetler Birliği’nde iktidarı ele geçiren modern revizyonistler, devraldıkları muazzam sosyalist inşa başarıları üzerine kuruldular. Sovyetler Birliği’nde üst yapıda kısa süre içinde proletarya diktatörlüğü tasfiye edildi; onun yerini yeni bürokrat-burjuvazinin 1960’a dek hâlâ “proletarya diktatörlüğü”, 1961, Sovyetler Birliği Komünist Partisi 22. Parti Kongresi’nden itibaren “bütün halkın devleti” adına uygulanan sözde sosyalist, gerçekte faşist, yani sosyal-faşist diktatörlüğü aldı.
Lenin-Stalin döneminin “işçilerin anavatanı” olan Sosyalist Sovyetler Birliği, modern revizyonist bürokrat burjuvazinin iktidarı şartları altında lafta sosyalist, gerçekte emperyalist, yani sosyal-emperyalist bir güce; diğer emperyalist büyük güçlerle dünya hegemonyası için dalaşan sosyal-emperyalist bir büyük güce dönüştü. Sovyet halklarının yarattığı ve marksist-leninist önderlik altında Proleter Dünya Devrimi büyük hedefine varmak için seferber edilen muazzam sosyalist değerler, modern revizyonistlerin elinde emperyalist emellerle yürütülen dünya hegemonyası dalaşında kullanılan değerler hâline geldi.
Modern revizyonizmin hâkimiyeti şartlarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ismi, artık yalnızca gerek Sovyet işçi sınıfı ve halklarını, gerekse dünya işçi sınıfı ve halklarını kandırmak için kullanılan bir araçtı. Var olan devlet modern revizyonist yeni bürokrat burjuvazinin devleti olarak artık yalnızca lafta “Sovyetik”ti. Çünkü sosyalizm döneminde gerçekten proletaryanın diktatörlüğünün, onun yönetime doğrudan katılmasının en temel araçlarından biri olan Sovyet tipi örgütlenme yalnızca ismen ve şeklen korunmuş; Sovyetlerde yönetim modem revizyonist burjuva yolcuların eline geçmiş, onlar böylece proletarya diktatörlüğünün araçlarından, bürokrat burjuva diktatörlüğünün araçlarına dönüşmüştü.
Var olan devletin sosyalistliği de artık yalnızca lafta idi. Devlet gerçekte modern revizyonistlerin hâkimiyetinde süreç içinde sosyal-faşist, sosyal-emperyalist bir devlete dönüşmüştü. Sosyalizm döneminin özgür halkların özgür birliği de giderek Rus şovenizminin ve ona tepki olarak yerel milliyetçiliklerin yeniden dirilmesine bağlı olarak, özgür bir birlikten, zoraki bir birliğe dönüşmüştü.
Modern revizyonizm, uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halklar içinde Sosyalist Sovyetler Birliğinin ve sosyalizmin prestijini kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda kullanabilmek amacıyla sosyalizm maskesini kullanmayı tercih etti. O, emperyalizmini sosyalist söylemlerle örterek, halkların dostu imiş gibi görünerek yürütmeye çalıştı. Bunda da en azından 70’li yıllarda önemli başarılar elde etti.
ULUSLARARASI KOMÜNİST HAREKET İÇİN AYRIM NOKTASI: SOSYAL-EMPERYALİST SOVYETLER BİRLİĞİ’NE KARŞI TAVIR
Başta Çin Komünist Partisi ve Arnavutluk Emek Partisi olmak üzere marksist-leninistler, 1963’ten başlayarak Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin modern revizyonist bir parti olduğunu, 1968’de Çekoslovakya işgali ertesinde de, Sovyetler Birliği’nin “sosyal-emperyalist” olduğunu teşhir etmeye başladılar. Uluslararası Komünist Hareket içinde saflar bir kez daha belirlendi.
Kendine marksist-leninist/sosyalist/komünist diyen partilerin önemli bir bölümü modern revizyonist yeni bürokrat burjuvazinin hakimiyetindeki lafta sosyalist, gerçekte emperyalist; lafta sosyalist, gerçekte faşist “Sovyetler Birliği”ni hiçbir şey olmamış gibi “sosyalist”, “sosyalizmin kalesi” vb. olarak adlandırmaya devam ederken, başta Çin Komünist Partisi, Arnavutluk Emek Partisi ve onların etrafında kümelenen bir dizi yeni marksist-leninist güç –bu arada Kuzey Kürdistan-Türkiye somutunda da İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde TKP/ML–, Lenin-Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Sovyetler Birliği ile, Kruşçof-Brejnev çizgisinin Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Sovyetler Birliği’ni ilkesel olarak birbirinden ayırıp, ikincisinin sosyalizmle ilgisinin yalnızca lafta olduğunu ortaya koyuyordu.
SOSYAL-EMPERYALİZMİN KRİZİ VE PERESTROYKA
70’li yıllarda sosyalizmin geçmiş dönemdeki kazanımlarının hovardaca kullanılması temelinde gücünün doruğuna varan Rus sosyal-emperyalizmi, 80’li yıllarda bir duraklama ve gerileme dönemine girdi.
Dışta emperyalist yayılma amacına yönelik olarak her geçen gün daha fazla askerileştirilen ekonomide, kaynakların çok büyük bir bölümünün askeri harcamalara ayrılması, diğer alanlarda mutlaka gerçekleştirilmesi gereken gelişmeleri engelliyor; diğer yandan sosyalizmin yalnızca lafta olduğunu pratikte gören, toplumun çok küçük bir kesimini oluşturan parti/devlet/işletme yöneticilerinin imtiyazlı yaşantılarını pratikte gören, üretimin emekçi yığınların ihtiyacına göre örgütlenmediğini gören işçi ve köylü kitlelerinin bilinçsiz ve örgütsüz kendiliğinden boykotları ile üretimin verimliliği giderek düşüyor; modern revizyonistlerin kapitalistleşen üretimde verimi arttırmak için getirdikleri “kişisel çıkar” ilkesi de durumu düzeltmeye yetmiyor; bürokratik bir tarzda merkezden ve gerçek üreticilerin tümüyle dışında yapılan planlar da üretimin gelişmesinin motoru değil, engeli hâline gelmeye başlıyordu.
Devletin üretim ve dağıtımda mutlak tekel durumu, bu devletin, yönetimin revizyonist burjuva niteliği sonucu, çürümeye yol açıyor; iç pazarda rekabetin dıştalandığı bürokrat kapitalizm, her türlü gelişmenin önünü tıkar hâle geliyordu.
Bu gelişmeler Sovyetler Birliği’nde yönetici durumda olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ndeki revizyonist klikler içinde yeni çatışmalara yol açtı. Sovyetler Birliği’nin bir büyük güç olarak varlığını sürdürebilmesi için, gelinen yerde ekonomide ve üst yapıda artık gelişmenin önünde engel hâline gelmeye başlayan bir takım eski biçimlerin terkedilmesi gerektiğini savunan ve buna “perestroyka” politikası adını veren Gorbaçov önderliğindeki revizyonist klik 1985’de işbaşına geldi.
Bu klik, düzenli bir biçimde önemli ölçüde sosyalist söylemden de vazgeçilmesi gerektiğini, zaten sosyal demokratlaşmış olan partinin, resmen de o yönde “gelişmesi” gerektiğini savunuyor, ekonomik zorlukları aşabilmek için de, askeri harcamalara biraz daha az pay ayırmayı, bunun için Batılı emperyalistlerle belirti “silah sınırlandırılması” anlaşmalarına gitmeyi ve Batılı emperyalist sermayeye Sovyetler Birliği pazarının açılışının kontrollü olarak geliştirilmesini savunuyordu. Ekonominin verdiği kötü sinyallere yeni tipte bürokrat devlet kapitalisti burjuvazinin cevabı idi, “perestroyka” siyaseti.
Bu siyaset, gerçekte Kruşçof’la başlatılan modern revizyonist çizginin, Brejnev’in devralıp sürdürdüğü çizginin, yeni şartlarda “ilerletilmesinden, mantıki sonuçlarına kadar geliştirilmesinden başka bir şey değildi. Artık yer yer sosyalist söylemden de daha net ve açıkça uzaklaşmalar, daha net daha açık sosyal demokratizm, meselenin özünü kavramayanlar tarafından sanki revizyonizm Gorbaçov’la birlikte iktidara gelmiş biçiminde görülüp, yorumlanmaya başlandı.
Sovyetler Birliği açısından sosyalist söylemden uzaklaşılması, Batı tipi kapitalizmi açıkça ve saldırgan bir biçimde savunan siyasi güçlerin resmen piyasaya çıkması sonucunu vermek zorunda idi. Öyle de oldu.
Ülkede siyasi iktidar tekelini elde tutan Sovyetler Birliği Komünist Partisi içinden, resmen de açık kapitalizme yönelmenin “kontrollü” bir biçimde, korkakça gerçekleştirilmesi planını yavaş bulan, serbest pazar ekonomisi denen Batı tipi emperyalist klasik ekonominin tüm kurallarının sınırsız ve derhal gerçekleştirilmesini talep eden bir kesim çıktı.
Buna karşı, Gorbaçov ile ilkede bir olan ve fakat dönüşümün hızını fazla bulan bir kesim vardı. Gorbaçov, ikincisi burjuvazi tarafından utanmazca tutucular ve yer yer de Stalinistler olarak adlandırılan revizyonist kesim ile; liberaller diye adlandırılan, Batı emperyalizminin sermayesinin derhal ve sınır konmadan akışı yanlısı kesim arasında denge tutturmaya çalışıyordu.
19 Ağustos 1991 darbesi ikinci kesimin, iktidarı birinci kesime tümden kaptırma korkusu ile yaptığı bir girişimdi. Ve fakat yukarda da ortaya koyduğumuz gibi sonuç amaçlananın tersi oldu. İktidar artık gerçek anlamda özü ve sözü emperyalist olanların, birçok hâlde özü faşist, sözü demokrat olanların eline geçti.
SOSYAL-EMPERYALİZMDEN; SOSYALİZM SÖYLEMİNDEN ARINMIŞ EMPERYALİZME
Ağustos 1991 sonundan bu yana artık Sovyetler Birliği’nde revizyonist Sovyetler Birliği Komünist Partisi iktidarda değil. Sovyetler Birliği Komünist Partisi her biri bağımsızlık ilan etmiş cumhuriyetlerin hiçbirinde artık Sovyetler Birliği Komünist Partisi adı altında faaliyet yürütmüyor. Artık Sovyetler Birliği’nde faşizm, sosyalizm adına uygulanmıyor! Artık Sovyetler Birliği’nde emperyalizm, sosyalizm lafları ile maskelenmiyor. Artık sosyal-emperyalist Sovyetler Birliği yok. Çünkü sosyalizm maskesi, sosyalizm lafı da kaldırılıp atıldı. Uluslararası proletaryanın uzun erimli devrim mücadelesi açısından iyi de oldu. Artık sosyalizm denince, onun ırzına geçilmiş örnekleri gösterilip, sosyalizm budur, istediğiniz bu mudur denemeyecek! En azından geçmişte sosyal-emperyalist blok içinde Sovyetler Birliği etrafında kümelenmiş Doğu Avrupa ülkeleri ve bizzat Sovyetler Birliği açısından bu böyle.
31 Aralık 1999’a kadar Boris Yeltsin iktidardaydı. Vladimir Putin, 9 Ağustos 1999’da Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından başbakan vekili olarak atandı. Boris Yeltsin, 31 Aralık 1999’da devlet başkanlığı görevinden istifa etti. Rusya’da, 26 Mart 2000’de yapılan seçimlerde yeni Rus Çarı Vladimir Putin Rusya devlet başkanı seçildi.
Evet, sosyalizm-komünizm, 1956 Sovyetler Birliği Komünist Partisi XX. Parti Kongresinde modern revizyonizmin –sosyalizm adına iktidarı ele geçirmesi ve modern revizyonist çizginin Uluslararası Komünist Hareket içinde de hâkim olması ile– zafer yolunda yürüyüşüne ara vermek zorunda kaldı, kısa tarihinin en önemli yenilgisini aldı; bu yenilgiden de doğru dersleri tam olarak çıkartıp, kendini toparlayamadı.
İktidardaki modern revizyonizm, bir zamanların sosyalist Sovyetler Birliği’ni, lafta sosyalist, gerçekte emperyalist bir güce dönüştürdü, gelişme süreci içinde, sosyalizmi lafta da terk etme yönünde gelişti. O, özü-sözü emperyalist olan güçler karşısında teslim olmak zorunda kaldı. Emperyalist burjuvazinin propagandasını yaptığı gibi yenilen ve iflas eden sosyalizm ve komünizm değil; modern revizyonizm, sosyal-emperyalizm ve sosyal-faşizmdir.
Sosyalizm dün olduğu gibi bugün de insanlığın geleceği için tek bilimsel proje; işçi sınıfı ve emekçilerin oluşturduğu “büyük insanlık”ın sömürüsüz, sınıfsız dünya hedefinin adı; geleceğidir. Gün emperyalizmin, gelecek sosyalizmindir. Sosyalizm, evet bugün emperyalizmin insanlığın doğal yaşam temellerinin yok edilmesi, haksız, gerici savaşların mimarı demek olduğunun çok daha berrak bir biçimde görüldüğü ortamda, barbarlığın biricik ve tek alternatifi olarak kendini dayatmaktadır. O, bugün her günkünden daha günceldir, daha acil bir gerekliliktir. Ve her şeye rağmen, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin dersleri, sosyalizme giden yolda, sosyalist devrim yolunda dünya işçi sınıfına ve ezilen halklarına ışık tutmaktadır. Burjuvazinin sevinç ve zafer çığlıkları boşunadır. Yeter ki komünistler geçmişten doğru dersler çıkarmayı bilsinler!
Cihan Yıldız – 11.06.2024