Published on Mayıs 11th, 2024
0Hain bir kurşunla ölmek kimin umurunda ki… | Gül Güzel
Kürdistan’dan izlenimlerim…
Mehmet Tunç’un cesaret ve bilgeliği Cizire sokaklarını yaşanır kılıyordu. Yüreğindeki cesarete bir de mücadele aşkı hakim olmuştu. Demokratik yerel yönetim uğruna bodrumlarda ölüme yakılarak mahkum edilmişken son çağrısı,’’bize bugün gelip, sahip çıkmayanlar, sonra cenazelerimize gelmesinler!’’şeklindeki sitem çağrısı kulaklarımızda kalan son ses tınlarıydı…O zaman olduğu gibi şimdi de öldüğüne inanmadığım yiğit devrimci. Bir gün sohbet arasında,’’hevala Gül halkımız sizin otelde kalmanıza üzülüyor. Evlerimize gelsinler. Kendilerini hem misafir edelim hem de sohbetler edelim diyorlar’’demişti. Ben de bizden dolayı, biz gittikten sonra kimseye zarar gelmesini istemediğimiz için otelde kaldığımızı ifade etmiştim. Hepimiz tutumumuzdan haklıydık. Biz Cizire’deki otelden ayrıldıktan kısa bir süre sonra devlet baba(!) oteli de yerle bir etmişti. Ve… hala tesadüfen yaşayan ben ven ben gibiler de, bu kargaşanın içinde onurlu özgürlüğün bütün insanların hakkı olduğunun mücadelesini vermeye devam ediyoruz.
Bazen ölümden günler çalarız. Ben buna,‘Yaşamdan, Yaşam yontmak’ da diyorum. Acılarımız ve ölümlerimizi kürtçe ağıtlarla bazen toz-kül gibi ufaltarak, uzaya savurup teselli buluruz. Kendi Anatoprak- yurdumuzda olsak da, sahipsiz, topraksız, kimliksiz hissederiz kendimizi çoğu zaman.
Biz Kürt halkının, bireylerinin ölümle tanıştığı çokca olaylar olur bu topraklar üzerinde. Bu tür ölümlerle tanışmaya da o kadar alışmışız ki, bazen farkında olmadan onu canlı film gibi izler, yaşar ve ‘’ gelirse başım – gözüm üstüne’’! deriz.
Ölümle benim ilk tanışmam da, 1 Kasım 2015 seçim sürecinde gittiğim Sur, Cizire, Şırnak, Silvan’da bulunduğum süreçte oldu. Kendimi oralarda, her an, hep ölüm – kalım arasında buldum. Yanımda Asiya Yüksel ve Mehmet Tunç olmasına rağmen. Her dakika, her saniye ölüme hazır olmak ile yaşam arasında yaşadığım köprülü günler oldu…
Sur, Cizire, Şırnak ve Silvan’da yaşam mücadelesi vermek için kazılan hendek ve oluşturulan siperler, keskin nişancılara karşı sokak aralarında gerilen mavi naylan perdeler… Orada, o an yaşamak ile yaşamın ve inandığın davanın uğrunda ölmek aynı değerdedir. Yaşamaya hazır olduğun kadar, ölüme de hazırsın.’’gelirse başım- gözüm üstüne’’ diyebiliyorsun rahatlıkla.
Bütün bu ölüm- kalım anını yaşarken, yiyeceğin, içeceğin, giyeceğin, konuşacağın, gideceğin yerler, görüşeceğin insanlar dahil, günlük uyku ve uyanışının içindeki her AN ince hesap ve planlamadan ibaret oluyor. Çünkü yaşama ne kadar hazırsan, ölüme de o kadar hazır ve yakınsındır. Bazı gel–gitlerle, bazen de kendini ölmüş de, ölüyken mücadeleye kaldığın yerden devam ediyormuşsun gibi hissedersin.
Sonra düşünüyorsun ve ‘’Gökyüzünden sessizce süzülmek, Vurulmak korkusu olmadan; Dağ başında Avazın çıktığı kadar türkü- Stran söylemek, Kurşun yeme korkusu olmadan’’ dediğin unutulmaz anlar. Ve yine de yaşamdaysan, yaşam yerini değiştirme imkanını oluşturabiliyorsun. Ancak, mücadeleni, yaşam tarzını gittiğin yere taşıdığın için aslında ölüm – kalım arasındaki durumun değişmiyor; devam ediyor. Yani Yaşamdan, Yaşamı Yontmaya gittiğin her yerde devam ediyorsun. Hele de Sakine’nin ideolojisinde, dik başlılığında, onun anısına ‘’Kızıl saçlı Kadın’’ ve Arin Mirkhan’lar kadar davana bilinçli sahip isen…İşte o zaman her yerde faşistlerin çekim alanı haline gelmen hiç de yadırganacak bir şey, durum değil… Ha Cizire, Şırnak, Sur, Silvan; ha Avrupa’nın her hangi bir yerinde olman…
Bütün bunları düşünürken, Fırat – Dicle nehirlerinin arasında kalan kutsal toprakların ahengi vuruyor yüzüne. Doluveriyor tebessümler, başı dik Kürdistan dağlarının heybetli hali- misali sevinç ve umudu dolduruyor yüreğiniJ) kimin umurunda ölüm denen sonsuzluğa yolculukJ) Her gün kendin olabilmek, kendi özgürlüğünü, toplumun özgürlüğüne dönüştürmeye dair bir yaşamın peşindeysen. Biz biliyoruz ki, Irkçı nasyonalizmin ayyuka çıktığı ve karşıt mücadelenin de o denli yaşandığı bir süreçte yaşamamızın bedeli de ağır olacak. Belki günün birinde her kes harhangi bir şekilde ölecek. Ancak, az ama- çok yaşamak değil de, yaşamı anlamlı kılarak, bilinçli yaşamayı temel almak gerekir diyorsun yüreğinle.
Bu uzun veya bazen çok kısa olan hayat yolunda, kimliğinin kıstaslarını yerine getirmeye çalışırken, hoş görülü ve Güneşi’in Ararat’tan çıkışını, sabahın Ülkende aydınlanmaya başlamasını, tüm acılarımıza, imha- inkarla yok edilmek istenmemize rağmen yaşamı taçlalandırma inadımız…
Bütün inkar ve imhalara karşı, irademizle dim-dik ayakta durduğumuz ve yüksek sesle kahkaha attığımız sürece, düşmanımıza en büyük kurşunun kalbine isabet ettiğini düşündüğün anlardır; yaşamın anlamlı rengidir diyorsun kendi kendine…
Arı gibi çiçeklerden bal toplamaya, dağıtmaya devam ederek; bütün yaşamını bir haftaya sığdıran Kelebek gibi her şeye rağmen özgürlük- adalet için mücadele etme zevkiyle yaşama tutunacağın bir yaşam ve bir o kadar güzel ülken Kürdistan olunca, kimin umurunda,’‘Ölüm’’ denen sonsuzluğa yolculuk metaforu çıkıveriyor dudaklarının arasından ve yaşamak için yaşatmak gereğini vurguluyorsun yüreğinin derinliklerine…
Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 11.05.2024