Published on Ocak 18th, 2024
0Küçük Adam | Sibel Şahin
Upuzun bir koridordan geçerken, sedyeyi iten görevlinin ileri geri giden çenesiyle birlikte tavandaki florasan lambasının ışığının gözünü kamaştırması arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışıyordu.
Küçük bir kayıktaydı şimdi. Uzaktan turnaları gördü sonsuz beyazlığın üstünde, öbek öbek allı turnalar, tuz gölünün üstünde, sislerin arasında dans ediyorlardı adeta. Kuğu Gölü Balesi’nde kuğuların dans ettiği sahnedeydi sanki ve Prenses birazdan O’ na doğru gelecekti, her yer bembeyazdı.
Gözünü açtığında beyaz bir odadaydı, yanında asılı duran serum şişesinden damlayan damlaları saydı bir süre, Selda yatağın ayak ucuna kollarını yaslamış O’nu izliyordu. Haluk camdan dışarıya bakıyordu. Bir an yatağın sağ yanındaki sandalyede oturan babasının gözyaşlarını fark etti yanaklarında. Sol yanında ise monitörler çalışıyordu ritmik seslerle.
……
Zafer Çarşısı’nın önünden geçerek tüp geçide kadar vitrinlere bakarak yürümüştü.
Sabahtan beri sokaklardaydı, hem canı sıkkın hem de acıkmıştı. Sosyal Sigortalar Kurumunda Engelli Maaşı bağlansın diye aylardır uğraşmasına rağmen, bankonun arkasındaki memur başını camdan aşağıya doğru eğerek; yasada değişikliklerin olduğunu ancak bu gün söylemiş, maaş alabilmesi için gerekli olan belgelerin listesini uzatmıştı eline. Oysa askerlik yoklaması geldiğinde “TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği” kapsamında asker olmak için en alt boy sınırı 150 santimetre olarak belirtildiğinden ve kendisi daha kısa olduğundan askerlik yapamayacağına dair ‘çürük raporu’ hemen verilmişti. Gerçekten ihtiyacı olmasa hiç uğraşmayacaktı, bu bürokratik işlerle.
Kocaman kafası, kısacık kol ve bacakları, geniş alnı, küçük gözleri ve küçük adımları ile farklı görünüyordu diğer insanlardan. Üstelik biraz şişmanlamıştı da. Dış görünüşündeki farklılıktan dolayı sokakta baskı görmeye, ‘soytarı’, ‘komik adam’, ‘cüce’, ‘eğri bacaklı’ seslenmelerine alışmış olmasına rağmen, bu baskının etkisiyle kendini farklı görmeye başlamıṣ ve kendini toplumun geri kalanından ayrıştırarak, yalnızlaşmıştı zaten.
Kalabalıkla birlikte tüp geçitten karşıya geçti, İzmir Caddesi yönünde gidecekken köşedeki Kafeyi gördü, acıkmıştı da.
Kafeye girdiğinde gözleri Selda’yı aradı. Bir kaç masa doluydu, çay ve gözleme siparişi verdikten sonra ellerini yıkamak için lavaboya gittiğinde yine canı sıkıldı, lavabo çok yüksekti ve musluğa yetişmesi de çok zordu. Ayaklarının ucuna basarak ellerini yıkadı, ama aynayı görmesi imkansızdı. Evden çıktığından beri yüzünü görmemişti bugün, çoğu günlerde böyle oluyordu zaten.
Masasına geçti. Küçük ve yuvarlak yüzlü çekik gözlü, basık burunlu, küçük ve düşük kulaklı bir genç kadın getirdi siparişi.
Selda.
Tanışıyorlardı. Kulak Burun Boğaz Doktorunda tanışmışlardı iki yıl önce, geçen yılda burada karşılaşmışlar, o günden beri arada buraya uğrar, hem sohbet ederler, hem karnını doyururdu. O’nu gördüğüne çok sevinirdi Selda, belki de gördüğüne tek sevinendi. Selda gönüllü garsonluk yapıyordu bu kafe-dernekte, arada mutfakta yardım ettiği de oluyordu, işi bitince babası veya erkek kardeşi gelip alıyordu kafeden, pazar dışında her gün geliyordu işe, annesi ile evde kalmayı sevmiyordu.
Selda yeni aldığı cep telefonunu gösterdi. Babasının yeni sevgilisinin kendisinden hoşlanmadığını, bir daha babasına gitmeyeceğini söyledi. Selda için üzülüyordu, yapayalnızdı O da ve kromozomlarından bir tanesi fazlaydı.
Hesabı ödeyip dışarıya attı kendini.
Kafenin karşısındaki giyim mağazasının vitrinindeki kareli gömleğe takıldı gözü. Almayı çok isterdi, fakat hep aynı problemler; küçük beden çok dar olur, büyük beden çok uzun, bir türlü ortasını bulamazdı. Moda erkekleri “bütün erkekler aynı” gibi bir kalıba sokuyor ve kalıbın dışındaysan modanın da dışında kalıyordun.
Vazgeçti.
Gıda alışverişinde de raflara boyu yetişmez, her seferinde yardım istemek zorunda kalırdı. Aldıklarını eve taşımak da ayrı bir sorundu.
Saat 18.00’de Haluk’la buluşup, piyasa araştırmaları yapan bir şirketin telefon santralinde işe bakacaklardı.
Cadde iyice kalabalıklaşmıştı.
Karşıya geçip Aydınlıkevler otobüsüne binmesi gerekiyordu. Kalabalığı aşıp tüp geçitten geçerse ezilme tehlikesi vardı ama yine de denemeye değerdi.
Merdivenleri zorlanarak tüp geçide kadar çıktı, kalabalıkla savrularak geldi iniş merdivenlerinin başına kadar. Kimsenin umurunda değildi, çarpıyorlar, ayağına basıyorlar, eziyorlardı.
Bir an başı döndü bu umarsız kalabalığın içinde.
Bir kadın sesi yükseldi;
-Cüce düştü.
Kaba bir erkek sesi;
-Cüce merdivenlerden kaydı.
-Cüce başını taşa vurdu, ambulans çağırın.
…….
Selda dirseklerinin üzerinden ayağa kalkarak ellerini tuttu sımsıkı, minik gözlerini küçük adamın gözlerine dikerek;
-Seni bir daha ezdirmeyeceğim, dedi.
Derin bir kızgınlığın gölgesi ile birlikte umudun ışığı vardı gözlerinde.
Sibel Şahin – 18.01.2023