Tarih

Published on Ocak 19th, 2024

0

“İlk Türk Astronotu”nun söylediği gibi, Atatürk “İstikbal göklerdedir!” dedi mi? | Ayşe Hür


54 yıl önce Ay’a kendi ülkesinin vergileriyle yürütülen teknolojik ve bilimsel çabalarla ayak basan Neil Armstrong’un aklına nedense kendi sıradan cümlesini sarfetmek gelirken bizim ABD’li bir girişimciye ödenen devasa bir ücret karşılığı uzay otobüsüne binen “astronotumuzun” aklına kurucu babamız Atatürk’ün vecizesi geldi.

Bundan 54 yıl önce 20 Temmuz 1969’da Eagle adlı ay modülünde arkadaşı “Buzz” lakaplı Edwin Eugene Aldrin’le geçirdiği gergin altı saatten sonra, Dünya’dan 368 bin kilometre uzaklıktaki Ay’daki Mare Tranquillitatis (Sessizlik veya sükûnet denizi) denen yere ayak basan ABD’li astronot Neil Armstrong, Türkiye saatiyle 22.18’de buradan yaptığı ünlü konuşmasında “Bir insan için çok küçük bir adım. Ancak insanoğlu için dev bir adım” demişti. O sırada 13 yaşında olan ben de radyodan dinlemiştim o konuşmayı.

Bu olayı hatırlatan, 18/19 2024 gecesi Amerikalı girişimci Elon Musk’ın Space X şirketine, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin, vatandaşın vergilerinden 55 milyon Doları ödeyip, Alper Gezeravcı adlı “Yörük” asıllı asker “ilk Türk astronotu” sıfatıyla uzaya turist olarak gönderilmesi ve Gezeravcı’nın uzaydaki ilk konuşmasının “Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dahiyane sözü; İstikbal göklerdedir” demesi.

54 yıl önce Ay’a kendi ülkesinin vergileriyle yürütülen teknolojik ve bilimsel çabalarla ayak basan Neil Armstrong’un aklına nedense ABD’nin kurucu babalarının bir vecizesi değil de kendi sıradan cümlesini sarfetmek gelirken ve bunu ABD ve dünya yadırgamazken, bizim ABD’li bir girişimciye ödenen devasa bir ücret karşılığı uzay otobüsüne binen “milli astronotumuzun” aklına kurucu babamız Atatürk’ün -söylediğine dair tek somut kanıt olmayan- vecizesi gelmişti.

Demek “büyük millet olmak” böyle bir şeydi.

İşin ironisi bir yana, Alper Gezeravcı’nın uzaya giden ilk “Türk” olmadığı ya da sicilinde sevimsiz olaylar olduğu iddialarını meraklısına bırakıp tarihçi olarak “söylendiğine dair tek somut kanıt olmayan” iddiamı ispatlamaya çalışacağım. Bilimsel yöntem, iddia sahibinin iddiasını kanıtlaması iken, birazdan göreceğiniz üzere iddia sahiplerinin hiçbir kaynağa dayandırmadan yıllardır dağa taşa yazdığı bu vecizenin aslında söylenmediğini ispatlamak yani atasözündeki gibi “bir delinin kuyuya attığı taşı 40 akıllı çıkaramaz” sözünü boşa çıkarmaya soyunacağım.

Bilimle uğraşanlar bilir, varlığın ispatı nispeten kolaydır ama yokluğun ispatı çoğu kez imkansızdır; ya da aksi ispatlanıncaya kadar geçerlidir. Yine de bu olayda yokluğu ispatlamanın mümkün olacağını düşünüyorum. Bakalım bu son derece uzun yazıyı bitirdiğinizde siz ne düşüneceksiniz? Sizi ikna edemesem bile Atatürk’ün havacılık ve gökler hakkında gerçekten söylediklerini öğrenmeniz sizce olumlu bir şeydir değil mi? Haydi başlayalım…

Havacılığın “kesin bilgisi” ne zaman söylendi?

Hani demiştim ya, “bir delinin kuyuya attığı taş misali” Türk Hava Kurumu’nun (THK) tüm yayınlarında, Türk Hava Yolları (THY) uçaklarının tüm koltuklarında, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın (HKK) internet web sayfalarında Atatürk’ün bu özdeyişine mutlaka rastlarız. Ancak hiçbirinde herhangi bir tarih, yer, kaynak bilgisi yoktur. İnanmazsanız bakın: https://www.thk.org.tr/ataturk_ve_havacilik

Göreceğiniz üzere Türk Hava Kurumu’nun internet sitesinde dahası da var:

“Bu doğrultuda Atatürk’ün ‘Kanatlı bir gençlik memleketin geleceği bakımından en büyük güvencedir. Bir gün batılı ayaklar Ay’da ayaklarının izlerini bırakacaklarsa, bunların arasında bir de Türk’ün bulunması için şimdiden çalışmalara girişmek, aşamalar kaydetmek gerekir.’ ifadesi de Atatürk’ün havacılığın gelecekte ulaşacağı seviye ile ilgili öngörüsünü ortaya koymaktadır.”

“1936 yılında Eskişehir Tayyare Alayını yaptığı ziyarette ‘Geleceğin en etkili silahı da aracı da hiç kuşkunuz olmasın tayyaredir. Bir gün insanoğlu tayyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize haber yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise, batıdan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir.’ Gazi Mustafa Kemal Paşa, yaptığı konuşmalarla gençleri böylece havacılığa teşvik ediyordu.”

“Atatürk, havacılık ile ilgili görüşlerini şöyle açıklar: “İstikbal göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar”. Atatürk’ün bu kesin hükmü, gerçeğin ta kendisidir.”

Bu son paragrafın ilk cümlesi hariç geri kalanı, 2012 yılında (halen var mı bilemiyorum) ayrıca Eskişehir’de Büyükşehir Belediyesi Sabancı Uzay Evi’ndeki panoda da görülebiliyormuş. Emre Kongar’ın yalancısıyım. Onun altında da “Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir konuşması, 1936” yazılıymış. 

Böylece elimize ilk yer ve tarih bilgisi geçiyor: Eskişehir Tayyare Alayı’nı ziyaret, 1936. Gün yok. Kaynak bilgisi yok. Bu tarihi aklınızda tutun, ilerde üzerinde duracağım.

Halbuki Eylül 2012 tarihli Bilim ve Teknik Dergisi’nde yayımlanan “İlk Türk Uçağı” başlıklı makalenin yazarı İsmail Yavuz’a göre Atatürk “İstikbal göklerdedir” sözlerini (hatta daha fazlasını) 16 Şubat 1925 tarihinde Türk Tayyare Cemiyeti’nin (bugünün Türk Hava Kurumu’nun) açılışında söylemiş:

“İstikbal göklerdedir. Çünkü göklerini koruyamayan milletler yarınlarından asla emin olamazlar. Her işte olduğu gibi havacılıkta da en yüksek seviyede, gökte seni bekleyen yerini az zamanda dolduracaksın, Ey Türk genci! Kısa zamanda gökte seni bekleyen yerini alacaksın.”

Yazar, metinde belirtmediği “somut” referansı, Anayurt gazetesinin yazarı Mehmet A. Demirer’e söylemiş: 9 Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Gurbet Gökgöz’ün “Türkiye’de Sivil Havacılığın Serüveni” başlıklı makalesi imiş kaynağı. Bu izin peşinden giden Demirer, Gurbet Gökyüz’e yazılı olarak kaynağını sormuş. O sırada (2012’de) henüz cevap gelmemiş. https://anayurtgazetesi.com/makale/10471819/m-arif-demirer/istikbal-goklerdedir

İş başa düştü

Bunun üzerine ben kendi araştırmamı yapmaya karar verdim. Önce yukarıdaki paragrafları, sonra cümleleri, sonra da konumuzla ilgili kelimeleri (istikbal, gök, sema, hava, hava kuvvetleri, uçak, tayyare, Türkkuşu, Türk Hava Kurumu, Türk Tayyare Cemiyeti, gezegen, Ay, teknoloji…), hepsi de devletin en ciddi resmi kurumları tarafından hazırlanmış olan Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nde https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/S%C3%96YLEV-ORJ%C4%B0NAL.pdf, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri’nde https://atam.gov.tr/wp-content/uploads/tamim-son-Onar%C4%B1ld%C4%B1.pdf, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü’nde http://www.ataturk.de/turk_Kaynakcali_Atatuerk_Guenluegue.pdf, Atatürk’ün Bütün Eserleri (30 Cilt, Kaynak Yayınları) ve nihayet gastearsivi.com adresinden Atatürk döneminin gazetelerinde (Cumhuriyet, Milliyet, Ulus, Hakimiyet-i Milliye, Kurun, Vatan, Yeni Asır…) taradım. (Bazıları “Atatürk’ün her dediği kayıtlara geçmiş mi diyebilir, ezici çoğunluğu geçmiştik, bir kısmı da hatıratlarda vardır. Ama “İstikbal göklerdedir” gibi önemli bir sözünü, o gün kayda geçirmeseler bile, sonradan arayıp tarayıp kayda geçirirlerdi, geçirmeliydiler.)

Ardından Atatürk’ün (1934’e kadar Atatürk soyadını kullanmıyor ama ben odağı kaçırmamanız için bundan böyle Atatürk diye devam edeceğim) bu sözü söylediğini iddia eden kişilerin zikrettikleri çeşitli tarihleri hem bu kaynaklardan hem de dönemin gazetelerinden taradım. Karşıma çıkan her haberi birkaç gazeteden kontrol ettim. Bulgularımı metinlerin dilini sadeleştirerek size sunmaya gayret ettim. Ayıklayamadığım terimler oldu elbette, kusuruma bakmayın.

Bu sözler 16 Şubat 1925’te mi söylendi?

Atatürk’ün bu sözleri 16 Şubat 1925 tarihinde Türk Tayyare Cemiyeti’nin açış konuşmasında sarf ettiğini ileri süren, akademik şahsiyet (Gurbet Gökgöz) olduğu için önce buradan başladım irdelemeye.

Türk Tayyare Cemiyeti 13 Şubat 1925 tarihinde patlak veren/verdirilen Şeyh Said İsyanı’nın hemen ardından 16 Şubat 1925 tarihinde kurulmuş. Ama Atatürk’ün bu gün bu kurumda yaptığı herhangi bir konuşma yok. Nitekim o gün konuşan tek kişi cemiyetin başkanlığına atanan Cevat Abbas (Gürer) imiş. Atatürk Ansiklopedisi’nde yukarda adını andığım İsmail Yavuz’un yazdığı Türk Tayyare Cemiyeti-Türk Hava Kurumu başlıklı maddede yazar Cevat Bey’in yaptığı konuşmayı (sadeleştirme bana ait) şöyle aktarıyor:

“Kuracağım cemiyetin müessir azalıklarını, teklifim üzerine kabul buyuran ikinci Büyük Millet Meclisi sayın öğelerinden otuz beş arkadaşla, çeşitli meslek sahiplerinden ve yakın tanıdıklarımdan on kadar muhterem zatı, 16 Şubat 1925 günü saat 10’da Ankara Türk Ocağı’nda düzenlediğim çaya davet ettim. Gelerek beni onurlandıran arkadaşlarımın kıymetli huzurlarında kara ve deniz hava kuvvetlerine yardım cemiyetinin kurulması lüzumunu ve o güne kadar bu hususta yaptığım ilk işlerin neticelerini ve sunduğum yönetmeliğin incelenmesini içine alan aşağıdaki nutkumu verdim. Muhterem arkadaşlar; Millet Reisi Cumhur Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri TBMM açılış konuşmasında vatan savunmasından söz ederken, askeri alanda önemli ve etkili bir unsur mahiyetinde bulunan hava kuvvetlerine bilhassa dikkat çekmiştir. Başvekil Fethi Bey Efendi de beyannamelerinde milli savunmamızın fenni araçlarla fiziki gücünü artırmak ve hava kuvvetlerimizin bu gayeye doğru yükseltmenin vazife olduğunu takdir etmişlerdir.

İşte bu açık gerçektir ki aziz vatanımızın yeni bir silahla bir an evvel donatılması emrinde büyük milletin yiğitliğine dayanacak ve devletin geçerli kanunları dâhilinde bütün memleketi içine alacak, kara ve deniz hava kuvvetlerine yardım cemiyetinin kurulmasına teşebbüs edilmiştir.”

Görüldüğü üzere o gün Atatürk orada olmadığı gibi cemiyetin kuruluşuna neden olan sözlerinde de “İstikbal göklerdedir” veya benzeri bir ifade yok. Sadece “vatan savunmasında hava kuvvetlerinin önemine” dair ifadeler var.

Nitekim o gün orada olmayan Atatürk’ün 24 Şubat 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti’ne gönderdiği bir tebrik telgrafı var arşivlerde. Telgrafta sadeleştirmiş dille şöyle diyor: “23.2.1341 (1925) tarihli pusulanızı ve ekteki tüzüğü memnuniyetle okudum. Hava kuvvetlerimizin az zamanda önemine uygun, eksiği bulunmayan bir konuma yükseltilmesi için harcanmakta olan emeğe yardım etmek amacıyla, kurulan cemiyetimize yararlı çalışmalarında yardım, benim için mutluluk ve övünç kaynağıdır. Ülkemizin her yanında beğenilen ve bir an önce sağlanması istenen bir gereksinimin giderilmesi yolundaki girişimlerinden dolayı, kurumun kurucularını kutlar ve kurumun amacına doğru hızla ve başarıyla ilerlemesini dilerim efendim.”

Yoksa 15 Mart 1925’te mi söylendi?

Bazıları bu konuşmanın, Tayyare Cemiyeti’nin açılış günü 15 Mart 1925’te yapıldığını ileri sürüyorlar ancak yine Cevat Abbas Bey’in açıklamasına göre 15 Mart 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti Nizamnamesi (Tüzüğü), Büyük Millet Meclisi’nin onaması ile yürürlüğe girmiş. Tüzüğe göre Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, cemiyetin ilk onursal üyesi; sonraki aylarda da Başbakan İsmet İnönü de fahri başkanı olarak kabul edilmiş. Tüzüğün onaylanmasının bir töreni gerektirmediği; gerektirdiyse bile Atatürk’ün orada konuşma yaptığına dair bir ifade olmadığını herhalde kabul edersiniz.

Ya da 15 Mayıs 1925’te mi söylendi?

İsmail Yavuz ise Atatürk’ün bu sözü Türk Tayyare Cemiyeti’nin 15 Mayıs 1925’te açılışında yaptığı konuşmada söylediğini iddia ediyor yazısında. Bu iddiasının kaynağı yok ama yazıda geçen dört “İstikbal göklerdedir” ifadesi ikisi kendisine ait, ikisi Sabiha Gökçen’e. Daha doğrusu Gökçen’in 1982 yılında yayınlanan Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti adlı kitabından aktarma: “(…) Gazi Paşa, bir yandan askeri havacılık çalışmaları, bir yandan da Türk Tayyare cemiyeti’ ne giderek faaliyetler hakkında bilgi alıyordu. Savaş sonrası Türkiye’nin çok fakir olan bütçesi ile mucizeler yaratılır, o ulusal bilinç şahlanırken, Mustafa Kemal Paşa Türk Tayyare Cemiyeti için o çok güvendiği, hamiyetperver, yardımsever ulusunu yardıma çağırmıştı. İstikbal Göklerdedir diyor, bunun heyecanını bütün bir ulusa aşılıyor, çalışmalar hakkında sık sık bilgiler veriyordu. “İstikbal Göklerdedir!” derken, bunu sadece bir işaret olarak bırakmıyordu. Bu bir ulusal hedefti.” 

Sabiha Hanım’ın kaynağı nedir, elbette onu öğrenemiyoruz.

15 Mayıs 1925 tarihinde bir açılış töreni yapıldı mı buna dair bilgiye rastlamadım ama hiçbir resmi, ciddi kaynakta ve dönemin gazetelerinde o tarihte yapılmış bir konuşma yok. Buna karşılık, 24 Mayıs 1925 tarihinde Atatürk’ün Türk Tayyare Cemiyeti’ne teşekkür telgrafı metni var elimizde. Ancak bu telgraf bambaşka bir konuda. Sadeleştirilmiş dille şöyle diyor Atatürk:

“İlk murassa [değerli taşlarla bezenmiş] nişanı bana vermek yoluyla gösterdiği sevgiden dolayı saygıdeğer kurumunuza derin duygularımı ve teşekkürlerimi bildirirken, kurumunuzun çalışmalarını ve her milli, vatani meselede olduğu gibi hayırlı amacınızı takdir konusunda da yüksek anlayışını gösteren büyük milletimizin yüce fedakarlıklarını saygıyla anarım efendim.”

Bu telgraftan açıkça anlaşılıyor ki, cemiyet Atatürk’e gıyabında bir nişan takdim etmiş. Atatürk de ona teşekkür ediyor. İddia sahiplerinin dediği gibi 15 Mayıs 1925’te bir tören olduysa ve Atatürk o törene gittiyse bu teşekkürü orada yapardı ve böyle bir telgrafa ihtiyaç olmazdı. Böylece İsmail Yavuz’un “İstikbal göklerdedir” sözünü hiçbir kaynağa dayanmadan ve kaynaklarla çelişir biçimde güncelleyen kişilerden biri olduğu kesinleşiyor.

Atatürk, havacılıkla ilgili neler söyledi?

Acaba iddia sahipleri yeterince araştırma yapmadıkları için Atatürk’ün bu sözünün gerçek kaynağını ulamamış olabilirler mi diye Atatürk’ün tüm konuşmalarını, telgraflarını, demeçlerini taramaya karar veriyorum. Her rastladığım bilgiden sonra dönemin gazetelerine de bakıyorum. Atatürk’ün konumuzla ilgili eylemleri sırasıyla şöyle:

21 Ekim 1925’te Tayyare Cemiyeti Reisi Fuat (Bulca) Bey’e telgraf:

“Türk Tayyare Cemiyeti Birinci Kongresi muhterem heyetinin ilk toplantısında hakkımda gösterdiği teveccühkarane hissiyata teşekkür eder ve takip ettiği ulvi maksatta muvaffakiyete mazhar olmasını temenni ederim”.

1 Kasım 1925’te TBMM açış konuşmasında “Vatandaşların kendi teşebbüsleriyle vücuda getirdikleri Tayyare Cemiyeti az zamanda verdiği semerelerle geniş bir ferahlık ümit ettirmektedir.”

3 Ocak 1926 tarihinde Türk Tayyare Cemiyeti Genel Merkezi’ni ziyareti 5 Ocak 1926 tarihli Hakimiyet-i Milliye’de şöyle anlatılıyor: “Pazar günü saat 17.30 raddelerinde büyük kurtarıcımız Gazi Paşa Hazretleri Tayyare Cemiyeti Umumi Merkezi’nin Hacı Bayram Camii’ndeki dairesini teşrif buyurmuşlar ve Cemiyet Reisi Rize Mebusu Fuat Beyefendi ile cemiyetin memur erkanı tarafından karşılanmışlardır. Gazi Paşa Hazretleri riyaset odasında bir müddet istirahat buyurduktan sonra memleketin nerelerinde Tayyare Cemiyeti teşekkül ettiğini gösterir harita ile Tayyare şubelerinin taahhüt ve ödeme miktarlarını gösterir grafik haritaları birer birer incelemişlerdir ve Türk milletinin hava kuvvetlerine verdiği ehemmiyeti ispat mahiyetinde olan taahhüt ve bağış miktarlarını fevkalade şükrana değer bulmuşlar, bu vesile ile de milletin gösterdiği pek yüksek idrak kabiliyeti ve gayret ve fedakarlık derecesini kendilerine has olan nüfuzu nazarla takdir buyurmuşlardır. Bundan sonra Tayyare Cemiyeti’nin bütün teşkilatı ve her dairenin işlerin taksimi itibariyle üstlendiği vazifeler hakkında izahat almışlar ve cemiyetin esaslı kayıtlarını ve defterlerini de bizzat gözden geçirmişler ve gördükleri muntazam ve mükemmel eserlerden dolayı Reis Fuat Beyefendi’ye takdirlerini ifade etmek lütfunda bulunmuşlardır. Gazi Paşa Hazretleri bu suretle takriben bir saat kadar incelemelerde bulunduktan sonra dönmüşlerdir.”

12 Mayıs 1926 Tayyare Cemiyeti reisi Fuat Bey’e: “Türk Tayyare Cemiyeti Kongresi’nin muhterem heyetinin hakkımda gösterdiği hissiyata teşekkür, selam ve muhabbetlerimin değerli üyelere bildirilmesini rica ederim.

8 Haziran 1926’da Bursa Öğretmenler Birliği toplantısında Anadolu Ajansı muhabirine bir demeç vermiş. Söylev ve Demeçlerdeki metin şöyle:

“Türk Milletinin hava kuvvetlerimizin güçlendirilmesi gereğini anlaması ve övgüye değer özverilikler göstermesi siyasi gelişmesinin ve uygarlığının en büyük delilidir. Bu işte aracılık yapan Tayyare Cemiyeti’ni kutlarım. Cemiyetin belirli ve çeşitli gelirler bulmak için ülkemizin çeşitli yerlerinde yapmakta olduğu kongrelerin faydalı bir şekilde sonuçlanması için bütün vatandaşların çaba harcayacaklarından eminim.”

14 Temmuz 1926, İstanbul Tayyare Kongresi Reisi Hakim Rıza Bey’e “Tayyare Kongresi münasebetiyle hakkımda gösterilen hissiyata teşekkürler beyan eylerim, Efendim.”

1 Kasım 1926’da TBMM’yi açış konuşmasında: “Efendiler, vatandaşların kendi gayret ve hamiyetlerinin mahsulü olan Tayyare Cemiyeti’nin bir senelik mesai ve muvaffakiyetleri takdire değerdir. (Alkışlar.)”

16 Mayıs 1919’da Samsun’a giderken ayrıldığı İstanbul’a ilk kez 1 Temmuz 1927’de gelen Atatürk bilindiği gibi hızlıca ziyaretlere başlar şehirde. Bu bağlamda 10 Temmuz 1927’de önce İstanbul’daki Cumhuriyet Halk Fırkası’nı sonra Tayyare Cemiyeti Şubesi’ni ziyaret etmiş. Ertesi günkü Cumhuriyet’te ziyaret şöyle anlatılıyor:

“Gazi Hazretleri 18:10’da alkışlar arasında alt katta Tayyare Cemiyeti Reisi’nin odasını teşrif etmişler ve burada bulunan heykellerinin önündeki kanepeye oturmuşlardır. (…) Nakiye Hanım kalkarak Gazi’ye doğru ilerlemiş ve Türk Tayyare Cemiyeti’nin bir rozetini takmak istemiştir. Gazi Hazretleri hemen ayağa kalkmış ve rozetin takılmasına müsaade etmişlerdir. (…) Bundan sonra Hasan Fehmi Bey, Tayyare Cemiyeti’nin defterine bir şey kayıt buyurmalarını rica etmiş ve Gazi Hazretleri de “10 Temmuz 927” tarihiyle imzalarını atmışlardır. Müteakiben Hasan Fehmi Bey, Tayyare Teşkilatı ‘na ait duvardaki grafikler hakkında malumat vermiş ve bu seneki sadakai fıtri hasılatının diğer senelerden ziyade olduğunu anlatmışlardır. Bu esnada Gazi Hazretleri de şöyle buyurmuşlardır: “Kurban kesilmese de, bedellerini Tayyare Cemiyeti’ne verseler olmaz mı?” Hasan Fehmi Bey kurban bedellerinin Tayyare Cemiyeti’ne verildiğini arz etmiştir. Bundan sonra Gazi Hazretleri tayyareden ve tayyarenin ehemmiyetinden, harpteki tesirli vazifelerinden bahsederek Anafarta ve Suriye’deki harplerde tayyarelerin gördüğü hizmetleri izah etmişlerdir. Gazi Hazretleri, bizzat Suriye’de Beytülhasan’da kendisini takip eden 100 tayyarenin elinden nasıl kurtulduklarını hikaye buyurmuşlar ve bu esnada tebessüm buyurarak gazetecilere bakmışlar ve “Gazeteciler duymasın … ” iltifatında bulunmuşlardır. Müteakiben Gazi Hazretleri kalkarak hazır bulunanların ellerini sıkmış ve vedalaşarak ayrılmıştır.”

31 Ağustos 1927’de 30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı dolayısıyla 5. Kolordu Kumandanlığı’na: “Vatanı büyük zafer şeref ve saadetine kavuşturan Cumhuriyet ordusunun zafer bayramını tebrik ederim.”

14 Ekim 1930, Türkiye’yi Ziyaret Eden Alman Tayyaresi Junkers G-38 Kumandanına teşekkür.

26 Kasım 1930, Türk Tayyare Cemiyeti Kongresi’ne teşekkür. (Dikkat edilirse Cemiyetin hiçbir kongresine katılmıyor ve birkaç cümlelik kuru telgraflar gönderiyor.)

Amerikalı tayyarecilere iltifatlar

Havacılıkla ilgili konuşmasını duymak için 3 Ağustos 1931 gününü bekleyeceğiz. O tarihte ABD Başkanı Hoover’ın jesti uyarınca, Russell Boardman ve John L. Polando adlı pilotlar Bellance CH-400 tipi Cape Cod adlı uçaklarıyla, New York’tan havalanarak 9.240 kilometrelik yolu, hiçbir yere inmeksizin, 49 saat 15 dakikada alarak 30 Temmuz 1931’de Yeşilköy’e iniyorlar. Kapısı bile olmayan uçakta ne radyo ne fren ne jeneratör ne paraşüt ne kurtarma botu ne seyrüsefer lambaları ne de tuvalet var. Pilotlar yanlarına birer takım elbise, 10 bin kartpostal, 16 adet 28 Temmuz 1931 tarihli New York Times gazetesi, iki kızarmış tavuk, ekmek, iki termos dolusu kahve, son meteorolojik durumu gösteren bir dünya haritası ve bir de uçuş verilerini kaydeden barograf cihazı almışlar. Ayrıca, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey tarafından kaleme alınan ve “Gazi’ ye takdim edilmek üzere” kendilerine verilen bir mektup taşıyorlar. 

Böyle bir deney uçuşu için İstanbul’un seçilmesi hem ABD’de hem Türkiye’de büyük heyecan yaratmıştı. Pilotlar İstanbul’da en üst düzeyde kabul görüyorlar. Vali Muhittin (Üstündağ) ve Başvekil İsmet (İnönü) Bey’le görüşüyorlar. Taksim Abidesi’ne çiçek koyuyorlar. Atatürk’ün iki pilotu Yalova’daki köşkünde kabul etmesi ise ABD Elçisi Joseph C. Grew tarafından şöyle anlatılıyor: “Mucizelerin mucizesi… Uzak diyarların amirallerinin, generallerinin, dışişleri bakanlarının bu kutsal mekâna girişi çoğu zaman reddedilmiştir… En iyi şartlarda ise bu kişiler uzun müddet beklemek zorunda kalmışlardır. Ancak bu iki Amerikalı genç Gazi’nin huzuruna derhal çağrıldılar…”

İşte 3 Ağustos 1931 günü Atatürk, Amerikalı tayyarecileri Yalova’da kabul ettikten sonra onlara konumuzla ilgili şunları söylüyor:

“(…) Bugünün gençliği, zamanımıza kadar insanlığın hayal etmediği hava yollarıyla insanlar arasında, milletler arasında yüksek dostlukların, yüksek sevgilerin kurucuları oluyor. Bu yüce hedeflerin yüce işaretlerini veren Amerika’nın sizin gibi cesur ve idealist gençlerini karşımda görmekle, onlarla görüşmekle övünüyorum, mutluyum.

Siz havadan güzel bir yol çizdiniz. Bu yolculuğunuz Türk tayyarecilerine de hazırlanmak için büyük bir teşvik olacaktır. Sizi ısrarla kutlarım. Sizinle sevgili Amerika milletini, Amerika bilgi ve tekniğini ve Amerika tayyareciliğinin kahraman temsilcilerini selamlarım.

Yüksek toplumunuzu dünyada yüksek bir biçimde temsil eden cumhurbaşkanınızı, bu güzel nedenle saygıyla ve sevgiyle anarım. Ve size iyi yolculuklar dilerim.”

Atatürk aynı gün, Amerikalı tayyareciler ayrıldıktan sonra da Hakimiyet-i Milliye gazetesine (sadeleştirilmiş dille) şu demeci vermiş:

“Ben Amerika’nın bu kahraman çocuklarını, kahramanlığın bütün niteliklerine sahip ve bütün dünya karşısında uygulamalarında sabırlı girişkenler olarak gördüm. Kendileri yüksek kahramanlıklarını, yüksek alçak gönüllük içinde gizliyorlar. Ümit ederim ve beklerim ki bu gençler, bugün yaptıklarından daha büyük fiili eserler sahibi olacaklardır. Bununla zaten çok yüksek olan Amerika toplumu övüneceği gibi, bütün insanlık da sevinecektir. Bu sevinçlerin en yükseğini en derin duygularla Türk milletinin duyacağına kuşku yoktur. Çünkü Türk milleti, her güzel şeyi, her uygar şeyi, her yüksek şeyi sever, takdir eder.

Ancak kesindir ki, her şeyin üstünde tapındığı bir şey varsa o da kahramanlıktır. Bu sözlerim kuşkusuz bugünkü uyanık Türk gençliğinin kulaklarında yüksek ve etkili yankılar yapacaktır. Yüksek karakterine güvenle baktığım Türk çocuklarından daha az şey istemem.”

Bu demeçler, aslında tam da “İstikbal göklerdedir” vecizesinin dillendirileceği bir bahaneye sahip. Ama Atatürk havayolunun dünyayı yakınlaştırıcı niteliğini takdir etmekle yetiniyor ardından Amerikan milletini, başkanını, gençlerini, teknolojini övüyor. Hem de ne övme…

1934-1936 arasında Atatürk’ün havacılık konuşmaları

Uzun bir süre havacılıkla ilgili bir eylemine rastlamıyoruz Atatürk’ün. Nihayet

5 Şubat 1934’te Kayseri’de Uçak Fabrikası’nı ziyaret ediyor. Gazetelerde bu ziyaret küçük kutucuklar halinde haberleştirilmiş. Atatürk’ün herhangi bir konuşması, nutku yok kaynaklarda. Sadece balkona çıkıp halkı selamlamış ve halk çılgınca alkışlamış.

10 Nisan 1934’de Atatürk, İzmir’den Gaziemir’e gelerek piyade alayını, tayyare topçu bataryasını ve Seydiköy’de hava kuvvetlerini denetliyor, daha sonra Selçuk üzerinden Kuşadası’na gelerek süvari alayını denetledikten sonra akşam tekrar İzmir’e dönüyor. “İstikbal göklerdedir” meyanında bir konuşmanın yapılması için gayet uygun ortamlar ama maalesef, kaynaklara geçmiş bir konuşması yok. Gazetelerde de minik kutular içinde verilmiş haber. “İzmir civarındaki kıtaatı teftiş buyurdular, hava kuvvetlerinin yapılan tatbikatında hazır bulundular, bütün istasyonlarda ve bulundukları yerlerde halkın ve köylünün coşkun tezahüratlarını selam ve iltifatları ile karşıladı ve ayrı ayrı hatırlarını sordu” minvalinde cümleler okunuyor.

21 Haziran 1934’de Atatürk, ziyaretçisi İran Şahı Rıza Pehlevi ile beraber Eskişehir’de Hava Meydanı Mektebi’ni geziyor. Yine kaynaklara geçmiş bir konuşması yok.

27 Nisan 1935’de Atatürk, Ankara’da Türk Tayyare Cemiyeti Merkezi’ni ziyaret ediyor ve cemiyet bünyesinde kurulan uçuş okulu olan “Türkkuşu” üyelerinin çalışmaları hakkında bilgi alıyor. Bu ziyarette bir konuşma yapmıyor.

3 Mayıs 1935 konuşmasının önemi

Nihayet 3 Mayıs 1935’de Atatürk “Türkkuşu”nun hizmete açılışı nedeniyle Etimesut Hava Alanında yapılan törende konuşuyor. Bu konuşma 4 Mayıs 1935 tarihli Ulus gazetesinde yayımlanıyor. Biz de dört gözle “İstikbal göklerdedir” veya muadili bir cümle duymak için kulak kesiliyoruz. Şöyle diyor Atatürk uzun konuşmasında:

“(…) Lakin, yaşadığımız bu çağda artık insanlar, yalnız karada ve denizde kalmadılar. Tabiatın hava varlığının da içine daldılar. Hayat için havayı, yalnız nefeslenmenin yetersizliği anlaşıldı. Gerekli ve gerçek olan hava egemenliği olduğu yalın olarak ortaya çıktı. Bütün ulusların büyük dölenle (sükunetle?) üzerinde çalıştıkları bu yöneyde, Türk ulusu da şüphesiz yerini almalıydı. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, kara ordumuzun yanında, donanmamızı kurarken, hava filolarımızı da en son hava şartlarıyla düzenlemekten geri kalmadı. Şahıslarıyla onur duyduğumuz, hava subaylarımız ve komutanlarımız da yetişmiş bulunuyorlar. Uçmanlarımız her zaman ve herhalde, ulusun yüzünü ağartacak yüksek değerdedirler. Lâkin, arkadaşlar; bu kadarını yeter görmek doğru olamazdı. Hava işine, onun bütün dünyada, aldığı önem derecesine göre genişlik vermek lâzımdı. Bunu göz önünde tutan Cumhuriyet hükümeti; havacılığı, bütün ulusun işlevi yapmak kararında idi. Türk, yurdun dağlarında, ormanlarında, ovalarında, denizlerinde, her bucağında, nasıl bir bilgi ve kendine güvenle yürüyor, dolaşıyorsa, yurdun göklerinde de aynı şekilde dolaşabilmelidir. Bu ise, Türkü, çocukluğundan, vatan kuşlarıyla, vatan havası içinde yarışa alıştırmakla başlar. İşte, bugün, burada, bizi toplayan sebep, o kutsal işe başlama törenidir.

Havacılık kınavına (faaliyetine?) ciddi sarılmalarından dolayı, hükümete, Genelkurmay Başkanı Sayın Mareşal’a ve Türkiye Hava Kurumu Başkanı değerli arkadaşım Fuad’a, burada, özel teşekkürlerimi sunarım.

Bu ödevimizi başarmada, bizden değerli yardımlarını esirgemeyen, dostumuz Rus Sovyet Cumhuriyet’ine ve onun, Sayın Büyük Elçisi Bay Karahan’a önünüzde açıkça teşekkür etmekten kıvanç duyarım.

Türk çocuğu; Her işte olduğu gibi, havacılıkta da en yüksek düzeyde, gökte, seni bekleyen yerini, az zamanda, dolduracaksın. Bundan, gerçek dostlarımız sevinecek, Türk ulusu mutlu olacaktır.”

Nihayet, “İstikbal göklerdedir” sözüne yakın anlamda bir cümle ile karşılaştık: “Hayat için havayı, yalnız nefeslenmenin yetersizliği anlaşıldı. Gerekli ve gerçek olan hava egemenliği olduğu yalın olarak ortaya çıktı.”

Ancak Atatürk vecizesi imalatçıları için yetersiz bir cümle olmalı ki, yıllarca bunu değil, şu ana kadar herhangi bir kaynakta rastlamadığımız (ama biraz sonra bir başka kişinin ağzından duyacağımız) “İstikbal göklerdedir” vecizesini uydurmak ihtiyacı duymuşlar. (İlginçtir pek çok kaynakta bu konuşmanın sonundaki Rus Sovyet Cumhuriyeti ve Elçi Karahan’a teşekkür” cümleleri yer almıyor.)

 Devam edelim.

14 Mayıs 1935 akşamı Atatürk “Türkkuşu” uçuş alanını ziyaret ediyor ve çalışmalar hakkında bilgi alıyor. Herhangi bir nutuk veya demeç yok. Zaten ziyaret gazetelerde küçük kutu haber şeklinde verilmiş.

24 Mayıs 1935 tarihinde yapılan 6. Büyük Kongre’de Türk Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu adını alıyor. Atatürk 27 Mayıs 1935 günü kurumun başkanı Abdülhalik Renda’ya bir telgraf gönderiyor:

“Hava Kurumu Kurultayı münasebetiyle bana karşı gösterilen temiz duygulara teşekkür ederim.” Demek ki Atatürk kurultaya gitmemiş ve kurultayda Atatürk’e yönelik övgüler, tezahüratlar yapılmış.

29 Mayıs 1935 tarihli Ayın Tarihi Dergisi’nin 18. sayısında şu haberi okuyoruz: “Atatürk, Türk Hava Kurumu’na on bin lira vererek hava tehlikesini bilenlerin başına geçmiştir. Ve demişlerdir ki: ‘Bu ulus en zor zamanlarda memleket ödevlerine canla başla koşmuştur. İstediklerinden daha fazlasını başaracaklardır. Tuttukları yol doğrudur.’”

Hepsi bu kadar. Atatürk sanki Türk Hava Kurumu’ndan umudu kesmiş. Zoraki cümleler çıkıyor ağzından. Halbuki hevesli olduğu konularda sayfalarca yazıp konuştuğunu biliyoruz. Devam edelim.

Bu sözü TBMM açış konuşmalarında söylemiş olabilir mi?

Atatürk 1 Kasım 1935 TBMM’yi açılış konuşmasında pek çok konuyla değindikten sonra konumuzla ilgili şu ifadeleri sarf ediyor:

“Uçak filolarımızı oluşturmak için büyük milletimizin yüce ilgisini heyecanla anmak borcumdur. Son uluslararası olaylar, Türk milleti için kuvvetli bir hava ordusunun ne denli önemli olduğu konusunda bir kanıt olmalıdır. (Alkışlar.) Çok emekle kurduğumuz, canımızla korumaya ant içtiğimiz kutsal yurdun, havadan saldırılara karşı güvenlik altında bulunması demek, bize saldıracakların, kendi yurtlarında, bizim de aynı zararları yapabileceğimize güvenimiz demektir. (Şiddetli alkışlar, bravo sesleri.) Bu güveni her gün artıracak araç bulmakta Büyük Türk milletinin ne yüce bir duyguyu kalbinde taşıdığını, her kişinin vatan için tutuşan gözlerinde okumaktayız. (Alkışlar.) Havacılarımız, bütün ordu ve donanmamız gibi vatanı korumaya hazır kahramanlardır (alkışlar). Büyük millet, bu soylu evlatlarıyla kendini mutlu sayabilir (Alkışlar).”

Bu konuşmada da “İstikbal göklerdedir” cümlesini veya benzerini okuyamıyoruz. Sabırla devam ediyoruz.

25 Ocak 1936’da Atatürk “Türkkuşu”nu ziyaret ediyor ama bir konuşma yapmıyor.

Ve nihayet THK’nın referansı Eskişehir konuşması!

9 Haziran 1936’da Atatürk İstanbul’dan Ankara’ya giderken Eskişehir’e uğruyor. Burada Komutanlık, Vilâyet ve Belediye’yi ziyaret ediyor, Uçak Mektebi’ni denetliyor, uçuşları seyrediyor ve girişte andığım resmi kaynaklara göre mektebin şeref defterine “Çok sevindim gördüklerimden!” yazıyor.

İşte bu ziyaret çok önemli. Çünkü hatırlarsanız yazının başında Eskişehir’deki Büyükşehir Belediyesi Sabancı Uzay Evi’ndeki panoda havacılıkla ilgili paragrafın altına “Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir konuşması, 1936” yazılmış demiştim. Birçok kaynakta gün bilgisi verilmeden Atatürk’ün “bu ziyareti sırasında” “İstikbal göklerdedir” dediği yazılı. Bu kaynakların arasında yüksek lisans tezleri, bilimsel makaleler var. Bu yüzden bu ziyarette bir konuşma yapılıp yapılmadığına özel dikkat gösterdim. Hayır, girişte andığım resmi kaynaklarda bir konuşma olmadığı gibi bu geziyi anlatan gazete haberlerinde de birkaç satırlık bilgiden başkası yok. Örneğin 10 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet “Atatürk burada müşahede buyurdukları intizam ve yüksek tekamülden olayı kıymetli havacılarımızı tebrik ve takdirlerini buyurmuşlar ve kumandanlık defterine şu cümleyi yazmışlardır: “Çok sevindim gördüklerimden.” 10 Haziran 1936 tarihli Kurun ve Ulus’ta da aynı cümleler var sadece. Gazeteciler için bu gezinin ilgi çeken yanı Sabiha Gökçen’in Bursa’dan tayyare ile uçarak 55 dakikada Eskişehir’e konması. Gökçen Eskişehir tayyare okulunda askeri tayyareciliğe başlamak üzere kalmış, Atatürk Ankara’ya dönmüş.

Belki Atatürk 1 Kasım 1936’da TBMM’yi açış konuşmasında bu konuya değinmiştir dedim. Ama onda şu kısacık açıklama vardı sadece:

“Hava ordusuna ayırdığımız yardımı artırmanızı dilerim. Yeni bir programın uygulama döneminde bulunduğumuz için hava kuvvetlerimiz arzuladığımız düzeyden henüz uzaktır. Güçlü bir hava ordusu kurma yolunda iyi sonuçlara doğru güvenle yürümekte olduğumuzu belirtirken, hava saldırılarına karşı milletin hazırlanması konusunda ayrıca ilginizi çekmek isterim.”

1 Kasım 1937 TBMM’yi açış konuşmasında ise şöyle diyor:

“Sivil Hava Yolları yönetimi, devlet kuruluşları arasında, modern bir yönetim olarak yer almıştır. Bütün teknik şartlar ve güvenlik önlemleri içinde çalışmakta olan bu yönetimin büyük şehirlerimizin hepsi arasında en modern ulaşım yolu rolünü bir an önce yerine getirmeye başlaması ve uluslararası hatlarla ve kendi araçları ile bağlantı kurması, imkânı kısa sürede sağlanmasını beklediğimiz önemli işlerdendir. (…) Hava kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük milletimizin içten ve bilinçli ilgisiyle şimdiden başarılmış sayılır. Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın motorlarının memleketimizde yapılması ve hap hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir. Hava kuvvetlerinin aldığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle milletin gözleri önünde canlı tutmak gerekir. (Alkışlar.)

Yine hayal kırıklığına uğruyoruz. Halbuki bu konuşmaya “İstikbal göklerdedir!” şeklinde bir bitiriş yakışmaz mıydı?

11 Mart 1938’de Atatürk, Ankara-Etimesut Türkkuşu Meydanı’nda, uçuşları izliyor ve uçuş yapan gençleri tebrik ediyor, ancak yine bir konuşma yapmıyor. Yaptıysa da bu kaynaklara, gazetelere geçirilmeye layık görülmemiş. Haber küçük kutu halinde sıkıştırılmış araya.   

1 Kasım 1938’de Atatürk’ün mutad TBMM’yi açış konuşmasını Başbakan Celal Bayar okur. Uzun konuşmada havacılık bir cümleye düşmüştür: “Hava programımız da önemle uygulanmaktadır.”

Demek ki artık “istikbal’in göklerde olduğu” meselesi her düzeyde önemini kaybetmiş.


Nihayet “İstikbal göklerdedir!” diyeni buluyorum

Aslında aramaya son verebilirdim ama Atatürk sonrasına devam ettim ki, gazetelerde ilk kez “İstikbal göklerdedir” ifadesinin ne zaman boy gösterdiğini bulabileyim. Ve buldum!

“İstikbal göklerdedir” vecizesini ilk kez dile getiren Abidin Daver. “İstikbal göklerdedir” vecizesini ilk kez dile getiren Abidin Daver. 22 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Hem Nalına Hem Mıhına adlı köşesinde Abidin Daver dile getirmiş. “Havacılık sevgisi” başlıklı yazısında “Medeniyetin istikbali göklerdedir; demek pek te yanlış değildir” diyor. (Bunu yazıyı yayımladıktan sonra bir okurumun uyarısıyla farkettim, yazıya sonradan ekledim. Gözümden kaçmış başka yazıları da varsa, şimdiden özür dilerim.)

Ardından 30 Mayıs 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde 1. sayfadan yayımlanan “Atatürk kızı Sabiha Gökçen” yazısında aynen şöyle diyor Daver: “Yurdunda müstakil ve mes’ud yaşamak istiyen bir millet için istikbal göklerdedir. Büyük bir millet için hayatın da ölümün de en şereflisi göklerdedir.”

İlginç değil mi? Atatürk’ün sağlığında, içinde belki 20 kere Atatürk adının geçtiği bir yazıda Abidin Daver, “Atatürk’ün de dediği gibi” notu düşmeden doğrudan kendi cümlesi olarak bu sözü yazıyor. Benim için gerçekten şaşırtıcı oldu bu. Abidin Daver. 1910’da Fransa’da yapılan Picardie manevralarına arkadaşı Fethi (Okyar) Bey ile katılan Mustafa Kemal’le konuşan gazeteci. O’nun daha sonra Atatürkçü yazarlar tarafından “göklerle ilgili ilk öngörüsü” diye yüceltilecek “Uçaklar savaşta önemli rol oynayacaktır. Fransız sahra topçusu mükemmel, fakat Fransız piyadesi kırmızı pantolonlarıyla çok iyi bir hedef teşkil eder. Fransız ordusu, gereğinden fazla ateşli ve saldırgan bir ruhla yetiştirilmektedir,” cümlesini ondan okumuştur konunun ilgilileri, ancak dolaylı şekilde: Niyazi Ahmet Banoğlu’nun Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk kitabından. (Bu kitabın ne kadar bilimsel olduğunu tahmin etmeyi size bırakıyorum.) Ayrıca Abidin Daver, Atatürk’ün tüm konuşmalarını takip eden gazetecilerin başında gelir.

İşte bu kişi “İstikbal göklerdedir” diyor dolu dolu. Bu ifadelerin bir yol kazası, sonradan tekzip edilen bir cümle olmadığını, Abidin Daver’in 31 Ağustos 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki Hem Nalına Hem Mıhına başlıklı köşesinden teyid ediyoruz. O günkü yazısının başlığı doğrudan “İstikbal göklerdedir” olup, yazı konuya açıklık getiriyor:

“30 Ağustos Zafer Bayramı ile havacılık haftası da başlamıştır. Bu haftanın 30 Ağustos zaferi ile başlaması bir tesadüf eseri değildir, havacılığın büyük ve hayati ehemmiyetini göstermek, bundan sonraki 30 Ağustoslarımızın ancak havalara hâkim olmakla kazanılabileceğini anlatmak için havacılık haftasının ilk günü olan zafer bayramımız seçilmiştir.

Türk Hava Kurumu başkanı Erzurum meb’usu Şükrü Koçak dün Türk milletine hitaben neşrettiği beyannamede, “Artık toprak ve su göklerin emrine girmiştir” diyor. Bana kalırsa “artık, karaları, denizleri ve gökleriyle bütün dünya uçar insanın emrine girmiştir” demek daha doğru olur. Çelik kartalın hakimiyeti ve hükümranlığı kat’idir. Onu Himalaya’nın karşı şahikaları (zirveleri) üstünde stratosferde kurduğu zafer tahtından indirecek kahraman henüz doğmamıştır. Asırlar boyunca bulduğu eski ve yeni vasıtalarla, karada yürüyen, suda yüzen ve denizin derinliklerine dalan insan, ancak zekâ ve teknikten takındığı kanatlarla uçmağa başladıktan sonradır ki arz dediğimiz ihtiyar küreye tamamiyle hâkim olabilmiştir.

Yarım asır önce, henüz ‘uçak’ denilen mahluk, doğmaya çalışırken havacılığın ilk müjdecilerinden biri şöyle diyordu: ‘Kuşlar gibi uçmak arzusu, insanlık kadar eskidir. İnsan, artık bu ülküsüne varmak ve kanatlanıp uçmak üzeredir. İnsan, havadan ağır bir vasıta ile uçmağa başladıktan sonra dünyaya hâkim olacaktır. Bir gün arz (dünya) soğumağa başladığı yahut da dünyanın toprakları ve denizleri, kendilerini doyurmağa yetişmediği zaman, insanlar başka dünyaları fethetmek için küremizden uçup gideceklerdir. İnsanlığın ve medeniyetin istikbali göklerdedir.’

Herkesi güldüren bu sözlerin söylendiği günlerde, uçak henüz yavru bir kuş bile değildi; ancak sıçrayabilen bir çekirge idi. İnsanlığı göklere hâkim kılmak için uğraşan bu adam, bir gün bu “insanlık kadar eski ülkü” uğruna düşüp can verdiği zaman, uçak, küçücük kanatlarıyla sadece daldan dala atlayabilen bir yavru kuştu. Aradan yarım asır bile geçmemiştir. Amerikalı Wright kardeşlerin ilk uçuş denilmeğe layık olan başarıları, yanılmıyorsam önümüzdeki sene 40. yıldönümünü idrak edecektir. 40 yıl içinde insan zekasının ve modern tekniğin arattığı çelik kartalın ne yaptığını görüyorsunuz. Uçar insan artık dünyaya hakimdir.

İnsanlığın ve medeniyetin istikbali göklerde olduğuna göre, insanlık ve medeniyet camiasının şerefli bir rüknü olan Türklüğün de istikbali göklerdedir. Uçar bir millet olmak, bizim en büyük ülkümüz olmalıdır. Çünkü yalnız istikbal değil, istiklal de ancak uçar milletlerin hakkıdır.

Gelecekte bir 30 Ağustos günü, Nuri Demirağ’ın Gök okulunda 28 ve Türk Hava Kurumu’nun Etimes’ud ve İnönü kamplarında 280 (not: 230 da olabilir, kupür net değil) havacı gencin yerine bu rakamların üstüne, birkaç sıfır daha ilave ederek binlerce, on binlerce Türk genci kanatlandığı vakit, bu ülküye kavuşmuş olacağız.”

Abidin Daver kimi kastetmektedir?

Herhangi bir şüpheye mahal kalmaması için tamamını aktardığı bu köşe yazısı her anlamda çok ilginç. Öncelikle “İstikbal göklerdedir vecizesi hem başlıkta hem yazıda defalarca tekrarlanmakta. Ancak yine Atatürk’te atfedilmemektedir. Abidin Daver aksine bu cümleleri “40 yıl önce bir uçak kazasında ölen bir mucidin” sözü olarak tırnak içinde vermektedir. Bu mucidin adı yoktur ancak bu “insanlık kadar eski ülkü” uğruna düşüp can vermiş” biridir bu kişi. Yani kesinlikle Atatürk değildir.

Bir sonraki paragrafta, tarihte ilk defa motorlu (“havadan ağır”) uçak uçuran Amerikalı Wright Kardeşlerden (Orville ve Wilbur Wright) söz eder yazar. Ohio Dayton’lu iki bisiklet ustası olan Wright Kardeşler, Wikipedia’ya göre “1890’da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek her şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başlamışlar ve sonunda burada işlerine yarayacak bir şey bulamayacaklarını anlayınca Berlin yakınlarındaki bir tepe üzerinden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman Mühendisi Otto Lilienthal’in çalışmaları ile işe başlamışlardır.”

Ancak bu kardeşlerden Wilbur 1912’de tifodan, Orville ise 1948’de kalp krizinden ölmüştür. Acaba 17 Eylül 1908 tarihinde ABD’nin Fort Myer kentinde bir Wright Model A uçağının kaza yapması sonucu ağır yaralanan uçağın pilotu ve yardımcı mucidi Orville Wright’tan mı söz etmektedir Abidin Daver? Yaralanmayı ölme olarak mı hatırlamıştır yazar? Olabilir çünkü Orville Wright’in şöyle bir ifadesi vardır: “Uçma arzusu, tarih öncesi çağlarda, patikası olmayan topraklarda yaptıkları meşakkatli yolculuklarda, özgürce süzülen kuşlara kıskançlıkla bakan atalarımızın bize aktardığı bir fikirdir.” Ama iki kardeşin de “istikbal göklerdedir” benzeri büyük laflar ettiklerine dair bir kanıt yok, ya da günümüze o sözleri aktarılmamış.

Acaba Abidin Daver, 9 Ağustos 1896’daki bir uçuşunda, planörünün, Almanya’da Rhinow yakınlarında bulunan Stölln’de 17 m yükseklikten düşerek yere çakılması sonucu omurgasını kıran ve ertesi gün hayatını kaybeden Otto Lilienthal’e mi atıf yapmaktadır? Yoksa 40 yıl değil ama 30 yıl kadar önce 7 Eylül 1909’da uçağı kullanırken ölen Fransız pilot Eugène Lefebvre mi kastediyordur? Olabilir ancak Lefebvre’nin de büyük laflar etmekten ziyade işin teknik yanıyla meşgul olduğu anlaşılıyor.

“40 yıl önce can veren” demeseydi ünlü Fransız yazarı Victor Hugo’nun Fransız havacı, gazeteci Gaston Tissandier’ye yazdığı 9 Mart 1869 tarihli mektuptan bu fikri çalmış diyebilirdim: “Elbette gelecek, hava seyrüseferinindir ve bugünün görevi de gelecek için çalışmaktır. Şu anda bu görevi benimsiyorsunuz. Ben yalnız ama dikkatli bir insan olarak senin gözlerinim ve sana şunu söylüyorum: Cesaret!”

1943 sonrasından günümüze

Bu tarihten sonra gazetelerdeki en eski “İstikbal göklerdedir” ifadesi 27 Ekim 1959 tarihli Milliyet gazetesinde karşımıza çıkıyor. Demek ki artık Abidin Daver’in yazıları unutulmuş ya da onun anonim kahramanı Atatürk’e dönüşmüş. Bu tarihten sonra bolca rastlıyoruz gazetelerde bu vecizeye.

“Bir gün insanoğlu tayyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bize haber yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise, batıdan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir,” uydurmasının kaynağı ise yine Sabiha Gökçen’in 1982 yılında yayınlanan Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti adlı kitabı: “[Atatürk] Havacılıkla ilgili bütün yabancı yayınları izliyor, bu konudaki gelişmeleri gün geçirmeden Türkiye’de de uygulama alanına sokmağa çalışıyordu. Bundan sonra insanlığın hizmetine girecek en büyük gelişmeler havacılık alanında olacaktı ona göre. Hatta gün gelecek İnsanoğlu uzaya gidecek, başka dünyalara gidecek, Ay’ı ve benzeri gezegenleri bile fethedecekti. Gerçi çok pahalı bir teknikti havacılık tekniği. Ama uygar ve çağdaş Türkiye’nin bu aşamayı yapması şarttı gelecek yönünden.”

Atatürk vecizesi uydurma uzmanları, Sabiha Gökçen’in sözlerini Atatürk’e maletmişler, biraz da süsleyerek resmi kurum tarihçelerine, akademik makalelerine, gazete haberlerine monte etmişler. Bu uydurma vecize Türkiye sınırlarında kalsa iyiydi, ama vergilerimizden 55 milyon Dolar vererek turist olarak gönderdiğimiz Alper Gezeravcı tarafından Dünya’ya ve evrene yayıldı. “İlk Türk Astronotunun” bu hikâyeyi bilmesi mümkün değildi ama ona bu “milli görevi” yükleyenlerin ille de bir vecize gerekiyorsa uydurma bir vecize yerine Atatürk’ün gerçekten söylediği bir sözü ona ezberletmeleri daha doğru olurdu… Mesela “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” diyebilirsiniz ama demeyin, çünkü onu da ilk kez Atatürk söylememiştir. Onun hikayesi de başka zamana kalsın!


Ayşe Hür – 19.01.2024

Tags: , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑