Kadın

Published on Aralık 5th, 2023

0

Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Kanunu’nun kabulü | Ayşe Hür


Günün tarihinden – 89 yıllık soru: 5 Aralık 1934’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı bahşedildi mi, bu hakkı kadınlar söke söke mi aldılar?

1870’lerden 1923’e kadar 100 kadar örgüt kuran, onlarca gazete ve dergi çıkaran Osmanlı kadın hareketi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihatçı politikalar sayesinde Ermeni, Rum, Yahudi, Levanten vb. gayrimüslim unsurlarını kaybetmiş, 1923’ten itibaren de ulus-devlet mantığına uygun biçimde ‘Türkleşmişti’ ama idealleri değişmemişti. Fakat Kemalist kadroların yaratmaya çalıştığı “modern kadın” tahayyülü, bu kadınların kafasındaki kadın tahayyülünden epey farklıydı. Kemalist erkeklerin kadınlardan bekledikleri sadece vatana hayırlı evlatlar yetiştiren anne ve yuvasını güzelleştiren eş, eğitimli, meslek sahibi bir kadın olması değil aynı zamanda Batı tarzı giyinen, makyaj yapan, tiyatrolara, konserlere, konferanslara giden, erkeklerle yemek yiyen, balolarda dans eden, güzellik yarışmalarına katılan bir kadın da olmasıydı. Sadece bu kadınların siyasetle ilgilenmeleri istenmiyordu, o kadar!

Suskun lider

Nitekim 1 Nisan 1923’te Birinci Meclis feshedilip seçimlere gitme kararı verildiğinde ilk iş seçim kanununun “her 50 bin erkek bir mebus seçer” maddesinin “her 20 bin erkek bir mebus seçer” şeklinde değiştirilmesi olmuştu. Konunun görüşüldüğü 3 Nisan 1923 tarihli 17. oturumunda yapılan tartışmalar ilginçtir.

Hüseyin Avni Bey: Efendiler, evvelce elli bin erkek nüfus üzerine tanzim edilmiş bir kanun vardı. Bu defa, bu teklifi yapan arkadaşlarımız kadınlık durumunu da dikkate alarak hareket etmişlerdir. Her şeyin bir derecesi, bir tekâmül (olgunlaşma) vesilesi vardır. Onlar kadınlar tekemmül edip de hakkını elde etmek derecesine gelinceye kadar, aile fertleri arasında, aile reislerine rey vermiş gibi sayılarak yirmi bin esas tutulmuştur.

Tunalı Hilmi Bey: Bilmem ama böyle bir tevil akıl ve hayale gelebilir mi?

Hüseyin Avni Bey (Erzurum) devamla: Temenni ederim ki, Hilmi Bey ve bütün yüce Meclis gibi, kadınlık âlemimiz seciyelerinden hiç şüphem yoktur. İlim ve irfanlarını da tekemmül ettirirler. Onların da erkekler gibi bu tarzda din ve diyanetleri dini hükümlerimiz içerisinde tekemmül eder ve onların da reylerine hürmet ederiz.

Tunalı Hilmi Bey (Bolu): Seçmek ve seçilmek hakkını vermiyorsunuz, fakat kadınları saymıyorsunuz da. (Gürültüler)

Hüseyin Avni Bey devamla: Efendiler, kadınları saymamak annesine hürmetsizlik etmek demektir. Hâşâ, biz annemizi babamızdan çok severiz.

Tunalı Hilmi Bey: Görünürdeki manasını aldım, paşa hazretleri.

Durak Bey (Erzurum): (Tunalı Hilmi’ye) Bu millet seni milletvekili yapmaz, yapmaz. (Yaparsa hata eder sesleri)

Hüseyin Avni Bey: Temenni ederim ki, bu hak verilmeden ziyade, alınacak bir haktır. Herhalde onlar da, bu husustaki haklarını kendilerine layık gördükleri zaman, bizden alırlar. Bunu zamana terk ediyorum (…) kanun çıkarmak arzu ederiz. Fakat görüyorum ki, bu da noksandır. Bu noksanı telafi etmeyi inşallah bizden sonrakilere bırakırız.

Tunalı Hilmi Bey: Saatlerce, günlerce, aylarca söylense, neticesi anlaşılmayacak bir kanundan bahsediyorlar arkadaşlar. Demin nasılsa sarf ettiğim, dayanamayıp da patlar gibi söylediğim bir söze karşı siz de gürlediniz. Kiminiz “nisaiyundan” (kadın tayfasından) dediniz. Kiminiz “Feminist” dediniz. Ne derseniz deyiniz, yalnız arkadaşlar söylenecek çok sözlerim, vardı, hepsini bırakıyorum. Bilhassa pek acele, pek nazik olan bir devrede, sizden yalnız bir istirhamım var… Bir bucak içinde bulunan erkek nüfustan her iki yüz kişi için bir ikinci seçmen seçilir. Arkadaşlar, mübarek savaşımızın bu millete bıraktığı analar bugün erkeklerden fazladır (Gürültüler, ayak patırtıları). Ayaklarınızı vurmayınız beyefendiler, benim mukaddes, analarımın, benim mukaddes bacılarımın başına vuruyorsunuz ayağınızı… İstirham ederim, benim anam babamdan yüksektir (Ayak patırtıları). Analar Cennetten bile yüksektir (Gürültüler, ayak patırtıları). Müsaade buyurun arkadaşlar analara, bacılara (Şiddetli patırtılar), kadınlara seçilmek hakkını verin demiyorum. Fakat arkadaşlar, analarımı, bacılarımı… (Gürültüler). Hakikate tahammül edemeyen kulaklar…


Emin Bey (Eskişehir): Hilmi Bey, milletin hissiyatı ile oynama: (Şeriata hürmet ediniz sesleri)


Hilmi Bey devamla: Seçilmek hakkı verilsin demiyorum (Gürültüler). Analara seçim hakkı veriniz demiyorum. Müsaade edin arkadaşlar, kanaatimi söyleyeyim. Ne olduğunu anlamayan arkadaşlar, susunuz. Sözüm anlaşılsın. Analara, bacılara… (Şiddetli gürültüler, patırtılar) analara, bacılara… Hakikate tahammül edemeyen kulaklar…


Başkan: Efendim beş dakika teneffüs edilmek üzere oturumu tatil ediyorum.”


Uzattığımın farkındayım ama meclisin havasını çok iyi aktardığına inandığım bu satırları okumanızı istedim. Sonuçta kanun ilk teklif edildiği şekliyle kabul edildi elbette. Bunlar olurken, oturumda bulunan Mustafa Kemal’in sesini bile çıkarmadığını belirteyim…
Latife Hanım mebus olmak istiyor


İsmet Bozdağ’a göre Mustafa Kemal’le 29 Ocak 1923’te İzmir’de evlenen Latife Hanım da., 12 Mart 1923 günü başlayan Adana gezisinin ardından kadınların siyasi hakları için Mustafa Kemal’e baskı yapmaya başlamıştı. Latife Hanım, İngiltere’de eğitim görürken kadınların seçme ve seçilme hakkını 1918’de elde ettiklerini, aynı yıl Avam Kamarası’na ilk kadın milletvekilinin (Constance Markievicz daha sonra bakan da olacaktı) girdiğini öğrenmişti. Dahası Yeni Zelanda (1893), Avustralya (1894-1908), Finlandiya (1906), Norveç (1913), Danimarka ve İzlanda (1915), Rusya ve Hollanda’dan (1917), İngiltere, Almanya, Avusturya, Letonya, Polonya ve Estonya (1918), Arnavutluk, Çekoslovakya ve ABD (1920), Azerbaycan, Ermenistan ve İsveç’te (1921) kadınlar oy kullanabiliyor, milletvekili olabiliyordu. Latife Hanım da Ağrı’dan mebus olmak istiyordu.


Muhtemelen Latife Hanım’ın tavrından haberdar olanlar konuyu kamuoyunun dikkate sunmaya karar verdiler. 18 Nisan 1923 günlü Ahmet Emin (Yalman) ve Asım (US) Beylerin çıkardığı Vakit gazetesi “Kadınların İntihab Hakkı” (kadınların seçme seçilme hakkı) başlıklı bir anket başlattı ve okurlardan büyük ilgi gören ankete “kadınlardan mebus namzedi kim olabilir?” sorusunu ekledi. Gazeteye göre İstanbullu Latife Bekir Hanım eğer “siyasal hakları ele geçirirlerse” adaşı Latife Hanım’ı İstanbul’dan milletvekili adayı gösterebileceklerini söylemişti. Latife Hanım da “kendileri gibi düşünüyorum” deyince, doğal olarak Mustafa Kemal de konuya dahil olmuştu. İsmet Bozdağ’a göre ikili arasında geçen konuşma şöyle bitmişti: “Gerçi ben kadınların meclise girmelerinden yanayım ama, karımın Meclis’te olmasından yana değilim. Evimde rahat etmek isterim. Bana rahatı ancak sevgili karım verebilir.”

Kadınlar Halk Fırkası

Bu durum, Osmanlı döneminden beri kadın hakları konusunda mücadele eden öğretmen ve yazar Nezihe Muhiddin, Şükufe Nihal ve Latife Bekir önderliğindeki bir avuç kadını yıldırmamıştı elbette ve 30 Mayıs 1923’te 13 kadın “siyasi hakların elde edilmesi için mücadeleye başladıklarını” duyurdular ve Mustafa Kemal’in kurduğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kadınlar kolunu oluşturmak üzere başvurdular.


Nezihe Hanım, oy meselesiyle ilgili şöyle diyordu:
“Onları (oy hakkını) bize vermeseler bile biz onları alacağız. Hiç şüphesiz hak ‘azmin, fiilin ve liyakatındır. Kadınlarımızın şu on beş seneden beri ibriz ettiği fikr-i teşebbüs ve faaliyyet o mevkiilere oturmak için bize hak bahş etmiştir. Memleketin ihtiyacat-ı hakikiyesi (gerçek ihtiyacı) de o mevkiilere bizim sahip olmaklığımızı emrediyor.”

Kadınlar taleplerine cevap alamayınca, daha cüretkâr bir adım attılar. 15 Haziran 1923’te “Kadınlar Halk Fırkası” (KHF) adıyla bir partinin kuruluş beyannamesini Dahiliye Vekaleti’ne sundular. Amaçları 16 Nisan 1923’ten itibaren girilen yeni seçim döneminde parti olarak var olmaktı.


Zafer Toprak’ın aktardığına göre partinin başkanı Nezihe Muhiddin, ikinci başkanı Nimet Remide, sorumlu delegesi Latife Bekir, genel sekreteri Şükufe Nihal, veznedarı Matlube Ömer, muhasebecisi Saniye, üyeleri de Nesime İbrahim, Zaliha, Tuğrul ve Faize hanımefendilerdi.

Amaç siyasi değil içtimai

Kuruluş beyannamesinde “memleketin her noktasında siyasi, içtimai ve iktisadi bütün mesailde kadının dolayısıyla veya doğrudan doğruya dahl ve tesirinden azade kalmış bir keyfiyet bulunamamasına rağmen bu mesainin gözle görünür derecede bariz olmadığı” vurgulanmakta, “yer yer tecelli eden kadın mevcudiyet ve şahsiyetinin kitlevi bir şekle ifrağı” gereğine ve ülkenin gerçek saadet ve kurtuluşunu sağlayacak umdeler etrafında toplanan kadın aleminin toplum yaşamında etkin bir güç olacağına değinilmekteydi.


Zafer Toprak’a göre, her ne kadar oluşumlarına “fırka” adı verdilerse de kurucuların esas hedefi siyasi değil, sosyal ve eğitimseldi. Nitekim fırkanın kuruluşuna geniş yer veren Süs dergisi “Yeni fırka isminden zannolunduğu gibi siyasi ceryanlara dahil olmak arzusunda değildir,” diye rejimin erkeklerin yüreklerini ferahlatıyordu. Siyasi haklar nasılsa elde edilecekti, öncelik toplum ve eğitim hayatının geliştirilmesiydi. Nitekim Fırka Genel Sekreteri Şükufe Nihal “Kadınlar Halk Fırkası’nın programı, şimdiye kadar her fırsatta izaha uğraştığımız gibi kadının içtimai, iktisadi ve bilahare siyahi sahalarda haklarını, inkişaflarını (gelişmelerini) temin etmektir,” diyordu. İkinci Başkan Remide Hanım ise Tanin’e verdiği demeçte Fırkanın hemşirelerinin Anadolu’nun en ücra köylerine kadar giderek, Anadolu kadınını aydınlatacağını, ona “Garb’ın terakkiyat-ı hazırasını” (Batının mevcut ilerlemesini) kazandıracağını belirtiyordu. Böylece Anadolu’da kadının yaşamı düzelecek, aile örgütü yepyeni bir veçhe kazanacaktı. Şükufe Nihal şöyle devam ediyordu: “Türk kadını, hiçbir zaman mütecellidane (ayak direme) hareketlerinde bulunmamakla beraber, mukaddes gayesine varmak için çok azimkar ve çok fedakâr olmayı kendisi için bir fazilet telakki etmiştir.”

Kadınlar mebus olursa!

Olay basında “kadınlar mebus olmak istiyor”, “tek gayeleri mebus olmak” şeklinde yer aldı. Örneğin 21 Haziran 1923 tarihli Kelebek gazetesindeki bir karikatürde bir kadının ağzından şöyle alaya alınıyordu başvuru:
1) Kadınlar mebus olursa: 2) Acaba bizi de askere alırlar mı? 3) Bizi de fırkalarına kabul ederler mi? 4) Galiba erkekler bundan sonra faaliyete geçecekler. 5) Mademki bütçeye dahil değil, bari tahsisat-ı mestureden (gizli ödenekten) lütfetseniz! 6) Kocalarımızı boşayabilecek miyiz? 7) Bunların hepsi iyi de ama bana kim bakacak?


Hüseyin Cahid Bey, “Kadınların fikri ve içtimai tealisini temin için cemiyet halinde çalışmak isteyen bu hanımlar siyasi bir isim intihal etmeselerdi belki maksatlarını daha iyi ifade etmiş olurlardı,” derken, Celal Sahir Bey “Kadınlar Halk Fırkası tabirine gelince, bunu hiç anlayamadım. Bizde bugün siyasi bir tek fırka var: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti…” diye sınırı belirtiyordu.


Bu arada henüz ortada bir parti yoktu ama o sırada hala süren oy verme işlemi sırasında bazı sandıklarda Latife Hanım, Halide Edip, Mevhibe Hanım, Nezihe Muhiddin, “Kara Fatma” lakaplı Fatma Seher Hanım, Müfide Ferit, Aliye Fehmi gibi kadınlara oy çıkmıştı.

Sekiz aylık suskunluğun nedeni neydi?


Dahiliye Vekaleti tam sekiz ay süren sessizlik döneminden sonra, hükümet “kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı” için KHF’nin kuruluşuna izin vermediğini tebliğ etti. Tanin gazetesinde ise “bazı düşünceleri nedeni ile uygun bulunmadığı” yazılıydı. Bu “bazı düşünceler” in ne olduğu hiçbir zaman açıklanmadı ama nizamnamenin siyasi hakları ima eden 2. maddesi, kadınların belediye seçimlerinde aday olmasını öneren 3. maddesi ve “kadınların savaş halinde askerlik görevi yapmasını” öneren 8. maddesin çok “taşkın” bulunduğunu kulaktan kulağa fısıldanıyordu.


KHF kurucuları partinin başına rejimin önemli adamlarından Ali Fethi Bey’i getirerek tekrar başvurdularsa da Ankara’nın (bunu Mustafa Kemal diye okumak gerekir herhalde) cevabı yine “hayır” oldu. Bu sefer de o sırada kuruluş faaliyetleri süren Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) yüzünden ‘halk fırkası’ adının bir kadın kuruluşu tarafından kullanılması “bölücü” bulunmuştu!


Nezihe Muhiddin ve arkadaşları yılmadılar, “taşkın” maddeleri değiştirerek 7 Şubat 1924’te Kadın Birliği adlı örgütü kurdular. Nizamnamenin 3. maddesinde “Birliğin siyasetle alakası yoktur’ denmesine bakılırsa, bir önceki tecrübeden fazlasıyla ders alınmıştı. Nitekim dernek kimsesiz çocuklara, fakir kadınlara yardım etmek, onlara aş ve iş sağlamak, yerli malını özendirmek gibi “hayırseverlik” işleriyle uğraştı. Seslerini kısmakla akıllılık yapmışlardı çünkü, daha bir ay önce İstanbul’un ünlü gazetecileri ve baro başkanına İstiklal Mahkemesi’nde sıkı bir gözdağı verilmişti.


20 Nisan 1924’te kabul edilen Anayasa’nın 11. maddesi de “Otuz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebus intihap edilmek salâhiyetini haizdir.” diye kesinleşince kadınların ümidi yine bir başka bahara kaldı.

Daha mühim meseleler var

13 Şubat 1925’te patlak veren/verdirilen Şeyh Said İsyanı, Kürtler, solcular, dindar grupların yanısıra kadınların siyasi taleplerine de kulak tıkamak için yeni bir bahane oldu. Rejimin yarı resmi sözcüsü Cumhuriyet gazetesi “Türkiye’nin hayatında çok mühim meseleler mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmaları pek ciddiyetsiz” diye yazıyordu.


Ama Nezihe Muhiddin pes etmedi, Temmuz ayında Türk Kadın Yolu dergisini çıkarmaya başladı. İlk yazısı kadınlara siyasi haklar tanınması üzerine olan dergide Enver Behnan (Şapolyo), Yaşar Nabi (Nayır) ve Fahrettin Kerim (Gökay) gibi kadın hakları savunucusu genç erkek yazarlar da yazıyordu. Ancak isyan bahanesi ile çıkarılan 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu etkisini gösterdi ve TKB ciddi bir ‘öz sansür’ uygulamaya başladı.

1926’da TKB, CHF’ye üye olmak için başvuruda bulundu. Cevap ‘kadınların hayır işleri ile uğraşmasının daha doğru olacağı’ yolundaydı. Birlikten Mustafa Kemal’e yakın bazı kadınlar da yeni çıkan Medeni Kanun’la ‘kadınlara layık olmadıkları hakların bile verildiğini’ söyleyerek siyasi taleplerde ısrar edilmesini eleştirmişlerdi. Ama Nezihe Muhiddin yine durmadı, seçim yılı olan 1927’de Denizli, Aydın, Afyon ve Diyarbakır’da şubeler açıldı ve CHF listelerinden genel seçimlere katılmak için kampanya başlatıldı. Elbette bu teklif de kabul edilmedi. Birlik bunun üzerine seçime erkek aday ile katılma kararı aldı. Ancak kendini ‘feminist erkek’ diye tanıtan ve seçimler için bıyıklarını bile kestiren Kenan Bey alaylara tahammül edemeyince adaysız kaldılar.

O zaman askerlik yapsınlar!

1924’teki anayasa tartışmalarında kadınların oy kullanmasını savunan Recep (Peker) Bey bu sefer “Mademki Türk vatanı ile ve mukadderatı ile fiili olarak meşgul olmak dileğindesiniz, o halde bu fiilî meşguliyetin başka bir şerefli cephesi vardır ki, sizi oraya davet ederim,” diyerek kadınları askerlik hizmetine çağırdı. Hatırlanacağı üzere daha önce kadınların parti kurmaları “Askerlik yaparız,” dedikleri için engellenmişti!


Rejimin “kadın hakları bakanı” rolünü üstlenen Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi Bey ilk kez kadınlardan yana tavır alarak bunu eleştirdi, ancak Cumhuriyet gazetesi genel olarak alaycı yayınına devam ediyordu. Örneğin gazetede çıkan bir yazıda “Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz, Meclis’te sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymeleri daha uygun olunacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur,” deniliyor, kadın mebuslar kumaş türleri üzerine tartışırken karikatürize ediliyordu.


Ancak görünen köy kılavuz istemiyordu. TKB’nin siyasi haklar mücadelesi, Nezihe Muhiddin hakkında birliğin 500 lirasını kişisel amaçlarla harcadığı gerekçesiyle soruşturma açılması ve birlik yöneticiliğinden istifa ettirilmesiyle sona erdirildi. Yunus Nadi olayı “Oh diyoruz, aman kurtulduk! Artık her gün kusma eğilimi içinde bunalmaktan kurtulduk!” diye değerlendirmişti.

İlk kadın muhtar: Gülkız Übbül

Ancak bu ısrar bir işe yaramıştı ki 1930 baharında kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı “tanındı”. Kanuna tek muhalefet Kars Milletvekili Ağaoğlu Ahmed Bey’den gelmişti. 23 Mart 1930 tarihli Hakimiyet-i Milliye’deki Şen Sayfa’da Ahmed Bey’in “derdi” şöyle anlatılıyordu:
“Ağaoğlu üstadımız için kadın karışan her mesele, meşhur fıkra gibi (la kestion dö venü furşet ) olur, yani çatallaşır. Üstat ne kadar demokrat, liberal falan olursa olsun kadının hakları cephesinde hemencecik değişir. Ulemadan Nivton da farelerden hazzetmezmiş, fuzeladan Franklen de gördüğü yerde kedileri kovalarmış. Hele rivayete nazaran Edison katiyen piliç, bıldırcın, bekasın sevmezmiş. Filozof Şopenhaver ise gayet çirkin olduğu için kadınların güzelliğini kıskana kıskana sinir hastalığına uğramış ve ölümüne daülhaset sebep olmuş.


Fakat üstadımızın bu sefer ki itirazları bambaşka bir sebeptendir, işittiğime göre kerimeleri ile arası açılmış, belediye reisi olmamaları için kanun layihasına var kuvvetle itiraza karar vermiş.


Vakti ile Fındıklı meclisinde (kadınların erkeksiz olarak Avrupa’ya gitmeleri caiz değil, seyahat masrafından (ben gitmiyorum kanunda müsait değil ) diyerek kurtarmak istemesindendi.


Binaenaleyh mazide kadınların seyahatlerini isteyen üstadın, haldeki layihaya itiraz etmeleri hususi bir kavga saikası ile değilse mutlaka latifedir.”

Sultanahmet’te “kofirus” veren kadınlar

24 Mart 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti ise “Kadınların Mebusluğu Şimdilik Hayal” şeklindeydi. Ancak bu arada “Ankara muallimlerinden Afet (İnan) Hanım, Cumhuriyet Halk Fırkasına müracaat etmiş ve kaydı icra olunmuştu.”


Kadınlar Birliği 11 Nisan’da İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda bu karara teşekkür mitingi yaptılar. 12 Nisan tarihli Milliyet gazetesinde “İstanbul Nasıl Eğleniyor” köşesinde Mehmet Selahaddin (Güngör) şöyle alaya alıyordu mitingi:

“Sabahın saat 9’u. Sultanahmet Meydanı önünde yarım daire çeviren bir polis müfrezesi bayraklarla süslenen kürsünün yanına kimseyi bırakmıyor. Güç bela zararsız mahluklardan olduğumuzu anlatabildik. Fakat o ne ya? Hani ya bugün bu meydanda hep kadın görecektik. Hesap edilse 100 erkeğe 10 kadın düşer düşmez. Daha ortada ne Kadın Birliği azası var ne de onun muakkipleri.


Tarihî meydan âdeta can sıkıntısından esniyor. Nihayet saat ona doğru idi ki hanımlar beşer onar kafile halinde gelmeye başladılar. Ancak içlerinde erkeksiz gelenler pek azdı. Yalnız erkekleriyle olsalar bir şey değil, bazıları kucaktaki çocuklarını da beraber getirmişlerdi.


Kürsünün etrafı gittikçe doluyordu. Fotoğrafçılar, gazeteciler oraya buraya koşuşuyor, çocuklar kabak çekirdeği yiyiyor ve hanımlar peçeli peçesiz, süslü, babayani, ağır, hafif, genç, ihtiyar kimi otomobille kimi yayan fakat hepsi mütebessim, hepsi memnun düğün evine gider gibi konuşarak, şakalaşarak tramvay caddesinden akın akın meydana yığılıyorlardı.


Dallı basmadan entariler giymiş iki çocuğile etrafına hayran hayran bakan bir kenar dilberi vızlamaya başlayan çocuğuna kürsüyü gösteriyor:

“Bak şimdi buraya teyzeler çıkacak.”

“Teyzeler ne yapmaya çıkacak oraya?”

Kadıncağız bir cevap bulup veremedi. Sonra yutkunarak;
“Şey,” dedi. “Kofirus verecekler ya! Onlar kofirus verecekler biz de dinleyeceğiz…”

Yazı bu minval üzere alaycı betimlerle devam ediyor ve şöyle bitiyordu:
“Bu merasim bittikten sonra hanımlar önde muzika, ellerinde bayraklar alay halinde Taksim Meydanı’na hareket ettiler.

Bir delikanlı onlar geçerken içini çekti:
“Acaba bu alaya kim gönüllü yazılmaz?”


İşte intihap edilmek ve intihap etmek hakkına kavuşan Türk hanımları bu cumayı böyle sevinçle, neşe ile geçirdiler.


Bayramları kutlu olsun ve başka ne diyelim? Allah kocalarını kendilerine şirin göstersin!”

Ardından Nezihe Muhiddin ve bir grup arkadaşı, CHF’ye üye olmak için başvurdu. Cevap yine olumsuzdu. Nezihe Muhiddin 1931’de yazdığı Türk Kadını adlı kitapta Mustafa Kemal’i yücelten ifadelere bol bol yer vererek son bir barışma hamlesi yaptı ama karşılık görmedi. Cumhuriyet’in 10. Yılı şerefine 26 Ekim 1933’te ise 1924 tarihli Köy Kanunu’nun 20. ve 25. Maddelerinde yapılan değişiklikle kadınlara muhtar ve ihtiyar meclisi seçimlerinde oy kullanma ve seçilme hakkı tanındı. Bu haktan yararlanarak seçilen ilk kadın, 1933 yerel seçimlerinde Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demircidere köyünün muhtarlığına yaklaşık 500 oyla seçilen Gülkız Übbül (Gül Esin) oldu. 11 Aralık 1933’te Halkevi Gazetesinde, “Büyük inkılabın ilk kadın muhtarı, vazifen kutlu ve mutlu olsun,” manşetiyle haber olan ve iki yıl muhtarlık yapan Gül Esin, kahvehanelerde kumar oynamayı yasaklamış, çocukların okula yazdırılması, kadınların sosyal hayata hazırlanması, kız kaçırma olaylarının önlenmesi ve nikah işlerinin düzene sokulması gibi konularda çalışmıştı.

Gizli kota uygulaması

Sırada milletvekili seçme ve seçilme hakkının ‘verilmesi’ vardı. Çünkü artık bunu daha fazla geciktirmek için bir bahane kalmamıştı. 5 Aralık 1934 tarihinde Malatya Milletvekili İsmet İnönü ve 191 arkadaşının verdiği önerge TBMM’de oylandı ve 258 olumlu, 53 çekimser ve 6 boş oy kullanılmıştı. Kanunla kadın ve erkek her Türk’ün seçme yaşı 22, seçilme yaşı 30 olarak belirlenmişti. Böylece, kadın ile erkek arasındaki eşitsizlikten biri daha ortadan kalkmış oluyordu.


6 Aralık günü Sultanahmet Meydanı’nda büyük bir kadın mitingi yapıldı. 18 Aralık 1934 tarihli Zaman gazetesinde “Seçilecek umum mebus adedinin yüzde beşi kadın azadan mürekkep olacaktır. Bu takdirde mecliste 18 kadın saylav bulunacaktır” denilmişti. (Öztürkçecilik akımının etkisiyle artık milletvekili veya mebus denmiyor, saylav deniyordu.)


1935 seçimlerinden önce Cumhuriyet gazetesi “Kadın Saylav Olursa” başlıklı bir anket düzenlemişti. Ankete adaylar, aday olması düşünülenler ve ikinci seçmenler katılmıştı. Çoğu doktor, öğretmen, akademisyen, edebiyatçı olan bu kadınlara dört soru soruluyordu. Bu sorular, milletvekili seçilmeleri halinde neler yapacakları, kadınların askerlik yapması konusundaki düşünceleri, o günlerin popüler konusu olan Bekârlık Vergisi’ne yaklaşımları ve Türk Kadın Birliği’nin gerekli bir örgüt olup olmadığıydı.


Ankete cevap verenlerin pek çoğu, rejimin sadık destekçileriydi, nitekim bunlar söze “Mebus olmak haddimize düşmez ama olursak…” diye başlıyordu. Örneğin, Şehir Meclisi üyesi Nakiye Hanım “Kadınlık namına Meclis’ten istenecek şey kalmadı ki! Her hak hayale gelen veya gelmeyen hak kadınımıza verildi. Medenî Kanun’da müsavat, tahsilde müsavat, işte müsavat! Daha ne istiyoruz bilmem ki? Kocasından dayak yiyen kadın için ne isteyelim, kanun kendisine hak vermiştir, gitsin arasın” derken, çocuk doktoru Nihal Hanım rejime bağlığını daha da ateşli biçimde anlatıyordu bağlılığını:

“Olmaz efendim, olmaz. Kadın nerede askerlik nerede? İçimizde daha bayram topundan korkan kadınlarımız var. Hem de fizyoloji kadınların aleyhinedir. Erkekte metanet, cesaret, adale kuvveti, pazu, ne bileyim mukavemet, asap her şey kuvvetlidir. Aksini iddia eden varsa gelsin bana sorsun. Ben doktorum. Asker olunur iddiasında bulunanların sözü züppelikten başka bir şey değildir. Siz hayalata değil, maddiyata bakın. Biz kadın doktorlar bu kadar modern yetiştiğimiz halde hükümet tabipliği bile yapamıyoruz. Öyle ata binip, beline de tabanca asıp cürmü meşhuda hiçbirimiz gidemeyiz doğrusu. Hem kadınların 30 gün içinde sayılan tavırları, programları, Mazhar Osman’ın dediği gibi 7 günü geçmez.”


Bekârlık Vergisi konusuna gelince, kadınların eş seçme hakkının olmadığı, bu nedenle bu verginin kadınlardan değil sadece erkeklerden alınması fikri benimsenmişti. Nihal Hanım ise nüfusun henüz istenen düzeye ulaşmadığı koşullarda, Bekârlık Vergisi’nin nüfusun artması ve mazbut bir aile hayatının olabilmesine olanak sağlayacağını düşünüyordu.

Dönemin kanaat önderlerinden Falih Rıfkı “seçme ve seçilme hakkına sahip kadınların” Cumhuriyet modernleşmesindeki işlevini şöyle anlatıyordu:
“İlk yapacakları iş, fırka toplantılarında, fırkanın propaganda bölümlerinde sandık başında çok kadın ve şapkalı kadın bulundurmaktır. 1935 Türkiye saylav (milletvekili) seçiminin üstünde, kadın kurtuluşunun ölçüsüz sevinci dalgalanmalıdır (…) Türk Kadın Gençliği bütün yabancı gözlerin bu seçimde kendi üzerlerine çevrilmiş olduğunu bilmelidir. İçlerinde Türk kadınının siyasal yaşayışa girecek yetkinliğe daha erişmemiş olduğunu ileri sürerek gülümseyenler olduğu gibi, batı illerinde siyasal haklarını kazanmak isteyen kadınlar, kendi erkeklerini, 1935 seçiminde Türk kardeşlerinin göstereceği ileriliği tanık tutacaklardır.”


İşte bu ortamda yapılan 8 Şubat 1935 seçimlerinde “müfrit olmayan” 17 kadın milletvekili meclise girdi. Ara seçimlerde buna 1 tane daha eklendi ve sayı 18 oldu. Anlaşılan kadın milletvekili sayısı önceden belirlenmişti. Yani örtük bir kota uygulaması söz konusuydu. Ama bu olumlu bir kota değildi. Çünkü adeta rejim tarafından “görevlendirilen” bu kadınlar arasında, gerçekten kadın hareketinden gelen çok az kişi vardı. Örneğin, bu konuya en çok emek veren Nezihe Hanım CHP’den aday gösterilmemiş, bağımsız olarak da seçilememişti. CHP listelerinde, Mustafa Kemal’e sadakatlerini sık sık sergileyenlere yer verilmişti. Ayrıca “Satı Kadın” diye tanınan Hatı Çırpan dışında hiçbiri ülkenin kadın sosyolojisini temsil etmiyordu, 17’si de orta-üst sınıftan kadınlardı.

12. Ars-ı Ulusal Kadınlar Birliği Kongresi

1935 yılının bir diğer önemli “kadın olayı”, 18-24 Nisan 1935 günlerinde İstanbul’da Yıldız Sarayı’nda toplanan Ars-ı Ulusal Kadınlar Birliği Kongresi idi. İlk toplantısını 1902’de Washington’da yapan, daha sonra 1904’te Berlin’de, 1906’da Kopenhag’da, 1908’de Amsterdam’da, 1909’da Londra’da, 1911’de Stockholm’de, 1913’te Budapeşte’de, 1920’de Cenevre’de, 1923’te Roma’da, 1926’da Paris’te toplanan ve kadınların siyasi hakları için önemli kararlar alan bu birlik, 1933’te Berlin’de Nazilerin kurduğu Kadın Birlikleri Federasyonu’da katılmaya zorlanınca kendini feshetmişti. İstanbul’daki toplantı 12. buluşmasıydı ve bunun için İstanbul’un seçilmesi önemliydi. Gazetelerde Feminizm Kongresi diye anılan bu toplantı hakkında bol bol haber çıkmış, kongre anısına 15 pulluk bir seri pul bastırılmış, Posta ve Telgraf İdaresi, kongre çalışmalarını kolaylaştırmak için Merasim Köşkü’nde bir postane açmıştı.


Birliğin Genel Sekreteri Katherine Bompas’a göre Türk kadınına verilen hak ve özgürlükler bütün dünya kadınları için çok cesaret vericiydi. Bompas “Biz Avrupalı kadınlar Türk kadınlarına cidden gıpta ediyoruz,” demişti. İsviçre delegesi ve birliğin sekreterlerinden Emilie Gourd “Türk kadınını çok kıskanıyorum,” derken, Mısır heyeti başkanı Madam Hoda Şaravi Paşa “Şark’ta kadınlığın kurtuluşunu Atatürk’e borçluyuz,” demişti. Bulgar delegesi Madam Iborof Türk kadınına siyasi haklarını veren Atatürk’e teşekkür ederken, Atina’da yayımlanan Akropolis gazetesi “Kim umardı? On beş sene evvel kime söylesen bütün kalbiyle gülmekten katılmazdı? Türk kadını, harem hayatının mahsup, esrarengiz, yanına yaklaşılmaz hanımı bugün dünyanın feministlik tacını tutuyor!”


Görüldüğü üzere, Avrupalı feministler Türkiye’deki gelişmelerden çok memnundu. Kongrede konuşan Türk delege Latife Bekir Hanım ise daha büyük bir coşkuyla Türk kadınları adına Atatürk’e şükranlarını sunacaktı.


Bunlar olurken, TKB’nin 1935’te kendini feshinden sonra köşesine çekilen Nezihe Muhittin küskün yıllarında 20 roman, 300 öykü yazdıktan sonra 10 Şubat 1958’de İstanbul’da bir akıl hastanesinde, unutulmuş bir kadın olarak dünyaya veda etti.


Ne lütuf ne erken


Bu kısa tarihçe bize gösteriyor ki, resmi ideolojinin iddia ettiği gibi 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı, bir ‘lütuf’ değildi. Aksine, Cumhuriyet’in erkekleri, 9 yıl boyunca kadınlara bu hakkı vermemek için ellerinden geleni yapmışlar, onları yıldırmak, sindirmek için her türlü aracı kullanmışlardı. (Bu yıllarda erkek adayların da merkezden belirlendiğini ve tek partinin katıldığı göstermelik “seçimlerin” 1946’ya kadar iki dereceli olduğunu hatırlatalım.)


Kadınlar ise İngiliz ve Amerikan Sufrajetleri gibi zorlu bir mücadele vermemekle birlikte, İstiklal Mahkemelerinin rejimin en güçlü adamlarını bile idama mahkûm ettiği, sürdüğü o yıllar boyunca, siyasi haklara ilişkin taleplerini ısrarla dile getirmeye çalışmışlardı. Bu ısrarlı tutumları sayesinde elde ettikleri seçme ve seçilme hakkı, resmi ideologların tekrarlamayı pek sevdikleri gibi Fransa’dan (1944), Japonya’dan (1945), İsviçre’den (1971) önceydi ama Latife Hanım’ın adaylık girişimi sırasında adlarını saydığım ülkelerden ve 1924 ile 1933 arasında kadınları seçme ve seçilme hakkına sahip oldukları Moğolistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan Sovyet Cumhuriyetleriyle, Ekvador, Romanya, Güney Afrika Cumhuriyeti, İspanya, Şili, Portekiz, Uruguay, Tayland ve Brezilya’dan sonraydı. Elbette 1934 sonrasında bu hakkın nasıl kullanıldığı, nasıl kullandırıldığını ayrıca ele alınması gereken bir mesele.


Özet Kaynakça:

“Kadın Dosyası”, Hazırlayan: Hülya Balcı Akarlı, Toplumsal Tarih, S. 99, Mart 2002, s. 6-57.
Aykol, Hüseyin. Aykırı Kadınlar, Osmanlı’dan Günümüze Devrimci Kadın Portreleri, İmge Kitabevi, 2012.
Demirbilek, Aynur. Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikayesi, İmge Kitabevi, 1993.
Toprak, Zafer. “Halk Fırkası’ndan Önce Kurulan Parti: Kadınlar Halk Fırkası”, Tarih ve Toplum, Sayı 51, Mart 1988, s. 30-31.
Toprak, Zafer. “Türkiye’de Siyaset ve Kadın: Kadınlar Halk Fırkası’ndan ‘Arşıulusal Kadınlar Birliği Kongresi’ne (1923-1935)”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Ocak 2012, s. 5-12.
Toprak, Zafer. Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm, 1908-1935, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2016.
Yaraman-Başbuğu, Ayşegül . Türkiye’de Kadınların Siyasal Temsili, Bağlam Yayınları, 1999.
Zihnioğlu, Yaprak. Kadınsız İnkılâp, Metis Yayınları, 2003.
Not: Bu yazı Mustafa Kemal Atatürk Dönemi’nin Öteki Tarihi-III, Parti, Devlet, Lider Bütünleşmesi (1934-1938) adlı kitabımdaki (Literatür Yayıncılık, 2021, s. 138-153) yazının genişletilmiş halidir.
Görsel: 6 Aralık 1934 günü Sultanahmet Meydanı’nda yapılan kadın mitingi.


Ayşe Hür – 05.12.2023

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑