Makaleler

Published on Şubat 22nd, 2024

0

Hamal Kürt veya Ev Kölesi Kürt | Serdar Taş


“Halkların kardeşliği sloganı baştan beri burjuva-liberal bir hiledir. Önce tam hak eşitliği, ancak ondan sonra halkların kardeşliği.” (İbrahim Kaypakkaya)

Kürtlerin üç söyleme karşı külyutmaz olması gerekiyor:

1. Malazgirt Savaşı, Milli Mücadele (Kurtuluş Savaşı) ve Çanakkale Cephesi üzerinden geliştirilen İslamcılığın ve milliyetçiliğin bulamacı kardeşlik söylemi

2. İslamcıların “İslam/din kardeşliği” ve “ümmetçilik” söylemi

3. Türk solunun sınıf kardeşliği, sınıf mücadelesi üzerinden geliştirdiği ve halkların kardeşliği lakırdısıyla da renklendirilen söylem

Bu üç hileli söylem de Kürt’ün Kürt olarak müstakil bir kolektif hüviyet, hürriyet ve mevcudiyet kazanmasını yok etmek; Kürt kimliğini hakim ulus, ümmet ve sınıf kimlikleri içinde eritmek ve nihayetinde Kürtlerin kendi ulus devletini inşa etmesini imkânsız kılmak için yürürlüğe sürülmüş kötü niyetli, ırkçı, Kürtfobik, etnosentrik ve din merkezli söylem repertuvarını oluşturuyor. Kürtler mevcut halleriyle önder tapıncı, önderlik fetişizmi, karizmatik kişilik kültü, Mesiyanik bir kurtarıcı beklentisi, melankolik ve arabesk bir çöküntü ve patoloji içinde debeleniyor. Doğrusu bunda esas belirleyici olan kolonyalist rejim olsa da Kürtlerin dahili iştiraki olmaksızın bu psikoz bu kadar yerleşemezdi. Kendi realitesinden ve kimliğinin basıncından kaçan, muhtelif ideolojilere sığınan bir haleti ruhiye içinde Kürtler. Efendisine yaltaklanmak, efendisinden merhamet ve aman dilenmek, efendisinden gizli beklentiler içinde olmak, efendisini terbiye edebileceğini sanmak; düşmanına merhamet, demokrasi ve kardeşlik aşılayabileceğini ummak gibi ham hayallere kapılmış haldeler.

Kürtlerin bilinci gerek organik Türk aydınlarının karanlığıyla, gerekse de self-kolonyalizme (kendi kendini sömürgeleştirme) hizmet eden Kürt okuryazarları ve siyasilerince işgâl ve istila edilmiş durumda. Sanki Muğla’nın, Tekirdağ’ın acısıyla Kürdistan’ın acısı eşdeğer ve birmiş, nitelik ve nicelik bakımından hiç farkları yokmuş gibi, “Acıları yarıştırmayalım,” denildiğini ikrah edercesine işittik. Zırhlı araçların Kürdistan’da onca insanı, nice çocuğu boyundan büyük ölümlere, hayatın sonuna fırlatmasından sanki tesadüfmüş, birer kazaymış gibi pişkince ve ezen ulus milliyetçiliğinin konforuyla konuşulduğuna defalarca tanık olduk. Kürtler ne vakit bir ulus olarak müstakik bir varlık kazanmaya çalışsa önlerine sürekli birtakım “kimlik silici”, kimliksizleştirici retorikle çıkılıyor. “İnsan olmak, kardeşlik, sınıf mücadelesi, halkların kardeşliği, ümmet/İslam kardeşliği, ortak vatan,” gibi sömürge hukukunu dayatan hileli, bozuk niyetli lafazanlıklarla Kürt ulusal bilinci paralize ediliyor. Mesela, kendi kimliğinin getirdiği türbülanstan ve tansiyondan kurtulmaya çabalayan, Kürt olmanın ağırlığına dayanamayan Kürt, “Ben insanım,” gibi anestezik ve paralize edici bir söyleme ve sömürgecinin “latent ırkçılıkla” mühürlenmiş sahtekâr hümanizmasına kaçıyor.

Yine sınıf söylemine firar eden Kürt, evrenselliğin ve enternasyonalizmin sularında serinliği bulmaya, “Kürt olmanın dayanılmaz ağırlığından” firar etmeye gayret ediyor.  Şüphesiz bu yönelişlerde kendi kimliğinden utanç duyma hali olduğu bariz. Frantz Fanon şöyle der: “Sizi sömürgeleştiren yabancıların (sömürgecilerin) sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamasıdır.” Aynı zamanda sömürgecinin sömürülende bıraktığı en büyük tahribatlardan biri, kimliksizleşmenin yanı sıra kişiliksizleşme ve haysiyetsizleşmedir. Türk sosyalistleri evrenselci teorilerle, proleter mücadele diskuruyla ve sömürgeciliği tahkim eden hümanizmasıyla birer kolonyal memur gibi, anestezi uzmanı gibi Kürt olmaktan kaynaklanan hakları unutturuyor, yine Kürt olmaktan kaynaklanan acıları uyuşturuyor

Kürtleri kimliksizleştirmeye dönük bir başka retorik de İslamcı ideolojiye dairdir. Kavmiyetçilik veya asabiyecilikle itham edilen Kürt ümmet, İslam kardeşliğine, “Ümmet-i Muhammed”e davet ediliyor ve doğrusu bu davete icabet eden hatırı sayılır bir Kürt popülasyonu mevcut. Urfa, “Peygamberler şehri” olabiliyor, Mezopotamya olabiliyor, Güneydoğu Anadolu olabiliyor, ancak Kürdistan olamıyor. Yine “Sahabeler Şehri” olan, Diyarbakır olan Amed, Kürdistan olamıyor. İslamcı, Türkçü ve sınıfçı pek çok hileli lafazanlıkla kolektif Kürt kimliğinin gelişimi daha ruşeym (embriyon) halindeyken baltalanmaya çalışılıyor. Türkler, “Hepimiz kardeşiz,”, “Türk-Kürt kardeştir, ayrım yapan kalleştir,”, Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de küffara/gavura/yedi düvele karşı birlikte savaştık, Malazgirt Savaşı’yla Anadolu’nun kapılarını birlikte açtık,” söylemleriyle Kürtlerin kimlik mücadelesini ortak tarih ve ortak vatan gibi manipüle edici söylemlerle boşluğa düşürmeye ve boğmaya çalışıyor. İslamcılar, “Din/İslam kardeşiyiz, kavmiyetçilik, asabiyecilik yapmayın,” söylemiyle ümmetçi, İslam birliğine gönderme yapan bir klişeyle Kürdü kimliksizleştiriyor. Kürt olmaktan utanmama, üstüne üstlük kimlik mücadelesi verme cesareti gösteren Kürtlere Türk solundan gelen sinsi ve kronik bir ilkel milliyetçilik, kimlikçilik ithamı, yani “Kürtçülük, milliyetçilik yapıyorsunuz,” yaklaşımı da bir başka müzminleşmiş tuzak söylemdir. Türkiyecilik, Anadoluculuk, ortak vatan, kardeşlik retoriğiyle yine Kürdistan meselesi gargaraya getiriliyor, Kürt’e egemen kimliğin babayasası dayatılıyor. Oysa Kürtlerin “kardeşlik hukuku”na değil “eşitlik hukuku”na ve kolektif bir kendilik, “kendinelik” ve kimlik olarak varlık kazanmaya ihtiyacı var.

Kürtlerin hatırı sayılır bir kısmı efendisinden biteviye beklenti içinde olan, kah ona yaltaklanan, Malcolm X’in tabiriyle “ev zencisi/ ev kölesi” konumunda ve ev sahibinin yanan evinin alevlerini söndürmekle ve onunla ağlamakla meşgul. Türkiyecilik siyasası  tam olarak bunun bir dışavurumu. Efendisini terbiye edeceğini zanneden, hakim kimliklere demokrasi götüreceği zehabına kapılan bir safdillik bu. Efendi ve hakim kimliği terbiye ederek dönüştüreceğine inanıyor Kürtler. “Ben bu esvabı giymem, bana ait olmayan bu sorumluluğu/yükü taşımam!” diyen Kürt elbette çok az. Halbuki köle asla efendisini terbiye edemez. Bu haysiyet ve kimlik aşınmasını efendisini merhamete, şefkate, vicdana davet ederek sağlayamaz. Tarih bize mütemadiyen efendinin köleyi terbiye ettiğini gösterdi. Hiçbir sirkte aslanın terbiyecisini terbiye ettiği görülmemiştir. Hiçbir aslan terbiyecisi kamçısını aslana teslim etmez. Hiçbir ayının oynatıcısını oynattığı görülmemiştir. Ezen ulus eşitlik, eşdeğerlik, hakkaniyet istemez; hakimiyet ister, “eşitlerin en eşiti olmak” ister ve tahakkümünü yitirmekten çıldırırcasına endişe eder.

Mesele Kürtler olduğu zaman gündeme getirilen kardeşlik söylemiyle amaçlanan esasında kardeşlik değil, Kürtlüğün tebarüz ve temayüz etmesine müsaade etmemektir. Kardeşlik retoriği bir tür kimlik silici, yok edici olarak kullanılır. Gerek kentli Kemalist milliyetçiler gerek kasaba, taşra ülkücülerince, gerekse de İslamcı âlemde yaygın ve değişik formlarda kullanılan kardeşlik sloganları Kürtlerin müstakil bir varlık ve aktör olmasını engellemek, Türklüğün içinde eritmek için müracaat edilen bir söylemdir. Yani Kürtleri Türklük bedeninin bir cüzü, parçası olarak zoraki tutmak adınadır. Halbuki biriyle kardeş olabilmek için onun doğumunu gerçekleştirmiş olması gerekir. Hal böyleyken Kürt, Kürt olarak doğamadığı için Türk’le kardeş olamıyor, zira buna cevaz verilmiyor. Nihayetinde Kürt ve Türk siyam ikizi de değildir. Kaldı ki kimi durumlarda, eğer mümkünse, hayati bir tehlike mevcut değilse siyam ikizleri tıbbi müdahaleyle birbirinden ayrılır. Ayrılamadıkları durumda bile farklı isimleri olur. Yani kimi organları paylaşsalar bile tek bir beden muamelesi görmezler, kendi isimleri olur. Ayrı bir isim sahibi olmadıkça insan bir nevi varlık, mevcudiyet kazanamaz. Yeni doğan bir bebeğe derhal bir isim verilir, künye takılır ve böylece o bebek anonimlik aleminden varlık alemine dahil olur. Künyesi olmayan bir insan esasen bir et külçesinden ibarettir ve bir kültür varlığına dönüşemez. Yani bu kardeşlik retoriği Kürtleri politik varlığa dahil etmemek için bir blokaj işlevi görüyor. Ayrıca Kürtler ve Türkler ne tek yumurta ikizi ne de çift yumurta ikizi konumunda olmayan, başka tarihselliklere haiz iki ayrı halktır.

Meseleye daha iyi nüfuz edebilmek için Malcolm X’in önemli bir konuşmasını bırakıyorum:

Malcolm X, Irk Sorunu, Afrikalı Öğrenciler Derneği ve NAACP Kampüs Bölümü, Michigan Eyalet Üniversitesi, Doğu Lansing, Michigan, 23 Ocak 1963

İki tip zenci vardır: Eski tip ve yeni tip olarak. Çoğunuz eski tip zenciyi bilirsiniz. Kölelik düzenine dair tarihi okuduğunuzda ona “Tom Amca” denildiğini görürsünüz. O ev zencisiydi. Kölelik esnasında iki tür zenci vardı: ev zencisi ve tarla zencisi. Ev zencisi genellikle efendisine yakın yaşardı. Efendisi gibi giyinirdi. Efendisinin ikinci el kıyafetlerini giyinirdi. Efendisinin masadaki artık yiyeceklerini yerdi. Muhtemelen efendisinin bodrum katında ya da tavan arasında, yani efendisinin evinde yaşıyordu. Dolayısıyla o evde yaşayan zenci ne zaman kendini tanımlasa daima efendisinin kendisini tanımladığı anlamda tanımlıyordu. Efendisi, “İyi yemeğimiz var,” dediğinde ev zencisi, “Evet, bol miktarda iyi yemeğimiz var,” derdi. Efendisi, “Güzel bir evimiz var,” dediğinde ev zencisi, “Evet, güzel bir evimiz var,” derdi. Efendisi hastalandığında ev zencisi kendisini o kadar efendisiyle özdeşleştirirdi ki, “Neyiniz var efendim!? Hasta mıyız!?” derdi. Efendisinin acısı onun da acısıydı. Ne vakit ev yansa ev zencisi efendisinin evini söndürmek için ondan daha fazla mücadele ederdi.

Ancak tarlalarda/plantasyonlarda başka tür bir zenci daha vardı. Ev zencisi azınlıktaydı. Tarla zencileri büyük yığınları oluşturuyordu. Onlar çoğunluktaydı. Efendileri hastalandığında ölmesi için dua ederlerdi. Eğer efendinin evi yanarsa bir rüzgârın esintiyi körüklemesi için dua ederlerdi. Eğer zencinin biri gelip de, “Hadi gidelim, ayrılalım,” dese doğal olarak Tom Amca, “Nereye, efendim olmadan ne yaparım!? Nerede yaşarım!? Ne giyerim!? Bana kim göz kulak olur!?” derdi. İşte bu ev zencisiydi. Ancak tarla zencisine gidip de ona, “Hadi gidelim, ayrılalım,” deseydiniz, size nereye ve nasıl diye bile sormazdı bile ve “Evet, gidelim,” derdi ve olay orada öylece sona ererdi.

Şimdi artık 20. asra ait bir zenciyle karşı karşıyayız. O 20. yüzyıla ait bir Tom Amca. Tom Amca 100-200 sene önce ne ise bugün de o. Sadece o artık modern bir Tom Amca. Eski Tom Amca başına bir mendil takardı. Yeni Tom Amca ise silindir şapka takıyor. Üstelik çok şık. Tıpkı sizin gibi giyiniyor. Sizinle aynı deyimleri ve dili konuşuyor. Hatta sizden daha iyi konuşmaya çalışıyor. Aynı aksanla, aynı diksiyonla konuşuyor. Ve siz, “sizin ordunuz,” dediğinizde o, “bizim ordumuz,” diyor. Onu savunacak kimsesi yok, ama ne vakit, “biz,” deseniz o da, “biz,” diyor. “Başkanımız, hükümetimiz, senatomuz, kongre üyemiz, şuyumuz, buyumuz,” diyor. İşte 20. yüzyılın zencisi budur. Ne zaman tekil ya da çoğul şahıs zamiri olarak “sen” kelimesini söyleseniz o da sizinle birlikte kullanıyor. “Başınız dertte,” dediğinizde, “Evet, başımız dertte,” diyor. Ancak başka bir tür bir Siyah adam daha var sahnede. Ona, “Başınız belada,” dediğinizde, “Evet, başınız belada,” diyor o. Ne olursa olsun kendisini sizinle özdeşleştirmez.

Malcolm X’in bu konuşmasından istim alarak söyleyebilirim ki HDP (DEM Parti) bir rekolonizasyon ve self-kolonizasyon hareketidir.

“Siyah ağızları susturan tıkacı çıkardığınız zaman, onlardan ne söylemelerini bekliyorsunuz!? Size övgü düzemelerini mi!? Dedelerinizin, enselerine basarak önlerinde secdeye vardırdığı bu insanlar başlarını yerden kaldırdıkları zaman, onların gözlerinde ne bulacağınızı sanıyorsunuz!? Hayranlık parıltısı mı!?”

(Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maske)

Sharo Garip Kürdistan ve Kolonyalizm konuşmasında haklı ve yerinde olarak Kürtlerin “dekolonizasyon” sürecinin durduğunu, Kürdistan’da kolonyalizmin restore ve tahkim edildiğini söyler. Şüphesiz Kürtlerin sadece ülkesi işgâl altında değil, aynı zamanda siyasetleri de işgâl altında. Kürtler sadece biyolojik ve tarihi bir muhasara altında değiller; aynı zamanda ontolojik, sembolik, epistemik, psikolik de kuşatma altındalar. Kürtler Kürdistani bir aktörden yoksun. Kürt medyası, sanat alemi, düşün dünyası tam olarak Türk aydınları, okuryazarları ve “akıldaneleri” tarafından tutulmuş halde. Kürt siyaseti adeta kayyum gibi atanmış (Cengiz Çandar, Saruhan Oluç, Sezai Temelli, Mithat Sancar vb) Türk solu ve liberalleriyle ve onlara eşlik etmekten memnuniyet duyan Kürt siyasilerince zapturapt edilmiş konumda. Yani ondan bir Kürt partisi olmasını ve Kürdistani bir duruş takınmasını beklemek abesle iştigâl etmek demektir. Zaten HDP defaatle bir Türkiye partisi olduğunu ve Türkiyelileşme perspektifini düstur edindiğini deklare etti. Umumi manzaraya bakıldığında HDP (DEM Parti) Türkiyecilik siyasasıyla “rekolonyalizmi” ve “self-kolonyalizmi” örgütleyen, üreten bir pozisyonda.

HDP’den Kolonyalist Manzaralar

Saruhan Oluç Ayasofya’nın camii olarak açılışına HDP’nin davet edilmeyişine içerliyor. Pervin Buldan 19 Mayıs kutlamalarına çağrılmamaktan şikayetçi oluyor. Selahattin Demirtaş “Türkiyeli” olmanın, ortak vatana sahip çıkmanın, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmanın faziletlerinden dem vuruyor, 23 Nisan günü 1. Meclis’in “çok kimlikliliğinden” ve “demokratlığından” dem vuruyor; “Bu devlet hepimizin devleti,”  diye bu müstebit geleneğin taşıyıcısı devleti bize bir değermiş gibi servis ediyor. Aynı Demirtaş başka bir beyanatında İslam’ın devrimciliğinden, “Asr-ı Saadet”ten dem vurur.

(Doğrusu üç halifenin suikastle öldürüldüğünü, bu saadet devrinin iç savaşlarla ve imparatorluklaşmayla sonuçlanacak işgâllerle geçtiğini bilmesem bu yalanı yutabilirdim) HDP vekilleri Altılı Masa’ya çağrılmamaktan müşteki (şikâyetçi) olur. Yine 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle HDP yazılı açıklamasında, “Cumhuriyetin 100. yılına gidilirken cumhuriyeti var etmek hepimizin görevidir,” diye vazifeşinaslık çıkarır. 23 Nisan 2020 günü, TBMM’deki kutlama konuşmasında Mithat Sancar, demokratik cumhuriyeti “yeniden” inşa etmek gerektiğini, 1921 Anayasası’nda Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Kürt sorunuyla ne kadar alakadar olduğunu ve barışçıl çözümden yana olduğunu hatırda tutmamızı önererek tarihe apaçık yalan söyletir ve bir diktatörden halk önderi türetir. 24 Aralık 2020 günü HDP’nin de içinde bulunduğu bir önergeyle 2021 yılı “İstiklal Marşı Yılı” ilan edilir. (O İstiklal Marşı ki Diyarbakır Cezaevi’nde bir işkence aygıtı ve sembolik şiddet enstrümanı olarak okutulmuş, okumayan binlerce tutsak işkencelerden geçirilmişti.) Meral Danış Beştaş, Kemalizmin kutsal mabedi Anıtkabir’e Işid’in saldırabileceğine dair ihbarın ciddiye alınması gerektiğini dillendirir. Selahattin Demirtaş, “Kürtleri devletsizlik öldürüyor,” diyerek devletin mücrimliğini çetelere ve otorite boşluğuna havale eder. HDP Siirt eski milletvekili ve dilbilimci Kadri Yıldırım, HDP’nin Kürtçeye yaklaşımının samimiyetsiz, seçim endeksli, konjonktürel, pragmatik olduğunu; ısrarlı taleplerine rağmen bir türlü Kürdoloji komisyonunu kurdurtamadığını 2018 seçimleri öncesinde belirtmesi HDP’ye dair epey şey söylemiyor mu!?

HDP mevcut haliyle devletin, bu ırksallaşmış, Türk ve Müslüman üstünlükçü rejimin suçlarını hafifletiyor, yumuşatıyor ve kabahati çetelere, mafyatik, paramiliter örgütlere, emperyalizme ve feodalizme havale ediyor; yani her seferinde devleti masumlaştıran zihniyetle kadeh tokuşturuyor. Böylece esas fail, mücrimi, yani devleti ve onu oluşturan iktidar bloğunun suçlarını hafifletiyor, ignore ediyor. Malcolm X’in kavramsallaştırmasıyla Kürtler “Ev Zencisi/Ev Kölesi” olmaya itekleniyor.

Kürtler Kürdistan’daki kolonyalizmden ötürü çoklu kimlikler arasında parçalanmış, ufalanmış, şizofrenik hale gelmiştir. Kürtler gecikmiş bir uluslaşma sürecinden geçerek ulusal bir sözleşme yaratmak ve kolektif bir ulusal kimlik inşa etmekten, kolektif aktörlerden mahrum kaldı. Sürekli başka kimliklerle, sağ partilerle, sol/sosyalist örgütlerle, İslami örgütlerle ideolojik ittifaklar yapageldi. Nice Kürt için Kürt kimliği öylesine utanç vericidir ki Kürtler ondan bir yakar top gibi kaçıp Alevi, Dersim, Ezidi, Müslüman, Zerdüşti, Zaza, Türkiye, Anadolu, Mezopotamya, sol/sosyalist, demokratlık kimliklerine sığınır. Hülasa Kürtlüğün haricindeki bütün kimliklere sığınan bir utanç ile patolojikleşmiş bir Kürtlük manzarasıyla karşı karşıyayız. İşte bu yüzden Kürtler ulusal kimliklerinin yerine ideolojik kimlikleri ikame ediyor. Ancak unutmamalı ki bir ulusun mukadderatı ve mücadelesi sadece siyasete, seyislere (insan terbiyecilerine) bırakılamayacak kadar geniş ölçeklidir.


Serdar Taş – 22.02.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑