Published on Haziran 10th, 2024
0Şeytanın Kilisesi Kurtlar Kilisesi’ne karşı | Serdar Taş
Akşamın geç saatleridir. Piskopos Folquet de Marselha, Güneyli sapkınlara karşı bir savaş mektubu yazmaktadır. Onun nazarında bu müstakbel “kutsal savaş”, toprak kazanmak ya da servet elde etmek için değil, inancın saflığını ve cemaatinin ruhlarını korumak uğruna olacaktır. Kısa süre önce, sadık müttefikleri olan Languedoc şövalyelerine, kendi topraklarında barınan kâfirlere (Katharlara) zulmetmedeki başarısızlıkları ve isteksizlikleri nedeniyle sert kınayışlar yağdırmıştı. Mumdan saçılan yumuşak turuncu ışığın zayıf da olsa tahkim edilmiş duvarlarla çevrili konutunu yaladığı gecenin geç saatlerinde bir mektup ulaştırılır kendisine. Yol yorgunu bir ulak yazışmayı muhteris piskoposa teslim eder ve oradan ayrılır. Cevabı okuyup tırnakları kırılgan parşömeni tırmalarken Folquet’nin kanı donar. Emre itaatsizlik eden çileden çıkarıcı mektup şu şekildedir:
“Yapamayız. Biz onların (Katharların) arasında büyüdük. Aralarında
akrabalarımız var ve onların kusursuz bir hayat yaşadıklarının tanığıyız.”
(O’Shea, 2000)
Gözleri şaşkınlıkla ve amaçsızca endişesine ışık doğrultan mumlara yönelir. Folquet, Katharların Güney Fransa’da güçlendiğini
biliyordu ama Languedoc’un soyluları arasında etkilerinin bu kadar derin ve
yoğun olduğunun farkında değildi. Mumların sönmekte olan alevlerine bakarken bu
sapkınlara karşı daha kesin ve keskin önlemler alınması gerektiğine dair bir
hissiyat yavaş yavaş zihninde belirmeye başlamıştı.
Yukarıdaki anlatı, kurgusal unsurlar ihtiva etse de tasvir edilen ana olaylar gerçekle kimi veçhelerden örtüşmektedir. Toulouse piskoposu Folquet, Languedoc’taki Katharizmi ortadan kaldıran Albigensian Haçlı Seferi’nin ve ardından gelişen zulmün kilit isimlerinden biriydi. Peki Katolik Kilisesi’nin ortodoksluğunu ve kurumsallığını, haçlı seferi tertipleme gereği duyurtacak kadar tehdit eden bu gizemli topluluk neyin nesiydi?
“Kathar sapkınlığı”, Roma Katolik Kilisesi’ne karşı büyük bir meydan okumaydı. Fransa ormanlarındaki gezgin vaizler geleneğini oldukça münzevi bir nitelik ile birleştirdiler. Katharlar Roma Katolik Kilisesi’ni, kilisenin bütün kurumsal yapısını, örgütlenme modelini ve ritüellerini reddettiler. Yegâne hakiki Hıristiyanların kendileri olduğunu söylediler. Esasında alternatif bir din, alternatif bir hiyerarşi (eşitsizliği alabildiğine minimize eden), alternatif bir rahiplik geleneği geliştirdiler ve bu dönemde pek çok Hristiyanı ve muhtelif dine mensup olanları cezbettiler. Bu nedenle Kathar sapkınlığı her şeyden önce askeri operasyonların düzenlenmesine, engizisyonun kurulmasına, Katolik Kilisesi’nin onları Müslümanlardan bile daha öncelikli ve önemli bir hasım olarak telakki etmesine neden oldu.
On ikinci yüzyılın sonları ve on üçüncü yüzyılın başlarında Roma Katolik Kilisesi gücünün şahikasındaydı. O dönemin papaları Tanrı’dan bile güçlüydü, haliyle laik monarşilerin işlerine çok geniş bir şekilde müdahale edebiliyordu. Dini tarikatlar ve piskoposların atanması üzerinde çok önemli bir yetkiye sahiptiler. Ancak kilise aynı zamanda yolsuzlukla, usul erkan, yol yordam bilmezlikle cebelleşiyordu. Papazların bekarlığı ve evlenmesine izin verilip verilmemesi, kadınlarla ne tür ilişkileri olması gerektiği gibi sorunlarla boğuşuyordu.
Kathar öğretisi ve hareketi ise neredeyse Katolikliğin anti-tezi olarak verilen bir cevaptı. Kathar hareketi maddi dünyayı ve cismani dünyanın zevklerini reddetmişti. Anti-natalist (doğum karşıtı) bir teoloji yarattılar. Her bir doğum, kutsal ruhların beden hapishanesine esareti mahiyetine geliyordu. Bir gözyaşı vadisinde, kötülük okyanusunda bedenlerimiz mahsur kalmıştı. Ölüme değil yaşama mahkûm olmuştuk. Kilise maddi dünyayla yüzgöz olduğu ölçüde, artık gerçekten ruhani bir hareket olmaktan çıkmıştı. Artık tuğla ve harçtan yapılmış kiliseleri, piskoposluk hiyerarşisi ve ayrıntılı bir bürokrasisi olan ve tüm Avrupa’dan vergi toplayan, haraç kesen bir harami, haydut bir yatağıydı o. Piskoposlarından bazıları büyük bir ihtişam içinde yaşıyordu, varsıllıkları ve servet birikimleri adeta feodal beylerin muadiliydi. Kilise dünyalıkla böylesine haşır neşir olduğu sürece, Katharların dünyayı ve dünyalığı böylesine radikal bir şekilde reddetmesi, onların nezdinde çok büyük bir tehdit oluşturuyordu.
11 ila 13. asırlarda Katharlar, özellikle Kuzey İtalya ve Güney Fransa’da yaygın olan, feodal zorbalığa karşı sığınak ve protesto mahiyeti de taşıyan yüksek bir uygarlık geliştirdi. Büyük ölçüde Bogomillerden ödünç alınan düalist (ikici) bir doktrinleri vardı. İyicil tanrı tarafından yaratılan görünmeyen, hakiki, ruhani dünya ile Şeytan’ın halk ettiği cismani, kötücül, mücrim, günahkâr, şehevi, maddi dünyanın karşıtlığına dayanan bir öğretiydi bu. Öyle ki Kathar kusursuzlarının, insan-ı kâmillerinin dünyevi ve bedeni her şeyi kınayan aşırı çileci (asketik) bir etiği vardı. Evliliği, hayvan eti yemeyi (balık hariç), Katolik kilisesinin ayinlerini, azizlere hürmet etmeyi reddettiler. İntiharı serbest bıraktılar. Doğum karşıtıydılar, yani tarih sergüzeştinin ilk anti-natalist (doğum karşıtı) topluluklarından biriydi onlar. Katolik din adamlarının ahlâk ve erdem yoksunluklarını teşhir ettiler. Roma Katolik kilisesinin papasını şeytanın vekili olarak gördüler. Kilisenin topraklarının tasfiye edilmesini, kilisenin dünyevi zenginliklerinden vazgeçmesini talep ettiler. Kilisenin ondalık vergisini ödemeyi de reddettiler. Kendilerine münhasır, melez, müstakil, senkretik bir dini örgütlenme inşa ettiler. Ancak sabit, mutlak, sistemli, kırmızı kaplı kitaplı, dogmatik bir öğreti değildi onlarınkisi. Belki bunu Katolik Kilisesi’nin onlara dair dökümanları yakmasından ötürü bilemiyoruz. “Şeytanın Kilisesi” olarak tabir ettikleri Roma Katolik kilisesi din dışı otorite merkezleriyle de ittifak kurarak Büyük Sapkınlık (The Great Heresy) diye tanımladıkları Katharlara karşı kutsal haçlı seferlerini örgütlediler ve bu yeryüzünün en rafine, elegant medeniyetlerinden birini var etmiş topluluğu dönüşsüz bir şekilde tarihin mezarlığına defnettiler. Ancak Katolik kodamanların bile Katharların ne kadar erdemli, kişilikli bir topluluk olduğunu defaatle itiraf ettiğini kilise kayıtlarından, engizisyon tutanaklarından biliyoruz.
Katharların Tarihi ve Kökenleri
Katharların menşei bugüne değin bilimsel bir tartışma konusu olageldi. Katharizmin soyağacının izini sürebilecek doğrudan yazılı kaynaklardan yoksunluk, berrak bir soyağacı resmetmeyi zorlaştırıyor. Bununla birlikte düalist ya da neo-gnostik Bulgaristan Bogomilleri gibi diğer dini hareketlerle teolojik ve kutsal metin yakınlıkları, Bizans İmparatorluğu ile ticaret yollarının varlığı gibi bir dizi ayrıntı, ilham kaynaklarına dair bazı tahminleri mümkün kılıyor. Albigenlerin Bougres (Bulgarlar) olarak da anılması, Doğu Akdeniz ile bir bağlantı kurulmasını sağlıyor. Kesin olarak bilinen şey, mezhebin tarihsel olarak Languedoc-Roussillon ve Midi-Pyrénées bölgeleri olarak bilinen Güney Fransa’da, Oksitanya bölgesinde güçlendiğidir.
Fransa’daki çıkış noktaları olarak kabul edilen Albi şehrinden dolayı Katharlar bazen Albigenler olarak da anılır. 1140’lara gelindiğinde Katharlar, 1167’de Saint-Félix-Lauragais’de düzenlenen ve tarihçiler tarafından tutarlı bir Kathar kimliğinin oluşturulmasında dönüm noktası olarak telakki edilen bir konsil ile Güney’de önemli bir dini güç haline gelir. İlginçtir, konsile Nicetas adında bir Bogomil piskopos başkanlık eder ki bu da iki hareket arasındaki akrabalığı pekiştirir. Dışarıdan bakanlar tarafından Katharlar veya Albigenler olarak anılsalar da Katharizme intisap etmişler birbirlerine İyi Adamlar (Bons Hommes), İyi Kadınlar (Bonnes Femmes) veya İyi Hıristiyanlar (Bons Chrétiens) olarak hitap ederlerdi. Katharlar, Erken Dönem Hristiyanlığının savunucusu ve yaşatıcısı olduğunu iddia ediyorlardı.
Katharların yerel Katolik halkın teveccühünü kazanmasında en belirleyici sebeplerden biri de Kathar kusursuzlarının halkla birlikte dokuma, iplik atölyelerinde ve tarlalarda çalışmasıydı. Katolik rahiplerin şatafatlı yaşam üsluplarının aksine Katharların insan-ı kamilleri vaazlarını vermek ve öğretilerini duyurmak için ikişerli gruplar halinde yayan olarak yola revan olurdu. Şifahi, sözlü bir kültürün temsilcileriydi onlar. Bu, aynı zamanda Katolik Kilisesi’nin kovuşturmalarına karşı bir tedbir mahiyetine geliyordu. Kathar ehl-i kamilleri, Katolik Kilisesi’nin ruhban sınıfı gibi anlaşılmamak ve daha etkili sömürebilmek için Latince kullanmamış, yerel Okitanca’yı kullanmışlardı.
Katharların İnançları
Bogomiller ve diğer gnostik hareketler gibi Kathar metafiziği ve teolojisi, ruhani olanın iyi, fiziksel olanın ise kötü olduğu bir düalizm anlayışı tarafından büyük ölçüde belirlenmiştir. Katharlar için maddi, cismani gerçeklik, bireylerin saf özleri olan ölümsüz ruhları için bir hapishaneden başka bir şey değildi. Bu nedenle her Kathar, Cennet’e dönebilmek için ruhlarını Dünya’ya bağlayan prangaları koparmayı gayesindeydi. Fiziksel dünyanın mimarı ve bânisi İncil’in iyiliksever, hamiyetperver Tanrısı değil, Kathar metinlerinde Rex Mundi (Dünyanın Kralı) olarak anılan Şeytan’dı. Katolik ortodoksluğundan bir başka kopuşla Eski Ahit’in tanrısı kılık değiştirmiş Rex Mundi olarak görülürken, Yeni Ahit’in Tanrısı ışığın ve iyiliğin hakiki tanrısı olarak görülüyordu.
Akademisyen Malcolm Barber şöyle der:
“Bu kitaplar haricinde Katharlar Eski Ahit’in müellifinin şeytan olduğuna
inanıyordu: Eyüp, Mezmurlar, Süleyman’ın kitapları (Atasözleri, Vaiz,
Süleyman’ın Şarkısı), Sirak oğlu İsa’nın Kitabı (daha çok Vaiz Kitabı olarak
bilinir), Yeşaya, Hezekiel, Davut ve on iki peygamberin kitapları.”
Dahası Yeni Ahit’ten meşru olarak kabul ettikleri tek kitap İncil’di.
Diğer konuların yanı sıra inanca dair Kathar bakış açısını, varoluşun ikiliğini
ve insanlığın ölümsüz ruhlarının günahkâr bedene nasıl hapsedildiğini anlatan
“İki İlke Kitabı” olarak adlandırılan kendi dini metinlerine de
sahiptiler. Ayrıca ruhun bu kusurlu gerçekliğe olan bağlılık zincirleri, Kathar
ritüelizminin temel taşını oluşturacak bir ritüel olan Consolamentum ayini
aracılığıyla sonlandırılana kadar yeni bir bedende reenkarne olacağına
inanıyorlardı.
Bu anlatı Katharların ayinlerini Katoliklikten daha da uzaklaştıracak, Albigenler temelde kusurlu ve günahkâr bir gerçekliğe çocuk getirmenin başlı başına bir zulüm olduğu gerekçesiyle üremeden nefret edecekti. Kimi tarihçiler Katharları tarihin ilk anti-natalistleri (doğum karşıtları) olarak da tasvir eder. Katharlar aynı zamanda katı bir pesketaryen diyet uyguluyor, süt ürünleri ve balık haricindeki et türlerinden kaçınıyorlardı, çünkü bunlar cinsel üremenin ürünleriydi ve reenkarne ruhların taşıyıcılarıydı. Balıkların bu kategoride görülmemeleri ilginçtir, çünkü Katharlar balıkların kendiliğinden oluştuğuna, cinsellikten azade bir şekilde ürediklerine inanırlardı. Katharların Efkaristiya ayininin (Aşai Rabbani/ Ekmek ve Şarap Ayini) kesin bir dille reddetmesi de Katolikler ile aralarında son derece tartışmalı ve kavga koparan bir husustu. Engizisyon Yargıcı Bernard Gui, Katharlardan şöyle dem vurur:
“Onlar (Katharlar) sırayla Kilise’nin bütün ayinlerine, bilhassa Efkaristiya ayinine saldırır ve onu kötülerler; bunun Mesih’in bedenini içeremeyeceğini, çünkü bu beden en büyük dağ kadar büyük olsaydı, Hıristiyanların onu bundan önce tamamen tüketmiş olacaklarını söylerler… Vaftiz konusunda, suyun maddi ve bozulabilir olduğunu ve bu nedenle kötü gücün eseri olduğunu ve ruhu kutsallaştıramayacağını, ancak kilise adamlarının bu suyu, tıpkı ölüleri gömmek için toprak sattıkları gibi, hastaları yağladıkları zaman yağ sattıkları gibi ve rahiplere yapılan günah itirafını sattıkları gibi açgözlülükten sattıklarını iddia ederler.”
Katharlar, Katolik Kilisesi’nin ritüellerinden uzak durarak havarisel öğretiye sadık kaldıklarına inanıyorlardı. Katharlar maddenin kötü olduğu inancına sahipti ve bu da İsa’nın beden almasının inkâr edilmesiyle sonuçlandı – İsa beden almış olamazdı çünkü beden, madde olarak kötüdür (Voltz 141). Katharların, kendileri de kirli oldukları için rahiplerin temizleme ya da arındırma yetkisini reddetmeleri ve kilisenin kutsal ayinlerini kutsal olarak kabul etmemeleri sapkınlık olarak kabul edilmiştir. Örneğin Katharlar, Katolik kilisesinin öğrettiği gibi Efkaristiya’nın Mesih olamayacağını, çünkü ekmeğin samandan (tahıldan) yapıldığını, unun at kuyruğundan yapılmış bir elekten geçtiğini ve onu yediğimizde saflıktan başka bir şeye dönüştüğünü savunuyorlardı (Allen, Amt 242). Katharlar kesinlikle çok farklı inanç ve uygulamalara sahip olsalar da, belki de en tehditkâr uygulamaları, kilisenin laik kesimine liderlerinin iffetsizliği ve yozlaşmışlığı hakkında konuşmaları, hatta onları Ferisiler olarak adlandırmalarıydı.
Katolik Kilisesi, Katharların İncil ve Mektupları kendi dillerine (Okitanca) çevirmeleri ve daha sonra bunları kendi inançlarını destekleyecek ve kilisenin tutumunu kınayacak şekilde yorumlamaları nedeniyle başkalarına sapkın inançları “bulaştırma” potansiyelinin arttığını gördü. Katharlar, kilisenin otoritesinin geçerliliğini kendi dindaşları nezdinde açıkça sorgulayarak ve metinleri kendi başlarına inceleyerek, sorgulama sürecini engizisyon memurlarının kafasını karıştıracak kadar iyi yönetebilmişlerdir (Allen, Amt 244). Sapkınların suçluluğu her zaman kolayca tespit edilemiyordu ve Gui’li Bernard tehditlerin kabul edilebilir bir ikna yöntemi olduğu konusunda açık sözlüydü. Sapkın sanıkların aleyhine tek bir aleyhte tanıklık bile idam hükmünü infaz için yeterli olacağı keyfi bir yargılanma usulü geliştirilmişti.
Katolik uygulamasından en belirgin üç sapmalar Consolamentum ve söylentilere göre Endura ayiniydi.
Katharizm, Katolik Kilisesi’nin örgütlü ve merkezi hiyerarşisine sahip değildi, dahası böylesi bir iktidar örüntüsünü ve güç istencini arzulamıyordu. Bunun yerine üç ana sınıfı vardı: Perfecti de denilen Kathar insan-ı kâmilleri, inananlar ve sempatizanlar; Perfecti diye de anılan “Kusursuzlar”, Kathar erenleri, hareketin liderleriydi. İffet ve yoksulluk yemini ederek, mezhebin ayinlerini yöneterek ve inancı yaymak için misyonerlik faaliyetleri yürüterek çileci bir üslupta yaşıyorlardı. Onlar, vazifelerinde gösterdikleri belirgin gayretleri ve inançlarına olan mutlak sadakatleri hasebiyle Fransa ve İtalya’daki Kathar başarısının ana etkenleriydi.
Katharizmde Efkaristiya ayini reddedilirken “Consolamentum” ayini, ana ritüel olarak merkezi bir konumdadır. Yine aynı ayin, bir üyenin Perfecti’ye kabulünde bir inisiyasyon töreni olarak ya da yakın ölümlerinde, tefessüh etmiş dünyadan ayrılmalarını ve gerçek Tanrı ile sonsuzluğa girmelerini sağlamak için kullanılırdı. Consolamentum ayinin ayrıntılarına vâkıf değiliz, ancak su veya yiyecek gibi fiziksel araçların, gerçekliğin doğasında var olan yozlaşmanın, çürümenin bir mahsulü olması nedeniyle kullanılmadığı, kutsal metinlerin okumanın ve “el koymanın” büyük olasılıkla ana kutsal eylem olduğu düşünülüyor.
Kathar ritüelizminin bir parçası olduğu düşünülen son ama en
tartışmalı ayin Endura’ydı. Bu, Consolamentum’u henüz geçirmiş olan can çekişen
bir Kathar’ın kendi ölümünü hızlandırmaya ve ölüme hazırlanmaya çalıştığı,
hatta Öbür Dünya’ya girişini teminat altına almak için iyileşme ya da daha
sağlıklı olma yolundaki her türlü ilerlemeyi tersine çevirmeye çalıştığı bir
sakramentti. Bunun için boğmak, yiyecek ya da içecek vermemek, hatta soğuğa
maruz bırakmak gibi yöntemlere müracaat edildiği söyleniliyor. Ancak bu
uygulamanın doktrinel olarak uygulandığını ve yaygın olduğunu gösteren kanıtlar
oldukça spekülatiftir, büyük olasılıkla da mesnetsizdir. Kathar öğretisini
muarızlarından ve hasımlarından öğrendiğimiz akılda tutulacak olursa bu nevi
anlatıların birer tevatür ve iftira olma ihtimali gayet kuvvetlidir.
Katolik mezhebinden bir başka sapma da Kathar inancında kadınların şaşırtıcı
derecede yüksek bir itibara ve konuma sahip olmasıydı. Gerçek Tanrı cisimsiz ve
cinsiyetsiz olarak tanımlandığı için genel olarak hareket cinsiyet ilişkileri
konusunda Erken Ortaçağ’daki pek çok Hristiyan mezhepten çok daha eşitlikçi ve
eşdeğerci bir tavra sahipti. Kadınlar Perfecti taifesi arasında yer alıyor ve
Consolamentum’u yönetebiliyordu; ayrıca Mecdelli Meryem’in rolü Katolik
doktrininde olduğundan çok daha fazla vurgulanıyordu. Uruguaylı şair, roman
yazarı Cristina Peri Rossi, Katharların Ortaçağ Avrupa’sında yarattığı otantik
ve cinsiyet eşitliğine dayanan kültürel habitata ve habitusa bir mülakatta şu
sözleriyle değinir:
“Ben, kadınların insanlık tarihindeki büyük değişimleri uyandırdığını, tahrik ettiğini düşünüyorum. Ortaçağ’da Aşk Mahkemelerini oluşturan kadınlar ve Güney Fransa’daki Kathar kadınları, topluma şiiri, müziği ve mutfak eşyalarının kullanımını yaydılar. Savaşmak dışında hiçbir şey bilmeyen erkekleri incelttiler, zarifleştirdiler ve nezaketle aşkı var ettiler. Bu benzetmeyle ve hatırlatmayla gayem, dünyanın dişilleşmesinin şiddeti sona erdireceğine olan inancımı belirtmektir.”
Dominikenlerin Katharlarla Mücadelesi
Aziz Dominik, Aziz olmazdan önce ömrünü Kathar “heretizmiyle” mücadeleye vakfetmişti. Dominiken tarikatı da Fransisken tarikatı gibi Katharlarla mücadele gayesiyle sene 1216’da, Papa 3. İnnocent’in oluruyla resmi olarak kurulmuştu. Piskopos Diego’ya refakat ettiği bir seyahat esnasında Toulouse’da Kathar doktrininin bir “fitne fücur membaı” olarak habis ur misali yayıldığına tanık olmaları onları adeta şoke etmişti. Bu vaziyet, onlarda Katharizmle acilen mücadele edilmesi gerekliliğini düşündürtmüştü. Papa önce 1203’te iki, 1204’te de bir Sistersiyen başrahibi Kathar diyarına Albigenleri hidayete erdirmesi ve sahih dine yani Katolikliğe kazandırmak için yollamıştı. Sistersiyen başrahipleri Kathar sapkınlığıyla mücadelede neredeyse hiçbir mesafe kat edememişti. Yani durum ziyadesiyle vahimdi. Sistersiyen din adamları teolojik ve entelektüel tartışmalarla Katharların aklını çelmek yerine dünyevi ihtiraslarını, midelerini ve kasıklarını doyurmakla meşguldü. İşte tam da bu noktada Diego ve Guzman, bu başarısızlığın Sistersiyenlerin şatafata gark olmuş yaşam üsluplarından, yumuşak başlılıklarından, gevşekliklerinden kaynaklandığını görmüşlerdi. Onların vaaz verme usullerini eleştirdiler. İncil’in sadeliğine dayanan yeni bir vaaz sistemi geliştirdiler. Daha sonra Dominic de Guzman Engizisyon kurumunu kurup ilk engizitör olarak da heretizmle mücadeleye koyulmuştu. Ne var ki Katolikler ve Katharlar arasında tertiplenen teolojik münazaralarda, kolokyumlarda Katolikler hezimete uğramış, Katharlar hidayete erdirilememişti. Katolik tebliğler Kathar öğretisinin samimiyetine ve sahiciliğine inanmış müntesiplerin aklını çelmeye kifayet etmiyordu. Kathar diyarında Katolik Kiliseleri cemaatsiz kalıyor, kiliseler terk ediliyordu. Bu yüzden Papa, Katharlar tehlikesinin ancak haçlı seferleriyle, militarist yöntemlerle nihayete erdirilebileceğini kabul etmek zorunda kaldı.
Katolikler, onları Müslümanlardan bile daha büyük bir tehlike ve tehdit olarak görüyordu. Papa Innocent III, Katolik Kilisesi’nin başına geçtiğinden beri bu yayılan etkiye karşı koymak için harekete geçmişti. Occitan bölgesini geri kazanmak için misyonerler gönderdi ve yerel yetkilileri kendilerini gösterdikleri her yerde Kathar istilasına karşı çıkmaya itekledi. Ocak 1208’de, Sistersiyen keşiş ve ilahiyatçı Pierre de Castelnau, Toulouse Kontu Raymond VI’nın desteğini kazanmaya çalışmak üzere Papalık elçisi olarak gönderildi. İddiaya göre Raymond’un Castelnau’yu tehdit etmesiyle sonuçlanan şiddetli bir tartışmanın ardından elçi, Raymond’u Katharlara verdiği destek ve sapkınlığa yataklık ettiği için aforoz etti. Kısa bir süre sonra Castelnau, Roma yolunda ölü bulundu. Baş şüpheli, Raymond’un emrindeki bir şövalyeydi. Papa 3. Innocent bu saldırı eylemine karşılık olarak (belki de fırsattan istifade ederek) Castelnau’yu şehit ilan etti ve 1209’da Albigensian Haçlı Seferi’ni ilan etti. Kuzeyli baronlardan oluşan bir koalisyon, fetihlerinden elde ettikleri ganimetleri Kilise’ye hizmet etmek üzere ellerinde tutabileceklerine dair iştah açıcı vaadinden hareketle hem Katharlar hem de Katolikleri dehşet verici sivil kayıplara uğratarak Languedoc’u yerle yeksan etti.
Bu akın sırasında takınılan tavrın muhtemelen en açıklayıcı örneği Béziers Kuşatması’ydı. Heisterbachlı Caesarius’un aktardığına göre yerleşimin düşmesine yol açacak son saldırıdan önce, askeri komutan olarak görev yapan Sistersiyen başrahip Arnaud-Amaury’ye Haçlı birliklerinin aynı kiliseye sığınmış Kathar sapkınları ile sadık Katolikleri nasıl birbirinden ayıracağı sorulur. Ürpertici ve tarihe nakşolan o emir gelir: “Caedite eos. Novit enim Dominus qui sunt eius.”
Bu emrin tercümesi takriben şöyledir: “Hepsini öldürün, Rab, kendisinden olanları tanıyacaktır.” Katliamın ardından geriye kalanlar ateşe verildi ve bugün modern Béziers sakinleri bu olayı “Kasaplık Günü” olarak anmaktadır. Arnaud-Amaury daha sonra Papa’ya şöyle yazacaktı: “Papa Hazretleri, bugün rütbe, yaş ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin yirmi bin sapkın kılıçtan geçirildi.”
“Katolik Kilisesi’ne göre Katharlar sapkındı; bu nedenle sapkınlar için uygun görüldüğü üzere yakılmaları gerekiyordu. “Günahın” en ufak izinin bile kökünden kazınması; yozlaşmış, tefessüh etmiş bedenin yok edilmesi ve kötülüğün alevler içinde kovulması gerekiyordu. Merhumun kafir olduğuna dair sonradan şüphelenilmesi halinde bile ceset mezardan çıkarılıp yakılırdı. Katharlar bir cesedin gömülmesinin diriliş için gerekli bir koşul olduğunu düşündüğü için bir Kathar müntesibinin bedenini yakmak hem dünyevi hem de ruhsal olmak üzere çifte cezalandırma anlamına geliyordu. Pirene dolaylarındaki son büyük kale olan Montségur’un da düşmesiyle Kathar önderleri neredeyse tamamen yok olmuş ve geriye kalan Katharlar da yeraltına çekilmişti. 15. asrın başlarından sonra Kathar faaliyetlerine dair hiçbir iz bulunamamıştır.
Hareket tarihin sayfalarına gömülmüş olsa bile hatıraları hâlâ Oksitanya’nın
kolektif kimliğinde ve belleğinde şu veya bu şekilde, ölçekte yaşıyor. Pays
Cathare ya da “Cathar Ülkesi” terimi, mezhebin önceki kaleleri olan
Montségur ve Carcassonne kalelerinin etrafındaki bölgeleri ifade etmek için
kullanılmakta ve açgözlü haçlıları ödüllerinden mahrum bırakmak için
Montségur’un düşüşünden önce Perfecti tarafından kaçırılan gizli Cathar
altınlarına dair efsaneler bugüne kadar anlatılmaya devam etmektedir. Belki de
Katharların, modern çağda hayatta kaldıklarını inkâr ederek, Languedoc’un
kimliğinde ve Güney Fransa’nın ruhunda daha incelikli bir ölümsüzlük kazanmayı
başardıkları bile söylenebilir.
Katharlarla alakalı bir YouTube içeriğinde dinleyicilerden birinin kıymetli yorumunu bırakıyorum son olarak:
“Ben Montpellier’liyim ve bu nedenle “Pays des Cathares” (şu anda Katharların ülkesinin kalbi sayılabilecek bir yerde yaşıyorum) olarak adlandırılan Languedoc’ta doğdum, bu nedenle Katharların kalbimde bir yeri var. Somut kanıtlar olsa bile, beni dar kafalı bir hıyar yapacak olsa bile, Katharların hiç var olmadığına dair her türlü fikre karşı çıkacağım. Onlar bizim kültürümüzün, bu bölgenin kalbidir. Oksitanya’nın özüdür; tarihi ve kaderi pek çok kişinin ilişki kurabileceği bir şeydir. “Langue d’Oc” ve diğer Oksitan lehçeleri de tehlikede, yine de çok daha popüler olan Fransızca (veya “Langue d’Oil”) dili karşısında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Fransızların son derece kötü insanlar olduğunu söylemiyorum (yani ben de Fransızım), ancak Katharizm’in ve Oksitan kültürünün son fısıltılarının da bir bütün olarak yok olduğunu görmek yürek parçalayıcı olacaktır. Burası güzel bir bölge, güzel bir kültüre ve harika insanlara sahip, gerçekten Fransa’nın bir hazinesi. Yaşasın Oksitanya! Vive l’Occitanie! Et vive les Cathares!”
Serdar Taş – 10.06.2024