Makaleler

Published on Eylül 13th, 2023

0

Kirchheimer’de faşist uzlaşma ve ara buluculuk | M. Sinan Birdal


M. Sinan Birdal

Bu hafta Otto Kirchheimer’in 1941’de sürgündeki Frankfurt Okulunun Toplumsal Araştırmalar Dergisi’nde İngilizce yayımlanan “Siyasi Uzlaşmanın Yapısında Değişimler” başlıklı makalesini Almanca çevirisinden özetleyeceğim. Kirchheimer’in özgünlüğü, rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişte siyasi uzlaşmanın yapısındaki dönüşüme, bunun sebepleri ve sonuçlarına odaklanması ve faşizmi bu tarihsel bağlama oturtmasıdır. Kirchheimer’e göre tekelleşme iki şekilde gerçekleşebilir: Ya piyasa düzenleyen kurumlardan oluşan bir ağ kurarak, ya da belirli bir alanda faaliyet gösteren bağımsız birimlerin sayısını azaltarak. Buna göre Kirchheimer Nazi kartel siyasetinde üç gelişim aşaması tespit eder:

1933’te başlayan aktif teşvik: Mahkemelerin tekeller üzerindeki yargı denetimi kısıtlanır ve şirketlerin mevcut tekellere katılımı zorlanır. Bu aşamada bile sanayi ve devlet kurumları arasındaki yeni ilişkiyi gözlemlemek mümkündür. Sanayi ve ticaret sermayesinin örgütsel gücündeki her artışa, ilgili idari kurumun denetim gücündeki bir artış eşlik eder. İkinci aşamada Eski Federal Alman Sanayi Derneğinin (Reichsverband der deutschen Industrie) yerine geçen kamusal bir sanayi sermayesi örgütü tekelleşmeyi idare etmeye başlar. Ancak kaçınılmaz olarak denetim için kurulan kamusal örgüt çok geçmeden tekellerin kontrolüne girer. 1939’da devlet kurumlarının yürütücü organları olarak tekellerin piyasa düzenleme yetkileri tanınır. Böylece kartelleşme nihayet özel sermayenin gücü ve devlet örgütü arasında birleşmeyi gerçekleştirerek mantıksal sonucuna ulaşır. Şirket hissedarları ise bir denetim organı olarak tamamen iktidarsızlaştırılır.

Bu süreçte çatışma çözümü ve uzlaşma aracı olarak yeni bir kurum yükselir: Ara buluculuk Kirchheimer’e göre 1933 Tekel Yasası’yla beraber bireysel haklar grup hakları tarafından yutulmuş, kartellerle üyeleri arasındaki uyuşmazlıklarda mahkemeler devreden çıkartılmış, bunların yerini hakemler, ara bulucular, şikayet komisyonları almıştır. Uzlaşmazlıklarda en yüksek merci odalar birliği haline gelirken, kartellere karşı şikayetçilerin başka toplumsal gruplarla birleşmeleri ve kamuoyu oluşturmaları engellenmiştir. Böylece fiili hakimiyet yasal hakimiyete dönüşmüş ve “temyizsiz ara buluculuk” -devletin zirvesinde Führer ilkesinde ifadesini bulacak şekilde- Almanya’daki tüm siyasi yapıda tekrarlanmıştır. Bu aşamada, farklı toplumsal grupların statüleri kararlarının temyiz edilememe imtiyazına (privilegium de non appellando) göre belirlenir. Bu imtiyazın en yoğunlaşmış biçimi orduda bulunur. Komutan, tekil askerin şahsiyeti üzerinde mutlak bir hakimiyete sahiptir. Devlet bürokrasisi ve parti üyelerinde ise kamusal işlerin idaresiyle nüfus denetimini ayırt etmek gerekir. Kamu idaresinde KHK’lerle mahkeme denetimine tabi olmayan işlemlerin sayısı artmıştır. Grup-içi çatışmaları gideren ara bulucular, mahkemeleri idarenin uzvuna dönüşmüştür. Bu sistemde yargı alt bürokrasi kademeleri, parti ve genel nüfusu ehlileştiren bir idari organ işlevi görmeye başlar. Sosyal demokrat kriminolojinin öncülerinden Kirchheimer, savcılığın hakimiyetini sağlayarak hızlı bir şekilde arzu edilen kararların alındığı bu yargı düzenini “Taylorist” olarak tanımlar.

Nazi rejiminde partinin hakim olduğu bürokrasi birliğini yitirmiş, kimliğini kaybetmiştir. Weimar Anayasası’nda büyük sanayi ve emek arasındaki ilişkiyi kontrol altında tutmak da, tarım üreticileri ve esnafın statükosunu korumak da bürokrasinin göreviydi. Bu görevi de “tarafsız hizmet” kisvesi altında ifa etmekteydi. Nazi partisinin bürokrasiye hakim olmasıyla hem benzersiz bir güç merkezileşmesi hem de kapasite ufalanmasının yaşandığı ilginç bir manzara ortaya çıkmıştır. Her yüksek bürokrat Führer’in dışında başka birinin komutasına girerek statü kaybetmekten korkmakta, kendini bu ihtimale karşı korumaktadır. Orta Çağ’da olduğu gibi Nazizimde de rasyonel bürokrasinin bir kuruluna üyelik değil, karizmanın kaynağına doğrudan bireysel erişim can alıcı önemdedir. Bürokrasinin siyasi liderleri olarak bakanlar artık bir kurul, bir örgütsel bir birim oluşturmazken, Führer’in doğrudan komutası altındaki idari örgütlerin sayısı giderek artmaktadır. Örneğin, SS’nin başı (Himmler) idare hukuku açısından polis müdürü olarak içişleri bakanına (Frick) bağlıdır, ancak kararlarında bakanın onayını almaz, ondan bağımsız davranır.

Parti-devlet bütünleşmesi bürokrasi gibi partiyi de dönüştürür. Kirchheimer resmi Nazi ideolojisinde devlet-parti ilişkisinin “teknik aparat-politik hareket” olarak kavramsallaştırmasını bir illüzyon olarak eleştirir. Nazi partisini (NSDAP) milletle bütünleşmiş yeknesak bir bütün olarak gösteren ideolojinin aksine, gerçekte partinin ikili işlevine dikkat çeker: 1) 19.yy’ın sonunda doğan muadilleri gibi bir kitle partisi rolü; 2) Devlet bürokrasisiyle beraber bir kitle hakimiyeti organı rolü. NSDAP, doğuşunda sol kitle partilerini model alarak bir yandan ekonomik talepleri dile getirmekte, diğer yandan yeni bir siyasi düzen vizyonu sunmaktaydı. Çok farklı toplumsal sınıf ve tabakalara seslenen partinin ideolojisi sürekli kabuk değiştirmekteydi. 1933’te iktidara geldikten sonra NSDAP sendika ve sol partileri tasfiye ederken, bunların eski toplumsal işlevlerini de üstlendi. Yeni siyasi düzen “saf politik unsurlar” üzerine kurularak, ekonomik unsurların partinin farklı sınıflardan oluşan tabanını dağıtmasını engelliyordu. Devletin fethiyle beraber NSDAP bir yandan sermaye ve ordunun taleplerini kabul ederken, diğer yandan bunlara rakip aparatlar oluşturmaya çalıştı ve partinin yapısı değişerek bürokratik unsur öne çıktı. Kirchheimer, bürokratikleşmenin partinin belkemiğini oluşturan orta sınıfları hem ihya hem de imha ettiğini iddia eder. Nitekim, yüksek parti bürokratı devlet bürokratıyla eşitlenir hatta onu geçerken, sıradan parti üyesi partisiz yurttaş seviyesine düşer. Parti üyesi artık siyasi gücün öznesi değil, onun tarafından denetlenen bir nesneye dönüşür.

Peki tekeller, ordu, sanayi, tarım ve parti bürokrasisinin çeşitli kesimleri nasıl ortak bir paydaya getirilebilir? Kirchheimer’a göre Führer idaresi bu soruya bir cevaptır. Ancak Führer idaresinin hakimiyeti tek bir koşulla sağlanabilir: Emperyalist dış politika.

Kirchheimer, Otto. 1981. “Strukturwandel des politischen Kompromisses.” Vom Weimarer Republik zum Faschismus: Die Auflösung der demokratischen Rechtsordnung içinde, Derleyen: Wolfgang Luthardt, İngilizce’den çeviren: Max Looser. 213-245. Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag.

Fotoğraf: Bundesarchiv, Bild 183-H04436 (CC-BY-SA 3.0)


M. Sinan Birdal – Evrensel – 13.09.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑