Yazarlar

Published on Temmuz 11th, 2020

0

Kuşaklar yenilince kelimeleri de yeniliyor – Naim Kandemir

MEKTUPLAR & RÜYALAR-21: KUŞAKLAR YENİLİNCE KELİMELERİ DE YENİLİYORNaim Kandemir

“Kuşaklar yenilince kelimeleri de yeniliyor. Kuşaklar dejenere olunca kelimeleri de bundan nasibini alıyor. Fikirler ve onları savunanlar yenilince kelimeler ne yapsın tek başlarına?”

***

“Yoldaşım Cengiz,

Somut şartların somut tahlilini yaptığımızda Türkiye devrimci hareketini zor günlerin beklediğini görmemiz gerekir.

Tabii ki bu gerçeği görmelerini dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapan şabloncu siyasetlerden ve kendini dünya devriminin merkezine koyan sabit fikirli, sekter hareketlerden bekleyemeyiz.

Kafakol ilişkileriyle örgütlenmesini yapıp, sonrasında yaptığı demagojilerle tabanını kemik adamların doldurduğu teşkilatlarda öğrenmeye niyeti olmayanların çokluğu elbette ki odun kafalı, ot baş sempatizanları çoğaltıp bunları birer lafazan haline getirirken, öte yandan bunlara tepki duyan sempatizanların da silah-külah işlerine yönelip goşist çizgiye savrulduklarını hep birlikte gördük.

Türkiye solunun bir kesimi pasifist ve kaşarlanmış revizyonist çizginin hâkimiyetinde iken, diğer bir kesimi de halkın sülalesini oluşturan grupların etkisinde biliyorsun.

Elbette ki devrimci hareketlerdeki bu yanlışlar balığın baştan kokması gibi yukarıdan başlıyor. Şefler, Marksizm-Leninizm’i çarpıtmalarının yanı sıra örgüt içinde hiziplerin de doğmasına zemin hazırlıyorlar. Bunlara siyasi anlamda hizip bile denmez; daha doğrusu aynı teşkilat içinde Ahmetçi, Mehmetçi diye bölünmeler yaşanıyor. Bu parçalanmışlık örgütlerin veya şeflerinin subjektif olarak polis konumuna düşmelerini tetikliyor. Ayrıca bilirsin ki çok başlılığın olduğu örgütlenmelerde ajan-provakotörlerinfark edilmeden cirit atmaları da çok mümkün.

Tüm bu olumsuz durumlar örgüt içinde laçka ilişkilerin yaşanmasına, bir gün önce birbirine hoca, ortak, arkadaş diye hitap edenlerin ertesi gün birbirlerine keskinlik yapmalarına neden oluyor maalesef.

Bu tür zaaflarla gevşeyen örgütlerin bilirsin ki devlet hep açığını gözler ve zayıf bir noktasını bulduğunda vahşice kadroların üzerine çullanır ve aralarından bülbül gibi şakıyanları çıkartmak için manyetoyla, Filistin Askısı’yla her türlü iğrenç işkence araçlarını kullanır.

İşte, devrimci hareketlerdeki bu tür yanlışların önüne geçmek için çelik iradeli bir öncü parti meselesi can yakıcı başat bir sorun bugün. Böyle bir partiyle ve kadrolarla ancak çeliğe su vermek mümkün olabilir.

Devrimci selamlar.

11 Eylül 1980”

***

Cengiz,

19 yaşımda yazdığım bu mektubu sana gönderemeden 1980’in 12 Eylül’ünde darbeye yakalandık. Neyse ki annem evde benim kitapları babamla sobada yakarken bu mektubun olduğu zarfı alıp saklamış. Annemi ziyarete gittiğimde kilitli sandığını ortaya getirip açtı ve dedi ki;

-Bak ne buldum. Sen ihtilalde kaçak olduğunda biz kitaplarını yaktık babanla ama bir kitabın içinden çıkan bu zarfı saklamıştım, belki önemli bir şeydir diyerek…

İyi ki de saklamış. Biliyorsun annem bir süredir geçmişini hayatının merkezi yaptı…

***

Hayat içinde kelimeler de yaşayıp ölüyor. Hepsinin ömürleri farklı farklı. Kullandığımız kelimeler ait oldukları ortamda, atmosferde sanki daha bir anlamlı oluyorlar. Zamanını yitirmiş kelimeler âdeta öksüz kalmış çocuklara benziyorlar. Sesimizle onlara hayat versek de ait olduğu zamanlardaki güzellikte duymuyor onları kulaklar. Kim bilir belki zihinler de farklı bir şekilde anlıyordur onları.

Kuşaklar yenilince kelimeleri de yeniliyor. Kuşaklar dejenere olunca kelimeleri de bundan nasibini alıyor. Fikirler ve onları savunanlar yenilince kelimeler ne yapsın tek başlarına?

Devrimcileri yenilen bir halkın kamusal alanları talan edilir. Bunu acıyla yıllardır görüyoruz bu ülkede. Kelimeler, halkların en güzel kamusal alanı olan dillerinin birer parçası değil midir?

Bu konulardaki görüşlerini merak ediyorum.

Sevgimle, muhabbetle.

Naim.

1 Temmuz 2020

Çanakkale

***

Sevgili Naim,

Toplumlara baktığımız zaman; toplumlarun kurulu düzenleri vardır. Bu düzen bazen kargaşa içerisinde yürür, bazen de düzenlilik diye ifade edebileceğimiz istikrar biçimine bürünür.

İster kargaşa, kaos dönemi olsun, isterse istikrarlı, dingin dönem olsun hepsinde toplumun değişik kesimlerinin, sınıflarının, katmanlarının bir söylemi vardır. Bu söylemin kendi içerisinde bir tutarlılığı, düzeni vardır. Buna Foucault söylemin düzeni diyor. Bu sınıflar, menfaat grupları neyi istiyorsa, talep ediyorsa, programı neyse, kendine nasıl bir misyon biçiyorsa, söylemini de ona göre kuruyor.

Egemen sınıfların söyleminin düzeniyle, işçi sınıfının, yoksulların, yoksul köylülerin ve işsizlerin söylemi farklı söylemler oluyor. İfadeler, anlamlar farklı. Aynı kelimeyi kullansalar bile farklı sınıfların dilinde o aynı kelime farklı anlamlara gelebiliyor. Örneğin, emperyalizm kelimesi; işçi sınıfı için başka, burjuvazi için başka bir anlama geliyor. Faşizm; devrimciler, işçi sınıfı, yoksullar için başka, egemen sınıflar ve onun uygulayıcıları için başka bir anlama geliyor. Ortak bir kelime kullanılıyor ama anlamlar ayrı oluyor.

Dolayısıyla, söylemin düzenini çözümlerken dilin oluşmasının mantığını oluşturan toplumsal gerçekliği göz önüne almak zorundayız.

***

Şimdi, senin o gönderilmemiş, gecikmiş mektupta bahsettiğin bir konu var. Bu, 70’li yıllarda daha önceki yıllardan devralınmış bir sol söylem düzeni, bir jargon, bir ifade biçimi. Buraya baktığımız zaman hep sorun şunun etrafında gelişiyor: hoş görüsüzlük, dogmatizm, dar kafalılık, sabit fikirlilik, sekterlik; bütün bunlar ve kullandığın diğer kelimeler o zamanki ülkemizde uygarlık düzeyinin gelişkinlik evresine tekabül ediyor. Mesela, hoş görülü bir ortamda örneğin sekterlik diye bir sorun söz konusu olmaz. Çünkü hoş görü demek sekterliğin ortadan kaldırılması demek, sekterliğin yerini anlayışın, gerçeğin kabulünün ve toleransın alması demek.

Sözcüklerin tekabül ettiği anlamlara baktığımız zaman da gördüğümüz burada azgelişmişliğin söz konusu olmasıdır. Bu söylemler; uygarlık, insani, kültürel, entelektüel, siyasi açılardan azgelişmişliğin söylemleri. Eğer bunlar çok gelişmişliğin söylemleri olsaydı; o zaman dogmatizmin yerini eleştirel akıl, sekterliğin yerini hoş görü, keskinliğin yerini makul insan alacak ve kelimeler, kavramlar yer değiştirecekti.

Gelişmişlik düzeyi olmadığı için o geri düzeye uygun söylemler böyle kuruldu. Burada; uygarlık, dil, kültür, sosyal ilişkilerde gerilik gibi olguları göz önüne aldığımız zaman bu söylemin nasıl kurulduğu kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu söylemin düzeni, o dönemin koşulları içerisindeki sosyal ilişkilerin, kültürel düzeyin, psikolojik şekillenişlerin, yaşantı biçiminin, eğitim tarzının sonuçları olarak ortaya çıkmışlar ve o dönemin belirgin biçimde koyu renklerini taşımaktalar. Nasıl toplumların söyleminden düzenini çözmeye gidilirse, aynı zamanda söylemin düzeninden de toplumsal gerçekliğe ulaşmak mümkün. Yani somuttan soyuta, soyuttan somuta ulaşmak mümkün.

***

İşte, bu dediğin konu o. Sol o zaman oydu. O kullandığın kelimeleri kullanan bir sol vardı. Solun gelişmişliği, kültürü, hoş görüsü, insan ilişkileri, psikolojik şekillenişi o kadardı. O düzeylerin ifadesi olarak bu sol söylem kuruldu. Şimdi baktığın zaman da bunlar ilkel şeyler geliyor insanlara. Yani; solda, sosyalizm tarihinde, bir devrimci hayatta olmaması gereken yetersizlikler, eksikler olarak geliyor insana. Böyle gelmesi doğru da bir şey.

İşte bunlar, o dönemdeki solun-hiç abartmadan konuşursak- öznelliğiydi. Solun gelişmişliği, kültürü, sosyal ilişkilere, hayata, sol içi ilişkilere bakışı bu kadardı. Bir sol grubun diğer bir sol gruba bakışı böyleydi. Bütün bunların sonucunda bu söylemler kuruldu.

Bu dediğin kelimeler bir dönemin sadece söylemi değil, aynı zaman da o söylemin doğurduğu ortamın gerçekliğinin de ifadesi. Öyle bir toplumsal ortam vardı, öyle bir gerçeklik, öyle bir sığ kültürel düzey vardı ve bu söylemler öyle kuruldu.

***

Biz bunu bugün biraz acıyla, biraz eleştirel açıdan bakıp değerlendiriyorsak, bugün bu söylemler terk edildiyse, burada göze çarpan nokta: sol, bu darlığın, bu fasit dairenin dışına çıktı. Darlıklar, dogmatizm birçok açıdan hâlâ devam ettiği halde o kadar dar, o kadar bariz bir dogmatizm söz konusu değil. Bunlar aşıldı. Hem söylem düzeyinde, hem kültürel düzeyde, hem de sosyal ilişkiler düzeyinde aşıldı. O dönem aşıldığı için de bu söylemler bugün kullanılamaz hale geldi.

Bir dönemi hatırlarken o dönem bize nasıl hüzün veriyorsa, diğer taraftan da bu söylemin aşılması, bu söylemi oluşturan dönemin aşılması da aynı zaman da bizim için bir gelişmişlik, bir olgunlaşma, bir bilgeleşme işareti anlamına geliyor. Bu da bizim sevincimiz olmalı. Ki öyle zaten. Bu bizim sevincimiz.

Bir tarafta gerileyen bir yan var, bir tarafta gelişen bir uç, zenginleşen, daha çok renklenen, daha hoş görülü, anlayışlı, geniş perspektifli bir bakış açısına, bir insan deneyimine, bir hayat tecrübesine, bir hayat tarzına yöneliniyor. Bu gelişme. İşte bu gelişmeyi sağlayan da o günkü o darlıklardı, o günkü yetersizliklerdi. Onun öyle olmasının doğru olmadığı, bugün aşağı-yukarı o süreci yaşayan herkesin bilincine ulaştı. Bugün bütün bunların farkında olmak, o dönemi bu söylemler etrafında algılamak, o ortamın özellikleri hakkında bir bilinç açıklığına kavuşmak ve artık onun olmaması gerektiği fikrine ulaşmak bizim gelişen, güzel yanımız.

Sevgimle, dostlukla.

Cengiz.


8 Temmuz 2020

İstanbul

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑