Makaleler

Published on Şubat 1st, 2021

0

Mektuplar & Rüyalar: Hangi dilde yazalım? – Naim Kandemir


Sevgili arkadaşım, yazmışsın bana “keşke tüm sosyalistler senin gibi olsa,” diye. Keşke tüm sosyal demokratlar da senin gibi olsa, diyorum ben de. Her ikimiz de bunun nedenlerini biliyoruz karşılıklı.

Türkiye’de sol ve demokrasi güçleri karşılıklı bir çıkmaz halindeler. Bu durum, gittikçe mecalsizleşen iktidarın ömrünü uzatan en büyük etken.

Ortalığa bakınca sol ve demokrasi güçleri diyebileceğimiz güçler(ağırlıklı olarak CHP) iktidardan daha çok birbirlerini eleştirir haldeler. Bu olay sosyal medyada eleştiriyi de aşıp laf geçirmeye varıyor.

Sen ağa ben ağa inekleri kim sağa? sözü bu kez sen suçlu, o suçluya dönüyor. Sorun kısır döngü aslında. CHP’nin sağ politikalardan kopamaması ve ürkek olmasının en büyük nedenlerinden biri de solun güçsüzlüğü. Sol güçlü olsaydı CHP bugünkü çizgisinden daha ileride olabilirdi. Çünkü hayat bunu gerektirecekti.

Öte yandan CHP’nin gelişkin olduğu dönemde de sol daha atak olabiliyor. Örnek; 70’lerde CHP’nin yükselişi solu da olumlu anlamda etkiledi.

Dünya tarihi sosyalistlerle sosyal demokratların birbirine düşmesinin faşizmin yükselişini nasıl kolaylaştırdığına dair örneklerle dolu. Bu örnekleri bilip de, Türkiye pratiğinin bu örneklerden azade olduğuna inanan politik saflar yoktur sanırım günümüzde.

Madem öyleyse, niye tecrübelerin ve aklıselimin gereği yapılmaz her iki tarafta da? Bir de sormak gerekiyor iki tarafa: Birbirinizle uğraşmak iktidarla uğraşmaktan daha kolay ve tehlikesiz mi? İki taraf da sanki birbirinin dişine göre!

Hep birlikte bilelim ki iktidara karşı olan tüm kesimler bir araya gelip, bir birliği hayata geçiremezse, geçmiş olsun herkese.

Hayat boşluk kabul etmez. Muhalefetin dolduramadığı boşluğu iktidar doldurur. Neyle, nasıl doldurur? O onun bileceği iş! Şiddetle, yardımlarla, yalanla, mafyayla, şovenizmle…

Herkesin ağzındaki Martin Niemöller’in,

“Naziler komünistleri alırken sesimi çıkarmadım, evet, ben komünist değildim. Sosyal demokratları hapsettiklerinde sesimi çıkarmadım, evet, ben sosyal demokrat değildim. Sendikacıları almaya geldiklerinde sustum, evet, ben bir sendikacı değildim. Sıra Yahudileri ya da diğerlerine geldiğinde ise, ben zaten toplama kampındaydım.”

sözleri sakız olup çürüdü bile. Bir musibet bin nasihatten iyidir her zaman. Niemöller’e ne gerek; bu ülkede artık faşistler ülkücülere saldırıyor! Terminoloji de allak bullak! Kendi bendinden olanlara saldıranlar bizim mahalledekilere, hatta CHP’lilere bile saldırmayacak mı? (Çubuk linçi mesela).

Bu acı tecrübeleri ülkemizde de tekrarlamamak için birbirimizi anlama çabalarını çoğaltmalı ve demokrasi ağlarını mücadele için zenginleştirmeliyiz..

Evet gelecek olan bu kadar bağıra bağıra geliyor. Muhalefetin sözü geçenleri! Politik miyopsunuz görmüyorsunuz! Sağırsınız duymuyorsunuz! Durumun vahimliğine, gelmekte olanın bela olduğuna sizleri inandırmak için noterden tasdik mi ettirelim?

***

Sevgili arkadaşım,

Anlatmaya çalıştığım bu sorunlar özünde memleketteki sol yapılanmaların ve sol unsurların yapısal sorunları. Yılların biriktirerek bugünlere getirdiği sorunlar.

***

Bizim sol tarafta şöyle bir söylem var ya; Bu ülkede demokrasi ve sol 10 yılda bir darbeyle budanır. Şöyle de diyenler var: Bu ülkede solun ömrü 10 yıllık bloklar halindedir.

Gerçi 1980’den sonra uzadı mı solun ömrü ki 12 mart ve 12 eylül benzeri darbe olmadı ülkede? Yoksa, yaşamayana, olmayana darbe yapılmaz mı denildi?

Türkiye sosyalist hareketinde onlarca siyasi hareket, parti oldu. Her birinin isimleri, savundukları farklı farklı olsa da hepsinin ortak yanı; başarısız olmaları oldu.

Bizim solun yıldızları sadece devlet üflediği için sönmedi ki, onların sönmelerinin asıl nedeni; ışıklarının yetersizliğiydi. Bu yaşımızda bile umudumuz var elbette; gençler, sosyalist hareketin bu makûs talihini yenecekler! Bizler görmesek de!

***

Bu pandemi sürecinde bizim mahalledekilerin de telaşesi arttı iyice. İlaçsız, hormonsuz doğal ürünler yetiştiriciliğine, doğal beslenmeye merak sarıldığı kadar aydın muhitinde; yalansız, soygunsuz, baskısız, insanca bir yaşama da merak sarıp hep birlikte gereğini yapabilseydik keşke.

Çoğu kendi bedenini, sağlığını kurtarma derdinde. Hadi diyelim ömrümüze ekstradan 3-5 yıl ekledik; ülke çürüme içindeyken, 3-5 yıl daha bu çürüme kokusunu çekmek mi özlemimiz?

Ses çıkarmazsak, köşelerimizde sıra bize gelmez mi sanıyoruz? Çok söylendi, çok yazıldı… Ne desek ki artık? Herkes istediği gibi yaşasın, herkes istediği havayı ciğerlerine çeksin!

***

Doğumla nasıl ki hayatın içine düşersek, yine ölümle de hayattan düşeriz. Hayat bir yanıyla düşme eylemiyse, bir yanıyla da ayağa kalkma eylemi olmalıdır.

Ölümle hayattan düşeriz, doğru. Ancak, bazılarının bıraktıkları, geride kalanların ilgisini çektiği sürece, o şanslı kişiler aslında başka türlü yaşamaya devam ederler.

Bizim kuşağın çocuklarının hafızası açık yara gibidir. Bu açık yara ayakta kalanların en büyük dayanağı. Anılar hapishanesine girecek değiliz elbette ama unutma lüksümüz de yoktur.

Bu yazdıklarıma katılıyorsan, şunu da bil; kibir en yakışmayandır bize. Kibri gücünden fazla olanların ülkesinin vay haline!

Ülkenin ve toplumun bu koşullarında tüm demokrasi güçlerinin bir araya gelmesinin gerekliliğiyle ilgili bir kare var gözlerimin önünde:

Ankara’ya giderken Polatlı’dan geçiyordum. Kırmızı ışıkta durunca bir pankartla karşılaştım. Pankartta şöyle yazıyordu:

                       (We want to become a province

                               (il olmak istiyoruz)

                        Türkçe söyledik anlatamadık)

Ey solcular, sosyal demokratlar, sosyalistler; en azından demokrasi için birlik olup mücadele etmemiz için hangi dilde yazalım ki anlayın?


Naim Kandemir – 01.02.2021 – Adana

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑