Makaleler

Published on Mart 10th, 2021

0

Mektuplar & Rüyalar: Her burun hak ettiğini koklar!


“Pislik çukurunu tamamen doldurup kapatmadan gün yüzü göremezsiniz,” diyorsun, duyuyorum seni. Tamam da bunu çoğunluğun duyup, gereğini yapması lazım…

Baba*!

Tarih atmışsın fotoğrafın arkasına: Ağustos 1986.

İşten çıkıp gelmişsin belli. Hem nevaleni, hem evin birkaç eksiğini koyup çantana getirmişsin eve. Belli ki iki kardeşim matbaada mesaiye kalmış. Ablam beş yıldır diş hekimliğini sürdürüyor. Bense, gecikmeli bitirdiğim Siyasal’dan sonra yedek subay olarak askerdeyim bu fotoğrafın çekildiği anda.

Fotoğraf çekildiğinde sen 54 yaşındasın. Şehirden Atakum Ömürevler’e gelirken, her zamanki gibi ekmeğin guduğunu(ucunu) kırmışsın dolmuşta.

Fotoğrafta baktığın yer sanki Suriye sınırıdır ve içinden, “Bu çocuğun başına bir şey gelmese…” diye düşünüp duruyorsundur, kim bilir?

Annem sofranın eksiğini tamamladıkça ısrarlarına rağmen bir yudum bile almaz rakından “Ben hoca torunuyum,” diyerek. Sen sakin sakin gülersin annemin bu sözüne. Hiç itibar etmezdin onlara ama şimdi ne haldeler bir bilsen…

Hep bu fotoğraftaki gibi bakardın. Çekinik ve ürkek bakarken hiç hatırlamıyorum seni. Bu bakışın nedeni belli benim için. “Sıfırdan gelip alın teri, göz nuruyla hayata tutunan ve kimseye yamuk yapmayan dimdik bakar,” derdin. İnsanın kendi kazandığını savunmasının kutsallığını hayat öğretiyor insana.

İki duble rakıyla neler yapılacağının cevabı kişiye göre değişir elbette. Ben bilirim ki sen iki duble rakıyla; o günü, işini-gücünü, evdekilerin durumunu, çocukların vaziyetlerini ve ülkenin siyaseten neler yaşadığını kendi perspektifinden değerlendirirsin.

Farklı siyasi görüşlerde olsak da ülkenin ve devrimcilerin neler yaşadığını 12 Eylül’den beri sen de biliyorsun. Darbeydi, cuntaydı; bunlar öyle hafife alınacak işler yapmadı bu memlekette.

Hayattaki zorlukları, sıkıntıları hep bildin, gördün ama mizahtan, muziplikten hiç feragat etmedi zihnin. Yuvarladığın kadehlerin sayısı arttıkça, sen ya kalkıp bahçeden horozu getirerek balkonun kenarına oturtup, ekmek içiyle ağzına rakı damlatıp, onunla sohbet edeceksin ya da yine annem reddedince siyah keçimizi ön iki ayağından tutup kendine kavalye yapacaksın. Annem de söylenip duracak, “Sen ne tuhaf adamsın?” diye. Sen de “Dünya tuhaf Cahide, dünya tuhaf!” diyerek keçiyle dansını sürdüreceksin.

Bu ölüm yıldönümünde ben bir fotoğrafına bakarak o yıllardan neşeli diyebileceğim anlar hatırlarken, desen ki “Bana sen de bir kareyi anlat sizin taraftan.”… Neyi nasıl anlatayım sana? Bizim taraftan, memleketten, halktan anlatacağım iyi bir şey kalmadı artık. Bir avuç insan direniyor yine de umutla…

Merakta kalmandan içim rahat değil. Hatırlayacağın bir örnekle ülkenin ve halkın ne durumda olduğunu söyleyeyim sana:

Satın aldığın arsanın üzerine hani tek katlı evimizi yaptırırken, o yıllarda kanalizasyon olmadığı için buralarda foseptik çukuru kazdırmıştın toprağın altına. Çökmesin diye çukurun yüzeylerine de briket döşetmiştin ama yıllar sonra biz bahçeye giremez olmuştuk, hani o çukur çöküp bizi de içine alır korkusundan…

Hah işte, bizi ve buraları soracak olursan, biz de epeydir aynı durumdayız! Onun için hiç sorup da canını sıkma oralarda. Biliyorum; sen bizim bahçedeki pislik çukuru meselesini çözünce kökünden, nasıl da rahatça girer olmuştuk bahçemize. Nasıl da özlem gidermiştik erik ağacının altında saatlerce oturarak.

“Pislik çukurunu tamamen doldurup kapatmadan gün yüzü göremezsiniz,” diyorsun, duyuyorum seni. Tamam da bunu çoğunluğun duyup, gereğini yapması lazım. Sen şimdi onlara kızıp iyice bir kalaylarsın! Boş ver, her burun hak ettiğini koklar!

*Dursun Kandemir (1932-10 Mart 1999)


Naim Kandemir – 10 Mart 2021 – Çanakkale

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑