Makaleler

Published on Temmuz 12th, 2023

0

15 Temmuz: Bir Erdoğan Darbesi… | Hüseyin Şenol


– “Devletin lütfu, rahmeti ve bereketi” hala Erdoğan’ın üzerinde…
– Ülkede, sadece AKP ve lideri faşist Erdoğan sorunu değil, bir sistem sorunu var…
– Zaman, diğer kötülerden ve sağımızdan medet ummadan, erken seçimi ve direnişi örme zamanıdır…

Tam yedi yıl geçti, 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen darbenin üzerinden. Kapkara dönemin yeni bir “başlangıcı” oldu, yedi yıl önceki bu tarih.

Darbenin her yıl dönümünde olduğu gibi; darbeye geniş olarak değinirken, gündemdeki seçim ve ittifak tartışmalarına da kısaca değinmeye çalışacağım.

Önceki yıllarda da başta yıldönümlerinde olmak üzere, aralarda da yazdım 15 Temmuz darbesi üzerine. Maalesef ve ne gariptir ki, “sola” da anlatmaya çalıştığım en önemli yan, bu darbenin bizzat Erdoğan tarafından gerçekleştirildiği idi. Çünkü bu benim için, özellikle de bu darbeyi deşifre etme ve Erdoğan’ın ipliğini daha da fazla pazara çıkarmanın önemli momentlerinden biriydi. Ama nasıl olacaktı ki? Bizim “sol” da kan(dırıl)dı, inan(dırıl)dı kendisinin yapmadığına.

Bu inanma durumlarından vazgeçenler de hala utangaç davranıyor ve şunu açıkça söyleyemiyor: Bu darbe, egemenlerin yol verdiği bizzat Tayyip Erdoğan darbesidir.

Hala 15 Temmuz’a “darbe” yerine “darbe girişimi” veya “darbeden darbe çıkardı” demekten vaz geçin. Bunu aynı konuşma esnasında veya bir makalede bile hem “girişim” hem de “darbe” diyenlerin de sayısı az değil. En komiği de “Erdoğan’ın darbesi değil ama, Gülen’e yaptırdığı ve kendi lehine çevirdiği bir darbedir” yorumlarıdır.

Hele hele “darbeye karşı” Erdoğan’ın yanında Yenikapı mitingine katılan CHP’ye mi ve yine Taksim’de “darbeye karşı” miting düzenleyen CHP’nin yanında yedeklenmeye çalışan “sol”a mı yanalım?

Geçtiğimiz aralık ayında, İmamoğlu’na destek için gerçekleştirilen ve başrolü faşist İYİP’in lideri Akşener’in çektiği Saraçhane mitinglerine de yedeklenenlerin sayısı az değil maalesef. Hatta, bu çağrıyı “Faşizme karşı omuz omuza” diyerek yapanlar da olurken, faşist Akşener’in yanında sahneye çıkan devrimciler de oldu…

Halkımız bir kez daha “soldan” daha mantıklı düşündü bu konuda ve kanmadı. Darbe de pek umurunda olmadığı için karşı da koymadı. Yani “demokrasi” anlamında, AKP taraftarlarının böyle bir sorunu olmadı. Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla sokağa çıkanların “demokrasi” diye bir derdi olmadığı gerçeği, yaşadığımız 21 yıldır kendini göstermiyor mu? 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne 21 yıl boyunca iktidarını sürdürerek, sokaklarda kudurmuşçasına başta Kürtlere, Aleviler ve diğer muhaliflere nasıl saldırdığına hep beraber şahit olduk ve olmaya da devam ediyoruz. Yine, aynı şekilde “Gezi Dönemi”nde yanına polisi de alan AKP’lilerin saldırganlığını ve linçlerini unutmadık. Saldırı, “Kobane Davası” ve diğer davalarla sürüyor.

2015 Haziran Seçimleri’nde büyük başarı sağlayan HDP, iktidarı da devleti de ürküttü. Bu seçimler sonrası Suruç ve diğer katliamlar gerçekleştirildi, savaş ortamı hızla yaratılmaya başlandı. Devlet, o dönem iktidardaki temsilcisi Erdoğan aracılığıyla, önceden planlanan uygulamaya hayata geçirmeye başladı.

Peki darbeye karşı koyanlar kimdi? Onlar, Erdoğan’ın senaryosunun bir parçasıydı. Darbe gibi, sonrası da çok iyi ayarlanmış, örgütlenmesi tam da genel kitleye göre örgütlenmişti. AKP’lileri Gülen’e karşı örgütlemenin başka yolu yoktu. Genel muhalefet de zaten Gülen’e sahip çık(a)mayacaktı.

Darbe yaparak, darbe karşıtı olmak

Bahanesi de şeytanın aklına gelmeyecek tarzda oldu darbenin. “Darbe girişimine karşı müdahale” dendi bu darbenin adına. Tüm planlama bu kurgu üzerinden gerçekleştirilecekti ve bunu da başardılar. Güya “Fethullah Gülen Hareketi” darbeye teşebbüs edecek, bunlar da “FETÖ”cülerin darbe girişimini bastıracaklardı. En komiği de, “bunu halkımız bastırdı” yalanı olacaktı. Maalesef ama, halkımız ne zaman bir darbeye karşı kitlesel bir başkaldırıda bulundu? 12 Eylül Askeri Darbesi’nin lideri Kenan Evren mahkemeye bile getirilememişti. Yine darbe yıllarında, halkımızın askeri cuntaya nasıl destek verdiği ve çocuklarının ismini “Kenan” veya “Evren” hatta bazıları daha da abartıp çift isim olarak “Kenan Evren” koyma yarışına girdiğini hatırlayalım. 15 Temmuz ve ertesi günler, hatta aylar boyunca sokaklarda, meydanlarda sergilenen aslında planın bir gereğiydi. Darbe girişimine karşı “demokrasi havarisi” duruşun, gerçekçi görüntü vermesi gerekiyordu.

Ortam da hazırlanmıştı. Son dönem bu iki düşman kardeşin arasının nasıl açıldığı ve giderek derinleştiği hepimizin malumu. Para dolusu ayakkabı kutularından görevden almalara kadar birçok şeye tanık oluyorduk. Ortaklığın sonu gelmişti. Erdoğan-Gülen kardeşler giderek daha da düşmanlaşıyor, tabanları da bu yönde kemikleştiriliyordu. Büyük güç kaybeden “Gülen Hareketi” artık gözden çıkarılmıştı. Son darbeyi de “15 Temmuz Darbesi” ile vurdular.

Malum süreç hakkında bizzat Erdoğan “Allahın bir lütfu” diyordu ki, bu ifadenin kendisi darbe hakkında açık bir fikir veriyordu. Ve biz de zaten bunun, Erdoğan’ın kendisinin de çok severek kabul ettiği, devletin bir lütfu olduğunu biliyorduk.

Oysa arada bazı dillendirmelerin dışında hâlâ bunun, öncesinden iktidar tarafından planlanan bir darbe olduğunu, bırakın sağı ve solu, sosyalist sol bile kabul etmiyor. Darbenin ikinci yılının yandaş Anadolu Ajansı’nı ziyaret eden Binali Yıldırım, gazetecilerin “Sizi çok zorlayan, ‘Bu işe girmeseydik’ dediğiniz bir proje oldu mu” sorusuna “Hangi birini söylesem… Hoşuma gitmeyen proje 15 Temmuz” yanıtını vermesi de “itiraf” gibi bir açıklama oldu.

2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’nda “Hayır” yerine “Boykot” tavrında bulunanlar ne kadar hatalı olduysa ve bu tavır Erdoğan’a katkıya dönüşmüşse, 15 Temmuz’a direkt “iktidarın darbesidir” diyememek de o kadar hatalıdır. Bu darbeyle, siyasi iktidarın gerçek yüzünü göstermede önemli bir tarihi moment kaçırılmıştır.

Darbeye giden yol, sonrası uygulamalar ve son olarak 24 Haziran Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, geniş çaplı bir projenin ve bu projenin olası gelişmelere karşı a, b, c vs. şıklarıydı.

İktidarını sürmek için Erdoğan’a her yolu mübah gördü ve bu yolu planlı bir şekilde döşedi, “başarıyla” uyguladı. 7 yıldır her yıl yazdığım gibi, darbenin beşinci yılında da bu yolun öncesini ve devamını, sürekli yazdığım gibi, özellikle de 2021 Temmuz’unda yazdığım 15 Temmuz Darbesi, devletin Erdoğan’a lütfudur başlıklı yazımda uzun uzun yazmıştım.

 

Koşullarını yaratabilse, birkaç 15 Temmuz daha gerçekleştirir

            15 Temmuz Darbesi, Erdoğan’ın da tahmin edemeyeceğinden çok fayda sağladı kendisine. Elinden gelse, neleri vermezdi “Yeni bir 15 Temmuz” için. Geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimleri öncesi de bu atmosferi yaratarak “Bu seçim olmaz” ortamını da oluşturdu. Özellikle sol sosyalistler içinde “Erdoğan bu seçimlerin olmaması için elinden geleni yapacak” diyenlerin sayısı çok fazlaydı.

Bu satırları yazarken güncel bir bilgi daha geldi bugün, AK-Polis ile ilgili olarak: Türkiye, kişi başına düşen polis sayısında Avrupa üçüncüsü: 5 yılda yüzde 21 artış.

Bunu tek başına AKP ve lideri Erdoğan değil, devlet istemektedir. Ülkede sadece AKP değil, bir sistem krizi var.

            Ben, bu seçimlerin yapılacağını ve büyük olasılıkla Erdoğan’ın kazanacağını düşünüyordum. Çünkü, CHP’nin başında bulunduğu faşisti, mollayı ve eski suç ortaklarını topladığı Millet İttifakı, istenilen muhalefeti yaratmaktan çok, Erdoğan ve ittifakının alternatifi olmaktan çok uzaktı. HDP ve Yeşil Sol Parti de maalesef yanlış tarafa destek ve oy verince, yenilgimiz çok daha ağır oldu.

            “Aslında kaybetmedik, kaybettirdik” gibi yorumlar gerçeklikten çok uzak değerlendirmelerdir. İktidardaki kötü, muhalefetteki kötüye karşı, hem Parlamento hem de Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini bir kez daha kazandı. Kullandığı tüm olanak ve anti-demokratik uygulamaları burada tek tek saymama gerek yok. Hepimizin bildiği ve beklediği bir durumdu bu. Ama 21 yıllık “iktidar yıpranmışlığı” da unutulmamalı ve hesaba katılmalıdır.

AKP-MHP faşizmine karşı, İYİP ve genel olarak 6’lı masa, Türkiye halklarının seçeneği değildi ve olamazdı. Sonradan eklenen kafatasçı ırkçı Ümit Özdağ da “Millet İttifakı” zihniyetini daha net ortay koydu.

AKP projenin bir tarafı, CHP de diğer tarafıdır. İki tarafın da faşistleri, ırkçıları, mollaları bol miktarda vardı. Yani aralarında pek de fark yoktu. Hala da yok.

Dağılma aşamasındaki şimdiki halleri de, bu “tek adamlar” da “iktidara gelmiş olsalardı, nasıl olurlardı”nın resmini net olarak gösteriyor…

Davalar tamamlandı, operasyonlar sürüyor

Erdoğan, 15 Temmuz sonrası Fethullahçı avıyla, darbeyi sürekli gündemde tuttu ve tutmaya da devam ediyor. Amacı, “düşman kardeşi” gündemden düşürmemek.

“15 Temmuz Darbesi” sonrası 100 binin üzerinde kişi hakkında açılan soruşturmalar tamamlandı. 2016’daki “tezgah” darbenin üzerinden altı yıl geçti. Erdoğan-Gülen çatışması sonucu 15 Temmuz’da gerçekleştirilen 15 Temmuz Darbesi, Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen ve genel olarak Türkiye için yeni bir dönüm noktası oldu. 251 kişi hayatını kaybederken, 2 binden fazla kişinin yaralandığı darbenin ardından açılan 100 binin üzerindeki soruşturma 2021 yılında tamamlandı.

Darbeye ilişkin açılan 289 davada 4 bin 891 kişi hapis cezasına çarptırıldı.

Sanıklardan, bin 634’ü ağırlaştırılmış müebbet, bin 366’sı müebbet, bin 891’i de çeşitli sürelerde hapis cezaları aldı. Tamamlanan davalarda 2 bin 870 kişiyse beraat etti.

Davaların tamamlanması da yetmiyor Erdoğan’a. Halkın unutmaması için sürekli gündemde tutuyor darbeyi. “Gülen’in bilmem neyi yakalandı” haberleri hala servis ediliyor. “Dıdısının dıdısı yakalandı” haberleri de gelemeye devam ediyor. Yurt içinde operasyonlar belli aralıklarla geniş çaplı olarak gerçekleştiriliyor, yandaş-yakala ve tetikçi medyada geniş olarak haberi veriliyor.

Yurt dışından, Gülen Hareketinden isimlerin de “terörist” denerek istenmesi, hala iadesi kabul edilmeyenlerin zorla kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi, darbenin 7. yılında da sürekli başvurulan bir yöntem. Son olarak “NATO oyunu” da bunun en açık göstergesidir. Gülenciler’e de yapılan ağır işkenceleri bilen batılı devletler, iade konusunda “çekinceli” davranıyorlar.

15 Temmuz benzeri “tezgahlara” ve “darbelere” de hazır olmak gerekiyor. Erdoğan, gerekirse her zaman ve kesinlikle bu yollara başvuracaktır. Özellikle, faşizmi bir türlü kurumsallaştıramayan Erdoğan, tüm hırsıyla bundan geri durmayacaktır.

Savaşlar da gündeminden düşmedi ve düşmeyecek, darbecilerin… Özellikle seçim öncesi bu yönetemleri çok kullandı ve kullanmaya devam edecektir. Sırada 2024 Yerel Seçimleri var ve yine bu tür tezgahlara başvurmaktan çekinmeyecekti.

Erdoğan için, Allah’ın lütfu’nda yeni perdeler açılmaya ve 15 Temmuz hayırlara vesile olmaya devam edecek.

 

Kullanılamayacak kadar rezil olmak

Unutulmamalı ki; “devletin “ütfu, rahmeti ve bereketi” hala Erdoğan’ın üzerinde. Mücadele de ona göre örülmeli. Bu sadece Erdoğan’a has bir tutum değil, iktidarına kimi ve hangi partiyi getirirse getirsin, devlet bu “rahmet ve bereketini” sakınmaz. Burjuva devlet, kullanılamayacak kadar “rezil” olanı ise, bir kenara atar ve sıradakini getirir.

İktidardaki “rezile” karşı muhalefetteki diğer burjuva “rezil” de halkın tercihi ol(a)madı.

Son seçimlerle bir kez daha iktidarında “Tek Adam” Erdoğan’ın ve onun liderliğinde AKP-MHP faşist koalisyonun bulunduğu oligarşik diktatörlüğü alaşağı edip, sosyalist devrim öncesi demokratik ve sosyal bir cumhuriyeti, yani demokratik halk iktidarını kurma mücadelemiz, en geniş kapsamlı müttefiklerle ve birliktelikle mümkün olabilecektir.

Biz bir kötüye karşı, diğer bir kötüyü iktidara taşıma zorunda değiliz. Bu tarzda politika yapanlar, kendi beceriksizliklerini gizlemeye çalışanlar, tarihe bunun hesabını veremeyecekler.

“Uyarıda bulunanlar” dinlenmedi; Bir kötüye karşı diğer kötüye destek, sağından medet ummak bir kez daha tutmadı. Tutsa ne olacaktı ki? Bu durumun da zararı çok daha az olmayacaktı. Hatta, birebir destek verilmesinden dolayı, sorumluluk derecesi çok daha ağır ola-çaktı.

Burjuvazinin bir tarafına karşı, diğer tarafına karşı destek, ana gövdeye, yani burjuvaziye destektir ve nefes aldırmaktır.

Bu tarihi hatayı, “tarihi” de “manipüle” ederek işlemeye devam edenler, gerçekliğin duvarına bir kez daha toslayacaklar. Geçtiğimiz mayıs ayında alınan hatalı tavırdan vazgeçmek halklarımızın yararınadır.

Önümüzdeki mart ayındaki seçimlerde doğru tavra odaklanmalıyız.

Son seçimlerde de alınan hatalı tavır, yerini, farklı düşünenlere karşı “linç siyaseti” yerine özeleştiriye bırakıyor. Olması gereken de bizi ilerletecek olan da budur. Seçimlerin üzerinden bir buçuk ay geçmesine rağmen, özeleştiri vermemekte direnenleri anlamak zor, hem de çok zor. Hatta, geçtim özeleştiriyi, tek kelime değerlendirmede bulunmamaları da ayrı bir sorun.

Bu anlamda, Pervin Buldan’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “Her büyük şehirde kendi adayımızı çıkaracağız” açıklamasını doğru buluyorum. Umarım, geçen seçimler için de yaptığı gibi, bu tavrından vazgeçmez ve geçirilmez.

İster HDP olarak, isterse Yeşil Sol Parti olarak seçimlere katılalım, tavrımız kesinlikle, kendi adaylarımızı çıkararak, özgürlük ve demokrasi propagandamızı yükseltmek olmalıdır.

İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’nun tek adamlığa oynaması ve kentte gözle görünür bir başarılı “sosyal ve halkçı belediyecilik” uygula(ya)maması seçimlerde gerçekleşen kayba neden olmuştur. Yani, bu durumdan, kötü örnek olan İmamoğlu’na da ve belediyeciliğine de destek veren bizim taraf da sorumludur. Başarılı bir belediyecilik uygulanabilseydi, seçimlere de farklı katkısı olurdu.

Evet, ülkede sadece AKP ve lideri faşist Erdoğan sorunu değil, bir sistem sorunu var.

Zaman, diğer kötülerden ve sağımızdan medet ummadan, erken seçimi ve direnişi örme zamanıdır…


Hüseyin Şenol – 12.07.2023

Tags: , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑