Makaleler

Published on Şubat 27th, 2024

0

36’lı kuşağın içine doğduğu karanlık! | Doğan Özgüden


Tam 88 yıl önce, benim doğduğum yıl, üç Avrupa ülkesinde faşist rejimler daha güçlenirken, bizde de Türk ırkçılığı bilime de damgasını vuruyordu.

Bundan sekiz ay önce yazdığım “Gazetecilik yaşamında bir noktalı virgül…” başlıklı yazımda, yoğunlaşan arşiv çalışmalarım nedeniyle yazılarımı haftalık değil, daha aralıklı olarak sürdürmeye devam edeceğimi duyurmuştum. 

Ne var ki, Türkiye ve dünya aktüalitesi uzun aralıklarla sessiz kalmama olanak tanımadığı için, 25 Ağustos’ta geçirmiş olduğum şaibeli araba kazasının sağlık sorunlarımı daha da ciddileştirmesine rağmen, yazmayı aynı ritmde sürdürmeye devam ettim.

Bugün, 27 Şubat, doğum günüm… 

Cüce Şubat’ın dört haftası 12 Mart darbesinin 53. yıldönümü için hazırladığımız büyük boy 839 sayfalık İngilizce bir belgesel kitabı, ardından İnci’nin çok boyutlu kavgasını anlatan kitabın Fransızca’sını baskıya vermenin yoğun çabası içinde geçti.

Her iki kitabı da yayına hazırlarken, 9 yılı Türkiye’de, 53 yılı sürgünde olmak üzere tam 62 yıl paylaştığımız kavgaları, acıları, kıvançları, umutları bir kez daha yaşadık.

Yaşamımın 87 yılını arkada bırakırken yazmakta olduğum bu yazıda, daha önce yayınlanmış anılarımda ve sürgün yazılarında hiç ele almadığım bir tarih kesitini, doğmuş olduğum 1936 yılında dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğini, nasıl bir dünyaya doğmuş olduğumu irdelemeyi, sonuçlarını okurlarımla paylaşmayı düşündüm.

Aslında ben 27 Şubat’ta değil, Kalecik’in Irmak ara istasyonunda bir demiryolcu ailenin ilk çocuğu olarak 12 Şubat 1936’da doğmuşum, ancak babamın büyük kente gidip nüfus kaydımı yaptırması iki haftayı bulduğu için nüfus kağıdıma doğum tarihi olarak 27 Şubat 1936 işlenmiş.

Yaşamımın ilk üç yılında Türkiye’de ve dünyada iz bırakan büyük olayların belleğimde yeri yoktu. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na CHP altı oku eklenerek tek parti diktatörlüğünün resmileştirildiği, ardından da Dersim Direnişi‘nin hunharca bastırıldığı günlerde bir yaşında, Mustafa Kemal öldüğünde ise iki yaşındaymışım, hatırlamam mümkün değil… İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günü de…  

Anadolu çorağında geçen çocukluğumdan belleğime kazınan ilk önemli olay, Tokat ilinde bulunduğumuz Musaköy İstasyonu‘nu da sarsan 1939 Erzincan Zelzelesi‘ydi…

2. Dünya Savaşı yıllarında Kunduz ara istasyonuna yakın bir köyün kerpiç yapılı ve tek öğretmenli ilkokulunda okumaya başladığımda, beş sınıfın bir arada ders gördüğü tek dershaneye ilk girişimde duvardaki büyük Atatürk‘ün portresinin yanı başında ünlü göç yolları haritasıyla karşılaşmıştım.

Türk ırkının Orta Asya’dan dünyanın dört bir yanına göç ederek medeniyet taşıdığını, Anadolu’daki eski medeniyetleri kuran kavimlerin de özünde Türk olduğunu kanıtlamak üzere Atatürk’ün direktifiyle Afet İnan‘ın başkanlığındaki tarihçiler heyetinin geliştirdiği Türk Tarih Tezi‘ne uygun olarak yapılmış, yeni kuşakları Türk ırkçısı yetiştirmek üzere tüm ilkokullarda sınıf duvarlarına asılması mecburi kılınmıştı.

Her sabah esas vaziyette “Türküm, doğruyum, çalışkanım” andı içtikten sonra söyletilen Onuncu Yıl Marşı’ndaki“Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız…” övünmesinin grafik ifadesiydi…

Irkçılığın Avrupa’da da, Türkiye’de tavan yaptığı yıl…

Tüm ilkokul sınıflarını işte bu haritanın empoze ettiği beyin yıkaması altında okumuş bir kuşağın ırkçılık vefütuhatçılıkprangasını kırması kolay olabilir miydi?

İlk kez bu yıl, benim de doğmuş olduğum 1936 yılında neler olup bittiğini biraz deşince eriştiğim, o yıl gözlerimi nasıl bir dünyaya açmış olduğumu, faşizmin ve ırkçılığın hem dünyada, hem de bizim ülkemizde nasıl adamakıllı palazlandığını gösteren birkaç haber:

5 Mayıs: Faşist İtalyan birlikleri Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’yı işgal ediyor.

9 Mayıs: Benito Mussolini İtalya’nın artık bir faşist imparatorluk olduğunu ilan ediyor.

19 Ağustos: İspanyol faşistleri büyük yazar Federico Garcia Lorca’yı kurşuna diziyor.

1 Ekim: Faşist lider General Francisco Franco İspanya hükümetinin başına geçiyor.

25 Ekim: Alman nazi lideri Adolf Hitler ve İtalyan faşist lideri Benito Mussolini Roma-Berlin güç eksenini oluşturuyor.

Ya 1936 yılında Türkiye’de olup bitenler?

9 Ocak’ta, CHP iktidarının ırkçı tırmanışında yeni bir merhale olarak gençlere ırkçı üniversite eğitimi vermek üzere Ankara’da Cumhurbaşkanı Atatürk’ün huzurunda Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin açılışı yapılıyor.

10 Ocak 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden:

“Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin açılış törenine Cumhurreisimiz localarına girdikten sonra İstiklal Marşı ile başlandı. Kültür Bakanı Saffet Arıkan kürsüye çıkarak çok alkışlanan aşağıdaki nutuklarını okudu:

“1929 yılında Atatürk’ün kurmuş olduğu Türk Tarih Kurumu, Türk tarihinin ana hatlarını çizmiştir. Bugün Çin, Hind, Elam, Sümer, Eti, Mısır, Etrüsk ve Latin kültürleri adı altında anılan ve hepsi Türk atalarımız tarafından kurulan kültürlerde Türk dili kökleri aramak tarihin bize verdiği tabii hakkımız olduğu kadar kutsal bir görevimizdir de.

“Siz bütün kültür dünyasını kuran adamların çocuklarısınız ve gene siz bugün çürümüş gibi görünen dünya kültürünü yeniden yaratacak Türk çocuklarısınız! Bunu isteyen de hepimizin babamız Atatürk’tür.”

Bu, günümüzde islamcı-faşist diktanın zulmü altında Kürt ulusuna ve Anadolu’nun kadim halklarına karşı sürdürülmekte olan ırksal ve dinsel husumet ve baskının başlangıcıydı.

Bunları okuduktan sonra 1936 yılında ve onu izleyen yıllarda doğan bizim kuşağın nasıl bir beyin yıkamaya ve ırkçı koşullandırmaya tabi tutulduğunu daha iyi anımsadım. 

Doğum günümde, ırkçılığa direnmiş tüm 36’lılara saygı…

Eğer bu koşullandırmaya direnebildiysem, daha ortaokul-lise çağlarında demokrasiden, soldan yana saf tutabildiysem, bu öncelikle çocukken Anadolu köylüsünün savaş yıllarında çektiği sefaleti paylaşmış olmamdan, uğradığı jandarma zulmüne doğrudan tanık olmamdandı. Dahası, çocuk yaşta Rumeli muhaciri olan babamın ve annemin her daim ezilenden yana tavır almalarından, üstelik babamın bana Nazım Hikmet’ten Sertel’lere dönemin sol yazarlarının kitaplarını da okuma olanağı sağlamasındandı.

Daha ilkokulun son sınıfındayken Sertel’lerin Tan gazetesi’ne yapılan saldırı, ortaokul-lise yıllarında Sabahattin Ali’nin katledilmesi, ABD emperyalizmine teslimiyet, Kore’ye asker gönderilmesi, komünist tutuklamaları, bunların ödülü olarak Türkiye’nin NATO’ya dahil edilmesi, benim sol görüşleri benimsememde, 1952’de gazeteciliğe başlar başlamaz da Gazeteciler Sendikası’nda, 1962’den itibaren de Türkiye İşçi Partisi saflarında sorumluluk üstlenmemde büyük etken olacaktı.

Bugün yaşamımın 87 yılını devirirken, benim gibi 1936’da doğmuş, ama yaşama veda etmiş değerlerimizi düşündüm… 

Yaşıtlarımdan Güner Sümer’i 1977’de, Oktay Arayıcı’yı 1985’te, Metin Oktay’ı 1991’de, Onat Kutlar’ı 1995’te, Behzat Ay’ı 1999’da, Suna Korad’ı 2003’te, Oğuz Aral’ı 2004’te, Tuncer Necmioğlu’nu 2006’da, Esin Afşar’ı 2011’de, Ergin Orbey’i 2012’de, Tuncel Kurtiz’i 2013’te, Çolpan İlhan’ı 2014’te, Erol Büyükburç ve Güney Dinç’i 2015’te, Erdoğan Teziç’i 2017’de, Erol Toy’u 2021’de, Suna Kan, Bilge Umar ve Orhan Erinç’i 2023’te kaybettik.

Ya farklı tarihlerde doğmuş olup da kaybettiklerimiz?

Şahsen tanıdığım ya da Türkiye İşçi Partisi’nde, sendikacılıkta, Akşam’da, Ant’ta  ya da sürgündeki mücadelelerimizde birlikte olduğum değerlerimizden bu yazıyı yazarken kısa sürede anımsayabildiklerim: 

Tahir Öztürk’ü 1967’de, Orhan Kemal’i 1970’de, Hikmet Kıvılcımlı’yı 1971’de, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Cihan Alptekin ve Suat Derviş’i 1972’de, Zeki Baştımar ve Ulvi Uraz’ı 1974’te, Harun Karadeniz’i 1975’te, İbrahim Güzelce’yi 1976’da, Kerim Sadi ve Yalçın Çetin’i 1977’de, Bedrettin Cömert ‘i 1978’de, Kemal Türkler ve Celalettin Kesim’i 1980’de, Rıza Kuas ve Cengiz Tuncer ‘i 1981’de, Nubar Yalım ‘ı 1982’de, Mim Uykusuz’u 1983’de, Yılmaz Güney ve Necmeddin Büyükkaya’yı 1984’te, Fikri Sönmez ve Ruhi Su’yu 1985’de, Edip Cansever’i 1986’da, Behice Boran ve Örsan Öymen’i 1987’de, Hasan İzzettin Dinamo’yu 1989’da, Turan Dursun ve Cemal Süreya’yı 1990’da, Musa Anter’i 1992’de, Aşık Nesimi’yi 1993’te, Medet Serhat’ı 1994’te, Mehmet Ali Aybar, Aziz Nesin ve Kemal Sülker’i 1995’te, Can Yücel, Enver Aytekin ve Fakir Baykurt ‘u 1996’da, Cemal Hakkı Selek’i 1999’da, Ahmet Kaya ve Ferruh Doğan’ı 2000’de, Tilda Kemal’i 2001’de, Bülent Tanör’ü 2002’de, Dursun Akçam’ı 2003’te, Şükran Kurdakul’u 2004’de, Selahattin Hilav ve Attila İlhan’ı 2005’te, İsmet Sungurbey, Muzaffer Buyrukçu, Kemal Nebioğlu ve Şinasi Kaya’yı 2006’da, Hrant Dink’i 2007’de, Eflatun Nuri ve Fethi Naci’yi 2008’de, Aşık İhsani, Asiye Eliçin ve Ohannes Yaşar Uçar’ı 2009’da, Nihat Sargın’ı 2010’da, Fahrettin Petek, Mihri Belli ve Mekin Gönenç’i 2011’de, Hüseyin Baş’ı 2012’de, Uğur Hüküm’ü 2013’te, Toygun Eraslan, Orhan Suda ve Alpay Kabacalı’yı 2014’te, Yaşar Kemal ve Çetin Altan’ı 2015’te, Bertan Onaran, Tarık Akan, Yaşar Kaya ve Vedat Türkali’yi 2016’da, Refik Erduran ve Barbro Karabuda’yı 2017’de, Mahmut Makal, Güneş Karabuda, Nebil Varuy, Ülkü Tamer ve Tektaş Ağaoğlu’nu 2018’de, Teslim Töre, Müşür Kaya Canpolat, Ataman Aksöyek, Garbis Altınoğlu ve Şeref Bakşık’ı 2019’da, Muzaffer Erdost’u 2020’de, Erol Toy, Demir Özlü, Ali Ertem, Doğan Akhanlı ve Yücel Sayman’ı 2021’de, Yalkın Özerden’i 2022’de, Osman Saffet Arolat ve Rana Cabbar ‘ı 2023’de, Yalçın Cerit’i 2024’te kaybettik.

88. yaşımı sürerken onların anısı, bana da, İnci’ye de direnç vermeye devam edecektir.

Hepsini saygı ve sevgiyle anıyorum.


Doğan Özgüden – 27.02.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑