Makaleler

Published on Ağustos 30th, 2023

0

Barışta ısrar insanlıkta ısrardır | Hüseyin Şenol


84 yıl sonra, 1 Eylül Dünya Barış Günü, her zamankinden daha anlamlı. Yakın geçmişte dünyanın üç kıtasına kan kusturan Hitler Faşizmi ve savaş, ne üç–beş manyağın çılgınlığı ne de bir talihsizlikti. Her ikisi de dizginlenemeyen çıkar şahlanışının sonucuydu… Küresel savaş, bugün de hiç olmadığı kadar yakınımızda duruyor…

1 Eylül Dünya Barış Günü. Birleşmiş Milletler (BM) aslında 21 Eylül’ü kabul etmesine karşın, bu kabulden çok daha önceleri Sovyetler Birliği 1 Eylül’ü Barış Günü olarak kutluyor. 1 Eylül 1939, Polonya’nın Nazi Almanya’sı tarafından işgal edilmesi ve 2. Dünya Savaşı’nın (Paylaşım Savaşı) başlangıcı. Bu daha başlangıçtı ve devamı kuşkusuz gelecekti. İki yıl sonra 22 Haziran 1941’de de Hitler Almanya’sı Sovyetler’e saldırdı.

Her türden işgale karşı çıkılmalı

1 Eylül’den sadece 16 gün sonra 17 Eylül 1939 yılında da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin kendine sınır olan Polonya’nın doğusunu işgal etmesi de ayrı bir talihsizlik ve insan hakları ihlalidir. Devamı yıllarda da çok sık karşılaşacağımız gibi; diğer ülkelerin ve en son 1979’da Afganistan’ın SSCB tarafından işgali, sosyalizmin aldığı ağır yaralardan biridir ve sosyalizmle açıklanabilecek bir yaklaşım değildir.

84 yıl sonra 1 Eylül, her zamankinden daha anlamlı bir tarih. Sadece yakın geçmişte dünyanın üç kıtasına kan kusturan Hitler Faşizmi ve savaş değil, “sosyalizm” adına yapılan hatalar da reddedilmelidir. 1 Eylül’deki işgali lanetlerken, bu tarihten sadece 16 gün sonra, Polonya’nın doğusunun SSCB tarafından işgal edildiği 17 Eylül 1939 tarihi de unutulmamalıdır. Afganistan da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

“Sosyalistler” tarafından demokratik protestoların “karşı-devrimci” denerek kanla bastırılması, ülkelerin işgal edilmesi açıklanamaz. İşgalin sosyalisti olmaz. Sosyalist demokrasi en büyük yaralarını buralardan almıştır.

Sovyetler’in 17 Eylül 1939 Polonya işgali, 30 Kasım 1939 Finlandiya’ya savaş açması önemli tarihlerdir. Hele hele Nazi ve Kızıl Ordu askerlerinin, 5 gün sonra 22 Eylül’deki Polonya’daki ortak geçit töreninin çok vahim bir durum olarak değerlendirmesinin yapılması da biz sosyalistler için önemli bir zorunluluktur. Yine 1 Eylül’den sadece bir hafta önce, 23 Ağustos 1939’da adı “Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı” olan Sovyetler’in Nazi Almanya’sıyla vardığı saldırmazlık anlaşmasının tüm içeriği, gizli maddeleriyle birlikte daha detaylı ve sosyalist yaklaşımla irdelenmeli, üzerinde muhakkak derinlemesine durulmalıdır.

Özellikle bu bölümde “sol” çevreden eleştiri alacağımı biliyorum elbette. Ama beni eleştirmekten ziyade, tarihin akışını ve bu akış içinde sosyalist yaklaşımı tekrar tekrar gözden geçirmenin faydası, kesinlikle büyük olacaktır. Eleştirel yaklaşım sosyalim mücadelemize güç katacaktır. Öteki türlüsünün, bugüne kadar olduğu gibi sosyalizme zarardan başka getirisi olmayacak. İşgalin soldan gelenini “Haklı işgaldi”, “Faşizme karşı zorunluydu” ve bu gibi çok sayıda bahane üretebilmemiz çok kolay olmamalı. Bu yanlış yaklaşımları açıklamak çok zor. Günümüz işgallerinde de bu tür açıklamalara çok sık şahit oluyoruz.

1 Eylül ve 17 Eylül işgalleri, toplamda milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Ne 1 Eylül’ün ne de 17 Eylül’ün haklı yanı olamaz.

Bu tarihi kesitlerdeki yaklaşımlarla, sosyalist demokrasinin de önünde en büyük engelleri oluşturulmuş, rafa kaldırılmasına vesile ol(un)muştur.

Polonya’nın işgali

1 Eylül 1939: Hitler Faşizminin, Almanya toprakları dışında dünya halklarına saldırısının başlangıcıdır.

1 Eylül 1939, Hitler iktidarının iç muhalefeti tamamen ezdikten sonra, komşularına saldırmaya başladığı ilk tarihtir. Bu tarih 2. Dünya Savaşı’nın, yani 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlangıcı olarak tarihin kaydettiği bir gün. Üzerinden 84 yıl geçmesine rağmen, günün anlamı dünya halklarının hala benliğinde.

Nasıl unutulsun ki!.. İnsanlığın tanık olduğu en korkunç faşist diktatörlüklerden biri olan Hitler Faşizmi, kendi ülkesi içerisindeki tüm muhalefeti, Ortaçağ barbarlığını aratmayacak bir biçimde, herkese/herşeye karşı olma despotluğuyla susturduktan sonra, asıl amacı olan -yayılmacı mantığıyla- sermayenin uşağı olarak dış saldırıya geçti. 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasına yol açtı.

Hitler’in yönetimindeki ‘3. Alman İmparatorluğu’, sadece Polonya’yı işgal edip yakıp yıkmakla kalmayarak, diğer ülkelere de saldırıp işgal etmeye devam etti… Dizginlenemeyen ‘3. Alman İmparatorluğu’, dünyanın üç kıtasına yayılarak halklara kan kusturdu. Avrupa halklarının, Sovyetlerin ve müttefik güçlerin mücadeleleriyle sonuçlandırılıncaya kadar, 65 milyon insanın ölüm, yüz milyonlarca insanın sakat, evsiz barksız ve tarifsiz acılar içerisinde yıkılmışlıkları, Alman Faşizminin ve savaşın arkasında bıraktığı bilançonun sadece bir kısmıydı.

25 Nisan 1945’te ırkçı Mussolini’nin Faşist İtalyası ezilmiş, yerle bir edilmişti.  Bundan iki hafta sonra da ‘3. Alman İmparatorluğu’ yıkıldı. Sovyet işgalindeki doğu bölgesinde Demokratik Alman Cumhuriyeti, müttefiklerin işgalindeki batı bölgesinde Federal Almanya Cumhuriyeti kuruldu. Alman halkı böylelikle ikiye bölünmekle kalmadı, iki ayrı sistemin egemen olduğu bir başkalışa girdi. Doğu Almanya’da, Sovyetler’in zoruyla sosyal demokratlarla sosyalistler ve biraz da muhafazakarlar birleştirildi. Batıda ise, müttefiklerin güdümünde yeni bir kapitalist devlet ve ordu yaratıldı. Hitler’in on binlerce artığıyla bir devletin bürokrasisi oluşturuldu. “Legalleşemeyecek kadar” çirkef olanları, -Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere- diğer ülkelerdeki kurtuluş savaşlarını bastırma ve engellenmede “derin tecrübelerinden“ yararlanılmak üzere, Amerika tarafından himaye altına alındı.

84 yıl sonra bugün 1 Eylül, her zamankinden daha anlamlı. Yakın geçmişte dünyanın üç kıtasına kan kusturan Hitler Faşizmi ve savaş, ne üç–beş manyağın çılgınlığı ne de bir talihsizlikti. Her ikisi de dizginlenemeyen çıkar şahlanışının sonucuydu.

Faşizmin ayak sesleri her yerde

Günümüzde de Avrupa ülkelerindeki aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist akımlar dikkat çekici bir biçimde artmakta. Hem içeride, Avrupa ülkelerinde on yıllardır yaşayan azınlıklara, göçmenlere uygulanan ayrımcılık, hem de nedeni oldukları, milyonlarca insanın mülteciliği üzerinden yürütülen düşmanlık had safhada. Kendilerine sorulmadan, girilen ve yağmalanan ülkelerin insanlarının, sığınma talebi en insanlık dışı engellemelere maruz kalmakta, açlığa, yoksulluğa, ölüme geri gönderilmektedirler.

Almanya’da göçmen düşmanı faşist parti AfD’nin yükselişi, Fransa, Avusturya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde ırkçı partilerin güçlenmesi, diğer ülkelerdeki faşist hareketlerin her geçen gün artan eylemlilikleri, genel olarak faşizmin ayak sesleri olarak görülmelidir.

Başta Almanya’nın ve tüm emperyalist güçlerin, bugün güttüğü iç ve dış politika, bu tarzda devam ettiği taktirde Avrupa egemeni “4. Alman İmparatorluğu“ veya -günün koşullarına uygun-  “Avrupa İmparatorluğu’nun doğuşunu sağlayabilir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Sürekli savaş ve sömürgeci politika ve uygulamalarıyla gündemde olan Türkiye’de de son seçimlerde de görüldüğü gibi, insanlık ders almıyor, ırkçılığa prim, hatta destek veriyor. Sadece AKP-MHP ve yanındaki diğer gerici ve faşistler değil, diğer ulusal faşisti bol “ana muhalefet” CHP de faşist İYİ Parti ile diğer gerici ve faşistlerle ortak olarak seçime girerek, ülkeyi daha da sağa kaymasına hizmet etmiştir.

Ülkemizde, burjuvazinin sağı da solu da savaş ortamının devamında yarış halindeler. Sol, sosyalist ve yurtsever güçler, savaşın sorumlusu ve devamından yana bu iki taraftan da uzak durmalıdır, bunlara karşı aktif mücadele etmelidir.

Günümüzde de ülkemizde ve dünyanın diğer ülkelerinde de faşizm ve gericilik kol gezmekte, halklara kan kusturmaya devam etmektedir.

Barışta ısrar insanlıkta ısrardır

1 Eylül Dünya Barış günü, Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı tarihi unutmamak ve savaşa karşı barışın önemini hatırlamak için etkinliklere sahne oluyor.

Eski Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler barış içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla Emperyalist Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” olarak ilan etmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise, 1981’deki 57. birleşiminde, “Genel Kurul’un açılış günü olan her eylülün üçüncü salı günü”nü “Uluslararası Barış Günü” ilan etmiştir. Yıllar sonra Genel Kurul’un 7 Eylül 2001 tarih ve A/RES/55/282 sayılı kararı ile 21 Eylül’ü Barış Günü olarak kabul edilmiştir. Almanya’da ise 1 Eylül ağırlıklı olarak “Savaşa karşı gün” olarak kabul görmüş.

Dünya halkları ise, faşizme karşı “gerçek” mücadeleyi veren Sovyetlerin “1 Eylül Dünya Barış Günü” ilanına itibar gösteriyor ve bugünü tüm dünyada savaşa karşı barışı savunan etkinler düzenliyor.

Emperyalist saldırganlık 3. Dünya Savaşı’nı tetikliyor

Küresel sermaye savaş çığırtkanlıklarına devam ediyor. Bölgesel savaşların işgallerin artarak devam ettiği dünyamızda, emperyalizm yanına yedeklediği sömürge ve yarı sömürge ülkelerle savaş ortamını sürekli derinleştirerek sömürüsüne devam ediyor. Silahlanmaya harcanan milyarlar, halkların gerçek gereksinimlerden kesiliyor, yoksullaşmalarına vesileye oluyor.

Savaş ortamlarıyla yarı sömürge ve sömürge ülkeleri kendine daha çok bağımlı olmasını amaçlayan emperyalizmin silahlanma çılgınlığının baş sorumlusudur. Savaş ortamları da bizzat kendileri tarafından özellikle yaratılmaktadır. Tekelci kapitalizmin genel karakteridir bu durum. Emperyalizm savaş demektir. Bugün için bölgesel olarak tüm dünyada kendini gösteren savaşların, yarın kıtalar arası ve dünya çapında bir genel savaşa dönüşmesi, halkları bekleyen en büyük tehlikedir. Bu ortam her zamankinden çok daha fazla olası bir gerçekliktir.

Faşizmi lanetlerken, direnenleri selamlıyor, mücadelede yitirdiğimiz tüm halklardan anti faşistleri saygıyla anıyorum.

Dünya halklarının geleceği için gerçek “savaş”, barış için mücadeledir, barış için kesintisiz savaştır.

Önümüzdeki büyük bela: Rusya-Ukrayna Savaşı

Şu anda bir buçuk yıldır devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı da biz sosyalistlerce “gerektiği” şekilde değerlendirilmelidir. Batı emperyalizminin tüm kışkırtmaları, Rusya’ya saldırı hakkı vermez. Ki hele hele günümüzde emperyalist bir ülke olan Rusya’nın yanında durmak bizim görevimiz değil. Bu suça ortak olunmamalı, amasız ve koşulsuz bu savaşa karşı çıkılmalıdır.

Avrupa Birliği (AB), Ukrayna’nın katılım müzakerelerinin başlatılması yıl sonunda görüşüleceğini ilan ederek, bu birlik ve NATO aracılığıyla kışkırtmaya, krizi derinleştirmeye devam ediyor.

Batı’nın Ukrayna’ya yardımı, resmi olarak 160 milyar doları çoktan aştı. Gerçek ise bunun çok daha üzerinde. Her gün yeni bir açıklama yapan Batılı Emperyalistler, Ukrayna’ya desteklerinin devam edeceğini belirterek, aslında savaşın devamına katkıyı sürdüreceklerini belirtiyorlar.

Emperyalist Rusya ve batılı emperyalistler, silahlanma çılgınlığına devam ediyor, dünyayı ateş çemberinin içine sürüklüyor. Bir yanda emperyalistler Ukrayna’ya silah yığıyor, diğer yandan da kendi silah deposunu yeniliyor. Yarattıkları korku ortamında, diğer ülkeleri de silahlandırıyor, silahlanma çılgınlığıyla karlarına kar katıyorlar.

Gerçek amaçları da bu zaten; kar hırsı.

Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, ne batı emperyalizmi ne de Rus emperyalizmi savaşın bitmesini istememektedir. Dünyanın başına çok daha büyük bir savaşın, yani yeni bir küresel savaşın tetikçisi olan bu savaşa karşı durmak, barışı savunmak, insanlığı savunmaktır.

            ABD ve müttefikleri diğer batılı ülkeler gibi, jeopolitik ve ekonomik üstünlük için oluşturulan karşı bir koalisyon olan, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın içinde yer aldığı BRICS adlı oluşum da dünyanın başına başka bir beladır. Geçtiğimiz günlerde Güney Afrika’da toplanan bu birliğe, önümüzdeki dönem bir çok ülkenin daha katılacağı açıklandı. (Önümüzdeki dönem BRICS üzerine görüşlerimi daha detaylı aktarmaya çalışacağım)

            Ama biz biliyoruz ki, tüm olumsuzlukların sebebi ve dizginlenemeyen silahlanma yarışı, emperyalist-kapitalist sistem ve onun dizginlenemeyen kar hırsıdır.

Savaşlara hayır!

Yazımı yarın 31 Ağustos’ta veya öbür gün 1 Eylül’de yayımlanmasını düşünmüştüm ama yazı kuruluna da rica ederek özellikle bu günü istedim; “30 Ağustos Zafer Bayramı” yalanlarına ve genel olarak savaş kışkırtıcılığına, etnik soykırımlara karşı olması amacıyla bu günü istedim; savaş sevicilere, soykırımların devamına alkış tutanlara bir yanıt olsun istedim.

Evet bu 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde de anti emperyalist yayılmacılığa, sömürüye ve ilhaklara karşı aktif duruş sergilemeliyiz. Başta ABD, Rusya, Çin ve NATO gibi emperyalistlere karşı, dünya halklarının yanında yer almalıyız.

Barışta ısrar insanlıkta ısrardır…


Hüseyin Şenol – 30.08.2023

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑