Makaleler

Published on Şubat 13th, 2023

0

Felakete karşı enternasyonalizm… | Doğan Özgüden


Doğup yetiştiğim coğrafyada son bir haftadır yaşanan deprem trajedisini binlerce kilometre uzaktan tüm ayrıntılarıyla izleyip Avrupa kamuoyunu bilgilendirmeye çalışırken belleğim beni sık sık 84 yıl öncesine, 1939’un Kasım-Aralık aylarında 33 bin insanımızın can verdiği Erzincan Zelzelesi günlerine götürüyordu.

Bir demiryolcu ailesinin ıssız bir ara istasyonda 1936 başında dünyaya gelen ilk çocuğuydum. Yaşamımın ilk üç yılında Türkiye’de ve dünyada iz bırakan büyük olayların belleğimde yeri yoktu. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na CHP altı oku eklenerek tek parti diktatörlüğünün resmileştirildiği, ardından da Dersim Direnişi‘nin hunharca bastırıldığı günlerde bir yaşında, Mustafa Kemal öldüğünde ise iki yaşındaymışım, bilmem mümkün değil… İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günü de…  

Anadolu çorağında geçen çocukluğumdan belleğime kazınan ilk önemli olay, Tokat ilinde bulunduğumuz Musaköy İstasyonu‘nu da sarsan 1939 Erzincan Zelzelesi‘ydi… Sarsıntılardan istasyon binası oturulmaz hale geldiği için diğer demiryolcu aileleri gibi biz de karakışta kara bir yük vagonuna sığınmıştık. Vagonun ortasında uyduruk bir odun sobası, borusu tavana yakın küçük pencereden dışarı verilmiş. Artçı zelzeleler durmak bilmiyor… Bazen öylesine şiddetli vuruyor ki, kara vagon sarsıntıdan metrelerce bir ileri bir geri gidiyor. Kızgın saç soba, üstündeki kaynar çaydanlıkla birlikte devriliyor, korlar vagonun tahta zeminine dağılıyor. Bizler hayattayız, ama Erzincan’dan arka arkaya ölüm haberleri geliyor, herkes kan ağlıyor…

Ülkemiz insanının bu kaçıncı kan ağlaması?

Erzincan zelzelesinin üzerinden 27 yıl geçtikten sonra 19 Ağustos 1966’da 3 bine yakın yurttaşın canına kıyan Varto Zelzelesi… Tam da, iki yıldır sosyalist hareketin günlük sesi haline getirdiğimiz Akşam gazetesinde sermaye çevrelerinin ve Demirel Hükümeti’nin baskısıyla tasfiye edilmemizi amaçlayan operasyona karşı mücadele verdiğimiz günlerdi…  Telefon ve teleksle gelen kara haberler kendi sorunlarımızı ikinci plana itmişti…

Varto, sürekli uğradıkları baskılar yüzünden 80’li yıllarda Türkiye’yi terketmek zorunda kalarak Belçika ve Fransa’daki Ermeni diyasporasının önemli bir bölüğünü oluşturan Varto Ermenileri‘nin ana yurdu… Sevgili Rakel Dink de Varto’lu…

Varto zelzelesinden 57 yıl sonra bir acı raslantı… Türkiye’nin güney doğusuyla Suriye’nin kuzey batısı 7 Şubat’ta zelzele kurbanı binlerce insanını toprağa verirken, Belçika’daki Ermeni diyasporası da, Belçika Demokratik Ermeniler Derneği kurucularından Bogos ve Ayda Ökmen‘in annesi Varto’lu Pori Onkur‘u Brüksel’de ölümsüzlüğe uğurluyordu.

Bu satırları yazarken zelzele kurbanlarının sayısının 30 bin’i Türkiye’de, 4 bin’i Suriye’de olmak üzere 34 bin’e ulaştığı bildiriliyordu. Bunlar resmi rakamlar… Gerçeği daha yüksek olabilir.

Felaketin büyüklüğü ve dehşeti oranında da sadece bu iki ülkede değil, dünyanın tüm ülkelerinde misli görülmemiş bir dayanışma ve yardım kampanyası başlatılmış bulunuyor.

Sınıf mücadelesinde bayrak edindiğimiz enternasyonalizm şu sırada hem büyük felaketin sonuçlarına karşı, hem de fay hatlarındaki İstanbul gibi kentlerin ileride benzeri felaketlerin sonuçlarından daha iyi korunabilmesi için başlatılan sınırlar ötesi büyük seferberliğin bayrağı olmuş durumda…

Bunda, hiç kuşkusuz, felaketin şu sırada hasmane konumdaki iki devleti birden vurmakla kalmayıp, aynı zamanda bu iki devletin çeşitli milliyetlerden ve inançlardan insanlarının hiç ayrım gözetmeksizin canlarına kıymış olmasının büyük etkisi var.

Sınırın iki tarafında da Türk, Kürt, Süryani, Keldani, Ermeni, Ezidi, Arap, Türkmen yurttaşlar can verdi, sakatlandı, evinden, işinden, normal yaşam koşullarından mahrum kaldı.

6 Şubat sabahı Belçika’nın Fransızca televizyonu RTBF’ten meslektaşım David Brichard telefon edip bu konuda Brüksel’deki Türk’lerle buluşarak tepkilerini almak istediğini söylediğinde, bu aidiyetler gerçeğini hatırlatarak mutlaka Kürt’lerle de görüşmesi gerektiğini söylemiştim. Öyle de yaptı… Saat 13’teki ilk haber programında Türkiye ve Suriye’deki deprem felaketinden görüntüler geçildikten sonra Brüksel’deki Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) merkezinde gelişmeleri televizyondan endişeyle izlemekte olan Kürt dostlarımızın yorumları yansıtıldı.

Kürdistan Ulusal Kongresi de ayni gün İngilizce bir bildiri yayınlayarak kamuoyuna şu uyarıda bulundu:

“Bu sabah erken saatlerde Kuzey Kürdistan (Türkiye) ile Rojava/Kuzey ve Doğu Suriye‘yi vuran büyük bir deprem insani bir felakete yol açtı. Bu yıkıcı depremin etkileri, Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yirmi yıllık iktidarı boyunca kurumsallaşan yaygın yolsuzluklar nedeniyle daha da artmıştır.

“Türkiye ve Kürdistan’ın büyük jeolojik fay hatlarının yakınında tehlikeli bir şekilde konumlandığı ve bölgenin büyük deprem riskiyle karşı karşıya bulunduğu iyi bilinmektedir. Benzer büyüklükteki ölümcül depremler Ağustos 1999’da Türkiye’nin batısını, Kasım 2017’de Güney ve Doğu Kürdistan’ı (Irak ve İran) vurmuştu. Bununla birlikte, Kuzey Kürdistan’daki kentsel alanlarda nüfus yoğunluğuna, Riha (Şanlıurfa) ve Elazîz’de (Elazığ) Türkiye’nin iki büyük barajının var olmasına rağmen yeni deprem risklerine karşı yeterli önlemler alınmamıştır.

“Türkiye’nin güneyinde, Türk devletinin devam eden saldırı ve işgal kampanyalarından zaten etkilenmiş bir bölge olan Rojava/Kuzey ve Doğu Suriye büyük kayıplar yaşadı. Türk askeri saldırganlığı nedeniyle Suriye içinde yüz binlerce kişi yerinden edilmişken, kışın ortasında meydana gelen bu korkunç deprem, Kürtler, Araplar, Hıristiyanlar ve diğerleri de dahil olmak üzere bölge halklarını etkileyen insani krizi daha da derinleştirecektir.”

Depremin ertesi günü Belçika’daki Türkiye Büyükelçiliği, konsoloslukları, Türk dernekleri ve camileri, Türk nüfusun yoğun bulunduğu belediyelerin yönetimleri büyük bir yardım kampanyası başlattılar. 

Türkiye Büyükelçiliği’nin başlattığı kampanyada nakdi bağışların, Kızılay’ın yanı sıra AFAD ve Türk Diyanet Vakfı aracılığıyla yapılması isteniyordu. Oysa, CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer‘in de hemen açıkladığı gibi, AFAD ve Türk Diyanet Vakfı’ndaki yolsuzluk ve suistimaller ayyuka çıkmış bulunuyor.

Bu nedenledir ki, bu oyuna gelmek istemeyenler, nakdi bağışlarını aidiyet farkı gözetmeksizin hem Türkiye, hem de Suriye’deki felaketzedelere iletilmek üzere Belçika Kızıl Haçı‘nın ya da uluslararası insani yardım kurumlarının hesaplarına yapıyorlar. Belçika ayrıca Kırıkhan‘da bir sahra hastanesi kurmak üzere Türkiye’ye 43 kişilik bir ekip gönderdi.

Kürdistan Ulusal Kongresi de Kürdistan’daki felaketzedelere nakdi yardımların Kürt Kızıl Ayı (Heyva Sor a Kurdistanê) aracılığıyla yapılması çağrısında bulundu.

Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, sosyal medya hesabından, özellikle yurt dışında yaşayanların nakdi yardımlarının bir bölümünü Suriye ve Rojava bölgesine göndermelerini isteyen bir çağrı yaptı.

Şu ana kadar dünyanın çeşitli bölgelerinden 50’ye yakın ülke deprem sonrası Türkiye’ye yardım için seferber olmuş durumda. Türkiye’nin hukuken müttefiki olan Avrupa Konseyi ve NATO üyesi ülkelerin yanı sıra, Tayyip yönetiminin “hasım” saydığı, askeri operasyonlarla tehdit ettiği Yunanistan, Ermenistan ve Kıbrıs gibi ülkeler dahi deprem felaketzedelerinin yardıma koşuyor. 

Ancak, Le Vif dergisinde vurgulandığı gibi, bu uluslararası dayanışmada ağırlık Türkiye’ye verilirken Suriye nerdeyse kendi kaderine terkedilmiş durumda.

Örneğin Belçika’da, Türkiye ile dayanışma ifadesi için belediyelere, kiliselere, stadyumlara Türk bayrakları çekilir, hattâ bazı kiliselerde İstiklal Marşı çalınırken, hiçbir yerde Suriye bayrağına rastlanmıyor.

Asuri haber ajansı AINA’nın önceki gün verdiği bir habere göre, Suriye’deki üç hristiyan topluluğun dini liderleri ülkelerine karşı sürdürülen ambargonun bir an önce kaldırılması için uluslararası kamuoyuna çağrıda bulundular.

Felakete karşı enternasyonalizm, uluslararası dayanışma, Ankara rejimi üzerinde insan haklarına, özgürlüklere saygı konusunda uyarıcı olabilecek mi?

Felaketi fırsat sayarak OHAL ilanı, Twitter yasaklaması, gözaltına almalar hiç de öyle olmayacağını gösteriyor.

Yeni bir örnek mi?  

Fransa’da Le Point dergisinin Türkiye konusunda uzman muhabirlerinden Guillaume Perrier deprem sonrası gelişmeleri inceleyip yazmak için 9 Şubat’ta uçakla Türkiye’ye gittiğinde, İstanbul hava limanında durdurularak ülkesine geri gönderilmiş bulunuyor.

14 yıldır, önce Le Monde‘da, ardından Le Point‘te yazılarını izlediğim, 7 yıl önce Avrupa Parlamentosu’nda Ermeni Soykırımı üzerine bir konferansta kürsüyü paylaştığım Guillaume Perrier ‘e geçtiğimiz Kasım ayında “ulusal güvenlik” koşulları gerekçe gösterilerek beş yıl süreyle Türkiye’ye giriş yasağı getirilmiş bulunuyordu.

Le Point gazetesi, bu uygulamayı “Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesinde basın özgürlüğüne yönelik yeni bir saldırı” başlığıyla vererek 2014’ten bu yana Türkiye’de 200 gazetecinin devlet başkanına hakaretten yargılandığını ve 73’ünün mahkum olduğunu duyurdu.

Felakete karşı dayanışma planında yükselen enternasyonalizmin Tayyip ve ortakları üzerinde yapıcı bir etkisi olmasa da, en azından Türkiye’nin muhalefet cephesinde olumlu bir açılıma olanak sağlamış bulunuyor.

Depremlerin ardından KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık‘ın yayınladığı şu mesaj bu açıdan büyük önem taşıyor: “Askeri eylemler yapan tüm güçlerimize çağrıda bulunuyoruz… Türkiye’de, metropollerde, şehirlerde yapılan askeri eylemleri durdurun. Yine Türk devleti üzerimize gelmediği, bize saldırmadığı sürece eylem yapmama kararı aldık. Halkımızın acıları dinene kadar, yaralarını sarana kadar bu kararımız geçerlidir.”

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun, önceki gün Diyarbakır’da bir araya gelerek yaptıkları kısa görüşme de önemli bir gelişme olarak dikkati çekiyor.

Bu görüşmede Buldan, “Siyasi görüşü ne olursa olsun, mezhebi ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun insanlar bir dayanışma ruhuyla birbirlerine sahip çıktılar. Hayatta kalmamızın tek sebebi bu, bizi belki de toplumu güçlendirecek olan da bu ruhtur” demiş, Kılıçdaroğlu da “Deprem bizi, toplumu birbirine kenetledi. Acıları sarmak istiyoruz. Beraber olmak istiyoruz. Birlikte olmak istiyoruz. Acılar hepimizin ortak acısı, siz de ifade ettiniz. Ortak acıyı paylaşacağız. İnşallah Türkiye bir daha benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaz” diye karşılık vermiş bulunuyor.

Seçimler daha önce öngörüldüğü gibi 14 Mayıs’ta mı, yoksa Haziran’da mı yapılır, şimdilik hiçbir şey belli değil… Hattâ, Erdoğan bu felaketi fırsat bilerek artık kaybedeceği kesinleşen seçimleri hiç yaptırmayabilir de… 

Ancak, iktidar cephesindeki gelişimler ne olursa olsun, felakete karşı güçlenen enternasyonalizmin en azından muhalefet cephesinin iki ittifakı arasında da yapıcı bir diyalogun, hattâ bir güçbirliğinin gerçekleşmesine olanak sağlaması, Türkiye’nin demokrasiye, özgürlüklere, eşitliğe ve insan haklarına saygıya susamış tüm yurttaşlarının haklı beklentisidir.


Doğan Özgüden – Artı Gerçek – 13.02.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑