Makaleler

Published on Nisan 16th, 2024

0

Hayat ve özgürlüğün savaşçısı | Volkan Yaraşır


-En başta yeniden üretim kavramı ve sosyalist ve Marksist feministlerin bu kavramı geliştirerek, derinleştirdikleri toplumsal yeniden üretim kavramı üzerinde durmakta yarar var… -Bugün işçi sınıfının mücadelesi, ekolojik mücadele gibi kadın özgürlük mücadelesini kapsadığı, feminist taleplerle buluştuğu ölçüde gelişip güç kazanabilir…

Yeni kapitalizmin stratejik saldırı alanlarından biri kadınlardır. Kadınlar kendilerine açılmış küresel iç savaşın tarafı olarak bir varoluş mücadelesi sürdürüyor. Özellikle kapitalist kriz sonrası kadın özgürlük hareketi, küresel feminist grev pratikleri ve uluslararası düzeyde son derece yaygın direniş ve eylem repertuvarlarıyla öne çıkıyor. Kadın mücadelesinin tarihsel bir momentindeyiz.

Kadının emeğine, ruhuna, bedenine, aklına, duygularına yönelik çok boyutlu yürütülen bu savaşta kadının ontolojik yıkımı amaçlanıyor. Kapitalizme içkin bir süreç olan bu durum özellikle son 40 yıllık süreçte şiddetlendi ve derinleşti. Emeğin, doğanın ve kadının sömürgeleştirilmesi senkronize bir tarzda ve son derece soğukkanlı bir şekilde hayata geçiriliyor. Birbirini besleyen, etkileyen ve şekillendiren bu süreç aslında hayatın çekirdeğine yönelik bir stratejik hamleyi ifade ediyor. Bu noktada kadınların yıkımı ve köleleştirilmesi aslında doğanın ve emeğin kurtuluş ve özgürleşme şansını yitirmesi anlamı taşıyor.

Patriyarkal kapitalizm ve onun bir makinası olan kapitalist devlet, büyük kapatılma ve sömürgeleştirme politikalarıyla kadının varoluş dinamiklerini yok ediyor. Kadına köleleşme ve sürekli itaat dayatıyor. Ne var ki kadınlar kolektif bilinçaltlarına dayanarak nesilden nesile aktardıkları deneyimleriyle, hayatın nabzını tutmaları ve hayatın ta kendisi olmalarıyla bir yeraltı nehri gibi direniş sanatlarını ördüler ve örmeye devam ediyorlar. Bu makale kadın özgürlük mücadelesine küçük bir katkı için teorik bir çerçeve sunmayı amaçlıyor.

Emek gücü kavramının önemi

Kapitalist üretim, meta üretiminin genelleşmiş halidir. Marx, Kapital I’e bu konsantre izah ışığında metayı tanımlayarak başlar, ardından bir dizi kavramı analiz eder. Makina ve teknolojinin, işçi ve burjuvazinin, nüfus ve artık nüfusun, iktisadi büyümenin ve emeğin soyutlama ve çözümlemelerini yapar. Aslında yaptığı kapitalist üretim sürecinin detaylı incelenmesidir.

Marx soyutlama gücünden bahsederek ve soyutlamanın ürünü olarak kavramlara başvurup sarsıcı çıkarsamalarda bulunur. Müthiş bir kavram haritası ortaya koyar. Aslında Kapital çalışmaları Marx’ın olağanüstü sofistikasyon gücünü gösteren külliyattır. Zaten bu güç sayesinde ancak Kapital yazılabilirdi.

Kapitalist üretim süreci bir değer üretim sürecidir. Bunun birlikte sınıfsal antagonizmanın üretim ve yeniden üretim sürecidir. Başka bir izahla kapitalizm üretim sürecinde sadece meta üretmez, aynı zamanda genişleyerek yeniden üretimi için artı-değer üretir. Genişleyen yeniden üretimin kaynağı canlı  emek ve canlı emeğin yarattığı (enerjisiyle açığa çıkan) değerdir. Canlı emeğin ücreti yarattığı değerin bir kısmına karşılık gelir. Bu canlı emeğin kendini yeniden üretmesini sağlayacak miktarı ifade eder. Ama karşılığı ödenmemiş emek ya da “artık” kapitalist sistemin temel belirleyenidir. Artı-değer kapitalizmin bir nevi soluk alıp verişini sağlar, sınıfsal egemenliğin kökünü oluşturur. Aynı zamanda sınıfsal anlamda uzlaşmaz çelişkinin kaynağını teşkil eder.

Emek gücü kavramı bu noktada özel olarak önem taşır. Marx bu kavramı ancak Grundrisse’de özgül bir başlık altında ele alacaktır. Emek gücü kavramı tarihsel materyalizmin teorik çerçevesinin kurulmasında stratejik kavramlardan biridir. Marx bu kavramla klasik ekonomi politiğin bir anlamda şifresini çözer, çelişkilerini ortaya koyar ve emek kavramı üzerinden yaptığı totolojiyi deşifre eder. Kısaca emek gücü kavramı ekonomi-politiğin argümanlarını bütünüyle işlevsizleştirir. Bu keşif ya da sofistikasyon tarihsel materyalizmle, ekonomi politik arasındaki temel farkı ortaya koyacak ve teorik bir yeniden yapılanmanın önünü açacaktır. Bir anlamda artık emeğin oluşumu, artı- değer teorisinin inşası ve kapitalist sömürünün somut analizinin yapılmasını sağlayacaktır.

Bu noktada metalarda cisimleşmiş emeğin iki yönlü niteliğini belirtmekte yarar var. Metalar bilindiği gibi iki yönlü bir doğaya sahiptir. Metalar hem kullanım değeri, hem değeri ifade eder. Değer soyut emek tarafından üretilir. Yine Marx kullanım değerlerinin de somut emek/yararlı emek tarafından üretildiği yazar. Somut emek, kullanım değerini dönüştüren amaçlı bir faaliyettir. Söylemek istediğimiz  emek sürecinin biri somut, diğeri soyut şeklinde iki ayrı emek sürecinin ihtiva etmediğidir. Kapitalizmde emek süreci her iki yönü birleştiren bir emek sürecini içerir. Yani meta üreten her emek süreci, eş zamanlı soyut ve somuttur. Ve emek süreci Marksist analizin kurucu kavramlardan biri olarak dikkat çeker. Bu genel, kısa ve konsantre vurgulardan sonra konumuz itibarıyla yeniden üretim ve ev içi emek/ görünmeyen emek üzerinde durabiliriz.

Karşılıksız-görünmeyen emek

En başta yeniden üretim kavramı ve sosyalist ve Marksist feministlerin bu kavramı geliştirerek, derinleştirdikleri toplumsal yeniden üretim kavramı üzerinde durmakta yarar var.

Yeniden üretim ya da belirli eksik tanımları içerse de toplumsal yeniden üretim* üç boyutlu emek sürecini içeren bir kavramdır. Bu kavram en başta bir tür olarak insanın biyolojik yeniden üretimini kapsar. Aynı şekilde emek gücünün yeniden üretimini ve bakım ve tedarik ihtiyaçlarının yeniden üretimini içerir.

Kadınlar ev içi karşılıksız emekleriyle toplumsal yeniden üretimin bütününü gerçekleştirir. Bir anlamda bütün “görünmezliğine” karşın karşılıksız emek kapitalist üretim sürecinin varlığını teşkil eder. Gerçek manada nesnel zeminini, maddi ve manevi koşullarını oluşturur.

Açmak gerekirse kadınlar en başta biyolojik özelliklerinden kaynaklı insanı, insan yavrusunu, soyu ya da bir türün varlığını üretirler. Net bir ifadeyle insan türünün devamlılığını gerçekleştirirler aynı zamanda kapitalist toplumda geleceğin yeni emek jenerasyonunu yaratırlar. Ayrıca hane içinde farklı rollerle birlikte yaşadıkları erkeklerin duygusal, fiziksel, ruhsal, cinsel olarak sağlıklı ve bir düzeyde konforlu biçimde yaşamasını ve her gün zinde bir emek gücü olarak “var” oluşlarını sağlarlar. Yani erkek emek gücünün hakiki manada yeniden üretimini gerçekleştirirler. Bunun yanı sıra çocuklara, hastalara, yaşlılara her düzeyde bakarlar. Temizlik, yemek, ev idaresi ve farklı ev içi ve ev dışı planlamaları organize ederler.

Kadınların bu emek gücü kapitalist anlamda değer yaratmaz yani meta üretmez. Kullanım değeri üretir, bu manada ücretli işten, ücretli emekten farklıdır. Ve üretilme “tarzı” olarak mekansal ve toplumsal olarak farklılığı anlaşılmaz bir biçimde kapitalist ilişkilerin dışında ele alınır.

Toplumsal yeniden üretim kavramı, kapitalizm koşullarında toplumsal üretimi meta üretme ya da değer üretmeyle sınırlayan ve karşılıksız emeği “görmeyen” yaklaşımın ötesinde ev içi emeği içerecek biçimde genişleten bir kavramlaştırma çabasıdır. Ve sistemin kompleks ve çok katmanlı yapısını analiz etmede son derece ciddi olanaklar sunar. Feminist kuramcılar bu kavramla görünmeyen emeğin stratejik rolünün altını çizip, yeniden üretim vurgusuyla hem emek gücünün yeniden üretimi, hem de kapitalizmin kendini yeniden üretmesindeki belirleyici etkisini ortaya koyarlar. Aslında yapılan kapitalizmin varoluş dinamiklerini ortaya çıkarmak ve sistemin gerçek manada acıyan yerini göstermektir. Lise Vogel’in birleştirici kuram arayışıyla kaleme aldığı dikkate değer “Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği” çalışması Kapital’e dayanarak, emek gücünün yeniden üretimi üzerinde özellikle durur.

Marx, emek gücünü özel bir meta olarak ele alır. Sermaye sınıfının varoluşsal koşulunun artı- değer sömürüsü olduğunu belirtir. Ve artı- değerin yegane yaratıcısının emek gücü olduğunun altını çizer. Marx, emek gücünün yeniden üretimi üzerinde dursa da bu kavramı metodolojik olarak değer üretimiyle ele alır. Ya da bu noktada yoğunlaşır. Kapitalizm ya da sermaye fetişizmi için ev içi emek ya da yeniden üretimin bu boyutu, kullanım değeri ürettiği için zaman dışı, değişmez görülen bu üretim faaliyetidir. Marx tarafından da bu boyut görünmez ya da doğal veri olarak ele alınır. Emek gücünün ve soyun yeniden üretimi erkek iş gücünün içgüdüsel ve doğal edimi üzerinden tanımlanır.

Marx’ın Engels’le birlikte kaleme aldıkları Alman İdeolojisi ve  Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı çalışmalarda emek gücünün yeniden üretimi yönünde önemli paragraflar bulunur. Marx’ın kapitalde geliştirdiği hiyerarşik soyutlama yöntemi ya da soyuttan somuta gitme yöntemiyle; soyut olanların somut gerçeklik olarak inşası sonucu meta haline gelmemiş/kullanım değeri üreten ilişkiler içinde gerçekleşen yeniden üretime yer verilmemiştir. Kapitalist sistemin analizinde böylesi bir soyutlama anlaşılır bir şeydir. Ne var ki kadınların karşılıksız emekle, ücretli emek olgusunun ortaya çıkmasındaki nesnel rollerinin görülmemesi, emek gücünün yeniden üretimi ve soyun devamı sağlayan özneliğinin fark edilmemesi ya da bu süreçlerin içgüdü üzerinden açıklanması düşündürücüdür. Daha net bir ifadeyle kapitalizmin ortaya çıkışını sağlayan tarihsel koşullarda ve sermaye birikiminin gerçekleşmesinde bu öznel zeminin es geçilmesi ciddi bir problemdir ve bir anlamda Marx’ın cins körlüğüne delalettir. Bu kötü niyetli bir vurgu değil, belki de yüksek sofistikasyon gücünün ve Marx’ın teorik ve yöntemsel önceliğinin yarattığı zafiyetin bir yansımasıdır. Ve dönemin eril dünyasının Marx üzerindeki etkileri olarak ele alınabilir.

Bu noktada Heather Brown’ın kaleme aldığı “Marx’ta Toplumsal Cinsiyet ve Aile” adlı çalışma, Marx’ın bu konu üzerindeki yaklaşımlarını bütünlükçü ortaya koyması anlamında önem taşır. Marx, çalışmada belirtildiği gibi erken dönem çalışma ve notlarında emeğin yeniden üretimi ve patriyarka üzerine ciddi vurgular yapar, alt çizmelerde bulunur. Bu vurgular yazarın dediği gibi geliştirilmesi gereken tezler olarak ifade edebilir ama bu yön bile yukarıda belirtiğimiz tanımlamayı ortadan  kaldırmaz.**

Buradaki sorun patriyarka ve kapitalizm ilişkisinin griftliği ve kapitalizmin patriyarkanın sağladığı olanaklarla kendini yeniden üretme ve var etme kapasitesinin görülmemesidir. Şu tanımlama rahatlıkla yapılabilir; patriyarkal olmayan bir kapitalizm olmaz. Kapitalizm feodal patriyarkadan devraldığı ve karşılıklı birbirini besleyip şekillendirdiği bir süreçle bir anlamda toplumsal cinsiyet üzerinden görünmeyen emeğin yaratıcısı olan öznelerin/ kadınların tarihsel inşasını hazırlamıştır.

Aslında görünmeyen emek ya da emek gücünün yeniden üretimi tartışması patriyarkal kapitalizmin analizini yapma anlamına gelmektedir. Ve yine Marx, bize sunduğu kavram matrisiyle bu tartışmanın nesnel zeminleri hazırlamıştır. Marx’ın yöntemiyle üretimi ve yeniden üretimi sermaye fetişizmi dışında eleştirerek ele almak, aralarındaki “görülmeyen” organiklik üzerinde düşünmek ve yeniden üretim ve patriyarkal kapitalizm ilişkisi üzerine yoğunlaşmak gerekir. Sermaye fetişizmi bir gerçeklik ve bu gerçeklikten ortaya çıkan bir ideolojidir. Etkisini de küçümsememek gerekir. Böylesi bir çaba patriyarka, kapitalizm ilişkinin ve patriyarkal kapitalizmin kompleks ve grift yapısının analizine olanak tanıyacaktır.

Ve bu analiz kadınların ezilmesinin kaynağının ve bağlamının kapitalizm olduğunun net olarak ortaya koyulmasının önünü açacaktır. Kadın özgürlük mücadelesinin kapitalizmden kopuş eksenli, emek ve ekoloji mücadelesiyle stratejik bağını ortaya koyacaktır. Hareketin tekil kalma riskini ortadan kaldırdığı gibi bizlere sistemin acıyan yerlerini gösterip, yüzyıllardan beri biriken yıkıcı enerji ve öfkenin farklı anti kapitalist alanlarla rezonans kurmasını zeminlerini yaratacaktır.

Patriyarka ve kapitalizm

Üzerinde farklı yorum ve tartışmaların yürütüldüğü patriyarka kavramı aslında  bizlere iktidar ve erillik ilişkisini, eril akıl ve eril zihniyeti, eril dünya ve kadınların büyük tarihsel ve güncel kapatılmasını, kadının sömürgeleştirilmesi  ve bütün bu boyutların kapitalizmle içkin bağını ve kapitalizmin katmanlılığını, kendini saklama ve normalleştirme kabiliyetini göstermesi ve iktidar ve tahakküm ilişkilerini sürekli üretme meziyetinin kaynaklarını  ortaya koyması anlamında olağanüstü olanaklar sunmaktadır.

Patriyarkayı konsantre bir biçimde tanımlamak gerekirse; çok boyutlu iç bağlantılara sahip erkek egemenliğini – andokrasiyi ya da ataerkiliği üreten ve yeniden üreten bir toplumsal ilişkiler ağı, bütünlüğü, sistemi ve bir zihniyet dünyası olarak tanımlayabiliriz. Patriyarka tarih, hukuk, siyaset, iktisat, ahlak, bilim, tıp, moda, kültür, eğitim, kitle iletişim araçlarıyla yani sistemin tüm kurum  ve ideolojik aparatlarıyla, erkek egemenliğin ve erkek merkezciliğin çok boyutlu ve kendini yenileme kabiliyetine sahip bir şekilde inşasını ve meşruluğunu ifade eder.

Feminist kuramcı olarak önemli bir kimlik olan “Baş Düşman- Patriyarkanın Ekonomi Politiği” adlı çalışmanın yazarı Christine Delphy ve bazı feminist gruplar patriyarkayı (bağımsız) bir üretim tarzı olarak ele alır ve argümantasyonlarını ve tezlerini bunun üzerinden oluştururlar. Uzun bir tartışma konusu olduğundan burada sadece değinmekle yetiniyoruz.

Patriyarka başlı başına bir üretim tarzı olmadan öte, kapitalizm gibi farklı üretim tarzlarıyla eklemlenmiş, içselleşmiş ve kendine göre işleyiş mekanizmaları ve iç dinamikleri olan kadının emek ve bedeninin hatta duygularının erkekler tarafından denetlendiği ve kontrol edildiği, bir dizi cinsellik, doğurganlık, nüfus, gündelik yaşam, giyim, rol inşası, cinsiyetçilik gibi biyo-politik düzenlemeyi içeren, kadının öznelliğini ve iradesini yıkan, tahrip eden, cinsiyete dayalı iş bölümünü kapsayan, erkek merkezliliği ve iktidarını ve şiddetini üreten ve bunu normalleştiren bir toplumsal ilişkiler bütünlüğü olarak ele alınabilir. Patriyarka kavramını kullanmakta ısrar en başta kadının öznelliğine inancı ifade eder ve erkek egemenliğin ne derece normalleştirildiğinin ve yıkıcılığın ne derece şiddetli ve derin olduğunun farkına varılmasını sağlar.

Her şeyden önce erkek egemenliğin sadece güdüsel, psikolojik, ideolojik bir olgu olmadığını, erkek egemenliğin sınıflı toplumlarla ilişkili yüzyılları kapsayan köklü, tecrübelenmiş ve yetkinleşmiş ve bir anlamda inşa edilmiş yapısal özellikler taşıdığını fark etmek anlamına gelecektir. Bunun yanı sıra sınıflı toplumların en yetkin ve en modern biçimi olan kapitalist toplumda, bu toplumun ruhu olan erkek egemenliğin sistemik karakterinin anlaşılmasını sağlayacaktır. Sistemik karakter bize kadın ezilmişliğinin son derece rafine yönleriyle birlikte, farklı tezahürlerinin görülmesini ve bunların birbirini nasıl beslediğini, etkilediğini ve şekillendirdiğini gösterecektir.

Kapitalizmin cinsiyet rejimleri üretme mekanizmalarıyla varolması boşuna değildir. Aynı şekilde patriyarkanın tarihsel köklere sahip, süreklilik içeren bir olgu olduğunu, farklı toplumsal formasyonlarda farklı biçimler alarak, deneyim ve yetkinlik kazandığını, kadına yönelik sürekli abluka ve kuşatılmışlık ve sömürüyle yaşayan ve organik bir şey olduğu ortaya çıkar. Bu perspektif patriyarkanın direnç ve kendini yeniden üretme mekanizmalarının anlaşılmasını sağlar.

Patriyarkanın gücü onun hafife alınmasından ve örf, anane, görenek,iç güdü, tabiat, psikolojik dinamik ve sadece bir ideolojik kurgu olarak görülmesinden gelir. Yüksek bağışıklık gücüne sahip olması, hızla biçim değiştirmesi ve yüksek adaptasyon gücü ve normalleştirilmesi patriyarkanın dinamik ve dirençli bir sistem/ toplumsal ilişkiler bütünü olmasını sağlar. Zihinlere, ruhlara ve toplumsal ilişkilere nüfuz edici kabiliyetini artırır.

Kapitalizm-patriyarka ilişkisini bu minvalden okumak gerekir. En başta bu ilişkinin diyalektik bir mahiyet taşıdığı, özerk dinamikleri olan hatta gerilimli yönlere sahip ve bir yanıyla sürekli çelişki üreten ama aynı zamanda birbirini besleyen ve şekillendiren ve yenileyen ve yeniden biçimlenen bir ilişki olduğu anlaşılmalıdır. Patriyarkanın rahminde doğan tarihsel kapitalizm patriyarkayla şekillenmiş patriyarkanın sunduğu olanakları maksimum kar ve sistemin yetkinleşmesi ve nüfuz etmesinde kullanmıştır.

Kadının görünmeyen emeği bu diyalektiğin somutlandığı alanlardan en bariz olanıdır. Ancak patriyarka kavramından hareketle, karşılıksız/görünmeyen emeğin ya da bu emek kategorisinin stratejik önemi ve anlamı anlaşılabilir desek abartı olmaz. Patriyarkanın kapitalizme sunduğu tarihsel imkan kadının çok boyutlu, sistematik sömürüsüne olanak sağlaması ve bunu sadece erkeğin değil kadının nezdinde de  onaylatmasıdır ve özne olarak onu nesneler yığınına çevirmesi/ dönüştürmesidir.

Bu aynı zamanda her kapitalist devletin iç savaş strajesidir. Bir yönüyle kapitalist devleti, eril iktidarın en konsantre, en somut, en yıkıcı halidir diye tanımlayabiliriz. Özel mülkiyet kadının sömürgeleştirilmesinin ilk ve en yıkıcı haliyse, aile de kendini yeniden üreten bir sömürgeleştirilme alanı olarak dikkat çeker. Bu olgu ve yapıların bir yanıyla erkek egemenliğin habitatları olduğu unutulmamalıdır. Bu habitat erkeğe elzem olanaklar sağlar. Mesala toksik erkeklik normlarıyla “himpaty” – patriyarkal işbirliğinin, eylem ve söylemde farklı düzeylerde suç ortaklığının  yaygınlığını hiç küsümsememek ve “himpaty”nin yüksek  devlet toleransına açık olduğunu unutmamak gerekir. Kadın cinayetlerinde kapitalist devletin yaklaşımı buna somut örnektir.

Altını çizerek belirtebiliriz ki gündelik hayat pratiklerinde ataerkil konfor ve çıkar alanları düşündüğümüzden çok daha yaygın ve köklüdür ayrıca itibar sağlayıcıdır. Bütün bu söylediklerimiz kapitalizm eleştirisini ve sınıf eksenli bakışı dışlamaz tam tersine bu eleştiri ve bakışın sonucudur.

Kadın özgürlük hareketi

Kapitalist sistem dolayımlar üzerinden egemenliğini, iktidar ve tahakkümünü inşa eder. Kapitalist devlet bu dolayımların ya da iktidar ve tahakküm ilişkilerinin en konsantre halidir. Aynı zamanda bir güç yumağı ve şiddet tekeli olarak kendini dışavurur. Başka bir izahla egemenlik ve tahakküm ilişkilerinin üretildiği ve somutlandığı kapitalist makinadır.

Sınıf, sınıf egemenliği ve sınıfsal sömürü olguları kapitalist sistemin özünü ve varlığını oluşturur. Marx Kapital I’de sermayeyi bir toplumsal ilişki diye tanımlar. Sınıf da aynen sermaye gibi bir toplumsal ilişkidir. Bu manada ne sadece bir ekonomik kategori veya sosyal bir tabaka ne de sosyolojik bir olgudur. Aynı şekilde sınıf, kapitalist toplumun ontolojisini oluşturan eşitsizliğin kaynağıdır ve bu eşitsizliği sistemli bir şekilde sürekli yeniden üreten toplumsal ilişkileri ifade eder.

Bu manada kadın sorunu ve ekoloji sorunu tam anlamıyla sınıfsal bir sorundur. Ve sınıfsal/ materyalist bir perspektif içinde anlamını bulur. Mobilizasyonlarını da aktüel sınıf mücadelelerinin biçim alışları olarak ele almak gerekir. Bugün işçi sınıfının mücadelesi, ekolojik mücadele gibi kadın özgürlük mücadelesini kapsadığı, feminist taleplerle buluştuğu ölçüde gelişip güç kazanabilir. Aynı şekilde kadın özgürlük mücadelesi emek mücadelesiyle bütünleştiği ölçüde politik bir harekete dönüşebilir. İşgücünün kadınlaşması, kadınların işçileşmesi olgusunun yeni proleterleşme dalgasının en karakteristik özelliği olduğu   unutulmamalıdır. Aynı şekilde karşılıksız emek tartışması bağlamı da emek eksenlidir. Kadın hareketi anti-kapitalist alanların rezonansında kurucu rol üstlendiğinde yenilenme ve kendini aşma şansı bulacaktır.

Sonuç olarak, patriyarkal kapitalizmi cinsiyete dayalı iktidarın, sınıfa dayalı iktidarla iç içe geçmesi olarak tanımlayabiliriz. İtaat ve rıza rejimleri üreten bu sistem için kadınlar gerçek bir tehlikedir. Kadınların kendi kendine yeterlilikleri, doğa bilgileri, şifacı olmaları, nesilden nesile deneyim ve tecrübelerini aktarabilme yetenekleri; rüyaları, imgeleri, ritüelleriyle hayata tutunmaları; hayata ilişkin kadim bilgileri ve tavırları tarih boyunca egemenlerin korkusu olmuştur. Kadın doğa ile insan merkezli bir ilişki kurmaz ve kadının “doğası” itaat değil, başkaldırı ve yaşamı savunmayı simgeler. Kadınların tarihsel pratikleri dirayet ve direniş sanatlarıyla yüklüdür. Kadın için bu bir varoluş biçimidir.

Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser; kadın ise o ağacı korur, büyütür ve ondan şifa üretir. Bu ontolojik durum ve hal kadınların sistem için yakın ve en yıkıcı tehlike olarak algılanmasına yol açar. Kadın nefreti ve kadın korkusu, kadının yaratıcı kudretini iğdiş etmeyi hedefler.  Kapitalist devletin bir erkek egemenlik aygıtı ve ideolojik dinamosu gibi hareket etmesi boşuna değildir. Bir iç savaş stratejisiyle kadına saldırır, ruhunu kuşatır ve onu sömürerek kadavraya dönüştürmeye çalışır.

Kadın özgürlük hareketi bu stratejik saldırılara direnerek ve kafa tutarak karşılık veriyor. 20. Yüzyıl tarihi kadın özgürlük hareketi için ayağa kalkış ve özgürlük mücadelesinin teori, pratik ve örgütsel şekillenmesi ise 21. Yüzyıl da kadının tarih ve yazılı tarih öncesinden beri biriken, yüzyılları kapsayan tarihsel öfke ve arayışının, özneleşme/kolektif özneleşme sürecinin ve kadın devrimlerinin yüzyılı olacaktır.

Son çeyrek asırlık birikim ve deneyimler kadının tarihsel bir aktör olarak devrede olduğunu gösteriyor. Kapitalizmin yok ediciliğinin en ekstrem boyuta ulaştığı günümüzde, kadınlar hayat ve kendi adlarına kavganın kendisi oluyor ve kavgaya dönüşüyor.  Engels, tarihi olaylar için devrimci bileşkeye vurgu yapar. Bugün küresel bağlamda kadının, doğanın ve emeğin sömürgeleşmesine  karşı devrimci bir bileşkenin yaratılması/ inşası artık yaşamsallaşmıştır.  Bu bileşkenin inşası aynı zamanda anti-kapitalist bir kopuşu ifade eder.

******

*Toplumsal yeniden üretim kavramı, emek analizinde bazı müphemlikleri taşısa da içerdiği  derinlik ve kapsamı itibariyle önemli kavramlaştırma girişimidir. Ayrıca dinamik bir kavram olarak içeriği farklı biçimlerde doldurulabilecek özelliklere sahiptir.

** Marx özgün bir işbölümünü doğallaştırmasının yanında, kapitalizmin gelişimine bağlı olarak işçi sınıfı ailesinin hızla ve engelsiz bir şekilde çözüleceği inancına sahiptir. Bunun üzerinden emek gücünün yeniden üretimini fazla kategorik bir şekilde ele alır. Ya da sorunun kapsamını, büyüklüğünü görmez, ihmal eder.


Volkan Yaraşır – Yeni Yaşam Gazetesi – 14.04.2024

Tags: , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑