Makaleler

Published on Haziran 15th, 2023

0

İstanbul’un kötü yönetimi de Erdoğan’a kazandırdı | Hüseyin Şenol


İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimleri üzerinden tam 4 yıl geçti. “Her şey çok güzel olacak” diyerek başkan seçilen Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu, “halkçı ve sosyal” belediyecilikte sınıfta kaldı. Bu kötü “örnek”, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerinde de Erdoğan’a kazandırdı. Yoksa sonuç çok farklı olurdu.

Tam dört yıl geçti, 23 Haziran 2019 İstanbul Yerel Seçimleri’nin üzerinden. Tam dört yıl önce, “Her şey çok güzel olacak” sloganıyla yola çıkan CHP, daha doğrusu CHP ile faşist İYİP’in ortaklaşa kurduğu Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Belediye Başkanlığı’na seçilmesi…

Faşist İYİP ile kurulan ittifaka oy verilmemesini ve bu parti için “bağrımıza taş basmamamız gerektiğini” savunmuştum. Seçimler öncesi “Faşistin İYİsine de oy yok”, “Bozkurtların kardeşliği” gibi başlık ve içeriklerde çok sayıda yazı yazdım. Bu dönem, bana göre devrimci-sosyalist hareketin de bir sınavdan geçtiği dönemdi. Ve maalesef son Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri de…

Yine her seçimde olduğu gibi, büyük oy soygunuyla sonuçlanan 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri ve 3 ay sonra “yenilenen” İstanbul Seçimleri için de görüşüm aynıydı. “Bir kötüye ve faşiste karşı diğerini desteklemek bizim işimiz olamaz” ve CHP için de “masaya oturmazsa asla” demiştim. Zaten, faşist İYİP ile ittifakı, benim için “masa” olasılığını da ortadan kaldırmıştı. Faşistlerle masaya oturulamaz. Yani bu olasılık da maalesef ortadan kalkmıştı.

İYİP ve mollalarla olan ortaklık yanlışını anlatırken, yetmedi, geçtiğimiz mayıs ayındaki seçimlerde Sinan Oğan ve Ümit Özdağ gibi kafatasçı faşistler de “kurtarıcı” olarak görüldü.

CHP’ye de Kemalizme de yem olunmamalı

4 yıl önce, “Muhatap kabul edip, masaya oturmadan asla” dediğimde, bir kesim beni topa tutarken, bir kesim de “Kamuoyu önünde olmasa da, görüşülüyor” şeklinde, açıkta yazmaktan korkup, ama sesli olarak benim gibi düşünenlere, hem de “kızgın” bir şekilde söylüyorlardı. Amaç, görüşü itibarsızlaştırmaktı.

Halbuki ben, beni eleştirenlerle beraber 10 Ağustos 2014 Seçimlerinde CHP ve faşist parti MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na da oy verilmemesi gerektiği yönünde görüşümü ortaya koymuştum. İnce konusunda da, görüşüm aynıydı. Bu cumhurbaşkanlığı seçiminde de Selahattin Demirtaş adayımızdı ve olası ikinci tur da değerlendirmelerimiz arasındaydı. Demirtaş olmazsa, tercihim yine de 2014’teki seçimde ne Ekmeleddin, ne de 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde de oy verebileceğim -kazanması çok az ihtimal de olsa- “Faşist Meral Akşener olamaz” demiştim. Yani hiçbir zaman ve koşulda bir faşiste karşı, diğer bir faşist bizim adayımız olamaz. Muharrem İnce de vardı tabii ki adaylar içinde. O konuda da, CHP’ye yaklaştığım gibi yaklaşmıştım ve özetle şöyle demiştim: “Şimdiden meydanlardaki diline dikkat etsin ve ikinci turda da masaya otursun, bakarız”.

Geldiği noktada ırkçılık dozunu daha da artıran İnce konusunda bugün ise “Asla olmaz” derdim.

Benim için hala doğru bir alternatif de olabilecek olan “Boş oy tavrı” meselesine şimdilik girmiyorum. Boykotun da “koşulları” zaten yoktu.

Bana göre, şimdi “boş” masa da yetmez, CHP ile bile oturmadan önce, onlardan da hesap istenmeli. CHP, günahlarına günah katarak, özellikle de Kürt halkına karşı ağır insanlık suçları işlemeye devam etmiş. Bu sorunda, sadece Erdoğan’a değil, MHP’ye de koltuk değneği olmuştur.

Bu seçimler; uzun süre sonra, hatta ilk kez yakalanmış olan “barış ortamının” yerle bir edildiği dönem olmuştur. Bunda en büyük suç sadece iktidardaki Kemalist AKP-MHP bloğu değil, muhalefetteki Kemalist CHP-İYİP’tedir. Bu nedenle de, bu seçimler bunlardan da kurtulmanın seçimi olmalıydı ve olmalı. Eğer masaya oturulacaksa, karşılığı sadece “Erdoğan karşıtlığı” olamaz ve olmamalıdır. Eğer “Bir kötüye karşı, diğer kötüye” oy vermeyecek ve verdirmeyeceksek.
            İYİP’le masaya dahi oturmamız mümkün değildir. Bu sosyalistlerin tercihi olamaz.

Evet bu seçimler, Kemalizm ve faşizme karşı net çizgimizi çizme seçimleri olmalıdır.

Ne mehter marşı ne de İzmir Marşı bizim tercihimiz olamaz.

O taraf “inkar” ederken, bizim taraf da sessiz kaldı

Yandaş medya ve “ulusalcı” kanallara çıkan CHP’liler, yöneltilen sorulara karşı, kesinlikle HDP ile gizli de olsa bir ittifak içerisinde bulunmadıklarını ispatlamak için ter döküyorlardı. İYİP’in açıktaki tavrı ise, çok daha çirkindi ve faşiste yakışır biçimdeydi. HDP ve bileşenleri de açıktan görüşüldüğünü yazıp çizmiyordu.

            Ben de o dönem, üyesi olduğum HDP bileşeni partimin de bu görüşe, yani Millet İttifakına oy çağrısına karşıydım ve tartışmaları takip eden bilir; son güne kadar bu konudaki görüşümü savundum. Hatta bugün haklılığım kanıtlanmış olarak, daha çok savunuyorum ve keşke “Sesimi daha da gür çıkarsaydım” diye düşünüyorum. Haksız veya hatalı bir değerlendirme olsaydı, çıkar özeleştirimi de yapardım. Ama, aksini savunanlar buyursun lütfen! Gizli gizli, çaktırmadan değil, “açıkça” verilmeli özeleştiriler. Koca koca yazıların bir yerinde, tek cümlelerle değil, eğer tarihe doğru dürüst not düşülecekse, açık açık ve uzun uzun yapılmalı bu özeleştiriler. Yapalım ki, ilerleyebilelim.

Faşist İYİP ile ve masaya oturmayan, üstüne üstlük inkar eden CHP’yle olmayacağını savundum. Onurdan, gururdan bahsettim. Belki o dönem, büyük çoğunluğu sessiz olan az sayıda yoldaş ve genel olarak “AKP’nin gitmesinden medet uman” kişiler bugün farklı düşünüyor. Bugün de, o dönem olduğu gibi, şimdi de yılmadan savunurum bu görüşü ve kesinlikle benim gibi düşünenlerin sayısı çok daha büyük oranda olur. Çünkü bana göre bu, sadece bir seçim değil, aynı zamanda devrimci tavır ve duruşun da göstergesi olması açısından çok önemliydi. Yoksa sorun, bağrımıza taş basarak çözülemez ve açıklanamaz.

Bir faşiste karşı diğer faşiste oy vermemek bugünün de doğru tavrıdır

İstanbul Seçimlerinin birinci yılında HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Artık kimse kapalı kapılar ardında HDP ile ittifak görüşmeleri yapmayacak, yapamayacak. Halkımız bunu kabul etmiyor. Halkımız, şeffaf, açık bir ittifak istiyor. Bunun için kapımız bütün muhalefet partilerine açıktır” dedi. Buldan, son seçimler için de “Kendi adayımızı çıkaracağız” doğru yaklaşımından maalesef vazgeçti ve malum ağır hataya ortak oldu. Daha 5 ay önce, Ocak ayında kendi adaylarını çıkaracağını açıklayan Buldan’ın parti içinde farkı yaklaşımda olanlara karşı fazla direnmediğini düşünüyorum.

Yine, bana göre özeleşti mahiyetinde bir açıklama da Selahattin Demirtaş’tan geldi aynı dönemde. Yani Demirtaş Mart 2019’taki seçim mesajında “Gerekirse bağrınıza taş basın, mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme hayır’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın.” derken Haziran 2021’de, yani seçimlerin ikinci yılında “İki kötüden birini seçmek zorunda değiliz” açıklaması yapmıştı. Ama Demirtaş da, geçen yerel seçimlerden günümüze kadar, çelişkilerle dolu açıklama ve yorumlarına devam etti.

Suçumuz neydi?  

Demirtaş o zaman mı haklıydı, yoksa hemen bir sonrası, veya şimdi son aşamada geldiği nokta mı? Bana göre, o dönemde de çok sık dillendirdiğim gibi; o açıklama ve o şekilde tavır alanlar büyük hata içinde oldular. Demirtaş’ın bir yıl sonraki ve devamında ara ara bu yöndeki açıklamalarını o dönem için “doğru” bir tavır olarak ben ve çok sayıda kişi de savunmuş, bunun sonucunda ağır bir şekilde eleştirilmiştik.

Neyse, şimdi “Koşullar farklı olduğu için doğru bir tavır değildi” dendi ve denecek şu söylediklerime. Belki haklılar, çünkü, kendi mantıklarına göre, o “yanlış” tavrı şimdi daha bir hararetle savunmalılar. Halbuki “koşullar”, o döneme göre çok daha ağır. Ama yine ilk noktaya geri dönüp, 14 Mayıs ve 28 mayıs seçimlerinde aynı hataya düştüler.

            Yanıldınız!

            Beş yıl önce, 2018 Cumhurbaşkanlığı ve 2019 Yerel Seçimlerinde söylediğim gibi; birinci yılda Buldan’ın “Artık kimse kapalı kapılar ardında HDP ile ittifak görüşmeleri yapmayacak, yapamayacak. Halkımız bunu kabul etmiyor…” ve ardından da geçtiğimiz yıl Demirtaş’ın “İki kötüden birini seçmek zorunda değiliz” tavrı o dönemin de bugünün de doğru tavrıdır. Keşke, o seçimlerde hem de son 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde bu tavır sergilenebilseydi. Hatalı seçim tavırları, yani içinde faşistlerin de bulunduğu ittifaka oy vermek, özellikle de sosyalistlerin ve yurtseverlerin tarih önünde vereceği önemli ağır hesaplardandır.

Hiçbir şeyin güzel olmayacağı belliydi

“Her şey çok güzel olacak” dendiğinde, ben de “Keşke öyle olsa. Ama maalesef, hep birlikte görecek, çok daha kötü günleri hep birlikte yaşayacağız” demiştim. Dördüncü yılda da yine “maalesef” diyorum ve tarih beni doğruladı. Keşke, halkımız adına durum farklı olsaydı da ben yanılsaydım. Her şey o kadar kötü ve çok daha berbat oldu. Tabii ki sorun sadece İmamoğlu’yla açıklanamaz, ama ona oy vermemizi de gerektirmezdi; hem de içinde faşist İYİP’in de olduğu bir ittifakın, yani Millet İttifakı’nın adayı olarak. “AKP-MHP iktidarından da kurtuluşun tek yolu”, “Faşizmin kurumsallaşmasının son adımı” gibi değerlendirmelere yönelik de, o dönem olduğu gibi, devamı yazılarımda da sık sık değinerek, genel olarak faşizm üzerine görüşlerimi sürekli aktardım.

Ekrem İmamoğlu hakkında yazmaya devam edeceğim. İmamoğlu’nun neleri yap(a)madığına değinirken, onun fetih kutlamalarına, faşistleri ve soykırımcıları anma işine de, merakına da değinmeye devam edeceğim.

            14 ve 28 Mayıs süreci ise bu cenaha destek ve oy verenler, hatalarını bir çıta daha yükselterek devam ettirdiler. Bu kez destek verdikleri ittifaka yeni yeni faşistler, mollalar, ırkçılar dahil olurken, CHP de ulusal faşist ve ırkçı yönünü daha da ön plana çıkardı.

            Ama bizim taraftan destek veren bizzat ittifak partimiz HDP ve devamında Yeşil Sol Parti bundan da rahatsız olmadan, bazen “acil toplanıyor” olmuş olsa da, sonuçta tavırda değişiklik olmadı.

            Benim gibi düşünenlere yönelik “Soldan da” mobing ve linç politikasının dozu daha arttı. Bana göre, “solun sola” karşı daha bu ağırlıkta yaklaştığı bir dönem görmedi, ülke toprakları.

            Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler öncesi ve sonrasında hem yazılarımda hem de sosyal medya hesaplarımda çok yazdım. Burada tekrar etmek istemiyorum…

RTE gibi, İmamoğlu da Kılıçdaroğlu da tek adam ruhludur

Bunların kınamaları bile ayrımcı.

Sağlı-Sollu birçok siyasi parti lideri ve kişi de, tam bir yıl önceki İzmir HDP’ye saldırıyı kınarken “faşizme lanet okuyamadılar. Bunlardan en ilginci de “İmamoğlu’nun kınaması: Faşist katliam var ve faşizmi lanetlemek yerine o mesajının sonunda “bu ülkeyi böldürmeyeceğiz” diyor… Kınaması bile samimi olmayan İmamoğlu’nun “farklı” oynadığı aşikar. Bu onun hakkı tabii ki, ama bu “oyunda” biz ona katkı sunmak zorunda değiliz.

Sağa-sola göz kırpan İmamoğlu’nun neye ve nereye oynadığı ortada. Bu durum, öncelikle CHP’nin sorunu, ama biz de kendimize dert edinmeliyiz bu durumu.

Hiç vakit kaybetmeden, cumhurbaşkanlığı adaylığına da oynayan İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’na da güven olmaz. İmamoğlu da Erdoğan’dan sonra tek adamlığa oynadı ve oynamaya devam ediyor. İstanbul’u unutup, Karadeniz’de mitingler yapıyor, Van’da cami temeli atma törenine katılıyor, “…vız gelir, tırıs gider” diyor, Erdoğan gibi Fetih Kutlamaları gerçekleştiriyor ve benzeri marifetlerini saymakla bitiremeyiz. Belediye Saray’ından bunları yapan ve söyleyen birinin, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda oturduğunda ne yapacaklarının göstergesidir, şimdi yaptıkları.

Fetih törenleri ve mehter takımlarıyla gereksiz israfta bulunan belediye başkanı, kentin gerçek sorunlarıyla ilgilenmeli.

Cumhurbaşkanlığına aday olamayınca, Ankara Belediye Başkanı faşist Mansur Yavaş ile birlikte Kılıçdaroğlu’nun yardımcı olarak meydanlarda boy gösterdi.

Halkçı ve sosyal belediyecilikten çok uzak

HDP’nin kapatılmak istenmesi konusunda da ne CHP’yi, ne Saadet’i, ne Deva’yı, ne Gelecek’i ne de diğerlerini samimi bulmuyor, pek de rahatsız olacaklarını düşünmüyorum. Yaptıkları geçiştirici ve zorunlu kınamaların ötesine geçmiyor. İçten içe “HDP oylarını nasıl kaparız” tavırlarını hep birlikte gördük.

Dört yıl boyunca olduğu gibi, bu yıla kadar ne değişti, “güzel olan ne” diye araştırıyorum ve inanın; görmemek için özel bir uğraş vermiyorum. Zaten “Her şey çok güzel olacak” olmuş olsaydı, bu değerlendirmeyi yapmam mümkün ol(a)mazdı.

Hadi ben göremedim diyelim; ama görebileni de bulamadım. Kendimce bir anketler yapmaya ve farklı çevreden kişilere sormaya devam ettim, “4 yılda güzel olan ne?” diye. Maalesef cevaplar beni doğrular içerikteydi. Bir-iki örnek olsa, en azından onları burada tek tek sıralamaktan çekinmezdim.

Özeleştiri verilmeli, yönetimler değişmeli

Bana göre, bu seçimlerin Erdoğan’a “kaybettirmiş” olmanın bir yanı vardı tabii ki. Ama biz Erdoğan’a yerelde hiç devrimci olmayan bir tarzda kaybettirmek durumunda olmamalıyız. Erdoğan’a etkisi olmayan bir kaybettirmenin yanında, kendi kaybettiğimiz çok daha büyük. Maalesef, devrimcileri, sosyalistleri, yurtseverleri ve diğer tüm ezilen kesimleri önümüzdeki dönemde görmeyecek, onlara sunabileceği “güzellik” olmayacak.

Halkçı ve sosyal belediyecilik örneğini tarihin bir döneminde uygulamayanların şimdi uygulamaları için de bir neden yoktu. Ki zaten böyle bir anlayışları da yok…

            Benim tavrım, çok kereler açıkladım gibi; Parlamento Seçimlerinde Yeşil Sol Parti’ye oy vermek, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde ise iki adaya oy vermemek. Ben de hem 14 Mayıs’ta hem de 28 Mayıs’ta oyumu bu yönde kullandım. Yani burjuvazinin it dalaşına ortak olmayıp, geçersiz oy kullandım. Boykot tavrı farklı bir yaklaşım olduğu için; sandığa gitmeyi savundum.

HDP bileşenlerinden Devrimci Parti, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ve bu ittifak ile Yeşil Sol’a destek veren Partizan (Özgür Gelecek) gibi kesimlerle, bireylerle benzeri düşünce ve tavırda oldum. TİP’e son yazımda değinmiştim; “zararı” çok oldu bana göre.

Destek ve oy veren “solun” sessizliği de ayrı bir sorun. Üçüncü haftayı geride bırakıyoruz, net bir açıklama yok kurumlardan.

Neyse ki, ilk günlerdeki “HDP de özeleştiri” vermelidir istemlerine sert tavır gösteren partililer, merkezde ve yerelde özeleştiri vermeye devam ediyor. Sadece Buldan ve Sancar’ın eş başkanlıkları bırakmalarıyla olmaz, kongrede tüm yönetim değişmeli.

Geçtiğimiz günlerde Artı TV’ye konuk olan Yeşil Sol Parti Grup Başkanvekili Saruhan Oluç’un “Biz biliyorduk; Millet İttifakı’nın da diğer ittifaka benzer yanları savunarak, seçim kazanmasının zor olduğunu… Ama biz son 15 gün bunu dillendirmedik…”  demesi üzerine ben de şöyle düşündüm, haliyle: “Yani bilerek (mi) suça ortak oldunuz!?”

Bu noktada farklı bir yaklaşıma değinmek istiyorum; “Sol muhalif” medya da sansürcü davranarak, “Kılıçdaroğlu’na oy yok” diyen “soldaşlarına” da yer vermedi. Bu ağır bir sorun bana göre ve bu mantık partileştiğinde, devletleştiğinde doğurduğu sonucu “tarihten” çok iyi biliyoruz.

Yalaka, boyalı ve yandaş medyadan şikayet edenlere, beni ve benim gibileri linç etmeye çalışanlara, mobbing uygulayanlara soruyor, ve cevabı da sosyalist demokrasi anlayışınıza ve vicdanlarınıza bırakıyorum…

1, 2, 3 ve 4 yıl değil, 10 yıl geçse de fark etmez

Gelelim yine İstanbul Seçimlerine.

Evet, dört yıl önce, “Her şey çok güzel olacak” denerek umut bağlanan seçimlerden sonra “Her şey çok daha berbat” oldu. Sadece İstanbul değil, ülkenin genel durumu daha berbat oldu ve memleketin bu berbat durumdan çıkışına “İmamoğlu’nun başında bulunduğu İstanbul” kesinlikle iyi bir örnek olmadığı göründü.

Dördüncü yılı geride bıraktığımız bu dönemde de “Ya dur, insafsızlık etme daha 4 yıl oldu” diyeceklerin de çok olacağını biliyorum. 4 değil, 5-10 yıl geçse de, İmamoğlu’yla asla daha güzel ol(a)mayacak. İmamoğlu bana göre zaten “iyi” değildi ve ona oy verenleri de şaşırtarak daha da kötü oldu. Tek adamlığa oynamaya çalışıyor, İmamoğlu.

İstanbul ile ilgilenmeyi de bırakan İmamoğlu, daha ikinci yılında, Cumhurbaşkanlığı’na oymaya başladı. Olmadı, ne yaptı etti, Mansur Yavaş ile birlikte, Kılıçdaroğlu’nun yanında Cumhurbaşkanı yardımcısı olabilmeyi kabul ettirdi. Şimdilerde de CHP Genel Başkanlığı’na oynuyor.

Önümüzdeki seçim ve diğer çalışmalarda, umarım yeni ve yeniden bir başlangıç olur, bu kötü tavır ve yaklaşım gider, yerini sosyalist mücadeleye kazandıracak bir yaklaşım alır. Yeni yaklaşım, benim olmasın fark etmez, ama duruşumuz devrimci sosyalist tavır olmalı.

Büyük kaybettik

14 Mayıs’taki ilk turda, İstanbul’da Erdoğan yüzde 46.68 oy oranıyla 4 milyon 738 bin 680 oy alırken, Kılıçdaroğlu yüzde 48,56 oy oranıyla 4 milyon 928 bin 722 oy aldı. 28 Mayıs’taki ikinci turda ise Erdoğan yüzde 48.22 oy oranıyla 4 milyon 768 bin 657 oy alırken, Kılıçdaroğlu da yüzde 51.78’le 5 milyon 121 bin 194 oy aldı. Görüldüğü gibi; tüm devlet olanaklarını kullanmasına karşın, 21 yıllık yıpranmışlığı da göz önünde bulundurduğumuzda, burada büyük başarı yok. Ki Kılıçdaroğlu, seçimlerin İstanbul ayağında, kentin belediye başkanını da “yardımcı” olarak yanına almıştı.

Milletvekilinde kayıp çok daha büyük; Cumhur İttifakı, 2018 Milletvekili Seçimlerine oranla oy kaybetmiş olsa da, son seçimde Millet İttifakı’na İstanbul’da yüzde 10 gibi açık ara fark attı.

Erdoğan kadar “kötü” yönetmemek, “iyi” yönetmek anlamına gelmiyor. Yoksa bunun sonuçları, son seçimlerde İstanbul’da da farklı olurdu.

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri

İstanbul seçimlerinin 4. yılı.

İmamoğlu da büyük hataydı.

İmamoğullarına gelecekte de destek de yok oy da yok.

Suça yine-yeniden ortak olma…

Erdoğan gibi, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu da tek adam “karakterlidir”…

Her 5 senede bir yapılan belediye seçimleri 31 Mart 2024 Pazar günü yapılacak.

Yaklaşan bu yerel seçimler üzerine de, önümüzdeki dönem bıkmadan ve usanmadan, tüm linç ve mobbing girişimlerine rağmen, görüşlerimi daha sık yazmaya devam edeceğim. Şimdiden ilan ediyorum; dört yıl önce ve geçtiğimiz Mayıs ayında olduğu gibi; önümüzdeki seçimlerde de -demokratik hakkımı kullanarak- bir HDP’li sosyalist olarak Millet İttifakı”na ve benzeri ittifak ve partilere oy verilmemesi için mücadele edeceğim. Bizim derdimiz ve tavrımız; burjuvazinin bize sunduğu seçeneklere oy vermek, destelemek olamaz. Ulusalcının, faşistin değirmenine su taşımak ise hiç olamaz.

İmamoğlu’na gelebilecek olası “siyasi yasağa” karşı çıkmakla beraber, seçimlerde “bizim” ona ve benzerlerine, destek ve oy verebileceğimiz aday olamayacağı gerçeği halklara anlatılmalıdır.

İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimleri üzerinden tam 4 yıl geçti. “Her şey çok güzel olacak” diyerek başkan seçilen Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu, “halkçı ve sosyal” belediyecilikte sınıfta kaldı. Bu kötü “örnek”, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerinde de Erdoğan’a kazandırdı. Yoksa sonuç çok farklı olurdu.

Sonuçta; ne o dönemde ne bu dönemde, bırakın iddia ettiğiniz gibi; “faşizmi geriletmeyi” kendinizi gerileterek, halkımıza önderlikte çok uzakta ve sınıfta kaldınız…

Sosyal, eşitlikçi ve demokratik bir cumhuriyet gibi, sosyal ve halkçı belediyeciliği hayata geçirmek için aday olacak, devrimci, demokrat ve ilerici adaylara oy verilmelidir.

Yerel seçimlerdeki başarı, erken seçimi de beraberinde getirir. Ağır ekonomik ortamda bu süre iki yılı geçmez, diye düşünüyorum. Biraz da “bizim” neyi nasıl yapacağına bağlı tabii ki.

Son yıllarda hep “büyük” kaybediyoruz.

Sağından medet uman, yurtseverler de sosyalistler de fabrika ayarlarına geri dönmeli…


Hüseyin Şenol – 15.06.2023

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑