Makaleler

Published on Temmuz 28th, 2023

0

Lozan Antlaşması ve Kürtler | Hüseyin Yeter


Kürtlere soykırımı, asimilasyonu dayatan ve ulusal statüyü yasaklayan Lozan Antlaşması reddedilmeli, Kürtlerin kaderini tayin hakkı koşulsuz kabul edilmelidir. Öncesi bir yana, son yüzyıllık Kürt özgürlük direnişinin tarihi gösterdi ki, Kürt sorunu kendi özgünlükleri nedeniyle bölge ve dünya halklarının mücadele ve dayanışma desteğiyle ilerleyecektir. Bölge ülkelerindeki her devrim, Ortadoğu Devrimi, enternasyonal direniş ve genişleme Kürdistan devriminin dolaysız yedekleridir.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının 100. yıldönümündeyiz. Bu antlaşma, Kürtlerin iradesini yok saydı. Kürtleri ve Kürdistan’ı dört parçaya böldü. TC’nin kuruluş temellerini attı. Lozan, Kürtlere yönelik soykırım, katliam ve asimilasyon politikalarına onay veren emperyalist-sömürgeci bir antlaşmaydı.

Kürt halkı, bugün de, Lozan Antlaşmasıyla meşru kılınan bu yağmacı, paylaşımcı ve sömürgeci boyunduruğa karşı direnmeye devam ediyor. İtirazı ve direnişiyle meşru görmüyor ve eylemiyle kararları edilmiyor.

Lozan Antlaşması, çok doğal ki, o tarihsel dönemde uluslararası güç ilişkileri ve bölgesel askeri-siyasi koşulların ürünü olarak ortaya çıktı.

Birinci emperyalist paylaşım savaşında yükselen emperyalist güçler; İngiltere, Fransa vd savaşta galip çıktıl. Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ise yenildi. Türk burjuvazisi, Sevr* Anlaşmasına karşı Misak-ı Milli sınırlarını tutmak için işgale karşı “silahlı bir direnişe” geçti. Aynı tarihsel süreçte, Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim devrimi, Ankara hükümeti lehine gelişmelere yol açtı. İngiltere ve Fransa, SB “tehlikesine” karşı Sevr Antlaşmasından vazgeçerek Ankara hükümeti ve devletiyle uzlaşma yoluna girdi.

Ankara hükümeti ise petrol bölgeleri Kerkük, Musul dışındaki bir Misak-ı Milli’ye rıza gösterdi. Aynı yıllarda içeride muhalif güçlere, farklı etnik ve inanç gruplarına gerici saldırılara ve sert tedbirlere başvurdu. 1915’te Ermeni, ardından Rum Pontus ve Süryani soykırım, katliam ve sürgünleri ilk akla gelenler. Yine Kemalist yönetim tarafından M. Suphi ve yoldaşları Karadeniz’de katledildi. Çerkes Ethem’in “Kuvayı Seyyaresi” ezildi.

Kemalist yönetim, işgale karşı “kurtuluş savaşı”nda Kürt halkının desteğini almak için ise “vatanın ve devletin ortaklığı”nı propaganda etti. Dahası M.Kemal’in ağzından il özerkliği çapında Kürtlere özerklik de vaat etti.

1921’de İzmit’te Mustafa Kemal şunları söyler: “… hangi eyaletler ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşuyorsa, onlar kendilerini özerk bir biçimde yöneteceklerdir. Fakat bundan bağımsız olarak Türkiye halkını birlikte tanımlamamız gerekmektedir. Eğer böyle tanımlamazsak, kendilerine özgü sorunlar yaşayacaklardır… bir başka sınır çizmeye çalışmak [Kürtler ile Türkler arasına] doğru olmaz” (Alıntılayan D. Mcdowall, Modern Kürt Tarihi, sf.264)

Tabii ki, Sevr Anlaşmasına tanık olan Kemalistlerin, bu söylemi, uygulanmayan 1921 Anayasasında illerin özerkliği olarak yer alır.

Benzer açıklama ve söylemlere Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, TBMM’de çeşitli konuşmalarda ve Amasya Tamimi’nde rastlanır. Bu propaganda ve söylemle işgal karşıtı mücadelede Kürtlerin desteğini alabildiler.

Lozan’ın öngününde Kemalistler artık özerklik fikrini terk etmeye başlamışlardı. Yine de Kürtlerin adını anmayı zorunlu olduğu zaman ihmal etmiyorlardı.

İsmet İnönü, Lozan’da 23 Ocak 1923’te yapılan oturumda “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de Hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisine girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin Hükümetine ve Yönetimine katılmaktadırlar” diyordu.

Burjuvazinin bu tilki kurnazı lideri Türklerin ve Kürtlerin birlikteliğine övgüyü, İngiliz temsilcisinin Musul vilayetinde Kürtlere özerklik verdiklerini ileri sürmesi karşısında, Musul’u almak ve “sözde özerk bölgelerin halklarına tanınacağı söylenen haklar, Kürt soyu gibi üstün bir soyu hiç tatmin etmeyecektir” argümanıyla özerklik fikrini zihinlerden kovmak için yapıyordu. (Prof.SEHA L. MERAY Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, Ank. Ünv. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları NO:29, 1969, kaynağından akt. https://mehmetalkis.com/lozanda-kurtlere-siginan-inonu/)

Ne var ki, Lozan Antlaşmasıyla birlikte bütün bu açıklama ve söylemler son buldu. 1923 yılında TC’nin kuruluşu ilan edildi ve 1924 Anayasasıyla Kürtler yok sayıldı.

Çok sayıda Kürt toprak ağaları ve aşiret liderleri kendi sınıf çıkarları gereği Ankara hükümetini desteklediler. Zira, onlar, mülklerine el konulan Ermenilerin geri dönüşünden korktu. Binbaşı Halit ve BMM’de vekil olan Yusuf Ziya ile Hasan Hayri Kürt aydınları olarak bu kesimle uzlaştı. Ne var ki Kemalist burjuvazi kendisini destekleyen bu Kürt aydınlarını bile birkaç yıl sonra idam edecekti.

Desteklemeyenlere ise 1921’de Koçgiri başkaldırısında katliamla yanıt verdi.

İşte bu iç ve dış koşullarda Lozan görüşmeleri sürdü. Ve Lozan Antlaşmasıyla bölgesel ve hatta uluslararası bir statüko kuruldu. Lozan Antlaşmasıyla Hristiyan halklara ulusal dillerinde eğitim hakkı, Türk vatandaşlarına da kendi dillerini çarşıda, basında ve yerleşim alanlarında kullanma hakkı, kamu alanında ise yalnızca mahkemelerde kullanmakla sınırlı hak verildi. (bknz, https://m.bianet.org/bianet/toplum/227930-lozan-kuran-i-kerim-ve-anayasa-ya-benziyor)

Ama bu hak, elbette kullandırılmayacaktı, kullandırılmadı da.

Ve bugün bu emperyalist-sömürgeci kuşatma, inkar ve yok sayma politikası devam ediyor.

Lozan görüşmelerinde Kürtler, Kürt halkının iradesi yoktu. Kürtler olmadan onlar hakkında, onlar üzerine emperyalist ve Kemalist burjuvazi, paylaşım ve sömürgeleştirme kararları aldı.

Lozan’da kirli pazarlıklar yapıldı. Musul ve Kerkük petrolleri bunların başında gelir.

Sonraki yıllarda Türk burjuva devletinin yöneticileri, çeşitli dönemlerde Lozan’ı yetersiz gördüklerini ifade ettiler. B. Ecevit, ölümüne yakın bir zamanda, Kerkük ve Musul “vasiyeti”ne işaret etti. Kendi başbakanlığı döneminde bir fırsatın doğmadığını, siyasal koşullar ve tarihsel fırsatlar doğunca Musul ve Kerkük’ün Misak-ı Milliye dahil edilmesini öğütledi. Diktatör Erdoğan ise Lozan Antlaşmasını yeterli görmedi. Bugün Başur ve Rojava’da nüfus yerleştirme; askeri, siyasi ve iktisadi işgal ve saldırıları süreklileştirerek ve zamana yayarak mümkünse bu alanları Misak-ı Milliye katma hedefiyle yürümeye devam ediyor.

LOZAN ANTLAŞMASI SONRASINDA KÜRDİSTAN’DA NELER YAŞANDI?
Lozan Antlaşmasıyla emperyalist güçler, sömürgeci devletlerin yanında Kürt ulusal statüsüzlüğüne, dil yasağına, inkara, Kürt soykırımı, katliamları ve asimilasyonuna onay ve destek verdiler. Böylece Kürdistan ve Kürtlerin bölünmüşlüğü sadece coğrafi olarak gerçekleşmedi. Kürdistan toplumunun iç dinamikleri tahrip edildi. Kürdistan’ın iktisadi, sosyal, kültürel, dilsel ve ruhsal şekillenmesi parçalandı. Kürtlerin kendi iç dinamikleriyle ulusal devletleşmesi engellendi. Ulusal bilinç eksik ve eğreti gelişti. Kürt nüfusu önemli ölçüde asimilasyona uğradı.

Sömürgeci devletler (Türkiye, Irak, İran ve Suriye) Kürt özgürlük hareketi karşısında bir işbirliğine, ortak ve birleşik saldırı konsepti içerisine girdi. Bir parçadaki, ulusal örgütlenme ve mücadele, siyasal statü ve kazanım diğer sömürgeci devletlerin ilgi konusu ve bastırma gerekçesi olabildi. 

Uluslararası emperyalist burjuvazinin, öncesi bir yana, yüz yıldır mazlum Kürt halkının yaşadığı soykırım, katliam ve vahşette doğrudan suç ortaklığı ve sorumluluğu vardır. Bu suç ortaklığı politik, istihbari, iktisadi, askeri ve diplomatiktir. Dolayısıyla Kürt ulusal sorunu, Lozan Antlaşmasıyla daha başından itibaren “uluslararasılaştı”.

1923’te kuruluşunu ilan eden TC, 1924 Anayasası ile Türk ulusal devletleşmesini, Rum ve Kürt halklarının soykırımı ve asimilasyonu üzerinden gerçekleştirmiştir.

Kurdistanê Bakure’de 1925’te Şeyh Sait isyani ile 1938 Dersim isyanı arasında onbinlerce Kürt katledildi. Saddam Başur’da Enfal ve Halepçe katliamlarını yaşattı. İran şahlığı Rojhilat’ta Sine ve Mahabad katliamlarını gerçekleştirdi. Rojava’da ise Erdoğan faşizmi Efrin, Serêkanîye işgallerinde katliamlara başvurdu. Amude’yi yaktı. IŞİD eliyle Şengal soykırımını, Kobanê saldırısını gerçekleştirdi.

Dünü ve bugünü bazı bakımlarda kıyaslarsak şunları söyleyebiliriz: Dün 1921 Anayasasında Kürtlerin de yararlanacağı iller bazında özerklik /muhtariyet statüsü denildi. Ancak uluslar arası ve bölgesel koşullara bağlı olarak 1924 Anayasasıyla inkar, imha ve soykırım politikaları uygulanmaya başlandı.

Yakın tarihte Kürt gerilla mücadelesi ve Kürdistan’daki serhildanlarla birlikte 1990’lı yıllardan itibaren “Kürt realitesi”, “Kürt sorunu” söylemi T. Özal’dan başlayarak hemen bütün devlet yöneticileri tarafından kabul edildi. Bu durum, müzakere sürecine ve Dolmabahçe masasının kurulmasına kadar götürüldü. Ne var ki, yine iç ve dış koşulların etkisiyle masa devrildi ve “çöktürme planı” devreye girdi. Yani yine inkar ve imha: “Herkes birinci sınıf vatandaş”, “Kürt sorunu yoktur” ya da “çözüldü” gibi söylemler tekrarlandı.

Dün Şeyh Sait ve arkadaşları, Seyit Rıza ve arkadaşları, Hasan Hayri ve diğer Kürt aydınları idam edildi. Bugün, Kürt halk önderi A. Öcalan başta gelmek üzere Kürt özgürlük mücadelesinin önderleri ya ağır tecrit hapsi ya da suikastler ve bombalarla katlediliyor.

Dün Lozan’da Kürtler yoktu, onlar adına pazarlıklar ve anlaşmalar yapıldı. Bugün de, Astana, Cenevre masalarında, toplantılarında yine Kürtler yok ama onlar üzerine kirli pazarlıklar yapılıyor, kararlar alınıyor.

UKTH VE EMPERYALİST İKİYÜZLÜLÜK
Geçmeden emperyalist burjuvazinin Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı (UKTH) ilkesi konusundaki ikiyüzlülüğü ve sahtekarlığına değinmek gerekir. Burjuvazi, kapitalizmin yükseliş döneminde demokratik burjuva devrimlerinde, “eşitlik, özgürlük ve kadeşlik” sloganı ile işçileri ve köylüleri arkasına takarak otokrasiyi yendi ve gerici burjuva iktidarlarını kurdular. Burjuva iktidarların çok geçmeden işçi sınıfı ve köylülere yönelik bir diktatörlük olduğu görüldü. Aynı şeyi, UKTH konusunda da görmekteyiz. Burjuva ulus devletleşmesi ve meşruiyeti için UKTH ilkesi savunuldu. ABD’de Wilson prensipleri gibi. Yani, emperyalist ya da çok uluslu devletler, kendileri için UKTH’nı savundu ve istediler. Ancak sömürge ve ezilen uluslar, halklar bakımından UKTH ilkesi görmezden gelindi ya da unutuldu. UKTH ilkesinin uluslararası kurum ve yasalara yansıması engellendi. UKTH ilkesi, ancak Sosyalist SB, Lenin ve Stalin tarafından teorik ve pratik bakımlardan savunuldu ve derinleştirildi, eylemli destekle karşılığını buldu. Halklar hapishanesi Rusya’da 16 Cumhuriyet ve onlarca etnik grup özerk cumhuriyet ve yerel özerklikle özgürlüklerini kazandı. Ulusların ve dillerin tam hak eşitliğiyle barış, kardeşlik içinde yaşadılar. Yine 17 Ekim Devrimi, Rusya’da proletarya ve ezilen halkların kurtuluşu olduğu gibi, dünyada bütün ezilen ve sömürge halkların da esin kaynağı oldu. Latin Amerika, Asya ve Afrika’nın ezilen sömürge ulus ve halkları, SB ve sosyalist ülkelerin varlığından güç aldılar.

BAZI TARİHİ YANILSAMA YA DA ÇARPITMALAR
SB, Lozan’da Kürtlerin ulusal statüsü konusunda etkin rol alamadı. Komünistlerin yasaklanmasına, M. Suphi ve yoldaşlarının katledilmesine ve Kürtlerin bastırılmasına göz yumdu. Bu konulardaki politikalar tartışılabilir. Ancak ilke düzeyinde UKTH’nı Lenin ve Stalin, SBKP hep savundu. SB’de ve uluslararası alanlarda bunu eylemiyle de gösterdi. Tabii ki, Lozan ve sonrası politikaları o tarihsel ve siyasal koşullar dışında ele alamayız. SB, emperyalist saldırganlık ve kuşatma altında TC’yi bir “tampon ülke” gibi gördü. Türk burjuvazisinin işgale karşı silahlı direnişini “güdük antiemperyalist” politik bir duruş olarak değerlendirdi. Yine 1917-1921 yılları arasında SB’de yaşanan “iç savaş”ın Kafkaslarda yoğunlaştığı, bu savaşta Kürt aşiret beyleri ve ağalarının da karşıdevrimci cephede yer aldıkları başka bir gerçektir.

SB’de, Kürtler, 1917 Ekim Devrimiyle birlikte hemen ulusal olarak tanındı. 1920’de Kürtçe resmi dil görüldü. Temmuz 1923’te Kürdistan Uyezdi (Kızıl Kürdistan/Kurdistana Sor) kuruldu. Kurdistan’a Sor, Azerbaycan Komünist Partisi sekreteri Sergey Kirov’un önerisi ve Lenin’in onayı ile kurulur.

KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ LOZAN ANTLAŞMASINI KABUL ETMEDİ
Kürt sorunu, Lozan Antlaşmasıyla birlikte uluslararasılaştı. Bugün dört parça Kürdistan ve Avrupa’da, Kürt özgürlük hareketi de bölgesel ve uluslararası düzeyde bir güçtür. Kürt direnişi de uluslararasılaştı. Kürt halkının demokrasi ve özgürlük bilinci, ulusal bilinci, mücadele kazanımları, örgütlülük ve eylem düzeyi, deneyimi ve birikimi yüz yıl öncesine göre daha ileri ve devrimcidir.

Kürt kadın özgürlük mücadelesiyle, gerilla savaşıyla, Rojava Devrimiyle, Rojhilat’taki “Jin, jîyan, azadî” sloganının yükseltildiği ayaklanmada, Bakur’da siyasal etkisi, örgütsel gücü ve eylemiyle, serhildanlardaki öncülüğü, eşbaşkanlık vb. özerk yapılanmasıyla dünyada öncü bir rol oynamaktadır.

Yine Rojava devrimi ve demokratik yönetimi, bölge halkları ve dünya devrimci hareketi bakımından devrimci bir adres ve güç kaynağı olmaya başladı.

Rojava’da faşist DAİŞ çetelerinin yenilgiye uğratılması, dünyanın başına bela bir tehlikenin de yok edilmesiydi.

Bütün inkar ve soykırımlara, “çöktürme planları” ve karanlık senaryolara, saldırı ve işgalci hamlelere rağmen bu kazanımlara sahip Kürtler, bugün bir ulusal statü kazanmanın önemli tarihsel ve siyasal fırsatlarına sahiptirler.

Daha da önemlisi bölgenin en devrimci, en örgütlü, en bilinçli ve eylemli halkı olmaya devam ediyorlar. Lozan’ın 100. yıldönümünde, Lozan’da, Kürdistan’ın siyasal özneleriyle ulusal bir Konferans ve yürüyüşle bütün dünyaya “Lozan’ı reddediyoruz, biz buradayız” diye haykırdılar.

Ne var ki, emperyalist güçler arasındaki çelişki ve çatışmalar, dünyada proletarya ve ezilen halkların mücadelesi, Ortadoğu’da ve dünyada statükoları değiştirecek düzeyde değil. Ve NATO’nun son Vilnius toplantısı, adeta Lozan’ın güncelleşmesi, statükonun devamı anlamına gelen savaş toplantısı gibi sonuçlandı. Kürtlerin bulunmadığı bir platformda, yani NATO’da, yine KÖH ve Kürtler üzerine “pazarlıklar “yapılmaya devam edildi.

Lozan’ın 100. yıldönümünde, “Ulusal Birlik Konferansı”na Kürdistan’daki bütün siyasi parti ve öznelerin, ulusal iradeleşme ve “Kürdistan’a siyasal statü” hedefi için ortak bir karar ve ses vermeleri mümkün görünmüyor. Buna, en başta emperyalist küreselleşme döneminde Kürt burjuvazisinin sınıf çıkarları el vermiyor. Emperyalist küreselleşme döneminde “ulusal burjuvazi”lerin emperyalist güçlerle daha fazla bağımlılık ilişkilerine girdikleri ve “ilerici” özelliklerini daha çok kaybettikleri bir gerçektir.

Emperyalist güçler ve bölgenin gerici devletleri; iktisadi, siyasi, askeri ve istihbari faaliyetleriyle Kürdistan’dadır. Ulusal ihanet içerisine giren KDP’nin sömürgeci Türk burjuva devletiyle iktisadi, askeri, istihbari ve ideolojik bağları kopamaz düzeyde derinleşmiştir. Kürdistan’daki toplumsal farklılaşma, sınıfların çelişki ve görüngüleri her geçen gün bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.

Buradan hareketle, bugün Kürdistan’da ulusal sorunun gerçek çözümünün ancak emekçi çözümden, devrimden geçeceğini söyleyebiliriz. Çeşitli emperyalist güçler ya da sömürgeci devletlerin hegemonyasında bir çözüm gerçekleşmeyeceğine göre, Kürt ulusu dört parçada “bağımsız, birleşik, demokratik ve sosyalist Kürdistan” şiarını da, sömürgecisi burjuvazilere karşı o ulusların işçi sınıfıyla birleşik devrim şiarını da bugün daha çok öne çıkarmalıdır. ML komünistlerin çözümü, her dönemde “ayrılma koşulu” saklı kalmak üzere, “Türkiye ve Kürdistan Halk Cumhuriyetleri Birliği”dir. Ulusal iradeleşme, birlik, direniş ve mücadelenin özel önem arz ettiği bir tarihsel dönemde, ulusal dargörüşlülükle malul “Kürdistani” yapı dayatması, bu mücadeleyi zayıflattığı gibi, aşılmış bir söylemi de ısrarla sürdürme anlamına geliyor. Kürdistan’daki her siyasal öznenin kendisini nasıl tanımlayacağı, hangi ilke ve programlarla mücadele yürüteceği, onun görevi ve sorumluluğudur..

Lozan Antlaşmasının 100. yıldönümünde: a) Dört parça Kürdistan’da büyük direniş ve bedellerle elde edilen kazanımlara yönelik Türkiye ve diğer sömürgeci devletlerin işgal, imha ve kuşatma saldırılarına sessiz ve seyirci kalmaya son verilmelidir. b) Bütün emperyalist ve sömürgeci askeri güçler Kürdistan’dan çekilmelidir. c) Uluslararası kurum, kuruluş ve yasalarla Kürt soykırımı ve katliamlarının sorumluları yargılanmalıdır. d) Sömürgeci statükoyu koruyan, Kürtlere soykırımı, asimilasyonu dayatan ve ulusal statüyü yasaklayan Lozan Antlaşması reddedilmeli, Kürtlerin kaderini tayin hakkı koşulsuz kabul edilmelidir.

Öncesi bir yana, son yüzyıllık Kürt özgürlük direnişinin tarihi gösterdi ki, Kürt sorunu kendi özgünlükleri nedeniyle bölge ve dünya halklarının mücadele ve dayanışma desteğiyle ilerleyecektir. Bölge ülkelerindeki her devrim, Ortadoğu Devrimi, enternasyonal direniş ve genişleme Kürdistan devriminin dolaysız yedekleridir.

O nedenle mazlum Kürt halkı ve onun siyasi partilerinin çağrıları, emperyalist ve burjuva devletlerinden çok bölge ve dünya halklarınadır:
Lozan Antlaşması, emperyalist ve sömürgeci bir anlaşmadır. Kürdistan ve Ortadoğu bölge devrimi bu anlaşmayı tarihin çöp sepetine atacaktır!


Hüseyin Yeter – etha – 27.07.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑