..." /> Mustafa Kemal "Pontus Meselesi"ni nasıl "halletti?" | Ayşe Hür

Tarih

Published on Mayıs 20th, 2023

0

Mustafa Kemal “Pontus Meselesi”ni nasıl “halletti?” | Ayşe Hür


Mustafa Kemal’in 1927’de Nutuk’ta anlattıklarından başlayarak günümüze kadar gelen Türk resmî tezi esas olarak 1922’de Matbuat ve İstihbarat Matbaası tarafından basılmış Pontus Meselesi adlı propaganda kitabındaki tezlerin tekrarlanmasından ibarettir. Ben resmî tezin söylemediklerini anlatmaya çalışacağım. Elbette, gerçeğin bütünüyle ortaya çıkarılması için, daha çok araştırma yapmamız lazım.


Kaynaklarda “Pontuslular” ya da “Pontuslu Rumlar” diye anılan ve Rumcanın Romeika denilen bir diyalektini kullanan topluluğun, MÖ 4. yüzyıldan beri Karadeniz kıyılarında koloniler kuran Yunanlıların; bölgenin yerli halklarından olan Gürcülerin MS 4. yüzyılda Hristiyanlaşmış kolları olan Tzanlar ile Lazların ve 1204 yılında Konstantinopolis’in 4. Haçlı Seferlerini takiben Latinlerin eline geçmesi üzerine Trabzon’a yerleşen Bizanslı soylu ailelerin karışımı olduğu sanılır.

Bu gruplar bölgenin Osmanlı idaresine girdiği 1461 tarihinden sonra zorunlu göç ve zorunlu ya da gönüllü ihtida hareketlerine rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdi.  1893 nüfus sayımına göre Osmanlı Devleti’nin Rum tebaasının sayısı 2 milyon 332 bin 197 idi. Bunun 450 bin kadarı Karadeniz (Pontus) bölgesinde yaşıyordu.  Ayrıca Rumca konuşan ancak Müslüman olan ve Arap alfabesi kullanan “Gizli Hristiyanlar” da vardı ki bunların sayısı hala bilinmiyor.

Bu halkların Osmanlı dönemindeki hikayesini bir başka zamana bırakıp konumuzla ilgili önemli bir dönüm noktasına gelirsek; Yunanistan bağımsızlığını 1821’de ilan etmiş ancak sınırlarının tanınması 1832’de mümkün olmuştu. O zamanlar Yunanistan, Yunan Yarımadası ile Ege Denizi’ndeki Kiklad Adaları’nı kapsıyordu. Yunanca konuşanların ağırlıkta olduğu Girit, Ege Adaları, Epir, Teselya, Makedonya ve Trakya Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştı.

Megali Idea ve Pontus

19. yüzyılın Yunanlı politikacıları için bu toprakları Konstantinopolis (İstanbul) merkezli bir imparatorlukta toplamak en önemli siyasi projeydi. Bu bağlamda “Küçük Asya” dedikleri Anadolu toprakları neredeyse Yunanistan’ın öteki yarısıydı. Çünkü 1910’larda Anadolu’da 2,3 milyon Yunan asıllı yaşarken, aynı dönemde Yunanistan nüfusu yaklaşık 2,6 milyon idi. Genel olarak Megali Idea adıyla anılan bu proje Yunan milliyetçiliğinin en başat akımlarından biri oldu. Buna bir anlamda muhalif olan bir diğer akım ise Ortodoks Patriği’nin denetimi altında Bizans’ın yeniden ihyasını hedefliyordu. Daha sonra Yunanistan Başbakanı olacak olan liberal çizgideki Elefterios Venizelos ilk görüşün destekçisi; İstanbul’da ikamet eden Patrik III. Yuvakim ise ikinci görüşün destekçisiydi. Bu görüşlerin Anadolu’daki temsilcileri ise Samsun bölgesinden sorumlu Amasya Metropoliti Ghermanos (Germanos) Karavangelis ile Trabzon Metropoliti Chrisanthos (Hrisantos) Filippidis oldu. Yani, Germanos Yunanistan’a bağlı bir Pontus fikrine yakınken, Hrisantos Bizansçı çizgide otonom (özerk, muhtar) bir Pontus fikrini savunuyordu.

Balkan Savaşları’yla birlikte başlayan ve Anadolu köylüleri tarafından bir bütün olarak hiç de iyi karşılanmayan seferberlik, kilise ve okulların propagandası ile kendi toplum önderleri tarafından kendilerine “kurtarıcı” olarak sunulan yabancı ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğundan Pontuslular tarafından daha da kötü algılanmıştı. O tarihe kadar silah altına alınmamış, sadece kısa süreliğine donanmada angarya hizmetlerinde çalıştırılmış olan Pontus halkının düzenli orduya besledikleri nefretle ulusal duyguların etkisini ayırmak zor olsa da savaşın ilk aylarında aynen Müslüman askerler gibi gayri Müslim askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları bilinmekte. Bunda Ağustos 1914’ten itibaren cephe gerisindeki hizmetlerde istihdam edilen silahsız birlikler demek olan Amele Taburlarına alınan Ermenilerin kitlesel olarak öldürüldüklerine dair haberlerin de etkisi vardı. Aralık 1914’teki Sarıkamış felaketinden sonra İTC’nin Amele Taburlarına karşı tavrı sertleşmiş ve Sivas, Erzurum, Muş, Diyarbakır, Urfa ve Trabzon’da bazı taburlar imha edilmişti. Bu taburlardan kaçarak silahlı ya da silahsız olarak memleketlerine dönen gayrimüslimler 1900-1907 yılları arasında Kastoria Metropoliti iken Makedonya’daki Bulgar isyanında epey tecrübe edinen Samsun Metropoliti Germanos’un yardımlarıyla silahlı birlikler halinde örgütlenmişlerdi. (Bu çetelerin Mustafa Kemal’in 1927’de Nutuk’ta sözünü ettiği Mavri Mira örgütüyle ilişkisi yoktur. Mavri Mira hakkındaki bilgilerimiz resmi anlatılarla sınırlı olmakla birlikte eğer böyle bir örgüt mevcutsa Batı Anadolu ve Trakya’da çalıştığı anlaşılıyor.) 

Pontus Ulusal Meclisi

Trabzon Metropoliti Hrisantos ise Anadolu’daki Rum topluluğunun Türk topluluğuyla işbirliği yaparak barışçıl bir şekilde ilerleyebileceğine ve birlikte yaşamanın kaçınılmaz olarak Rum öğesinin üstünlüğüne yol açacağına inanan ademi merkeziyetçi şahsiyetlerden biriydi. Nitekim göreve seçilir seçilmez kendi topluluğuna yönelik yoğun bir propaganda kampanyası başlattı, Türk yetkililerine yönelik olarak da “iyi geçinme politikası” uygulamaya girişti. İlk iş olarak, Ağustos 1914 seferberliği sırasında Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey’le görüşerek şehrin silah altına alınan Rum halkının, Trabzon’da sivil görevlerde görevlendirilmesini sağladı ve böylece Rumların tehcire uğramasını önledi.

İlişkilerin ne düzeyde olduğunu, Ruslar 18 Nisan 1916’da Trabzon’u işgal ettiklerinde yaşanan gelişmeleri, babası 1917’de Batum’da kurulacak olan Pontus Ulusal Meclisi üyesi olan, Yorgo Andreadis şöyle anlatır:

“Bu [Trabzon’un düşmesi] kesinleştiği için Türk yönetimi Başpiskopos Krisanthos’u ve Rum ileri gelenlerini çağırdı, kenti onların eline teslim etti, kaçma olanağı olmadığı için orada kalan, kentin yoksul Müslümanlarının kaderini de bu insanlara emanet etti. Tarihî bir gündü. Trabzon Valisi Mehmet Cemal Azmi ve Jöntürk hükümetinin Trabzon temsilcisi Ali Rıza, kenti Başpiskopos Krisanthos başkanlığındaki geçici bir yönetime bıraktı (…) Kısa bir devir teslim töreninden sonra, Vali Azmi, Krisanthos’a şöyle dedi: Bu memleketi Rum­lardan aldık, şimdi de Rumlara iade ediyoruz. O gün Ruslar Trabzon’a girdiklerinde, karşılarında bir Türk yönetimi değil, Rum yönetimi buldu.”

Rus işgalinden sonra kurulan yönetimin üyesi olan Rum tanık ise şöyle anlatıyor:

“Gürcistan’daki Batum kentinde, Pontuslular Ulusal Meclisi kuruldu. Pontus’u bağımsız bir devlet olarak ilan eden bu meclisin adı, Pontus Parlamentosu’ydu. Başpiskoposun gölgesi her yerde hazır ve nazırdı. [Rus işgali üzerine] Müslüman erkekler korkudan, muhacir olup, kaçıp gittiğinden aileleri ve küçük çocukları ise savunmasız kalmıştı. Başrahip [Hrisantos] Müslüman çocuklara çorba dağıtan mutfaklar oluşturdu ve ilk kez Müslüman çocukları için belediyeye bağlı bir ilkokul yaptırdı. Başrahip diplomasi yürüterek, geleceğin tüm toplumlarını kapsayacak eşitlikçi bir demokrasi için Pontus’a yeni bir ruh ve yeni politikalar getirmeğe çalıştı.”

Bunlar olurken Ruslar, Osmanlı ordusunun ardında ikinci bir cephe açmak için Bafralı Rumları silahlandırmaya başlamış, Temmuz ayında halk arasında Vasil Usta olarak tanınan Vasilis Anthopoulos adamlarıyla Sivas’ta bir askerî hapishaneyi basarak bir Rus generalini kaçırmıştı. Bu hareketi ile Rusların sempatisini kazanan Vasili Usta yanında on adamıyla Trabzon’a geldi ve burada Rus istihbaratıyla temas kurdu. Bir Rus torpidosu ile Samsun’a çıkarılan ve burada Rum çeteleri kurarak Türkleri oyalamakla görevlendirilen Vasil Usta, Çarlık rejiminin yıkılmasını takiben Rusların çekilmeye başlaması üzerine inisiyatifi ele aldı ve civarındaki Türk köylerini basarak, Rumlara eziyet eden kişileri öldürmeye başladı. Ancak hükümet kuvvetlerince köşeye sıkıştırılınca dokuz adamıyla Trabzon’a sığındı ve savaşın sonuna kadar orada kaldı ve orada öldü.

Meclisin ırkçı Türkçü üyesi Dr. Rıza Nur’un anılarında Vasil Usta’yı şöyle tarif etmişti: “Vasil’i bilirdim. Ama bildiğimden müthiş imiş. Pontusçuların başı imiş. Hatta benden evvel Topal Osman onu öldürmeğe gitmiş. Mutasarrıf Zihni mani olmuş. Bu adam ek zeki idi. Eczacı idi. Tarih ve epey şey okumuştu. Evlenmemişti. Pek ciddi idi. Yüzü nadir gülerdi. Eczahaneye yakın bir bahçesi vardı. Oraya Paris’ten çiçek tohumlar getirir, eker, onlarla meşgul olurdu. Nadide meyveler ve çiçekler yetiştirirdi. Sinop’un Müslüman’ı, Rum’u, erkeği kadını kendisine hürmet ederdi. Şahsen pekiyi adamdı. Fakirlere Müslüman da demez bakardı. (…) Katilini bulamadılar. Zannedersem Vasil’i şube reisi Cemal Bey öldürdü. Evvelce de bir Rum’u öldürmüştü. Pontusçuları temizliyordu. Çok zorladım itiraf etmedi. Vasil de böyle gitti. (…) Öldüğünde Rumlar kadar Türkler de ağladı.”

Marsilya Kongresi ve Troçki’ye telgraf

Batum merkezli yarı bağımsız yapı, Ekim 1917’de Rusya’da devrim olması üzerine, “Trabzon Sovyeti” adıyla Sovyet Rusya’ya katılınca, Giresun’un eski Belediye Başkanı Kaptan Yorgi’nin oğlu Konstantin Konstanidis, Lenin’in “halkların kendi kaderini kendilerinin belirlemesi” yolundaki tezlerinden cesaret alarak 4 Şubat 1918’de Marsilya’da çeşitli ülkelerden Pontus temsilcilerini bir araya getiren Tüm Pontuslular Kongresi’ni topladı. Toplantıya destek için Leon Troçki’ye bir telgraf çekildi. Telgrafta şöyle deniyordu:

“Pontus ve yakın bölgelerden gelen Pontusluların yanı sıra ABD, İsviçre, İngiltere, Fransa, Mısır ve Avrupa ile Amerika’nın diğer ülkelerinden gelen temsilcilerin Marsilya’da düzenledikleri konferans, Rus ordusunun geri çekilmesinden sonra ülkenin Türk egemenliğine yeniden girmemesi için sizden bu ülke [Pontus] için kendi kaderini tayin hakkını tanımanızı istemektedir. Arzumuz, Rusya sınırlarından Sinop’a ve iç bölgelere de yayılan bir alanda bağımsız bir devlet inşa etmektir. Sizden bu sonucun oluşması için aktif olarak müdahale etmenizi istemekteyiz. Sizin sonuç alıcı desteğinize güvenmekteyiz ve şimdiden teşekkürlerimizi iletiyoruz.”

Ancak Troçki bu çağrıya yanıt vermediği gibi Sovyet Rusya’dan yardım istenmesi kongreye ev sahipliği yapan Fransızların pek hoşuna gitmedi. Anadolu ile ilgili planlarını sınırlı tutmanın daha akıllıca olacağını düşünen Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos da harekete aktif destek vermedi.

Mustafa Kemal’in sahneye çıkışı

Büyük devletler, Ermenilerin ve Rumların kaderi hakkında birbiriyle çelişen kararlar verirken, Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarında yeni bir sayfa açılıyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi uyarınca asker kaçaklarına af çıkarmış ama Rum çeteciler arasında pek etkili olmamıştı. Rumlar, Samsun, Merzifon, Amasya bölgelerinde örgütlenmeye devam etmişler, hatta Kasım ayı içinde Merzifon yöresindeki bazı Türk köylerini yağmalamışlardı. Ancak bölgenin diğer yerlerinde farklı durumlar da yaşanmıştı. Örneğin Ünye ve Fatsa’da geri dönen Ermeni ve Rumlar eski mallarını ve pozisyonlarını barışçı biçimde geri alırken, Rize ve Ordu’da Rumlara karşı Müslüman ahaliden ciddi bir direniş olmuştu. Trabzon’da ise Rumlar şehir içinde güvendeyken, şehir dışına saldırılar yüzünden adım atamıyorlardı.

19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal’in esas görevi, mütarekeyi tehlikeye düşüren bu çatışmaları önlemekti. Mustafa Kemal 22 Mayıs’ta İstanbul’a gönderdiği üç rapordan birinde şöyle diyordu: “Sağlam kaynaklardan öğrendiğime göre, Rus cephesinin çökmesi sırasına orada gizlenmiş olan silahlı komitacıları Rusya’dan gizlice getirme emri verilmiştir. Bu komitacılar esas olarak Samsun çevresinde toplanmışlardır ve güçleri 2 bin 500 adama ulaşan çeteler birkaç yıldan beri buldukları her fırsatta Müslüman halka karşı kanlı öç alma eylemlerine girişmektedir.”

O günlerde Karadeniz’den dönen Yunan torpidosu Velos’un komutanı da Yunan hükümetine, Rusya’dan bölgeye dönmek üzere 7 bin Pontuslu ile sıranın kendilerine gelmesini bekleyen 100 bin göçmenin bulunduğunu rapor etmişti. Aynı gün Samsun’daki İngiliz Yüzbaşısı L.H. Hurst ise İstanbul’a gönderdiği raporda “Mustafa Kemal Hristiyan kırımına yol açacak bir faaliyete hazırlanıyor” diyor ve devam ediyordu: “Mustafa Kemal günü gelince varlıkları için herkesi mücadeleye çağırdı (…) İttihatçılar Mustafa Kemal’in propagandasını aktif biçimde desteklediler. Daha ılımlı unsurların etkisi yok. Mustafa Kemal, çatışma başlarsa komitacı çetelerin başları olabilecek tipte Türklerle görüştü.”

“Topal” Osman görev başında

Hurst’ün istihbaratı doğruydu, çünkü Teşkilat-ı Mahsusa’nın son lideri Hüsamettin Ertürk’e göre Mustafa Kemal Samsun’a gelir gelmez Havza’da, yörenin namlı kabadayılarından “Topal” lakaplı Osman Ağa ile görüşmüştü.

Mahmut Goloğlu’nun aktardığına göre Erzurum Kongresi delegesi Giresunlu Dr. Ali Naci (Duyduk) Bey, Topal Osman’ın Kemalistler tarafından “keşfedilmesi” olayını şöyle anlatıyor:

“Trabzon merkezi, artan tehlikelerin yarattığı kaygılarla, gerekirse silahlı direnişe girişme karan vermişti. Bu karara nasıl uyacağımızı düşünüyorduk. Çünkü Müslüman halkta silah yoktu. Rum çeteleri ise tepeden tırnağa silahlanmışlardı. Aklımıza Osman Ağa geldi. Onun da silahlı bir çetesi vardı. Fakat Ermeni sürgününden sorumlu olarak İstanbul Hükümeti’nce aranıyordu. Bu nedenle Keşap taraflarına gitmişti. Gidip kendisiyle görüşmek ve Giresun’a gelmesi kararını verdik. Önce Giresun Kaymakamı Pertev Bey’le anlaştık. Sonra Keşap’a gidip Osman Ağa’yı bulduk. Durumu anlattık ve kaymakamın göz yumacağını bildirdik. Birlikte çalışmayı önerdik, kabul etti ve Giresun’a geldi.”

Dönemin olaylarını Kutsal İsyan adlı romanında anlatan Hasan İzzet Dinamo’ya göre Mustafa Kemal “Pontus belasından kurtulmayı yazarın “mangal yürekli” diye tarif ettiği “Topal” Osman’ın tecrübeli ellerine” bırakmıştı. “Topal” Osman da “Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak” demişti.

Dr. Rıza Nur hatıralarında, Pontus’taki etnik “temizliği” gerçekleştiren “Topal” Osman’dan şöyle bahseder:

“[Maliye Bakanı] Ferid [Tek], Osman Ağa’yı halkı soyuyorsun diye azarladı. Osman Ağa şu cevabı verdi: ‘Beyefendi evet para topluyorum, fakat bir Müslümanın bir habbesini almamışımdır. Aldığım hep gavur malıdır. Benim başımda binlerce haşarat var… Bu Rumlar bize neler yapıyorlar. Paralarını, canlarını almak helaldir… Türküm, Müslümanım. Evet Türküm, dini, gavurlardan kurtarmak için çalışıyorum.’ Mükemmel şey. Sonra bilfiil büyük cesaretle harpler ediyor. Yanıma çağırıp oturttum. Ve kendisine: ‘Ağa! Sen Ferid Bey’e bilmem kime bakma! Yaptığın yanlış değil. Tamamiyle doğrudur. Haklısın vatana büyük hizmetler etmişsin. Bildiğin yolda devam et dedim’… ‘Ağa Pontusu iyi temizle’ dedim ‘temizliyorum’ dedi. ‘Rum köylerinde taş üstünde taş bırakma’ dedim. ‘Öyle yapıyorum ama, kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum’ dedi. ‘Onları da yık, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler’ dedim. ‘Sahi öyle yapalım. Bu kadar akıl edemedim’ dedi.”

Merkez Ordusu kuruluyor

23 Nisan 1920’de TBMM’nin kurulmasının ardından Pontus’taki “güvenlik tehdidi” için Sivas’ta bulunan III. Kolordu bölgeye sevk edildi. 18 Eylül 1920’de diğer altı mahkemeyle birlikte olağanüstü yetkilerle Sivas İstiklal Mahkemesi kuruldu. Kasım 1920’de Samsun’daki Yunanistan vatandaşı Rumlar sınır dışı edildi ve Rumca gazetelere yönelik çeşitli sansür tedbirleri aldı. Bunu 3. Kolordu’nun Rum grupların silahları toplama ve Hristiyanları askere alma çabaları izledi, ancak mevcut kuvvetlerle bunların hızlıca başarılamayacağı anlaşılınca  9 Aralık 1920’de “Sakallı” lakaplı Nurettin Paşa kumandanlığında Amasya merkezli Merkez Ordusu kuruldu. Başlangıçta 15 bin mevcutlu bu ordu bir yandan Rumları bulundukları yerlerden çıkararak “iç bölgelere” sürüyor, bir yandan da katliamlarla nüfusu “azaltıyorlardı”.

13 Ocak 1921’de altında bir isim olmayan bir rapor aynen şöyledir:

“Samsun Amerika konsolosu söz konusu bölgede yapılan kıyımlara dayanamayarak İstanbul ‘a gelip İngilizlere aşağıdaki hususları ihbar ettiği işitilmiştir: 1-Osman Ağa adında birisi Samsun havalisinde birçok cinayetler işlemiş ve bu arada bir mağara içinde 900 kişiyi öldürmüştür. 2-Küçük büyük deniz taşıtlarıyla İstanbul’dan daima Karadeniz limanlarına kaçakçılık yapılmakta ve İstanbul hükümeti bununla ilgili bulunmaktadır. “

“Sakallı” Nureddin Paşa’nın Pontus Harekâtı

Bu arada Yunanistan’da da ilginç olaylar yaşanıyordu. 30 Eylül 1920’de bir maymunun ısırdığı Kral Aleksandros 25 Ekim’de ölmüş, Venizelos hanedan bunalımlarının eşliğinde yapılan seçimde iktidarı kaybetmiş, 19 Aralık’ta Alman yanlısı Kral Konstantinos Atina’ya dönmüştü. Komuta kademelerindeki dağınıklık orduya da yansımış ve 10 Ocak 1921’de Birinci İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından sonra ibre Ankara’dan yana dönmüştü.

“Sakallı” Nurettin Paşa ve Mustafa Kemal

Bu tarihten itibaren Ankara Hükümeti, Pontuslu Rumlara karşı tutumunu iyice sertleştirdi.  Şubat 1921’de, Samsun’daki Rum eşrafından 72, Bafra’dakilerden 11 kişi tutuklanarak yaklaşan harekâtın işareti verildi. Nisanda “Sakallı” Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordusu, Bafra bölgesindeki Rum çetelerine karşı ilk operasyonu başlattı. Haziran ayında Yunan kruvazörü Kilkis’in İnebolu’yu bombalaması üzerine Ankara, bölgedeki tüm Rumların sürülmesine karar verdi ve Samsun, Bafra ve Alaçam bölgelerinden ilk kafileler yola çıktı. Kafileler, “Topal” Osman’ın çetecilerinin saldırıları altında büyük can kaybı verdiler.

Hakkındaki tüm raporlara rağmen Mustafa Kemal’in artık en yakın adamı olan Topal Osman’ın 47. Alayı, 6 Mart 1921’de patlak veren Koçgiri Kürt isyanını bastırırken Refahiye’de öyle zalimane yöntemlere başvurdu ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşandı. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Ümraniye, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar, Erbaa hattındaki Ermeni ve Rumları da öte dünyaya havale etmişti.

Topal Osman

Nuri Dersimi’nin anlatımıyla “Yabancı hesabına av köpeği görevi yapmaktan zevk alan, namus düşmanı bu barbar çetenin alayları zapt ettikleri köylerde her çeşit zulüm ve melaneti yapmaya başlamışlardır. Masum Kürt çocukları bu canavarlar tarafından ateşe atılıp yakılıyor ve tüyler ürperten bu manzara karşısında Laz Alayı adını taşıyan bu alçaklar zevk ve cümbüş yapıyorlardı.”

“Pontus Meselesi” mecliste

Kürtlerin ve Rumların imhası tüm hızıyla sürerken, Nurettin Paşa’nın ismi “Pontus Meselesi” bağlamında ilk defa 5 Ekim 1921 tarihli gizli celsede Lazistan mebusları Ziya Hurşit ve Osman Bey tarafından bir istizahla (gensoru) Meclis kürsüsüne taşındı.

Osman Bey, Trabzon’da Rumların yaşadığı Atina (bugün Rize’nin Pazar ilçesi) kazasında bulunan silahlı grubun Rum din adamlarının da araya girmesiyle teslim olmaya razı olduğunu, fakat bu sırada birtakım çetelerin Atina’da katliam yaptığını, Rum kadınlara tecavüz ettiğini ve öldürdükleri çocukların cesetlerini sergilediklerini dile getirdi. Bundan dolayı Atina’daki Rum erkekler, ailelerini geride bırakarak, dağa çıkıyor ve silahlı gruplara katılıyordu. Böylece çevredeki Müslüman köylere de saldırılar başlamıştı.

Osman Bey, Samsun’da da erkeklerin tehcirinde suiistimaller yaşandığını, daha sonra Nurettin Paşa’nın Tehcir Kanunu’na aykırı şekilde kadınlar ve çocukları da bölgeden sürmek istediğini ve Samsun ahalisinden buna itiraz ederek tehcirin durdurulmasını sağlayan Belediye Reisi Nihat Bey ve Samsun Müftüsü’nün de aralarında bulunduğu 56 kişiye Paşa tarafından seyahat yasağı getirildiğini aktardı. Aynı şekilde, Nurettin Paşa’nın, tehcir uygulamasına itiraz eden Ordu Mutasarrıfı Faik Bey’i de Ordu’dan sürdüğünü belirtiyordu. Osman Bey, bu nedenlerle Nurettin Paşa’nın görevinden el çektirilmesini talep edecekti.

Aynı şekilde, Ziya Hurşit Bey de Nurettin Paşa’nın Koçgiri İsyanı hasebiyle Sivas’ı yaktığını ve şimdi de Karadeniz’i yakmak niyetinde olduğunu söylüyordu. Pontus’ta bir Rum devleti kurma amacında olan silahlı Rum grupların bulunduğunu belirten Ziya Hurşit, Nurettin Paşa’nın uygulamalarının bu grupları hedef almadığını, aksine bunları güçlendirdiğini dile getiriyordu. Çünkü Nurettin Paşa, çeteleri Samsun’dan tehcir edilen ilk kafileye şehre 6 saat mesafede saldırtmış, Samsun’un içinde Amerikalıların gözlerinin önünde katliam yaptırmıştı ve aynı şekilde, Amasya’daki Rumlar da öldürülmüştü.

Ziya Hurşit’e, Canik Mebusu Nafız Bey de katılarak, hükümeti bu konuda lakayt davranmak ve Nurettin Paşa’yı durdurmamakla suçluyordu. Trabzon Mebusu Hafız Mehmet Bey’in de Nurettin Paşa’nın akrabalarına görev verdiğini ve çete reislerine askeri rütbe vererek harekata kattığını söylemesi üzerine, Dahiliye Vekili Ali Fethi Bey, durumu araştıracağını belirterek, Nurettin Paşa’nın görevden alınması yönünde irade beyan ediyordu. 

Nihayetinde, hakkında “Koçgiri, Samsun ve sair yerlerde gayri mesul kuvvetler kullanmak, Pontusçu bir Rum’dan rüşvet almak, Rum sevki sırasında herkesin gözü önünde yağmacılık yaptırmak ve Pontusçuların dağlara çıkmasına meydan vererek, İslamları zarara uğratmak” suçlamaları olan Nurettin Paşa’nın görevine; Koçgiri İsyanı’na katılanları müzakereye açık olmalarına rağmen Topal Osman’a katlettirilmesi ve Samsun’un ileri gelenlerine seyahat yasağı getirmesi sebebiyle Kasım 1921 tarihinde son verildi.

Nurettin Paşa’nın 30 Aralık 1921 ve 3 Ocak 1922 tarihli savunmaları 17 Ocak 1922 tarihinde Meclis’te yargılanmasının tartışıldığı celsede okundu. Celse zaptına “bulunamadığı” notu düşülen söz konusu savunma, daha sonra Mustafa Balcıoğlu tarafından Meclis Arşivi’nde bulundu ve yayınlandı. Paşa, Samsun’dan tehcir edilen kafileleri bölgedeki silahlı Rum grupların öldürdüğünü belirtiyor ve kanuna aykırı olarak kadınları tehcir etmesiyle ilgili şunu söylüyordu: “Bütün Rumlarda bir devlet mefkuresi vardır. Fikrimizce, memleketimizdeki Rumlar bir yılandır. Bu yılanların zehirleri kadınlardır.”

Nurettin Paşa’nın yargılanması, 16 ve 17 Ocak 1922’de Meclis’te tartışılsa da Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarlı çabası Meclis’i bu karardan vazgeçirdi. 8 Şubat 1922’de Merkez Ordusu da lağvedildikten sonra “Pontus Harekâtı”nı yürütme görevi Cemil Cahit Bey’in komutanlığındaki 10. Fırka’ya verildi.

TBMM’de Rum tehciri ile Ermeni tehciri karşılaştırması

11 Şubat 1922’de, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Rum tehciri ile Ermeni tehcirini karşılaştırıyor ve ikincisini daha başarılı buluyordu: “Bir gaye için İttihat-ı Terakki’nin yaptığı icraatı ne kadar büyük olsa dahi katiyen kimse hissetmedi. Düşmanlarımız bile takdir ettiler.” Hüseyin Avni Bey, Rum tehcirinde Ankara Hükümeti adına iş yapanların usulsüzlükleri nedeniyle “Pontus meselesini halletme” fırsatının elden kaçırıldığını düşünüyordu.

Ali Şükrü Bey, “Efendiler, hastalıktan geberseler bile zerre kadar müteessir olmam. Bizim bu tarafta Müslümanlar mahvolmaktadır. Efendiler, ben bu hiss-i insaniden mücerredim [yoksun]. Açık ve aleni olarak söylüyorum. Fakat Dahiliye Vekili Beyefendi ihtimal daha ziyade rakikükalptirler. [yufka yürekli] Bendenizde böyle bir kalp yoktur ve zannetmem ki, bu cinayatı irtikâp edenlerin şeriki melaneti [kötülükte ortağı] olanlar nasıl bizi imha etmek istiyorlarsa, bunlar da bizi imha etmek istiyorlar. Ben bunlara karşı hiss-i merhamet besleyemem efendim.”

Askeri harekatların bilançosunu da mebuslarla paylaşan Ali Fethi Bey, askerin takibinden kaçmaya çalışan Rumların dağlık bölgelerde uzun süre ot ve yabani pancarla beslendiklerini, teslim olduktan sonra Samsun’da Amerikan misyonerlerinin verdikleri sıcak yemekleri yiyenlerin günde 30-40’ının bu yüzden “telef olduğunu” aktarıyordu.

10 Haziran 1922’de Maliye Vekili Hasan Fehmi Bey’e göre, Pontuslu Rumlar Ermeni tehcirine şahitlik ettikleri için direniş gösteriyordu: “Ermeni tehciri yapıldığı vakitte memleketin dört tarafı muazzam ordularla çevrilmiş ve tehcirin ne demek olduğunu, bir milleti kaldırıp bir memleketten diğer bir memlekete nakletmek ne demek olduğunu Ermeniler bilmediğinden ve daha doğrusu tecrübesini görmedikleri için derhal inkıyat ettiler [boyun eğdiler] ve birden tatbik edilmişti. Pontus meselesini Heyeti Vekile karar verdiği vakitte ondan iki sene evvel Rumlar silahlanmış, dağlarda, kırlarda her türlü vesaiti ihzar etmiş [hazırlamış], biz müdafaa vaziyetinde bulunuyorduk. Yani diğer tehcirler gibi ani ve birden yapılacak bir vaziyette değildik.”

Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, 19 Ağustos 1922 tarihli celsede, hükümetin “Pontus ocağını tamamen söndürmeye muvafık olamadığını” söyleyecek ve uygulanan tehcirin başarılı olamadığını Ermeni tehcirini ima ederek eleştirecekti: “Binaenaleyh tehcir gayet acele ve hiçbir tecrübe görmeden, tecrübesiz olarak, adeta görmemişçesine yapılmıştır.”

Meclis’teki son uzun Pontus tartışması, 19 Ağustos 1922’de Malatya Mebusu Sıtkı, Tokat Mebusları Mustafa ve İzzet Beyler ile İzmir Mebusu Sıtkı Bey’in meselenin halen güvenlik sorunu olarak varlığını sürdürdüğüne dair telgraflarının okunmasıyla yapıldı. Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, askeri harekatta yeterince sertlik gösterilmediğini ve Malatya civarına sürülen Rumların hayatlarına kaldığı yerden devam etmelerini eleştirirken, Samsun ve çevresinden tehcir edilen 30 bin hane Rum’un Tokat ve Amasya arasında taarruza uğradığını da laf arasında belirtti.

Mersin Mebusu Salahattin Bey Osmanlı’dan bu yana Hristiyanlara dair izlenen siyasetin hatalı olduğunu hatırlattı ve bu siyaseti devam ettirmenin Hersek, Bulgaristan ve Girit gibi Pontus’un da kaybına yol açacağını belirtti. Pontus’ta da bu imha siyasetinin yılanı ayağa kaldırdığını söyleyen Salahattin Bey, “Türkiye Hükümeti, kendisinin emri altında bulunan bilâtefrik din ve cins ve mezhep ve bütün tebaanın hükümetidir” dedikten sonra, “Yoksa yalnız Müslümanların Hükümeti midir? (…) bir Avrupa medeniyeti gibi bahri şeridin kenarında bir hükümet-i adile ve muntazama kuracak bir millet mi olacağız, yoksa biz mıntıkamızda gayrimüslim olarak bir ferdi hariç bırakmayarak, gayrimüslim itibariyle hepsini mahvedecek bir insan kümesi miyiz? (…) İkincisinin yolunda yapılan bu fecayii sizin arzunuzla, rızanızla mıdır? Değilse bu arzunuz ve rızanız hilâfına bu hareketi kim yaptı?”

Soykırımın bilançosu neydi?

Bu eleştirilere rağmen asker ve teçhizat bakımından güçlendirilen 10. Fırka, ordunun önünden kaçarak Harput ve Malatya bölgesindeki dağlara sığınan son çetecileri de temizleyerek, 1923’ün Şubat ayında Pontus Meselesi’ne resmen nokta koydu.

Bunlar olurken Rumlar Yunanistan’dan yardım istediler ama Venizelos hükümeti onlara cevap bile vermedi, çünkü Venizelos’un kendine göre daha somut ve gerçekçi hedefleri vardı. Sovyet Rusya ise, Kemalist hareketle yakınlaşma politikası uyarınca, Batum’daki Pontus çetelerini dağıttığı gibi, bunların liderlerini de Kemalistlere teslim etti.

Mustafa Kemal,  24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanan anlaşmanın  onaylanacağı  TBMM’nin 13 Ağustos 1923 günlü açılışında yaptığı uzun konuşmada “Şimalde Karadeniz’in en güzel ve en zengin sahilleri üzerinde tesis edilmek istenilen Pontus Hükümeti taraftarları ile beraber tamamen bertaraf edilmiştir” diyerek dört yıl süren bu kanlı hikayeyi birkaç cümleye sıkıştırmıştı.


Başta da belirttiğim gibi 1893 yılında Osmanlı Devleti’nin Rum tebaasının sayısı 2 milyon 332 bin 197idi. Bu nüfusun büyük bölümü 1914-1924 arasında ağırlıklı olarak Yunanistan’a ve SSCB’ye göç etti. Bazı kaynaklara göre 350 bin Pontuslu Rum ise, Pontus Soykırımı’nda hayatını kaybetti. Ölenlerin sayısını tam olarak bilmek mümkün değil ama 1927 nüfus sayımında tüm Türkiye’de sadece 119 bin 822 kişinin ana dili Rumca idi. Bu kişiler de 1924 Mübadelesi’nde istisna tutulmuş olan İstanbul ile Bozcaada ve İmroz Rumları idi.

Sonuç olarak Mustafa Kemal’in öncülüğündeki Kemalist hareket, daha Milli Mücadele’nin başında, “Sakallı” Nuredddin Paşa ve “Topal” Osman gibi unsurlar aracılığıyla (Falih Rıfkı’nın sözleriyle) basılan her Türk evine karşı 3 Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkenceleri ile bölgeyi Rumlardan ve onların binlerce yılda ürettikleri medeniyetin tüm unsurlarından tamamen temizlemişti.


Özet Kaynakça:

Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Etik Yayınları, 1992;
Cumhur Odabaşıoğlu, Trabzon, 1869-1933 Yılları Yaşantısı, İlk-San Matbaası, 1980.
Faik Hurşit Günday, Hayat ve Hatıralarım, Çelikcilt Matbaası, 1960.
Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan (roman), 2 cilt, Tekin Yayınevi, 2018;
Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Sebil Yayınevi, 1996;
Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003;
Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti 1923, Başnur Matbaası, 1971;
Merve Doğan Kader, “İngiliz Belgelerinde Topal Osman Ağa ve Giresun (1919-1923), Türk Dünyası Araştırmaları, Eylül-Ekim 2021, Cilt 129, Sayı: 254, s. 13-42.
Mustafa Balcıoğlu, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında ve Sonrasında Rumlar ve Topal Osman”, Giresun Tarihi Sempozyumu 24-25 Mayıs 1996;
Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 3. cilt, yayına haz. Heidi Schmit, Altındağ Yayınları, 1967;
Sabahattin Özel, Milli Mücadelede Trabzon, TTK Yayınları, 1991;
Serdar Korucu, Emre Can Dağlıoğlu, “Gayrimüslimlerin Hepsini Mahvedecek miyiz?”, Agos, 18 Mayıs 2018;
Stefanos Yerasimos, “Pontus Meselesi”, Toplum ve Bilim, sayı 43/44, İletişim Yayınları, İstanbul, Güz 1988-Kış 1989, s. 35-76;
Yorgo Andreadis, Gizli Din Taşıyanlar, Belge Yayınları, 1999.


Ayşe Hür – 20.05.2023

Tags: , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑