Irkçılık

Published on Kasım 11th, 2022

0

Varlık Vergisi’nin 80. yıldönümü: Hafıza sessizleştirildi

Akademisyen Özgür Kaymak ve Işıl Demirel, Varlık Vergisi’nin 80. yıl dönümünde bianet’e konuştu: Konular can acıttığı için özellikle bir kenara itildi ya da ağzı sıkı sıkı kapatıldı.”

Tam 80 yıl önce bugün (11 Kasım) Meclis’te bir kanun teklifi itirazsız, sessizce ve çoğu milletvekilinin de desteğiyle kabul edildi. Bu kanun 4305 sayılı Varlık Vergisi Kanunu’ydu.

 2.Dünya Savaşı’nın gölgesinde savaşa girmemesiyle övünen Türkiye hükümeti 11 Kasım 1942 günü Varlık Vergisi Kanunu kabul ederek genç bir ülkenin tarihini geri dönülemez bir biçimde değiştirdi.

11 Kasım’da mecliste görüşülüp 12 Kasım 1942’de Resmi gazetede yayımlanan kanun için dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat içindeyiz. Piyasamıza egemen olan yabancıları ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz” diyecekti.

21 kişi “borçlu” öldü

12 Kasım 1942’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren kanun servet sahiplerinden malları oranınca bir vergi miktarı talep ediyordu. 

O dönemde azınlıkların yoğun yaşadığı İstanbul’da üç komisyon kuruldu. Bu komisyonlarda oluşturulan listelerde fakir ve zengin ayrımı yapılmadan Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar yüksek oranlarda vergi ödemek zorunda bırakıldı.

Müslüman vatandaşlardan yüzde beş gibi cüzi miktarlarda vergi alınırken Yahudilerden yüzde 179 Ermenilerden yüzde 229 oranında vergi talep edildi. Maddi durumu iyi olduğu halde bu vergiyi ödeyemeyen gayrimüslim azınlıklar Aşkale’ye çalışma kamplarına gönderildi. Bu kamplara 1229 kişi yollandı. 636 kişi vergi borcunu ödeyebildi. 21 kişi ise bu koşullar yüzünden borçlu olarak öldü.

“Gayrimüslimlerin yitirilmesi anlamına geliyordu”

Azınlık politikaları üzerine saha çalışmaları yapan Akademisyen Işıl Demirel Vergi Kanunu hakkında şunları söylüyor:

“Varlık Vergisi Kanunu toplumsal olarak gayrimüslimlerin yitirilmesi anlamına geliyordu. Dahası evlerin, işyerlerinin değişimi dediğimiz şey yalnızca sermayenin değişimi anlamına gelmiyordu.

“Onların yaptığı mesleklerin sona ermesi, bir kültürün bitmesi anlamına da geliyordu. ‘Bir zamanlar Beyoğlu’na şapkasız çıkılmazdı’ diyerek karikatürize edilen anlatının başlangıcı aslında bunlardı.

“Nihayetinde Gayrimüslimler Türk/Müslüman nüfustan daha önce bugün anladığımız anlamda bir eğitim sistemi ile tanışmış dolayısıyla eğitime kitlesel olarak daha erken ulaşmışlardı. Tüm bu olaylar işte o eğitimli, yabancı dillere hakimiyeti olan, iş, ticaret yapma biçimi farklı olan insanların göç etmesine neden oldu. Kalanlar yaşananlardan sonra görünmez olmaya çalışarak yaşamaya devam etti.”

“Hafıza susturuldu”

Azınlıklar ve kimlik politikaları üzerine sahada aktif olarak araştırmalar yürüten Akademisyen Özgür Kaymak ise şöyle diyor:

“Varlık vergisi azınlıklar için hem maddi bir travmaya hem de güven travmasına işaret ediyor. Unutulması gereken, aile içinde kuşaklar boyu aktarıl(a)mayan, üzeri örtülen, sessizleştirilen bir bellekten bahsediyoruz.

“Bırakalım geniş toplumun bir kesiminin ancak son yıllara kadar 1934 Trakya Pogromu, Varlık vergisi, 6-7 Eylül Olayları’ndan haberdar olmasını birçok Yahudi, Rum, Ermeni kendi ailesinde neler yaşandığını bilmiyordu ya da bölük pörçük hikayelere sahiplerdi.

“Kulüp dizisi ve Çember Apartmanı gibi romanlar aracılığı ile bu hafıza açığa çıkmaya başlamış olsa bile bu tür acı tecrübelere tanıklık etmiş olanlar ve onların çocukları için çoğunlukla hafıza sessizleştirildi, susturuldu.

“Bir diğer taraftan ise yaşanan acı olayların aile içinde aktarılmaması ve konuşulmamasına rağmen kimi ailelerde vergi makbuzları, ellerinden alınan evlerine asılan mühürler halen saklanıyor ve bunlar yaşanan ağır travmanın simgesi olarak elde tutuluyor. Böylece kolektif hafızada tamamen silinmeleri engellenmek isteniyor.”

Kaymak azınlıkların sessizleştirdikleri bellekleri için şunları da açıklamadan geçmiyor:

“Yaşadıkları topraklarda düşmanlık beslemeden ve kin gütmeden yaşamaya kolayca devam edebilmek ve aile bireylerini koruyabilmek amacıyla geçmişte yaşanmış olumsuz olayları ya çok sınırlı aktardılar ya da hiç aktarmayıp susmayı (unutmak değil), ‘dili sessizleştirmeyi’ tercih ettiler. İstanbul’un üç azınlık cemaatinde de korku, ailelerin çocuklarına bu tecrübelerini aktarmamalarında önemli bir faktördür. ‘Konular’ can acıttığı için özellikle bir kenara itildi ya da ağzı sıkı sıkı kapatıldı.”

“Kalmak için bir neden yoktu”

Tüm bu azınlık politikalarının özellikle Varlık Vergisi’nin sonuçları ise Türkiye için oldukça yıkıcı oldu. Türkiyeli Yahudilerin üçte biri İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından 1948 yılında kurulan İsrail’e gitti. Gidenlerin sayısı yaklaşık 30.000 civarındaydı.

Bu kadar yoğun bir göçün olması azınlıkların vergi politikalarıyla nasıl sindirildiklerinin de bir göstergesiydi. 1948 yılında Yahudiler 25 yıllık bir geçmişi olan devrimlerle bağımsızlığını ilan etmiş olan bir ülkeden henüz yeni kurulmuş ne getireceği belli olmayan ve sulhun sağlanamadığı bir ülkeye göçtüler. Arkalarında yüzlerce yıllık bir tarih bırakarak.

Yıllar sonra neden İsrail’e gittikleri sorulduğunda “Kalmak için bir neden yoktu” diyeceklerdi. Geride kalan Rum nüfusun çoğunluğu ise 1955 6-7 Eylül Pogromu ve 1964 Techiri ile ülkeyi terk edecekti.

“Kem alat ile Kemalat olamaz”

Prof. Dr. Ayhan Aktar’ın Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları isimli kitabında yer verdiği şu ilginç anekdot ise o dönem devlet kademelerinde görev alanların sonradan tarihe bakışını gözler önüne seriyor:

Maliye Müfettişi Burhan Ulutan Varlık Vergisini bizzat uygulayan maliye müfettişlerinden biridir. Ve kanunun uygulandığı günlerde İstanbul Üniversitesi’ndeki Maliye hocası Fazıl Pelin ile karşılaşır.

Hocası ona kırgın bir biçimde yaptıkları işin yanlış olduğunu söyleyip, ‘Ben size böyle mi öğrettim’ diyerek sitem eder.

Ulutan Türk milletinin aciz, güçsüz olduğundan, kapitülasyonların Türk milletini ezdiğinden bahseder. “Türkler yine ayak altında ve yine onlar (azınlıklar) kazanıyor. Bunu düzeltmek lazım değil mi” diye hocasına sorar.

Pelin ise nazikçe doğrusun deyip şu cümleyi ekler “Bir söz de var biliyorsun. Osmanlılar’ın çok güzel deyimlerinden birisi: ‘Kem alat ile Kemalat olamaz’ derler (Kötü araçla mükemmel/ olgun iş olmaz).’

TIKLAYIN – Dimitros Kalumenos’un Objektifinden 6-7 Eylül

TIKLAYIN – 6-7 Eylül 1955’i basın nasıl gördü?

İzleme Önerisi
Salkım Hanımın Taneleri (1999, Tomris Giritlioğlu)
1943 yılında Aşkale’ye gönderilen azınlıkların öyküsünü anlatan film birkaç azınlık grubun yaşadıklarına ışık tutuyor. Bir yandan İstanbul’a göç edip sınıf atlamaya çalışan Anadolular diğer yandan yıllardır İstanbul’da yaşayan ve her şeylerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan gayrimüslimler. Film Varlık Vergisi, Aşkale Çalışma Kampları, el değiştiren sermaye gibi dönemin bütün öne çıkan konularını ele alıyor.
Kulüp
Geçen yıl yayımlanan Kulüp dizisi Varlık Vergisi sebebiyle her şeyini kaybetmiş bir kadın olan Mathilda’nın geçmişiyle hesaplaşmasını 1950’li yılların ortasında 6-7 Eylül olaylarına giden bir süreçte İstanbul’da tek başına ayakta kalma mücadelesini anlatıyor.
Okuma Önerisi
İstanbul’da Az(ınlık) Olmak: Gündelik Hayatta Rumlar, Yahudiler, Ermeniler-Özgür KaymakRum Olmak Rum Kalmak- Derleyen: Hakan YücelYorgo Hacıdimitriadis’in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943)- Editör Ahmet İnsel-Ayhan AktarTürkiye’de Yahudi olmak: Bir deneyim sözlüğü- Derleyen: Raşel Meseri/Aylin Kuryelİsmiyle Yaşamak-Rita EnderAnneannem-Fethiye Çetin

(bianet – ED/EMK)

Yararlanılan Kaynaklar:
Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları/ Ayhan Aktar

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑