Makaleler

Published on Mart 10th, 2021

0

Anlatabiliriz… – Mustafa Kumanova


“Bir başkasının ülkesini bombalayan bir ülke demokrat olabilir mi?” “Kendinden olmayanlara işkence ve zulüm eden biri bir demokrat olabilir mi?” 

Kin ve nefretle büyütülenlerin kendi davranışlarını kendilerinin nasıl anlamlandırdıkları ve kendi kararlarını nasıl meşru kıldıkları belki de ihmal edilen en önemli şeydir. Demokrasiyi dillerinden düşürmeyen bu anti-demokratik liderlerin varoluşsal hayatı nasıl anladıkları ise sarıldıkları megaloman anlayışta gizlidir.  Ve bu anlayış bir “dinsel üstünlük” veya “ırksal üstünlük” ya da “ulusal üstünlük”e ihtiyaç duyar. Hayatın her anı ve mekânında ezilen ve altta kalan ve de bir hiç olan yoksullara bir üstünlük hissi verdiğinizde ellerine geçirdiklerini sandıkları bu güç ile kendinden olmayanlara karşı püskürtecekleri nefret ve şiddet despotik bir liderin varoluşsal gıdası olacaktır. Bu aynı zamanda kendi ülkelerinin ve kendinden olanların en iyi diğer ülkelerin ve halkların dönüştürülmesi gereken düşmanlar olduğu anlayışının da uygulanmasıdır. Bu bir totaliter rejimin demokrasi adı altında istikrarlı hale getirilmesi ve refah için bir totaliter rejime ihtiyaç olduğu inancının dayatılmasıdır. Bu bir “megaloman mesih” anlayışıdır.

“Bir başkasının ülkesini bombalayan bir ülke demokrat olabilir mi?” “Kendinden olmayanlara işkence ve zulüm eden biri bir demokrat olabilir mi?” 

Buna rağmen kitleler ideolojik anlatımla fiili davranışlar arasındaki tutarsızlığın peşinden sürüklenirler. Söylemde demokrasiyi kimseye bırakmayanlar fiili davranışlarında anti-demokratik bir canavar olsalar da tüm bu ikilemin üstünü “tatlı bir propaganda”yla örterler. Çünkü kendilerini kalpleri cömertlik ve yardımseverlikle dolu olan iyi ve örnek bir “vatandaş” ya da bir “Müslüman” olarak kitlelere pazarlarlar. Onlar sadece fikirlerinin ve dünya görüşlerinin “düşman”larından nefret eden ve sadece onları ortadan kaldırmak isteyen “cennet”le müjdelenen kutsanmış ayrıcalıklılar ya da bayrak ve ezan uğruna can vermeye ve can almaya hazır “yurtsever” vatandaşlardır. Oysa din söz konusu olduğunda bu tatlı propagandanın en büyük düzenbaz olduğunu, gündelik hayatın maskeleri altında gerçek yüzleri gizlemenin en büyük ustası olduğunu, coşkulu iyimserliği ölümcül bir kötümserliğe, tebessümü ve gözlerdeki ışıltıyı öfke ve nefrete dönüştürdüğünü göremeyiz. 92 yaşındaki bir kadına tecavüzü ya da sadece fikirlerinden dolayı hapsedilen ve eziyet edilen bir partinin liderinin annesine yakıştırılanların ne kadar ahlaksızca ve günah olduğunu bize göstermez çünkü bu tatlı propaganda din yoluyla Tanrı ile olan bağın veya milliyetçilik yoluyla vatan ile olan bağın “mutlak iyiliğini” kullanır. Bu tatlı propaganda için sadece onlar gibi olanlara “ödül” vardır. Onlardan olmayanlar ise her türlü kötülüğü hak eden düşmanlardır. Onlar kendilerinden ve kendileri gibi olanlardan hoşlanırlar ve ideolojik ve politik olarak farklı olanlara ve çıkarları çatışanlara karşı acımasız ve merhametsizdirler. Çünkü bu tatlı propagandayla bezeli “ilahi” emir karşısında kul-köle olurlar. Ulus ve din ibadetinin prangaya vurulmuş ateşli köleleri olurlar. Prangaya vurulduklarının farkında olmayan köleleri… Tüm yandaşlar böyledir… Bir despotik güç tarafından ulus ve din ibadetinin ateşli tapınıcıları haline getirilirler. Ve istikametleri de bellidir. Büyük bir toplumsal kaos ve çürümenin eşiğinde uçurumdan aşağı yuvarlanmak…Yoksulluğun ve yoksunluğun çaresizliğini kullanarak koca bir ülkeyi faşizm bataklığında sonu belli olmayan karanlıklara batırmak…

Peki tüm bunları nasıl önleyebiliriz?

Kavramlarla…Kavramların gerçekte göründükleri gibi ya da anlatıldıkları gibi olmadıklarını tüm ezilenlere göstererek işe başlayabiliriz. Milletlerin ezelden beri var olmadıklarını sonradan imal edildiklerini, haritada sınırları çizilmiş bir ülkenin ilk önce yaratılıp sonradan içinin milliyetçiler tarafından bir millet yaratılarak doldurulduğunu ve tüm o millet hakkında yaratılan kültür ve yazılan tarihin uydurma olduğunu ve bilimsel olarak bin yıllık veya beş bin yıllık hiçbir milletin -bugünkü tanımlamaların- olamayacağını ve arkeoloji biliminin kasıtlı olarak milliyetçileştirilerek kitleleri kandırmakta kullanıldığını onlara anlatabiliriz.  Sınıflar mücadelesinin gerçekliği üzerinden ilişkiler kurarak anlatabiliriz. Sorunları dünden bugüne erteleyebilmemizin mümkün olmadığını anlatabiliriz.

 Ya da peygamberlerin “açıkça belirttikleri göz önüne alındığında zengin ve refah içerisinde olanların dünyalarının onların öğretilerinde kavrulmasından sonra nasıl korku içinde kaldıklarını, yaman bir avcı gibi insanlığı o ana kadar yaşamış oldukları rahat ve sıcak çukurlardan nasıl çıkarttıklarını, bu krallığın beyaz ışığı altında mülkiyet sahibi olmaya, öncelikli ve ayrıcalıklı olmaya, kibirli ve üstün olmaya yer olmadığını; bunlar için ne bir motivasyon ne de bir ödül olmadığını, mevcut olan tek şeyin sevgi olduğunu” anlatabiliriz. (H.G.Wells)

Ya da onlara tüm kimliklerden sıyrılıp “önce insan” ve “yeryüzü milletim insanlık vatanımdır” diyebilen bir sosyalizmi anlatabiliriz.

Onlara insan genlerinin bozuk olmadığını, insanın özünde bencilliğin ve kıskançlığın olmadığını anlatabiliriz. Yardımlaşmanın ve paylaşmanın insanın varoluşsal şiirselliği olduğunu anlatabiliriz. İnsan özüne en uygun sistemin kapitalizm değil sosyalizm olduğunu anlatabiliriz.

Onlara, tüm yoksullara, tüm ezilenlere anlatabiliriz…

Anlatabiliriz…


Mustafa Kumanova – 10.03.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑