Tarih

Published on Eylül 23rd, 2023

0

Devletin Gizli Kürt Anayasası: 1925 Şark Islahat Planı | Ayşe Hür


“Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı [unsurları] kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf [nitelikler] her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.” Başvekil İsmet Bey, 27 Nisan 1925, Vakit.

Resmi tarihteki adıyla “Şeyh Said İsyanı” sürerken, 13 Nisan 1925 tarihli Vatan gazetesinde Dahiliye Vekili Mehmet Cemil (Uybadın) Bey’in şu “özel beyanatı” çıkmıştı. Beyanatta isyan bölgesinin asilerden tamamen temizlenmesinden sonra bölgede uygulanacak ıslahatın esaslarını belirlemek üzere bir heyet oluşturulacağı belirtiliyor, alınacak tedbirlerle Şark’ta efendilik-kulluk zihniyetinin son bulacağı, mütegallibe sınıfının ortada kalkacağı, kanun ve devlet nüfuzunun hâkim olacağı, herkesin bildiğini okumakta istediğini yaptırabilmek için nüfuzunu kullanmakta özgür olmayacağı söyleniyordu. Beyanat sadeleştirilmiş dille şöyle devam ediyordu:

“Aşiret hayatlarına da son verilecektir. Kırlarda, dağlarda bağımsız bir hayat süren ve şimdiye kadar devlet ve kanun nüfuzundan azade kalan aşiretler şehirlerde iskân ve nüfusa kaydolunacaklardır. İlk eğitime de büyük önem verilecek, özellikle yatılı ilk okullar açılarak eğitim yaşında olan her çocuk bu okullara sokulacaktır. Şark’da şehir olmak bir yana kasaba görüntüsü bile arzetmeyen bazı vilayetler kaldırılacak bu vilayetler bazı umumi valiliklere taksim edilecektir. Umumi valiler yetkiye sahip seçkin idarecilerimizden oluşacak ve maiyetlerinin aynı şekilde seçkin ve muktedir kişilerden oluşmasına özellikle dikkat edilecektir. Valiler memurların reisi yapılacak, onların yerine Şark’daki ıslahatı yerlerine Şarktaki ıslahatı istenen en geniş şekilde başarabilecek askeri ve mülki memurlar tayin edilecektir. Polis ve jandarma teşkilatına da bilhassa itina edilecek ve hükümet bu havalide daima kuvvetli bulunacaktır.”

Cemil Bey sözlerine bu maddeleri biraz daha ayrıntılandırarak devam ediyor, “Bu hususta bir kanun hazırlıyoruz,” diye bitiriyordu. 

Başvekil İsmet Bey, 27 Nisan 1925 tarihli Vakit gazetesinde yayımlanan röportajında bu kanunun amacını şöyle açıkladı:

İsmet İnünü

“Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı [unsurları] kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf [nitelikler] her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”

19 Haziran 1925 tarihli Vakit gazetesinde Naşid Hakkı Bey’in sorularına cevap veren İstiklal Mahkemesi Müdde-i Umumisi (savcısı) Ahmet Süreyya ise Şeyh Said İsyanı’nın yıllardan beri devam eden bir plan dahilinde düzenlendiğini anladıklarını ve “bölgede gizli küçük hükümdarlar yaşatan derebeylik teşkilatının tamamen yok edilmesi suretiyle memleketin öz, sadık, müstahsil ve saf halk kitlelerinin kölelikten kurtarılması mümkün olmadığı müddetçe Şarktaki tehlike devam edecektir,” diyordu. Anlaşılan çıkarılması düşünülen kanunla ilgili pek çok kişi görevlendirilmişti.

Abdülhalik (Renda) Bey’in gezisi

Abdülhalik Renda

Ancak bu kadronun en önemli üyesi elbette Çankırı Mebusu Mustafa Abdülhalik (Renda) Bey idi. Gönül Gürkan Demir’in yüksek lisans tezinden öğrendiğimize göre Abdülhalik Bey “isyan bölgesi”nde incelemeler yapmak üzere Başvekil İsmet Bey tarafından görevlendirilmiş; “inceleme gezisi” 17 Temmuz 1925 Cuma günü sabah ikide Ankara’dan başlamış, Eskişehir, Afyon, Konya, Adana yoluyla incelemelerin yapılacağı ilk il olan Gaziantep’e 22 Temmuz’da varılmıştı. Abdülkadir Bey’in Gaziantep, Urfa, Siverek, Diyarbekir, Siirt, Bitlis, Van, Muş, Genç, Elazığ, Dersim, Ergani, Mardin, Malatya ve Maraş vilayetlerini; Van Gölü’nün kuzey ve güney sahilini; Muş, Genç ve Elazığ arasındaki kazaları ve Malatya’nın güneyindeki Kahta, Hısnımansur ve Besni kazalarını kapsayan gezisi 53 gün sürecekti.

Tuttuğu günlükten anlaşıldığına göre, yolculuğunu bazen otomobillerle, bazen atlarla yapmış; incelemede bulunduğu alanın genişliği yüzünden, zamanının çoğu yolda geçmiş; uğradığı yerlerde çoğu kez birkaç saat, merkezde de en fazla 1-2 gün kalabilmişti. Örneğin Bitlis’teki önemli bir dinî merkez olan Norşin’de sadece üç saat kalmıştı. İsyanın başladığı Darahini’ye 7 Ağustos’ta öğleden sonra varmış, oradan ertesi sabah 5’te ayrılmıştı. Bitlis’te uğradığı diğer yerlerde de en fazla yarım gün kalabildiği anlaşılıyordu. Yine önemli bir muhalefet merkezi olan Elazığ’da bir gün geçirebilmişti. Bazı önemli merkezlere ise sadece “uğramıştı”.

Yine bu günlükten anlaşıldığına göre gittiği her yerde oranın birkaç asker, sivil bürokratla öğle ve akşam yemeklerinde görüşmüş, nadiren bir aşiret reisi veya dinî liderle buluşmuş, bazı yerlerde kendisini milletvekilleri karşılamış, gecelerini bürokratların veya eşrafın evlerinde veya jandarmanın, okulların yatakhanelerinde geçirmişti. Ankara’ya muhalif kişi veya çevrelerle herhangi bir temasta bulunmamıştı.

Abdülhalik Bey 7 Eylül 1925 Pazartesi öğleden sonra bir buçukta Ankara’ya dönmüş, “biraz üstünü başını temizledikten sonra” Başvekil İsmet Bey’le görüşmüş, ertesi gün de Heyet-i Vekile’ye (Bakanlar Kurulu) gördüklerini anlatmıştı. Abdülhalik Bey raporunu ise 14 Eylül 1925 tarihinde İsmet Bey’e sunmuştu. Abdülhalik Bey ziyaret ettiği merkezleri saydıktan sonra incelemesine Kürtlerin nerelerde ne kaç kişi olarak yaşadıklarını, hangi dili kullandıklarını resmî kayıtlara dayanarak tespit ederek başladığını belirttikten sonra sadeleştirilmiş dille ve özetle şu değerlendirmeleri yapıyordu:

“Fırat’ın batısındaki Malatya da dahil olmak üzere Fırat’ın doğusundaki bölgede 1.360.000 kişi yaşamakta olup bunun 993.000 Kürt, 251.000 Türk olup 117.600’ü Arapça konuşmaktadır. Bu sayılara kaydedilmemiş nüfus dahil edildiğinde, Kürtçe konuşanların oranı daha da artacaktır.

Çemişkezek, Çarsancak, Harput kazaları ile Mezrae’nin dört nahiyesi hariç, Kürtler lisanlarını hâkim kılmışlar ve Türkçe öğrenmeye muhtaç olmada bütün işlerini görebilecek hale gelmişler ve Türk erkeklerinin yüzde 80’ini Kürtçe öğrenmeye mecbur kılmışlardır. Bu etki öyle büyüktür ki, Türkçeden başka dil bilmeyen 5-6 Türk köyü Alevi oldukları için Kürt olduklarını iddia etmektedir.

Fırat’ın batısındaki Malatya vilayetinde ise Kürtlerin erkekleri Türkçe öğrenmeye mecbur kalmışlarsa da kadınlar hâlâ Kürtçe konuşmakta ve gururla Kürt olduklarını söylemektedir.

Şeyh Sait İsyanı aynen 1914 Melle Selim idaresindeki Bitlis İsyanı gibi, “din ve irtica perdesi altında tamamen milli bir harekettir.” Aslında milliyetleri konusunda çok mutaassıp olan Kürtler bu isyandan sonra taassuplarını şiddetlendirmişlerdir.

İsyan bölgesindeki memurlar devlet görevlerini yerine getirememişlerdir. Bölgedeki memurlar Batı’da ve merkezdeki memurlardan daha aşağı seviyede ve iktidardadır. Kendilerini dışlanmış ve mağdur görmektedirler.

Jandarmanın değeri yoktur. Jandarma vazifesini yapacak durumda değildir, hatta bir kısmı silah kullanmayı bile bilmemektedir. Çoğu yerde hükümet ve karakol binaları hiçbir tesir yapmayacak derecede pek adi ve haraptır.

Kasaba ve köylerde pislik devam etmektedir. Bölgede sağlık memuru yoktur.

Bölgede bayındırlık işleri pek geridir. Eğitim namına bir şey yoktur, okullarda hala Osmanlı döneminin metinleri okutulmaktadır.

Mahkemeler adaletle değil, tezvirat ve dedikoduyla karar vermektedir. Bölgede binlerce kişi masum ve mağdur olarak firardadır.

İsyan eden köylerin büyük kısmı madden ve bedenen zarar görmemiş, aksine malını pahalı satmak suretiyle zengin olmuştur. Bey ve ağaların, aşiret reislerinin nüfuzu devam etmektedir.

Bölgedeki arazilerin çoğunun kadastrosu yapılmamıştır. Arazi vergisi toplanmamaktadır. Aşarın kaldırılması ağa ve bey köylerinde henüz hayırlı tesirler gösterememiştir; aşiret reisleri ile ağaların nüfuzları kırılamamıştır.

Ermenilerden boşalan köylere yavaş yavaş Kürtler yerleşmektedir. Kürt nüfusu sürekli biçimde çoğalmaktadır. Bölgeye yerleştirilen muhacirlerin iktisadi durumları oldukça iyidir.

Bütün vilayetlerde ülke dışındaki Kürt cemiyetlerinin propaganda çalışmaları alttan alta devam etmekte ve son isyanda ölenlerin intikamının alınması gerektiği bunun için Kürtlerin birleşmesinin şart olduğu propagandası yapılmaktadır.

Türklüğe eğilim gösteren Kürtler ile hükümet yanlısı ve isyancıların muhalifi olan kesimler kendilerinden intikam alınacağından korkuyorlar ve bölgeyi terk etmek istiyorlar.

Dersim’in diğer bölgelerden farkı hükümet taraftarı olanların daha fazla olması, aralarındaki ihtilafları kendi silahları ile halletmeleri, reislerine daha bağlı olmaları ve Kürtçe konuşmalarına ve Alevilikten dolayı Kürtlük iddiasında bulunmalarına rağmen çoğunun Türkçeyi de bilmesidir. Ancak Dersimliler de diğer bölgelerdeki gibi silahlı olup etrafa tecavüzde bulunmaktadırlar ve şimdiye kadar kesin bir tedip (terbiye) harekatının yapılmamış olması ve 1916 harekatının cezasız kalmasından dolayı cesaretlenmişlerdir.”

Abdülhalik Bey raporunu şu sözlerle bitiriyordu: “Sonuç olarak arz ettiğim bu notlar içinde en çok önem verdiğim husus, Kürtlerde fikr-i milliyetin günden güne çoğalması ve atide tamamen milli bir isyan zuhur etmesi meselesidir.”

Görüldüğü gibi raporda bölge halkının kimliği gizlenmemiş, Kürtlerin nerelerde oturdukları, nüfuslarının ne kadar olduğu, nasıl yaşadıkları ve hangi dilleri konuştukları ayrıntılı bir şekilde açıklanmış, ciddi bir nüfus dökümü yapılmıştı. Ancak pek çok araştırmacının dediği gibi Abdülhalik Bey’in raporu Osmanlı döneminde hazırlanan raporlarda olduğu ve daha sonraki raporlarda olacağı gibi halkın değil “devletin çıkarları ve güvenliği” perspektifiyle hazırlanmıştı. (Not: Günümüzde Abdülhalik Bey’in verdiği bilgiler içinde en çok Dersim bölgesi için verdiği bilgilere itiraz edilmiştir. Örneğin Çarsancak’ta çoğu ihtida etmiş Ermeniler olduğu, 15-20 köyünde ise reislerin Türk ama köylülerin Kürt olduğu; Hozat ve Ovacık’ta asimile olmuş birkaç memur ailesi dışında halkın çoğunluğunun Kürt olduğu; aşiret adlarının tümünün Kürtçe olduğu, Abdülhalik Renda’nın kullandığı adların ise Türk memurların Türkçeleştirdiği şekiller olduğu; “Alevi oldukları için kendilerini Kürt sanıyorlar” iddiası temelsizdi.)

Aynı doğrultuda hazırlanmış raporlardan biri de Üçüncü Ordu Kumandanı Kazım (Orbay) Paşa’ya aitti. Mehmet Bayrak’ın aktardığına göre bu raporun bazı önerileri (sadeleştirilmiş dille) şöyleydi:

“Milli birliğin kurulması için, beş yıl içinde Türk göçmenleri yerleştirerek Kürt çoğunluğun azınlığa indirgenmesi, dağlardaki Kürt köylerinin ovalara indirilmesi ve halkının Türk köylerine dağıtılması, zararlı ve Kürtçü kişilerin bölgeden uzaklaştırılması, Van-Midyat sınırının doğu ve güneyinde basit bir genel yönetim kurulması, Ermeni, Süryani ve Keldanilerin bölgeden çıkarılması, merkezî hükümetin egemen kılınması ve düzenin sağlanması için sıkıyönetimin beş yıl daha sürmesi, Umumi Müfettişliklerin kurulması, istihbarat ve propaganda merkezlerinin kurulması, silahların toplattırılması, nüfus ve arazi yazımı; Keller-Ergani-Diyarbakır demiryolunun kısa zamanda yapılması ve Sivas-Erzurum yoluna bağlanması, Harput-Dersim-Erzincan ile Mardin-Hasankeyf-Garzan-Bitlis yollarının yapılması, Van Gölü’nde gemi işletilmesi ve bir tersane kurulması.”

Şark Islahat Planı’nın kabulü

Sonunda Çankırı Milletvekili Abdülhalik Bey, Dahiliye Vekili Cemil (Uybadın) Bey, Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey ve Üçüncü Ordu Kumandanı Kazım (Orbay) Paşa’dan oluşan Şark Islahat Kurulu’nun hazırladığı “Şark Islahat Planı Hazırlanmasına Dair Kararname” “çok gizli” damgalı kararname Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in imzasıyla Bakanlar Kurulu’na sunuldu ve 24 Eylül 1925 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girdi. (Burada bir açıklama yapmak istiyorum.  Mehmet Bayrak Şark Islahat Planı adlı kitabında “Söz konusu raporların ve Plan’ın asılları Yerel Yönetimler Genel Müdürlüğü Birinci Şubesindeki özel dosyada üç numaralı gömlekte saklıdır,” derken, Abdülhalik Renda hakkında bir tez hazırlayan Gönül Gürkan Demir’e göre raporun orijinal metni halen Renda Aile Arşivi’nde idi ve raporla ilgili olarak kaynaklarda yer alan metinlerin orijinaline oldukça yakın olmakla beraber, orijinal metinde yer almayan bazı başlıkların daha sonradan eklendiği, aileden Sabri Sayarı tarafından ifade edilmişti. Tezde daha fazla açıklama olmadığı için farkların neler olduğunu bilemiyoruz.)

Bazı araştırmacılara göre tüm Cumhuriyet tarihi boyunca devletin “Kürt Anayasası” işlevini görecek olan 27 maddelik planın ilk maddesi “Şark” illerinde yürürlükte olan sıkıyönetimin bu programın uygulanması sona erene kadar devam etmesini öngörüyordu. (Bir not daha: Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı adlı kitabında planın maddelerini sayarken 10. maddeden 12. maddeye atlıyor ve toplamda 28 madde sayıyor.) Maddelerin sadeleştirilmiş dille özetini şöyle yapabiliriz:

• 1. Maddede Şark vilayetlerinde mevcut sıkıyönetim koşullarının planlandığı gibi devam edeceği belirtiliyordu.

• 2. Madde Türkiye’yi beş “umumi müfettişlik” bölgesine ayırıyor ve Hakkari, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Genç, Diyarbekir (Diyarbakır), Mardin, Urfa, Siverek, Elaziz (Elazığ), Dersim, Malatya, Ergani ve Bayezit vilayeti ile Pülümür, Kiğı ve Hınıs kazalarını geçici olarak Beşinci Müfettişlik emrine veriyordu. (Not: Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkan ve hukuki dayanağını 1876 ve 1921 anayasalarından alan Umum Müfettişlikler, Osmanlı idari sistemi içinde de olağanüstü yetkilerle donatılmış kurumlardı.)

• 3. Madde, olağan mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde asker ve sivil “yerli” (örneğin Kürt) hâkim bulunmasını yasaklıyordu. Sıkıyönetim mahkemelerinin kararları Şeyh Sait İsyanı sırasında olduğu gibi uygulanmaya devam edecekti.

• 4. Maddeye göre 13 Nisan 1925 tarihine kadar haklarında adli takibat yapılıp da işlem yapılmayanların davaları tecil olacak, ancak cinayet işleyenlerin cezası tecil edilmeyecek bunlar hakkında Meclis karar alacaktı.

• 5. Maddeye göreVan şehri ile Midyat arasındaki hattın batısında Ermenilerden kalan araziye Türk göçmenler yerleştirilecekti. Bunun için sıkıyönetim bölgesindeki illerde bulunan Ermeni malları satılmayacak ve hatta Kürtlere kiraya bile verilmeyecekti. Yugoslavya’dan gelmekte olan Türk ve Arnavutlar ile İran ve Kafkasya’dan gelecek göçmenler öncelikle Elaziz-Ergani-Diyarbekir, Elaziz-Palu-Kıği, Palu-Muş arasındaki Murat Vadisi, Bingöl Dağı’nın doğusu ve batısı, Murat vadisi, Muş ovası, Van Gölü havzası ve Diyarbekir-Garzan-Bitlik arasında iskân edilecekti. Rize, Trabzon vilayetleriyle Erzurum Vilayeti’nin kuzeydoğu kazalarında yaşayanlardan kabul edenler Hınıs Çayı ve Murat vadisine ve Van Gölü’nün kuzeyine nakledilecekti. 1925 yılında en fazla 50 bin nüfusun sevk ve iskân edileceği öngörülüyordu. Bunun için toplam 7 milyon liranın 1926 yılı iskân bütçesine eklenmesi öneriliyordu. Ayrıca gelecek 10 yılda Yugoslavya, Bulgaristan, Kafkasya ve Azerbaycan’dan 500 bin kişinin gelmesi ve tanımlanan bölgelerde yerleştirilmesi için 1927 yılından itibaren her sene bütçeye en az 5 milyon lira tahsisat konulması lazımdır deniyordu.

• 6. Maddeye göre arazi tahrirlerine acilen başlanması gerekiyordu.

• 7. Maddeye göre Dahiliye Vekaleti (İçişleri Bakanlığı) 1926 yılı bütçesine konan tahsisatla derhal bir nüfus sayımı yapacaktı.

• 8. Maddeye göre, “isyandan kaynaklanan” zarar, özel bir vergi ile isyana katılan bölgelerdeki halktan tahsis edilecekti. Maddenin sonunda isyana katılmamış olan köylerin Erkan-ı Harbiye Umumiye (Genelkurmay Başkanlığı) tarafından tespit edildiği belirtiliyordu.

• 9. Maddeye göre “İsyanı teşvik ve idare etmiş olanlar ile bunların akraba ve yakınları ve aşiret reislerinden Hükümetin Şark’ta kalmasını uygun görmediği kişiler, aile ve yakınlarıyla birlikte Garb’ta hükümetin göstereceğe yerlere nakledileceklerdi. Hükümet bu kişilerin terk ettikleri mal ve arazi hükümetçe satın alınacak veya gittikleri yerlerde aynı değerde mal ve emlak verilecekti.

• 10. Maddeye göre aşiret yapısının 10 yıl içinde ortadan kaldırılması ve halkın doğrudan hükümetle temas kurması için adımlar atılacaktı. Bunun için Şark’ta hükümet kuvvet ve nüfuzunu temsil etmek üzere her şubeden “mefkureli ve muktedir” memurlar gönderilecekti. Bölgede ikinci derecedeki memuriyetlere bile Kürt memur atanmayacaktı. Memurların ücretlerine yüzde 75 zam yapılacaktı. Bölgeye atanan memurlar en az üç yıl, en fazla altı yıl görev yapabilecekti.

• 11. Madde Hakkari, Van vilayetlerinde bulunan dört hudut taburu ile Van’da oluşturulması arzu edilen iki taburdan bir “avcı livası” teşkili ve bu altı tabur ile bunlara mücavir olan üç hudut taburun mevcutlarının 800’e çıkarılması için bütçeye tahsisat konmasına dairdi.

• 12. Madde Kürtlerin silahlanmasını ve silah taşımasını yasaklıyordu. Evlerinde ve üstlerinde silah bulundurulanlar derhal sıkıyönetim mahkemelerine sevk edileceklerdi.

• 13. Maddeye göre “aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan” Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişkezek, Ovacık, Hısnımansur, Besni, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kurum ve kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda, Türkçeden başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine muhalefet etmek ve direnmek suçundan cezalandırılacaktı. (Not: Halbuki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsurlarından 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın 39. Maddesi’nin 4. Fıkrası -ki Türk tarafının önerisi ile eklenmişti, “Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır,” derken, 5. Fıkrası “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır,” diyordu. Yani Türkiye Cumhuriyeti uyruklu/vatandaşı bir Kürt’ün, Kürtçe gazete çıkarmasını, Kürtçe televizyon yayını yapmasını, Kürtçe seçim propagandası yapmasını, mahkemede Kürtçe savunma yapmasını mümkün kılıyordu. Lozan’ın bu maddeleri ne yazık ki başından itibaren uygulanmamıştı ama Kürtçe konuşmanın cezalandırılması fikri Şark Islahat Planı ile resmileşmişti.)

• 14. Maddeye göre Kürtlerin ve Arapların ağırlıklı olduğu bölgelerde Türk Ocakları ve okullar açılması ve özellikle “mükemmel kız mektepleri” kurulması kızların bu okullara ilgi duyması için yüksek çaba harcanması öngörülüyordu. Özellikle Dersim’de yatılı ilkokullar açılarak bölge halkının “Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılması” isteniyordu.

• 15. Maddeye göre Dersimlilerin Dersim’den çıkmak isteyen kısımlarının Sivas’ın batısındaki alanlara kaydırılması öneriliyordu.

• 16. Maddeye göre Fırat’ın batısındaki vilayetlerde dağınık şekilde yerleşmiş olan Kürtlerin de Kürtçe konuşmaları yasaklanacak, kız okulları yoluyla kadınların Türkçe konuşmaları sağlanacaktı. (Burada da bir parantez açalım. “Fırat’ın Doğusu” ve “Fırat’ın Batısı” gibi halen kurulan kavramların ilk ortaya çıkışı Abdülhalik Bey’in rapordaki şu ifadelerinde olmuştu: “Fırat’ın garbındaki Malatya vilayeti ahalisinin yarıdan fazlası Kürt olduğu gibi, Maraş vilayetinde ve Pazarcık kazasında 22.000 kadar kayıtlı Kürt vardır. Bunların dışında Antep, Cebelibereket, Sivas, Yozgat, Kırşehir, Çorum, Aksaray, Konya ve Ankara vilayetlerinde henüz Kürtlüklerini muhafaza eden ehemmiyetli nüfus kütleleri vardır. (…) Fırat’ın şarkındaki Kürtler gibi Fırat’ın garbındaki Malatya vilayeti Kürtleri de iktisaden ve lisanen tamamen hâkim mevkidedirler. Fırat’ın garbındaki vilayetlerimizdeki Kürtlerin erkekleri Türkçe öğrenmeğe mecbur kalmışlarsa da kadınlar hala Kürtçe konuşmakta ve cümlesi taassupla gördüklerini muhafaza etmekte ve kemâl-i gururla Kürt olduklarını söylemektedirler.”)

• 17.-27. Maddeler ise hükümet binaları ve karakolların inşası, Şark Şimendiferlerinin bölgeye mümkün olduğunca hızlı ulaştırılması, karakolların savunmaya elverişli şekilde inşası ve donanımı, istihbarata önem verilmesi, kaçakçılığı önlemek için sınır bölgelerine zırhlı araçlar verilmesi, kolluk kuvvetlerinin önemli yetkilerle donatılması, bölgeye hükümet izni olmadan yabancı kişi veya kuruluşların girmemesi, nüfus sayımı yapılan yerlerde askerlik şubelerinin kurulması, resmi işlemlerin yürütülmesinde doğrudan halkla temas kurulmasına özen gösterilmesi (ki planın olumlu nitelikteki tek maddesiydi) ve nihayet Umum Müfettişlik bölgesindeki idari taksimatın ihtiyaca göre yeniden düzenlenmesine dairdi.

1925 Şark Islahat Planı uyarınca 1927’de Umumi Müfettişlikler kuruldu. İlk kurulan, yani I. Umumi Müfettişlik, Şark Vilayetlerini kapsıyordu elbette. Bundan sonra Şark vilayetlerinin kaderini bu iki unsur belirledi.

Umumi Müfettişlikler fiilen 1948 yılında, hukuken 1952 yılında sona erdi ama 1925 Şark Islahat Planı zihniyeti ve uygulamaları günümüze kadar kesintisiz sürdü.


Özet Kaynakça

Gönül Türkan Demir, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957)” Yüksek Lisans Tezi, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012.

Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe, Şark Islahat Planı, Öz-Ge Yayınları, Ankara, 2013.


Ayşe Hür – 23.09.2023

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑