Published on Mayıs 8th, 2020
0Devrim, mitler ve ünlüler – Naim Kandemir
Toplumun hangi kesiminden olursak olalım, hayatın içinde yaratılan mitlerden uzak duramıyoruz. 20. Yüz yılın en büyük miti Einstein’ın zekâ anlamında beyniydi (Roland Barthes). Zaman, mitini yaratıyor.
Bizim gibi azgelişmiş ülkelerde iktidar yine bir nebze parasıyla, köteğiyle rıza-hegomanya ve mitlerini oluşturabiliyor, borusunu öttürüyor. Devrimcilerin işi hepten zor.
Sosyolojik bir gerçek olarak günlük hayatın mitleri toplum yaşamında hâlâ önemini koruyor. Lafı fazla cilalamadan, toplumun kendini gerçekleştirme eksikliğinden ötürü, toplumun bu günlük hayatın mitlerini bir nevi kendini gerçekleştirme olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Yani, kabacası ezik toplumlardaki belâlardan biri bu.
Beni bu satırları yazmaya yönelten Mülkiye’den arkadaşım Erdoğan’la yaptığımız sohbet oldu. Genel olarak bizim sohbetlerimiz 12 Eylül’den önce başlar ve vakit yeterse bugünlere kadar geliriz. Yine öyle oldu. Çünkü konuştuğumuz mesele, konuştukça sürekli hatırlatan, hatırladıkça da zihnimizi gıdıklayıp duran şeyler.
***
12 Eylül’den önce siyasetlerin çoğunda olduğu gibi bizde de vardı ünlü hastalığı! Bu ne demek şimdi?
Zaman zaman duyardık, bir arkadaş heyecanla ve âdeta yüzünde Milli Piyango’dan ikramiye kazanmanın mutluluğuyla gelir kantine veya oturduğumuz Maç Kahvehanesi’ne patlatırdı bombayı:
-Duydunuz mu Tarık Akan da bizim hareketdenmiş!
Birden ortalık aydınlanmış, devrim yolunda bir vites yükseltilmiştir sanki! Bunu duyan herkes kulaktan kulağa kim bilir kaç kişiye bu müjdeyi vermiştir.
Ben 1978’de Siyasal’a girdim. 12 Eylül 1980’e dek zaman içinde epey ünlünün bizim hareketten olduğunu ama bunu sakladıklarını duydum. Kimler yoktu ki; Uğur Yücel, Sezen Aksu, Ahmet Mekin, Sümer Ezgü…
1979’da o sırada Niğde Cezaevi’nde yatmakta olan Ertuğrul Kürkçü’nün bize katıldığını duyduk ki kim tutar bizi! Yıllar sonra bu duyumun Boykot Üzerine bir yazısından kaynaklanmış olduğunu öğrenmiş olduk…
12 Eylül’e dek bu duyumlar böyle sanatçı düzeyinde gitti. Hani öyle içlerinde bizi mahçup edecek türden sanatçı da yok nasılsa. Ya bir de İtalyanların Radikal Parti’den milletvekili seçilen Cicciolina gibi bir ünlümüz bizim harekete intisap etseydi ayıkla pirincin taşını!
***
Ama 12 Eylül’den sonra toplumsal hafızaya bir şeyler oldu ve ne gariptir ki henüz delirmemiş arkadaşlardan da örneğin; Ankara Sıkıyönetim Komutanı’nın ve Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görevli ve Necdet Adalı’nın idamına itiraz eden hâkim bir albayın da bizden olduğunu duyunca şaşırıp kalıyorduk o günlerde.
***
O günlerden 1996’ya geldik ve televizyonda Ufuk Güldemir şöyle diyordu: Size bir müjdem var. Eski muhafazakâr sola benzemeyen, aşkın ve devrimin partisi ÖDP kuruldu.” Aşk ve devrim iyiydi, hoştu da eski sol niye ve nasıl muhafazakâr olmuştu? Bunu anlamaya zekâmız yetmedi! Yeni Partiye ünlüler akın akın girip üye oldular. Bizim dönecek köyümüz bile yoktu!
Erdoğan’la sohbet ede ede kafenin lambalarını yaktık. Çaylarımızı tazeledik. Erdoğan, Bu iş, Diyojen’in gündüz fenerle insan aramasına benziyor, deyince, ben de Lenin’in Ne Yapmalı’da çok kullandığı, Adam çok ama adam yok, sözünü hatırlattım kendisine. Yüzüm düşmüş ki, Erdoğan, Senin canın sıkıldı, bak ben sana iki şey anlatacağım, deyip başladı anlatmaya:
TARIK AKAN
Yol filminin önemli sahnelerinden biri olan atla ilgili bölüm Bingöl’ün Sancak adlı beldesinde çekildi. Ben yarı yıl tatili nedeniyle Bingöl’deydim.
Bizim Mersinli
bekâr bir arkadaşımız Sancak beldesindeki ortaokulda müdürlük yapıyordu. Bir
gün Bingöl’e gelerek benimle görüştü. “Abi,” dedi “otel olmadığı için Tarık
Akan benim lojmanda kalıyor, ancak bir sorun var, film için bir at lazım ve at
senaryo gereği öldürülecek, karnı yarılarak Tarık Akan ve Şerif Sezer atın
karnında saklanarak donmaktan kurtulacaklar. Fakat beldede atı bulunanlar köylü
kurnazlığıyla atların değerlerini acayip yükseltmişler. Filmin bütçesi sınırlı
olduğu için bir türlü at bulunamıyor. Sen bu konuda yardımcı olabilir misin?
Çok makbule geçer.” Ben de “Tanıdığım bir kaç kişi var, gidip görüşelim,”
dedim. Çok sevindi. “Akşam da bende kalırsın Tarık Akan’la zaman zaman siyaset
tartışıyoruz. Sen de katılırsan daha verimli
olur.” “Tamam, önce at işini halledelim,” dedim.
Kar kış fırtına had safhada. Zorlu bir yolculuktan sonra Sancak beldesine
ulaştık. Gelişigüzel birkaç kişiyle görüştüm. Arkadaş resmen at borsası
kurulmuş beldede, at fiyatlarına yanaşılmıyor. Sonra tanıdığım bir amca vardı
ona gittim durumu anlattım. Sağ olsun beni kırmadı, çok uygun bir fiyatla atı
vereceğini söyledi. Çok sevindik. Hemen lojmana gittik Tarık Akan’la tanıştım
ve at işini hallettiğimi söyledim. Fiyatı çok uygun ama atı bir de siz görün
dedim. “Hemen çıkalım o zaman,” dedi. Çıktık, atı gördü uygun buldu, ücretini
ödeyip atı satın aldı.
O gece son derece keyifli bir sohbetimiz oldu. Tarık Akan TİP’in görüşlerine
daha yakındı. Ben doğal olarak bizim hareketin tezlerini savunuyorum. Sabah
vedalaşmak istedim. “Bu gece de kalırsan sevinirim, dün geceki tartışmadan çok
etkilendim. Bu gece kaldığımız yerden devam ederiz,” deyince, ben “Peki o zaman
kalıyorum,” dedim. O gece de uzun uzun tartıştık ve sohbet ettik. Sabah
vedalaşırken “Mutlaka tekrar görüşelim,” dedi.
Yıllar sonra İstanbul Bakırköy’deki evinde değişik tarihlerde bir araya geldik,
yine güzel sohbetler, siyasal tartışmalar eşliğinde.
***
Erdoğan sözünü bitirince girmem mi araya: Demek ki Tarık Akan’ın bizden olduğu lafını sen çıkardın! Erdoğan gülerek devam etti anlatmaya:
***
METİN ALTIOK
Metin Altıok Bingöl’e sürgün edilmiş, felsefe hocası olarak
lisede göreve başlamıştı.
Kız kardeşim lisede öğrenciydi, bir gün bana “Abi bize yeni bir felsefe
hocası geldi, mutlaka tanışmalısın,” dedi.
Ertesi gün liseye gidip tanıştım. Çok tedirgindi. O dönem
belediye başkanı MHP’li. Bana, bunu öğrenince istifa etmeyi ciddi ciddi
düşündüğünü, söyledi. Ben de “Endişe etme her şey yoluna girer,” dedim.
Otelde kalıyordu. Bizim evin bitişiğinde boş daire vardı, sahibi tanıdıktı,
uygun fiyatla kiraladık.
Uyku saatine kadar bizde kalıyor, yatmaya eve gidiyordu. Harika sohbetlerimiz
oluyordu. Bizi çok sevdi, biz de onu.
Füsun Akatlı’dan boşanmıştı. Bu evlilikten kızı Zeynep vardı, onu çok
özlüyordu. (Zeynep Altıok bir önceki seçimde CHP’den İzmir milletvekili
seçildi)
Ünlü Kavaklar şiirini bizim evde yazdı. Sezen Aksu bu şiiri bestelemişti. Ancak
telif hakkı için şaire ulaşamamış, çok sonraları ulaşabilmişti. “Peki, bir
talebin oldu mu?” diye sorduğumda “Yok, incelik göstermesi benim için
yeterlidir,” demişti.
***
Sonra emekli oldu. Nebahat’la evlenip Ankara’ya yerleşti. Kardeşim Hüseyin
Ankara’da ağır bir ameliyat geçirdi. Bir ay hastanede kaldı. Ben de bir ay izin
alarak gündüz hastanede, gece Metin’in Dikmen’deki evinde kaldım. Harika
gecelerdi. Bir gece bana “Aydınlık gazetesi bana haftada iki gün köşe
yazarlığı teklif etti, tereddütlüyüm, senin bu konudaki görüşünü öğrenmek
istiyorum,” dedi. (Benim siyasetimi biliyordu. Bingöl Lisesi’nde öğretmenler
arasında önemli bir gücümüz vardı). O arada “Ahmet Telli’nin arkasında
Kurtuluş’un olması büyük bir avantaj,” diye de ekledi.
Ben de “Sanatçı kimliğini bozmadan özgürce yazmana itiraz etmeyeceklerse neden
olmasın?” dedim. “Tamam, bu çerçevede tekrar görüşürüz,” dedi.
Diğer gece, “Dediklerime itiraz etmediler, yazmaya başlayacağım,” dedi. Böylece
haftada iki gün Aydınlık’ta yazmaya başladı.
***
Dostluğumuz Madımak’ta noktalandı… Metin Altıok, çok sigara içiyordu, günde 4 paket. Madımak Oteli’nin yakıldığını duyar duymaz hemen eşi Nebahat’ı aramıştım. Bana “Erdoğan, çok yoğun alev ve duman var, durum feci,” demişti. Ben de “Nebahat, Metin günde 4 paket sigara içiyor, dumana alışıktır, bunu atlatır,” diye teselli etmeye çalışmıştım. Yazık ki hastanede fazla dayanamadı…
***
Erdoğan’ın anlatacakları bitmişti. Uzun uzun birbirimize baktık. Bakışlarımızda gördüğümüz Tarık Akan ve Metin Altıok’tu… Kekeleyerek de olsa söyledim:
-İkisi de yaşasaydı da keşke başka siyasetlerde olsalardı!
Erdoğan gülmeye başladı.
8 Mayıs 2020