Makaleler

Published on Ağustos 10th, 2020

0

Diyarbakır Zindanları İşkencelerine dair anlatılamayanlar! – Gül Güzel


Ona, şimdiye kadar anlatılmayan bir işkence şekli uygulanmıştı…

Orası, Türkiye Cumhuriyeti’nin 12 Eylül Auschwitz’iydi. Uygulanan işkencelerin ölümü arattığı; ‘’Ölümden de öte!, bugünkü işkencede ölsem de yarınki işkenceye gitmesem’’ diyen siyasi tutsakların işkence tezhahları. Bu işkencehaneden yıllar sonra çıkanlar oldu. Ama hepsi yıkık – dökük bir dünyanının yanısıra, yığınlar dolusu sağlık sorunlarıyla…İşkenceciler yaptıkları işkenceleri övüne(!)övüne anlatırken, mağdurlar mağduriyetlerinden utandılar. Senelerce kimseye uğradıkları işkenceleri anlatamadılar… 1980 -1984 yıllarında ‘’ölümden de öte’’ işkencelerin uygulandığı eski Diyarbakır Cezaevi Zindanı, şimdi o sürecin utancını örtmek istercesine Arkeoloji müzesi işlevini görüyor.

Diyarbakır Zindanları işkenceleri! diye tabir ettiğimiz 1980’li yıllara dair o kadar az konuşabilenler var ki…onları bulunca konuşturmak için bazen ağızlarından cımbız ile kelime çekmeye benzeyen durumlar yaşıyoruz. Gerçek işkence mağdurları olan bu direnişçiler, aynı zamanda bir o kadar da gururlu ve çekingen. Biraz anlatır mısın o günlere dair? diye sorduğumuzda; önce yüzlerinin rengi, ardından şekli görünür ifade değiştiriyor. Hüzün, üzüntü, isyan ve acıyla yoğruluyor bir anda.

O işkence…

 ’’Bir gün, koğuşta kim sigara içmiyor? diye sordular. Hiç kimsede ses yok. Yalnız ben kısık bir sesle’’BEN’’dedim. Çok dar olan ve tuvalet biçimindeki penceresiz bir yere beni soktular. Yanıma sigara içen 5 yoldaşı da getirdiler. Her birinin ağzına üçer sigara verip, yakıp içmelerini emrettiler. Onlara sigara içmeleri emri verilirken, asker gardiyanlardan biri de bana hareket edemeyeceğim şekilde ortalarında durmamı emrediyor. O yoldaşlarımız sigaraları içmek zorunda bırakıldıkları süre içinde belli bir işkence yaşamış olsalar da, ben ortalarında nefes alamıyor hale geldim. Nefesim kesiliyor, kusmaya başlıyorum. Ardından daha büyük bir işkence sürüyor. Gardiyan bağırarak, ’Burayı onlar kirlettiler. Şimdi sen temizleyeceksin’ diyor. Ben bu durumda nasıl temizleyeceğimi düşünürken, gardiyan ellerimi arkadan kelepçeleyip, beni yüzüstü yere yatırıyor. Ardından da ‘şimdi o pislikleri ağzınla toplayacaksın!’ diye emir veriyor. Bu işkence bir kerelik değil, haftalarca tekrarlanarak, devam etti…

Saymakla bitmeyen işkenceler bize yaşatıldı o süreçte. Ama her direnen insan orda parlayan yıldız gibiydi. Onurlu durup, bedel ödemiş; halkı için ser verip, sır vermeyenler sonsuza dek ışıldamaya devam ederken, diğerleri karanlıklar içinde eriyip gidiyorlar.

Ben 12 Eylül’de tutuklanınca, Annem bütün altınlarını satmış ve beni savunması için Şerafettin Kaya’yı avukat olarak tutmuştu. Ama mahkemeye çıkınca, avukatı konuşturmadan; kendi savunmamı kendim yaptım. Delil yetersizliğinden tahliye edildim. Bizim zamanımızda işkenceden çözülmeyen veya işkencede ölmeyenler, delil tespit edilmeyince tahliye ediliyorlardı. İtirafçılık eden, arkadaşlarının adını verenler ise, en az 8 ile 15 sene arası cezalar alıyorlardı.

Ben 1980 sonlarında tutulmuş ve Diyarbakır Bağlar semtindeki Cezaevine atılmıştım. Maruz kaldığım çeşitli işkencelerden sonra, Ekim 1981’de delil yokluğundan tahliye edildim. Duydum ki, bana yapılan işkenceler, benden sonra da ordaki tutsaklara sürekli yapılmış…Bazen, 12 Eylül’de Diyarbakır Zindanlarında siyasi tutsaklara uygulanan işkenceleri duyan duvarların dilleri olsa da anlatsa diyorum… Çünkü, bir toplum, gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa,  gerçekleri söyleyenlerden de o kadar nefret edermiş zamanla…

Zeki Saka kimdir?

Zeki Saka, 1954 Batman doğumlu olup, 1978 Ankara eğitim enstitüsü mezunu. Mesleği  öğretmen olan Zeki Saka,’’Ben renk, ırk, dil ayırımı yapmadım, yapmam. Onurlu ve yüreği güzel olan tüm canlıları severim. Ama en çok öğrencilerimi. Kendi yazmış olduğum  65 tane şiirim vardı. Diyarbakır devlet güvenlik mahkemesi, 12 Eylül’de tutuklandığımda, hepsine el koydu. O şiirlerimi bir daha bana geri vermediler’’ diyor.

Konuşmalarımızda kendisine yapılan işkencelerin Diyarbakır Zindanlarından sonra da toplumsal alanda da devam ettiğini tahmin ederek,’’Bize Zindandan çıktıktan sonraki yaşamınıza dair neler söyleyebilirsiniz?’’ dediğimizde, kabuk tutan yaralarının yeniden kanamaya başladığını görüyoruz. ‘’Beş çocuk yetiştirdim. 42 senedir öğretmenlik yapıyorum. Ama hâlen kiradayım. Çünkü Ceza evinden çıktıktan sonra da sürgün hayatım başlamıştı’’.

Sürgünler zincirinden ibaret bir hayat

‘’Kastamonu ilinin Cide ilçesi, Demir Kaya demircilik köyünde birleştirilmiş beş sınıfta eğitim yapmam gerekiyordu. Elektrik Yok, yol ise  kışın kapalı. Bu şartlar altında bir süre eğitim verdikten sonra Malatya – Kuluncak ilkokuluna yollandım. Orda da hiç unutamadığım şöyle bir anım oldu. Kahvede bir arkadaşımla tavla oynuyoruz. Poyrazlar oranın ağası. Bu Poyraz’lar o an kahveye girdi. Onlar kahveye girince her kes ayağa kalktı. Ama ben kalmadım. O yüzden bu aşiret tarafından bana saldırı yapıldı. Mevsim kışın ortası ve yarım metre kar var. Her taraf kış-kıyamet derken, buradan da yine Tayinim çıktı.

Bu sefer de Pütürge’nin Peraj, Murat Karaaslan’ın köyüne. Burda da başka bir ağa var. Köyün hepsi Menzil tarikatı müritleri. Köyde tuvalet yoktu. Tuvalet yapılması için mücadele verdim. Mecbur kalıp, tuvaletleri yaptılar. Ama burda da bana yine saldırı yapıldı ve yaralandım. Olayın ardından, can güvenliği nedeniyle yer değiştirmek zorunda kaldım.

Pütürge Bölük Kaya köyüne gönüllü gittim. Alevi köyü olan bu yerde 5 yıl görev yaptım. O ara yapılan seçimlerde SODEP(Erdal İnönü) partisi için sandık başkanlığı yaptım. Seçimlerde bütün oylar SODEP’e çıktığı için ben burda da 2 gün sonra göz altına alındım. Suçlama ise, sözde köyü ben örgütlemişim.

Sonra yeniden sürgün. Bu seferki sürgün yerim Anamur’un bir dağ köyüydü. Üç yıl orda kaldıktan sonra Hendek’e gönderildim. Ama Hendek’te beni 1993’te nerdeyse infaz edeceklerdi. Bu infazdan da Abaza köyü olan, Yarica köylüleri beni kurtardı.

Daha sonra doğum yerim olan Batman’a döndüm ve emekli öğretmen olarak, 2006’dan beri Rehabilitasyon merkezinde engelli çocuklara eğitim veriyorum’’diyen, hayatı sürgünler zincirinden ibaret olan öğretmen Zeki Saka, ardından yeniden yazdığı şiirlerine değinerek, bunun gibi biri sürü şiir yazdım ama ceza alacağım diye hiç bir yere veremedim’’diyor.

BEN, HALKIM VE DÜNYALIYIM

Kalem tutan ellerim her türlü düşünceden yoksun.

Ben yoksul, çaresiz, dağlar kadar umutsuz

Yılgın, bezgin ve düşüncesiz yaşamaktan

Anti faşist, anti sömürgeci

Yurtsever bir aydınım.

Çürümüş bilek etlerin,

Amansız kelepçelerden,

ve de buna alın yazınız, kaderiniz diyorlar.

Inanmayın vallahi yalan

Kahpece oyunlar tezgalansa

Yeniden kudursa kanlı terör,

üç öğün akrepler zehiri

Enjekte edilse yüreğime,

Ben yine korkmadan

Haykıracağım yüzlerine

İnkar edemem ki halkım

Ben halkım ve dünyalıyım. ‘‘ şiirini paylaşıyor son olarak bizimle öğretmen Zeki Saka.


Gül Güzel – 10.08.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑