Makaleler

Published on Aralık 27th, 2023

0

Düsseldorf Davasında neler yaşanmıştı? | Gül Güzel


Avrupa ülkelerinden İngiltere (Mark Sykes) ile Fransa (Fronçois Georges-Picot) arasında,16 Mayıs 1916’da gizli tutulan bir anlaşmayla, sömürgecilik hedefli Sykes Picot adlı anlaşma imzalandı. Maksatları 1. Dünya savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, Ortadoğu’daki ülkeler/halklar üstünde sömürgeciliklerini pekiştirmekti. Bu yüzden Kürdistan da anlaşmanın mağduru olarak bu sömürgen ülkeler arasında bölünmüş oldu. Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Maraş, Urfa, Antep , Mardin, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları vb. şehirler Fransa; Hayfa ve Akka Limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya ise İngiltere sömürüsüne tabii tutulan yer ve şehirler oldu. Daha sonra 24 Temmuz 1923 yılında yine bu sefer Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya arasında Brükseldeki Palas de Rumine’deki Guchy sarayında, Kürtdistan’ın 4 parçaya bölünmesine, Kürt halkının azınlık olarak bile kabul edilmeden inkarına yeniden imza atıldı.

Bütün bu insanlık suçu imzalayıcıları, 100 yıl sonra da bu inkar ve imhalarını Kürt halkı özgürlük mücadelesi siyasetçileri üzerinde Demokles’in kılıcı olarak sallayıp duruyorlar. Almanya CDU partisi, 1993 yılında o zamanın içişleri bakanı olan Manfred Kanther tarafından düzenlenen §§129a/b yasasıyla, Kürdistan İşçi Partisi, terörist örgütler listesine alındı. §§129a/b yasası çerçevesinde, ‘’Düsseldorf Davası’’ olarak bilinen bu davada, çok sayıda tutuklanan Kürt siyasetçiler yargılanarak cezalandırıldı. Ancak Düsseldorf mahkemesi birçok ilklere imza atan, mağduriyetleri giderilemeyeck bir dava olarak hala Kürt halkının ve dostlarının belleklerinde canlı. Bu yasa çerçevesinde hala birçok siyasi aktivist başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkelerinde yargılanıp, cezaevlerinde tutuluyor.  O yüzden Düsseldorf davası vahametine dair o sürecin avukatlarından Edith Lunnebach ile yapılan bir röportajı orijinal haliyle okumanız için ekliyorum.

Düsseldorf Davası avukatlarından Edith Lunnebach, mahkemede yaşananları Yeni Özgür Politika gazetesine anlattı.

PKK yasağı öncesinde 1989’da Kürt siyasetçilere yönelik gerçekleşen Düsseldorf Davası’nda Almanya kendi yasalarını da ihlal ederek birçok hukuksuzluğa imza attı. Almanya’da ilk defa bir mahkemede müvekkil ve avukat arasına demir bariyerler yerleştirildi. Savunma avukatlarına kayyum atandı, Almanya Türkiye’nin verdiği belgelerle yargılama yaptı…

Düsseldorf Davası avukatlarından Edith Lunnebach, o zaman mahkemede yaşananları şöyle anlattı:

”Bu davanın görüldüğü yer hali hazırda zaten biliniyordu ama bu dava için özellikle yeni eklemeler yapılmıştı. Düsseldorf Davası olarak bilinen dava eski bir polis kışlasındaki bir arazide yapıldı. Kışlanın önü demir bariyerlerle çevrilmişti. Bu demir bariyerleri geçtiğinizde, özel güvenlik girişi sizi bir bodrum katına indiriyor. Daha sonra o bodrum katından başka bir girişten yukarı çıkarıldığınızda da mahkeme salonuna ulaşmış oluyordunuz. O atmosfer, biraz şu duyguyu veriyor; bodruma inerek realiteden koparılıyor, oradan da mahkemenin ‘göstermelik’ tartışmalarının gerçekliğine götürülüyordunuz.

Mahkeme salonuna vardığımızda oldukça şaşırdık çünkü biz ve müvekkillerimiz arasına demir bariyerler konulmuştu. Avukat ile müvekkiller arasında fiziki bir engel konularak birbirinden ayıran böyle bir uygulama Almanya’da ilk defa uygulanıyordu. Biz ve müvekkillerimiz arasında 20 metre ara bırakılmıştı ve bunun adına da hukuki yargılama diyorlardı. Biz tabi bunu kabul edemezdik. Savunma tarafından hemen bu uygulamaya karşı bir direniş başladı çünkü bizim için de bu çok yeni ve beklenmeyen bir şeydi. Farklı yollarla bu uygulamanın kaldırılması için mücadele ettik ve sonunda gerçekten de en azından baskı elementlerinden biri olan bu uygulama kaldırıldı.

SAVUNMAYA KAYYUM

Dediğim gibi bu baskı uygulamalarından sadece biriydi. Bunun dışında mesela yargılananlara kişi başına sadece bir avukat hakkı tanınmıştı ki, bu davanın yıllar sürecek bir yargılama olacağı başından biliniyordu. Bundan dolayı biz en azından kişi başına iki avukat hakının tanınmasını, böylece avukatlardan hasta olması, başka davalarının olması ya da herhangi bir sebepten gelememesi durumunda diğer avukatın savunmayı yüklenebileceğini söyledik. Dava hakimleri doğrudan iki avukat hakkı tanımak yerine, ikinci avukatı kendileri atamaya karar verdiler. Deyim yerindeyse kayyum avukatları atadılar. Böylece biz sadece iddia makamına karşı değil aynı zamanda savunma avukatlarına karşı da savunma yapmak zorunda kaldık.

KÜRTÇE TERCÜMAN YOKTU

Biz atanan avukatlara davaya katılmamalarını, savunma yapmamalarını istedik. Onlar dava boyunca her duruşmaya gelip sessizce yanımızda oturarak bu davaların hukuksuzluğunun eti kemiğe bürünmüş hali oldular. Bunun yanında daha en başta mahkeme doğru dürüst bir çevirmen ayarlayamadı. Kürtçe çevirmen yoktu. Türkçe çevirmen o kadar kötü çeviri yapıyordu ki, onları birkaç hafta sonra değiştirmek zorunda kaldık. Bu sefer de her şey baştan başlamak zorunda kalıyordu. Her şey o kadar karmaşık yürüyordu ki, sadece iddianame bile ancak bir kaç ay sonra tamamen okunabildi. Bunlar aslında hukuktaki olağanüstü halin göstergesiydi.

DAVAYA İLGİ BÜYÜKTÜ

Çok büyük bir davaydı. Dava ile ilgili bir sürü haber yayınlandı, makale yazıldı. Ve içerikte de genelikle “Kürt özgürlük savaşı”, “Türkiye’de Kürtler ezilirken burda nasıl böylesi bir dava yapılır?”, “Orada çok büyük adaletsizlik yaşanıyor” gibi şeyler söyleniyordu. Alman kamuoyunda çok eleştirisel sesler çıkıyordu. Mahkemede de çok canlı bir atmosfer vardı. Devamlı olarak davayı izleyen çok kişi vardı. Sadece Kürtler ve Türkler gelmiyordu aynı zamanda Almanlar da oldukça ilgi gösteriyordu. Mahkeme salonunda yer olmadığı için insanlar dışarıda bekliyordu. Dışarıda şarkılar söyleniyor, halay çekiliyor, sloganlar atılıyordu. Ordaki atmosfer gerçekten çok canlıydı. Bu tabi bize de yardım ediyordu, biz de müvekkillerimize davaya büyük bir ilginin olduğunu aktarmaya çalışıyorduk.

TÜRK DEVLETİNİN DELİLLERİ KULLANILDI

O dönem tabi Almanya’dan Türkiye’ye bir çok defa dava gerekçesi için materyaller istendi. Türk devleti de bunları mahkemeye gönderdi. Türk devletinin dava ile ilgili görüşünü dava savcılarına gönderdi, savcılar da bunu kullandı. Biz devamlı olarak bunun hukuksuz olduğunu, bu dökümanların yabancı bir ülke tarafından gönderildiğini, kendi tahminlerine göre Türk devletinin bu dokümanları hukuksal olmayan yollarla elde ettiğini söyledik ve bu da davadaki büyük tartışmalardan biriydi.

DÜSSELDORF DAVASINI UNUTAMIYORUM

Benim hatıralarımda Kürtlerle ilgili en büyük yeri Düsseldorf Davaları yer etti. Ne zaman mahkemelere gidersem o davayı hatırlıyor, kendimi o mahkeme salonunda hissediyorum. Biz avukatları müvekkillerimizden ayıran yüksek bariyerlerin önünde, onlar ise arkasında oturuyordu ki, bu zaten o davanın sembolüydü bence. Sanıklar savunmalarına, avukatlarına yabancılaştırılıyordu. Bu benim en çok aklımda kalan şeydi ve unutamıyorum.”

Düsseldorf davasından toplam 20 kişi yargılandı. Bu yarılananların arasında, Duran Kalkan (Abbas), Selahattin Çelik (Selim Hoca), Ali Haydar Kaytan (Fuat), Ali Çetiner Cafer), Meral Kıdır (Zehra), Hasan Hayri Güler (Oktay), Hüseyin Çelebi…


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 27.12.2023

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑