Makaleler

Published on Ekim 31st, 2023

0

Ekim Devrimi’nin 106. yılı: İşçi sınıfı neden devrimcidir? | Volkan Yaraşır


Ekim Devrimi,  bir yoruma göre 5 bin yıllık bir yoruma göre 7 bin yıllık sınıflı toplumların tarihinde bir karşı tarihi ifade eder. Başta işçi sınıfı olmak üzere alt sınıfların muazzam bir özgürleşme ve geleceği fethetme pratiğidir. Kolektif bir ayağa kalkıştır. Marx’ın işçi sınıfının ontolojisine yönelik yaptığı vurgu bağlamında sınıfın yıkıcı gücünün çıplak bir dışavurumudur. Bu güç sadece sınıf egemenliğinin en konsantre hali olan devleti değil, bir sistemi oluşturan bütün dinamikleri yıkacaktır. Ekim Devrimi gerçek manada bir yıkma eylemidir. Ezilenlerin zaman kadar eski öfkesinden beslenen Ekim Devrimi, onların rüyalarının, hayallerinin, acılarının ve umutlarının hakikate dönüşme halidir. Ekim Devrimi, dünya devriminin bir anlamda açılışıdır. Zincirin en zayıf halkasından kopmasıdır. Hayallerin ayaklanması ve hayallerin iktidara taşınmasıdır. Gerçekçi olup imkansızı isteme halidir. Ekim Devrimi bugündeki gelecektir. İşçi sınıfının Paris Komünü geleneğinden yürüyerek gerçek manada gökyüzünü fethetmesidir.

Ekim Devrimi aynı zamanda sınıfın kurucu gücünü yani Sovyetler ve Fabrika Komiteleriyle geleceği inşa etmesini ifade eder. İkisi de sınıfın öz örgütlenmesi olan bu yapılar aynı zamanda sınıfın kendini ilga etmesini sağlayacak organlar olarak yakıcı önem taşır. Devlete karşı ya da devletin sönümlenmesini koşullayan bu örgütlenmeler, sınıfın muktedir oluşunu ve yönetme yeteneklerini dışa vurur. Lenin’in ifadesiyle aşçı bir kadının devlet yönetecek donanımda olmasını sağlar. Sınıflar mücadelesinin zenginliği içinde ve devrimci durumlarda ortaya çıkan bu örgütlenmeler aynı zamanda “Nasıl bir sosyalizm?” sorusunun cevabını hayatın ve kavganın içinden verir. Sovyetler işçi, köylü ve asker Sovyetleri olarak hayata nüfuz eder ve alt sınıfların yaratıcı zenginliğini ve hayata kafa tutuşunu gösterir. Fabrika Komitelerine işçilerin Devrimin Çocukları adını vermesi boşuna değildir. İşçiler devrimci mücadelenin ateşi içinde bu örgütlenmeleri yaratırlar. Sokakta, çalışma alanlarında devrimin ateşini tutuştururlar. Sınıfın silahlanmasını örgütlerler. Sovyetler bir işçi parlamentosu olarak tarihin en demokratik işleyişine sahne olur.  Zengin tartışmalar, alınan hayati kararlar ve uygulamalarıyla işçi demokrasisinin yaşayan bir şey olduğunu ve teori-pratik arasındaki gerçek rezonansı ortaya koyarlar.

Ekim Devrimi aynı zamanda devrimci öznenin yani partinin hayati önemini ortaya koyar. Ekim Devrimi’nin Bolşevik Devrimi olarak anılması boşuna değildir. Bolşevik Parti’nin olmadığı koşullarda Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi olanaklı değildi. 5 yıl gibi uzun bir devrimci durumun yaşandığı ve İşçi Konseylerinin kurulduğu, geçici iktidar pratiklerinin görüldüğü Almanya deneyimi buna çok somut bir örnektir.

Bolşevik Parti en özlü ifadeyle sınıfın yıkıcı gücünün kristalize oluşudur.

Ekim Devrimi konsantre bir şekilde şöyle tanımlanabilir: Ekim Devrimi: 11. Tez artı Sovyetler.

11. Tez, “Tek Yol Devrim” demektir. Yani sınıfın yıkıcı gücünü/ enerjisini açığa çıkaracak ve kristalize edecek, tüm ezilenlerin enerjisiyle birleştirip bir pota içinde toplumsal kasırgaya dönüştürecek, sisteme yöneltecek güçtür. Çünkü aslolan değiştirmektir, aslolan yıkmaktır. Bunu yalnızca devrimci parti örgütler, yani Bolşevik Parti… Sovyetler ise sınıfın kurucu gücünü ortaya çıkarır ve sınıfın kendini ilga etmesinin temel organları olarak işlev görür. Doğrudan demokrasiyi yaratır.

Ekim Devrimi, proletaryanın tarihin öznesi ve devrimci bir sınıf olarak başka bir alem yaratma kudretini gösteren muhteşem bir pratiktir. Bu makale içeriğini Ekim Devrimi’nden alarak proletaryanın neden devrimci bir sınıf olduğuna ilişkin konsantre açılımları içermektedir.

Aktif özne olarak proletarya

Marx, teorik külliyatında işçi sınıfını hem felsefi, hem politik, hem de iktisadi bir özne olarak ele alır. Marx’ın işçi sınıfına yönelik analizlerini iki eksende tanımlamak mümkündür. Marx’ın ilk dönem eserlerinde proletarya ağırlıkta felsefi bir kategori olarak incelenmiş ve ele alınmışken, geç dönem çalışmalarında ise proletaryanın devrimci özneliğine ilişkin açılımlar belirleyicidir.

Marx’ın her ne kadar sınıf üzerine spesifik bir çalışması olmasa da aslında Marksist sistematiğin bütünü sınıfın tarihsel ve devrimci rolüne ilişkindir. Bu tanımlamamız Marx’ın en soyut felsefi çalışmaları için geçerli olduğu gibi, Kapital gibi multidisipliner ve katmanlı çalışmaları için de geçerlidir.

Bu noktada şu vurguyu yapmamızda yarar var: Marx’ı düşüncesini, genç Marx  ve olgun Marx  dönemleri olarak ayırıp, 1844 El Yazmaları yazarı ile Kapitalin yazarı arasında, epistemolojik  kopuşlar olduğunu ileri süren ve bunun üzerinden bir Marx imajı/teorik açılımlar yapan eğilimlerden  öte Marx’ın düşünsel birikiminin  bir bütünlük taşıdığını, çok yönlü, çok boyutlu ve çok katmanlı bir içeriğe sahip olduğunu, teorik gelişiminin diyalektik sıçramalar ve yoğunlaşmalar (kopuşlar, kopuştan kopuşlar) şeklinde biçimlendiğini düşünüyorum. Ayrıca Marx ve Engels’in çok zengin bir şekilde diyalektik ve tarihsel materyalist bir yöntemle toplumsal ilişkileri analiz ettiği kanaatindeyim.

Marx ilk çalışmalarında Prometheus, felsefe ve proletarya arasında bir iç bağlantı kurar. Böylesi bir tutum, aslında felsefenin soyut bir tartışma ve spekülasyondan öte devrimci karakterine ilişkin yaklaşımın ifadesidir.  Marx doktora tezi olan Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri (1841) adlı çalışmasında Prometheus’u tanrılara kafa tutmasından dolayı selamlar. Prometheus’la felsefe arasında bir ilişki kurarak felsefenin tüm otoriteleri reddettiğini ve yeryüzündeki ve gökyüzündeki tanrılara karşı bir kafa tutuş manasına geldiğini söyler: “Felsefe ne yerde ne de gökte otorite tanımaz” der.

Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi Katkı, Giriş’te (makale Alman-Fransız Yıllıkları içinde yayınlanmıştır-1844) bu tanımlamaları bir adım daha ileri götürür. Tez çalışmasında Prometheus ile felsefe arasında kurduğu bağı, bu sefer felsefeyle proletarya arasında kurar. Marx için artık sorun felsefenin gerçekleşmesi sorunudur. Bu adım bir anlamda felsefede devrim anlamına gelecektir. Artık tüm düşünce tarihini belirleyen “felsefe yapma” edimi, yerini eyleme yani felsefenin gerçekleşmesi eylemine bırakacaktır. Felsefenin gerçekleşmesi bu noktada teorik bir sorun olmaktan çıkar, pratik bir içeriğe bürünür. Bu aynı zamanda felsefenin devrimci karakterine ilişkin bir açılımdır.

Marx’ın deyimiyle “ felsefe dünyaya başkaldırır”. Felsefe gökteki ve yeryüzündeki bütün otoritelere başkaldırıdır. Bu başkaldırı eylemi ya da felsefenin gerçekleşmesi, ancak toplumsal- maddi bir güçle realize olabilir. O güç Marx için proletaryadan başkası değildir. Ve Marx, o muhteşem ifadeyi kullanır: “ Felsefe proletarya ortadan kaldırılmaksızın bir gerçeklik haline getirilemez,  proletarya da felsefe bir gerçeklik haline getirilmeden ortadan kaldırılamaz”.

Marx kurduğu bileşkeyle bir anlamda proletaryanın en karakteristik özelliğine vurgu yapar: Yani başkaldırıya… Prometheus  başkaldırandır ve bir “Ateş Hırsızıdır”. Proletarya da modern dönemin Ateş Hırsızıdır. Prometheus, din eleştirisine yönelik mitolojik bir metafor/aktör olarak öne çıkarılırken, yeryüzündeki otoritelere karşı başkaldıran aktör ise  proletaryadır. Aslında asıl vurgu yeryüzündeki mücadelenin belirleyiciliğine ilişkindir. Artık yeryüzü ve gökyüzündeki otoritelere karşı mücadele aynılaşmış ve birleşmiştir. Ve yeryüzündeki egemenlerin ortadan kaldırılması aynı zamanda gökyüzündeki otoritenin egemenliğine son verilmesi anlamına gelecektir. Bu aynı zamanda dönemin felsefe yapma biçimi olduğu kadar siyaset yapma biçimi  olan din eleştirisinin sonu demektir. Marx net bir tanımlama yapar: “Böylece gökyüzünün eleştirisi, yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi, hukukun eleştirisine ve teolojinin eleştirisi politikanın eleştirisine dönüşür” der.

Marx , 1844 El Yazmaları’nda felsefe ve iktisadi eleştirilerini birleştirir, kapitalizmin iç dinamiği üzerine yoğunlaşır  ve yabancılaşma  teorisini kurar. Çalışma aynı zamanda proletaryanın iktisadi koşullarına odaklanır. Çalışmada felsefenin dünyalaşması, dünyanın felsefeleşmesine bağlı olarak kapitalizme karşı mücadelede felsefe ve proletaryanın birbirinden ayrılmaz iki eksen oluşturduğunu yazar: “Felsefe maddi silahlarını nasıl proletaryada buluyorsa, proletaryada tinsel silahlarını felsefede bulur”.

Marx’ın ilk dönem çalışmalarında proletarya kavramı soyuttur ve aynı zamanda felsefi bir kategori olarak ele alınır. Proletarya, felsefenin karşısında pasif bir özne konumundadır.

Özellikle 1844 Silezya dokuma işçilerinin ayaklanması, Marx’ın proletarya üzerine fikirlerinde önemli değişiklere yol açacaktır.

Marx’ın geç dönem eserleri ise ağırlıkta politik iktisadın eleştirisi ve kapitalist sistemin işleyiş yasalarının analizi üzerinedir. Burada yanlış anlaşılmaya izin vermeden sınıf mücadelesiyle doğrudan bir bağ kurularak politik iktisadın eleştirisi yapılır ve kapitalist işleyiş yasaları analiz edilir. Bu analiz bir başka bağlamda onu yıkma yasalarının analizi anlamına gelecektir. Grundrisse ve özellikle Kapital çalışmaları bu dönemin zirve eserleridir. Grundrisse aslında kökleri 1857-1858 yıllarını kapsayacak bir boyutta Marx’ın bütün kritik eserlerinin taslağı ve hazırlığı niteliğindeki çalışmalarını içerir. Grundrisse,  Marx’ın bir nevi düşünsel alüvyonlarını oluşturur. Serbest bir yazım içeriğinde olduğundan, içinde son derece bereketli ve farklı temaları, vurguları, düşünsel esinleri, sofistikasyonları barındırmasıyla dikkat çeker. Kitaba konu olan Defterlerin satır aralarında Marksizmin ilginç patikalarına yollar açılır. Her zaman üzerinde arkeoloji yapılması gereken bir kitaptır. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859), Kapitalin ilk taslağı (1861-63) ve Kapitalin her cildinin yazılmasından oluşan notları kapsar. Proletaryanın tarihsel rolüne ilişkin önemli açılımlar vardır.

Öte yandan Marx, Kapital III. Cildinin son bölümünde sınıf üzerine özel olarak durur. Ayrıca Gotha Programının Eleştirisi (1875) proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve komünizm tasavvuru, bu tasavvuru gerçekleştirecek proletaryanın karakteristik özellikleri  ve proletarya  enternasyonalizmi ve işçi sınıfının partisi üzerine önemli analizleri içeren bir çalışmadır.

Bunun yanı sıra tarihsel materyalizmin bir anlamda pratiğe uygulanmasının muhteşem örnekleri olan Fransız Üçlemesi (ilk iki çalışma erken dönem eserleri içinde sayılabilir) 1848 Devrimleri ve 1871 Paris Komünü üzerinden proletaryanın toplumsal maddi bir güç olarak tarih sahnesindeki rolünü ve yıkma kudretini gösteren ve devrimin öznesi olarak kendini inşa sürecini ortaya koyan ve geleceği fethetme pratiğine ilişkin son  derece sarsıcı çalışmalardır.

Bütün bu çalışmalarda Marx, teorik olarak spesifik konular üzerinde yoğunlaşsa da felsefeden asla uzaklaşmaz. Sık sık felsefi açılımlar ve analizlere başvurur. Felsefe Marx için bir düşünme ve eylem biçimidir. Aslında her felsefi açılımı bir başka bağlamda proletaryanın tarihsel rolünün açığa çıkmasıyla ilintilidir. Bu noktada özellikle yöntem tartışmaları önem arz eder.  Bu yöntemi Marx, “soyuttan somuta” ulaşma olarak açıklayacaktır. Marx soyuta ulaşmak için somut gerçekliği baz alır. Somut gerçeklik ise düşüncede, yani soyutta oluşur. Yani yöntem konsantre biçimde somuttan soyuta, soyuttan somuta doğru biçimlenir veya diyalektik bir akış içindedir. Bu noktada E. İlyenkov çalışmaları dikkat çekicidir. İlyenkov Kapital’i baz alarak soyut ve somutun diyalektiğini üzerinde yoğunlaşır ve önemli ve katmanlı açılımlar yapar.  İlham kaynağı Lenin’in Marx’ın diyalektiğinin en sistemli ve yaşayan bir diyalektik olarak Kapital I’de inşa edildiğine ilişkin notları olacaktır.

Marx, geç dönem çalışmalarında eleştirinin tek başına yeterli olmadığının altını çizer (Sol Hegelcilikten kopuş süreci) pratiğe, daha geniş manada praksise vurgu yapar. Hakikat ve pratik ilişkisi/diyalektiği üzerinde durur. Toplumun eleştirisinin toplumsal ve tarihsel olarak pratiğin görevi olduğunu yazar. Tarihin, dinin, felsefenin ve öteki teorilerin devindirici gücünün eleştiri değil, devrim olduğu söyler. Sınıf hareketinin Avrupa çapında gelişimi, 1848 Devrimleri, 1871 Paris Komünü deneyimi teoriye yansımalarını bulur. Marx’ın düşünce sistematiğinde proletaryanın merkezi bir konumda oluşu ya da odak noktasını oluşturması sarihleşir. Soyut bir kategori olmaktan çıkar aktif bir özneye dönüşür.

Marx, bu dönemki çalışmalarında işçi sınıfının politik, pratik ve tarihsel rolüne ilişkin önemli vurgular yapar. Proletaryanın üretim süreci içindeki yeri ve rolü üzerine yoğunlaşır. Marx, kapitalist üretimin artı-değer üretimine dayanan ve artı-değer üretimini sağlayan yasalarla gerçekleşen bir işleyişe sahip olduğunu analiz edecektir. Kapitalist üretim sürecinin hem değer üretim süreci aynı anlama gelen sermaye üretim süreci olduğunu, hem de temel antagonist ilişkilerin üretim, yeniden üretim süreci olduğunu belirtir. Bu antagonizma iki aktif özne üzerinden şekillenir: Sermaye(burjuvazi) ve Emek(proletarya). Sermaye sınıfının varoluş koşulu, artı- değer sömürüsüdür. Artı-değer üretimi sınıflar arası antagonist ilişkinin temelini oluşturur. Marx bu antagonizmadan hareket ederek, işçi sınıfının devrimci bir sınıf olmasının ontolojik boyutları üzerinde durur. Onu yıkıcı ve aktif bir özne olarak analiz eder. Toplumsal tarihsel konumuyla bağ kurar. Kapitalist sistemi yıkacak, komünist toplumu inşa edecek özel bir sınıf olduğu için devrimci bir karaktere sahip olduğunu yazar. Proletaryanın özel mülkiyet dünyasını ilga edecek, evrensel bir sınıf olarak, evrensel özgürlüğün/kurtuluşun öznesi olduğunun altını çizer. Kısaca Marx için proletarya kurtarıcı bir fetiş, mistik bir güç ya da metafizik bir figür değil, kapitalist üretim süreci içindeki stratejik yeri ve rolüyle, kolektif aksiyon yeteneği ve mülksüz bir sınıf olmasıyla devrimci potansiyel taşıyan, gerçek ve sahici kolektif bir sınıftır. Ve aynı zamanda yıkıcı bir güçtür.  En başat özelliği enternasyonal karakteridir.

Kapitalist zincir üretildiği yerde kırılır

İşçi sınıfının devrimciliği kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan bir olgudur. İşçi sınıfının mülksüz bir sınıf olması, yaşamak için emek gücünden başka bir şeye daha net bir ifadeyle üretim aracına sahip olmaması, kolektif aksiyon yeteneği, devrimci niteliğini besleyen faktörlerdir.

İşçi sınıfının kapitalist üretimdeki nesnel konumu, kolektif davranma yeteneği ve her gün hayatı üretme ve yeniden üretme performansı sınıfın tarihsel özneliğini şekillendiren olgulardır.

Burada bir şeyin altını çizmekte yarar, işçi sınıfının devrimciliğine ilişkin vurgumuz bir potansiyele ilişkindir. Aslında devrimci olan onun kendi eylemidir. Yani bu potansiyelin sınıf mücadelesi ve pratiğin içinde açığa çıkmasıyla ilintilidir.

Bu noktada sınıf kapasitesi kavramı önem taşır. Bu kavram sınıfın kolektif hareket etme, toplumsal etki yaratma ve değiştirme gücünü ifade eder. Bu da üç boyutta/ eksende biçimlenir: Sınıfın örgütsel, yapısal kapasitesi ve hegemonya ya da karşı hegemonya inşa edebilme kudreti (Aynı olgular egemen sınıflar içinde geçerlidir). Bir başka bağlamda söylediklerimiz sınıfın nesnel ve öznel şekillenişine tekabül eder. Her pratik ve her eylem bu manada önem taşır. Sınıfın her eylemi özü itibariyle enternasyonal mahiyettedir. Ve bir birikimi ifade eder. Kısaca sınıfın kimliği, bilinci, eylem potansiyeli ve örgütlenme kapasitesi arasında diyalektik bir ilişki vardır. Bu boyutların herbiri birbirini etkiler, besler ve geliştirir.

Tersten yaşanan bir süreç ise negatif sonuçlar doğurur.  Sınıfın bilincinde ve kimliğinde aşınmalar, örgütsel ve eylem kapasitesinde zayıflamalar ortaya çıkar. Eylem ve sınıf mücadelesinin ateşi sınıfın bilincini şekillendirdiği gibi sınıfın yaratıcı yeteneklerini de besler.

Kısaca Marx’ın “işçi sınıfı ya devrimcidir ya da hiç bir şeydir” sözleri, anlamını pratiğin, eylem ve kavganın içinde bulur.

Yani devrimci potansiyel eylem ve pratik içinde kinetik hale gelir, açığa çıkar, yıkıcı bir enerjiye dönüşür. Bu aynı zamanda sınıfın bir sosyal anafora dönüşme halidir. Sınıf, sosyal anafora dönüşme kabiliyetiyle tüm ezilenleri bir eksende birleştirir ve enerjilerini yıkıcı enerjiye dönüştürür.

İşçi sınıfının siyasal öznesi yani devrimci- komünist parti bu noktada devrimci enerjinin açığa çıkmasını, bu enerjinin kristalize olmasını, sisteme yönelmesini sağlayan kolektif bir hafıza ve sınıfın kolektif aksiyon yeteneğine göre şekillenmiş kolektif bir özne olarak hareket eder.

İşçi sınıfın devrimciliği öz olarak geleceği fethetme pratiğidir.

Gelecek, yeni Ekimlerin yaratılmasıyla kazanılacaktır.


Volkan Yaraşır – Yeni Yaşam Gazetesi – 29.10.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑