Kitap

Published on Şubat 14th, 2024

0

Fatoş Güney: Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun!.. | İskan Tolun


Fatoş Güney’in Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun adlı kitabını soluk soluğa, lâkin titizlikle okudum. (İthaki yayınları: 1742/ 1. Baskı, Kasım 2020. İstanbul) Kitabın ismi, Duvar filmin ilk adıdır. Kitap, bir Anı-Roman ve oldukça akışkan bir dille, gayet anlaşılır bir stille betimlenmiştir. Harika bir eser, hatta bir şaheser ortaya çıkmıştır. Öncelikle Fatoş hanımı kutlarım bu değerli çalışmasından dolayı. Aslında bu kitabı, çıkar çıkmaz almıştım, hatta birkaç tane aldım. Arkadaşlara/dostlara hediye olarak dağıttım. Ama kendim okumadım, okuma fırsatım olmadı daha doğrusu. Zira, elimde çeviriyi/basılmayı (Deniz’in Ütopyası/Deniz’ Utopie-Rovîyê Xasûk/Der Schlaue Fuchs) bekleyen iki kitap vardı ve (Ha, bir önceki romanıma -3 Kafadarın Dönüşü- Yılmaz Güney de duhul olmuştu.) okunması gereken yüzlerce kitap raflarımda öylece duruyordu vs… Neyse, çok yoğundum. Nasıl olsa, “Yılmaz Güney ile ilgili her bir şeyi biliyorum, uygun bir zamanda, bir çırpıda okurum,” dedim ve öylece raflarda kalmış, unutmuştum. Bir baktım ki arada, neredeyse dört yıl geçmiş.

Kitabı okumaya başlayınca, hayranı olduğum Yılmaz Güney ile ilgili bilmediğim birçok şeyin olduğunu hemen idrak ettim. Sadece Yılmaz Güney’in hayatını anlatan bir kitap değil, Fatoş Güney’in ailesinin, Yılmaz Güney’in ailesinin, babasının ve hatta dedesinin de hikayesini anlatan bir kitaptır ve aynı zamanda Türkiye, Kürdistan ve hatta dünya genelindeki politik/jeopolitik konjektörün de bir panoraması olarak algılamak/görmek mümkündür…

Yeni öğrendiğim gelişmelerin/Olayların etkisiyle çektikleri acıları yüreğimde hissederek okuyordum. Ve kitap bittiğinde, “Yılmaz Güney ile bütünleşmiş bir yürek, bir ana kraliçedir Fatoş Güney!..” demekten kendimi alamadım. Samimiyetle yazmış ve bütün spekülatif haberlere, mesnetsiz dedikodulara, yalanlara, hicivlere, karalamalara karşı dürüstçe yanıtlar vermiş…

Değerli yazar, okuru peşinden heyecanla köşe bucak sürüklerken, arada bir Yılmaz Güney’e özgün espriler aktarmakla da apayrı bir renk katmış romana. Okuru heyecanlandırdığı kadar güldürüyor da; bir an olsun o acıları unutturuyor.

Yılmaz Güney, Sosyalist bir devrimci olduğundan ve bu tutumunu cesurca yürütme biçiminden dolayı mevcut despot sistemin alakasını yeterince cezbediyordu zaten. Bu açıdan bakıldığında, yurt dışına kaçmasına göz yumulduğu gibi, Yumurtalık olayının da titizlikle ve sinsice hazırlanmış bir senaryo ile maalesef vuku bulmuş, bir provokasyon olduğu gerçeğini de ortaya çıkıyor. Evet, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığının bir gerçeği, kanıtıdır bu kitap…

Her zaman devrim yüklüydü Yılmaz. Yurtdışında da, her fırsatta, 12 Mart/12 Eylül, askeri faşist cuntanın nasıl, ülke üzerinde, insanlık üzerinde bir silindir gibi geçtiğini ve budadığı evrensel insan haklarını, lağvettiği demokrasiyi özgün anlatısıyla Fransız/Yabancı gazetecilere anlatıp onları cezbediyor, peşinden sürüklüyordu. Zindanları, işkenceleri, Mahirleri/Denizleri anlatıyor ve özellikle değindiği kürt sorununa büyük ilgi duymalarını sağlıyordu. Kürt halkı üzerindeki baskılarda, darbecilerin bu kadim halkı “Kart-Kürt” sesine indirgemesine isyan ederek anlatmasını sürdürürken, alabildiğine şaşırtıyordu onları…

Edi’yle Yılmaz Rodos’tan ilk uçakla Paris’e gelmişlerdi. Vakit akşam üstüydü. Paris’in büyüleyici atmosferi, rengârenk ışıkları, heybetli anıtları ilk görüşte etkilemişti Yılmaz’ı. Haykırmak geldi içimden, avazı çıktığı kadar bağırmak…

“Durun, beni dinleyin! Haberiniz var mı benim ülkemde yaşanan acılardan? Öldürülenlerden, hapishaneden? Haberiniz var mı işkencelerden, darağaçlarından, on yedi yaşındaki Erdal çocuğun yaşı büyütülerek asıldığından? (265. Sayfa)

Eyfel kulesinde Havai fişeklerle bir gösteri yapılıyor ve ailecek balkondan izleyebiliyorlar:

Vatandaşlıktan çıkarma kararı onu çok sarsmıştı, hazmedemiyordu bir türlü. Doğru söyleyeni dokuz köyden koyarlardı, biliyordu. “Yaşasın onuncu köy,” diye bağırdı Yılmaz patlayan fişeklerle dolu gökyüzüne. (289. Sayfa)

Kırk yedi yaşında vefat etti. Yaşasaydı daha neler neler yapacaktı kim bilir? Ülkesinden kaçtı ve yurtdışında Yol filmiyle büyük ödül aldı. Ülkesinde ise, Baba filmiyle hak ettiği ödüllü bir başkasına verdiler. (Cüneyt Arkın kabul etmedi ama Serdar Gökhan üzerine atladı)

Son, tasarladığı bir film için defalarca İspanya’ya gidip geliyor ama ömrü yetmedi buna. Yazık!.. Ancak Yılmaz çekeceği filme anlamlı bir isim bulmuştu: Boğanın Ölümü (319. Sayfa)

Acı acı güldü Yılmaz, o güzel, bembeyaz dişleri göründü. Bir an için yüzü aydınlandı, sonra yine keder bastı gözlerini.

“Bir de… bir de, Kenan Evren’e bir mektup yazmak istiyorum. Onun yüzüne bir halk düşmanı olduğunu haykırmak istiyorum. Bir kağıt, kalem al!” (331. Sayfa)

Yılmaz kemikten ibaret kalmış parmaklarıyla elimi tuttu. “Senden bir şey isteyeceğim mavi kuş. Söz ver bana, eğer ben yapamazsam mutlaka sen yapmalısın!”

“Neyi ben yapmalıyım Yılmaz’ım?”

“Yazmalısın, mutlaka yazmalısın! Yazacaksın değil mi? Anlatacaksın beni, kendini, yaşadıklarımızı, direncimizi, zor günleri…” (333. Sayfa)

Evet, Yılmaz Güney’in vasiyeti üzerine, harika bir şaheser çıkarmış ortaya Fatoş hanım. Fatoş Güney’in duruşuna, azmine, direncine, sabrına, kararlığına ve Yılmaz Güney’in değimiyle, “Arnavut indına” hayran kalmamak mümkün değildir. Fatoş Güney’in bu harika kitabını okuduktan sonra bayan yazarlara yönelme gereğini duydum, nedense? Sevgili Ragıp hocanın (Zarakolu) hediye olarak gönderdiği Rosa Luxemburg, Türkiye Üzerine Yazılar adlı (Belge yayınları 1. Baskı Temmuz 2013/İstanbul) kitabı okuyorum bu ara.

Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun adlı Anı-Romanın filmi çekilecekmiş. Yılmaz Güney’in bütün sevenleri gibi ben de sabırsızlıkla bekliyorum. Umarım çok güzel bir ortamda çekilir ve çok başarılı olur bu film. Başrolünde kim oynar acaba? heyecanla bekliyoruz!..

Özel not:

Fatoş hanım ile Yılmaz (Oğlu) Güney’e saygı ve sevgilerimi sunarım!..


İskan Tolun – 14.02.2024


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑