Söyleşiler

Published on Ocak 12th, 2024

0

İbrahim Çiçek ile Partinin 7. Kongresi ve tasfiyecilik üzerine söyleşi


Özgür Yorum programında Türkiye ve dünyada tasfiyeci saldırıları ve MLKP’nin 7. Kongresinin tasfiyecilikle mücadele bakımından önem ve anlamını değerlendiren Marksist Teori Dergisi yazarı İbrahim Çiçek, devletin MLKP’yi tasfiye etmeyi hedeflediğini ve bunu da açık dile getirdiğini hatırlattı. MLKP’nin 7. Kongresinin devlete, “buradayım ve sana meydan okuyorum” dediğini kaydeden Çiçek, tüm devrimci örgütlere de tasfiyeciliğe karşı mücadele çağrısı yaptığını vurguladı.

Dünya çapında emperyalizmin, faşist, sömürgeci devletlerin devrimci harekete yönelik baskı ve saldırıları, tasfiye girişimleri sürüyor. Bunların da bir sonucu olarak devrimci saflarda illegal örgütlenme ve silahlı mücadeleden uzaklaşma, kitleleri yasallık ve parlamenter mücadele etrafında örgütleme eğilimi yaygınlaşıyor. 

Kuşkusuz bu koşullar altında gizli, illegal örgütlenme ve silahlı mücadelenin meşruluğundan vazgeçmeyen, sınıf mücadeleleri tarihinin tanıdığı bütün mücadele biçimlerini meşru gören devrimci örgütler bütün bu siyasi ve ideolojik saldırılara karşı direniyor. Devrimci hareketlerin içinde çıkan tasfiyecilik ve faşist devletin dışarıdan tasfiye saldırılarının hız kesmeden sürdüğü koşullar altında Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) 7. Kongresini topladı.

Marksist Teori Dergisi yazarı İbrahim Çiçek, Türkiye’de devrimci hareketlerin tarihindeki tasfiyeci süreçleri, politik tasfiye saldırılarına ve tasfiyeciliğe karşı mücadele yöntemlerini Özgür Yorum’da Arzu Demir’e değerlendirdi. Tasfiyeciliğin devrimci hareket saflarında mücadele anlayışı ve tarzına nasıl yansıdığını, tasfiyeciliğe karşı mücadelede MLKP’nin 7.Kongresinin anlamını ve Kongrenin mücadele çağrısı yaptığı “yasal devrimciliği” yorumlayan Çiçek, 7. Kongresini toplayan MLKP’nin faşist Türk devletine “buradayım ve sana meydan okuyorum” dediğini, aynı zamanda da tüm devrimci örgütleri faşist şeflik rejiminin fiziki tasfiye saldırganlığına ve devrimci, hareketin saflarındaki tasfiyeciliğe karşı mücadeleye çağırdığını kaydetti.

MT Dergisi yazarı İbrahim Çiçek’in gazeteci Arzu Demir’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

LENİN TASFİYECİLİKLE MÜCADELENİN TEORİSİNİ YAPAN ÖNDERİMİZDİR 

Öncelikle tasfiyecilik üzerine konuşalım. Dünya komünist hareketinin tarihinde tasfiyecilik kavramı nerede duruyor?
Lenin’in ölümünün 100. yıl dönümünde Ocak ayında şehit düşen dünya devrimcilerini; Türkiye ve Kürdistan devrimcilerini saygıyla anıyorum. Lenin’i anıyorum çünkü Lenin tasfiyecilikle mücadele teorisini yapan devrimci önderimizdir. Dolayısıyla dünya komünist hareketiyle ilgili sorduğun için ölümünün 100. yılında “dünyaya Lenin’den bakmak” kavramını da düşündüğümüzde onu anmak önem taşıyor.

TASFİYECİLİK DEVRİMCİ HAREKETİN SAFLARINDAN ÇIKAN BİR DURUM
Öncelikle iki şeyi birbirinden ayırmamız lazım. Türkiye’de devletin yürüttüğü tasfiyeci saldırılar, ikincisi bu tasfiyeci saldırıların bir sonucu-etkisi olarak devrimci saflarda ortaya çıkan tasfiyecilik. Tasfiyecilik aslında içeriden devrimci hareketin saflarından ortaya çıkan bir durum. Tasfiyeci saldırıyı ise, zaten devlet dışarıdan yürütüyor.

1905’de Rusya’da Çarlığa karşı işçi sınıfı-köylülük ayaklandı ve demokratik devrim zorlamasına giriştiler. Moskova ayaklanması oldu. St. Petersburg’da Sovyetler kuruldu. Sonra 1906-1907’de devrim yenilgiye uğradı. Ardından yenilgi koşullarında yani Çarlık zulmünün, polis-istihbarat terörünün ayyuka çıktığı koşullar altında Bolşevik Parti saflarında önemli sapmalar açığa çıktı. Menşeviklerin saflarında da çıktı bunlar öncü partinin, illegal devrimci örgütün varlığını, devrimci partinin programını reddeden sağcı bir eğilimdi. Bolşevik parti saflarında çıkan ise, daha çok açık-legal mücadele imkanlarını reddeden, partinin sırf illegal olmasını, illegale hapsolmasını isteyen sol tasfiyeci eğilimdi. 

Lenin tabii bu iki eğilimle de mücadele etti. Lenin’in en önemli eserlerinden -hatta felsefi alanda en önemli eseri olan- Marksizm ve Ampriokritisizm’i tam olarak gericilik yıllarında tasfiyecilikle ve onun en önemli düşünürleriyle mücadele koşulları altında yazdı. Tabii Bolşevik Partisi gerek işçi sınıfıyla bağlarını gerekse devrimci çizgisini tasfiyecilikle mücadele içerisinde koruyabildi. Hatta şöyle bir örnek vereyim; Bolşevik Partisi içinden çıkan otsovistler, ultimatomcular yani kuyrukçular ki onların içerisinde Gorki’de dahil Rus devrimci hareketi içinden yer alan çok önemli isimler de vardı, Lenin bunlarla ayrıca da mücadele etti; öncü parti varlığını, gelişimini sürdürdü.

LENİN TASFİYECİLİĞİ ANALİZ ETTİ
Rusya’da gördüğümüz neydi? Stolphin gericiliği dönemiydi, Rus Çarlığı devrimci hareket üzerinde terör estiriyordu. Devrimci saflardan büyük bir kaçış vardı. Fiziki kaçıştan, fiziki terörden bahsediyorum. Sibirya’ya yüzlerce, binlerce, on binlerce sürgün, ve Avrupa’ya kaçışlar yaşanıyordu. Bu koşullar altında, saflarda bu baskının, Çarlık rejiminin-Çarlık Devleti’nin estirdiği terörün sonucu olarak Bolşeviklerin ve Menşeviklerin saflarında “yeni” düşünceler yani tasfiyeci dediğimiz düşünceler açığa çıktı. Bir taraftan sağ ya da sol tasfiyeci düşünceler bir taraftan devletin baskısı devrimci hareketi kuşatma altına alıyordu. Bir yandan dışarıdan Çarlığın yok etme-tasfiye saldırısıyla, içeriden de tasfiyeci görüşler; ki tasfiyeci görüşler hem örgütsel hem siyasi hem de ideolojik alanda açığa çıktı ve Lenin tasfiye/tasfiyecilik kavramını analiz etti. Dünya devrimci hareketinde tasfiye kavramı yerleşti, günümüze kadar da sürdü.

MLKP 7. KONGRESİ BİR SÜRECİ ANALİZ EDİYOR

Tasfiyecilikten bahsettiniz, MLKP 7. Kongre açıklamasında da buna vurgu yapıyor. MLKP’nin 7. Kongresinde ısrarla altını çizdiği tasfiyecilik bugün devrimci hareket bakımından ne anlama geliyor? Nasıl bir tehlike var devrimci hareketin önünde?
MLKP’nin 7. Kongresi görebildiğim kadarıyla 6. Kongresinden bugüne kadarki süreci -dahası da 2015’den bugüne kadar- analiz ediyor. 2015’in özellikleri var. Haziran seçimleri gibi büyük başarılar, hemen onun arkasından saray cuntasının yaptığı darbe ve başlattığı savaş var. 20 Temmuz’da Suruç’da Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) devrimci eylemine yönelik saldırı var, devrimci yoldaşların, devrimci siper yoldaşlarının onlarca devrimcinin hayatına son verdiler. 24 Temmuzu hatırlıyorsunuz. Medya savunma alanlarına yönelik savaş başlatıldı. Daha sonra da özyönetim direnişlerine saldırıldı. Ankara’da 10 Ekim katliamı gerçekleşti. 2015 yeni bir sürecin başlangıcı oldu.

Bu sürecin birinci en belirgin temel özelliği faşist şeflik rejimi dediğimiz diktatörlüğün kuruluşunun dönemeç noktası olmasıdır. Biraz tarihi hatırlayacak olursak iktidar ittifaklarının yenilendiğini gördük. AKP ile cemaat arasındaki ittifak bozuldu. AKP-MHP arasında AKP ile Ergenekoncular, İP arasında yeni ittifaklar doğdu ve devrimci harekete karşı çok kapsamlı bir savaş başlatıldı. Başlangıçta 2016/2017’ye kadar  faşist şeflik rejiminin kurucu terörü olarak ortaya çıktı. 2014’de bir çöktürme planı yapmışlardı ve Kürt ulusal demokratik hareketi ile görüşmeler ve bir anlaşma metni (Dolmabahçe Mutabakatı’nın) reddedilmesi sonrası büyük bir tasfiyeci saldırıya girişeceklerini ilan etmişlerdi. Özetle, 2015’den başlayan süreç komünist hareketi, devrimci hareketi tasfiye etmeyi öngörüyordu. Diğer yandan da Kürdistan özgürlük gerillasını tasfiye etmeyi, PKK’yi yok etmeyi, Kürt halkının demokratik devrimci iradesini kırmayı, Rojava devrimini yenilgiye uğratmayı vb. amaçlıyordu.

DEVRİMCİ ÖRGÜTLERE YÖNELİK TERÖR SALDIRISI BAŞLATILDI
Dolayısıyla böyle bir süreç başladı. Terör süreci çok kapsamlı şekilde yıllara yayıldı. Ve bu terör süreci içerisinde bir yandan devrimci örgütlerin kitlelerle ilişkisi koparılmaya, bir yandan da devrimci örgütlerin siyasi ve örgütsel çalışma alanları daraltılmaya, tasfiye edilmeye çalışıldı. Devrimci örgütlere yöneltilen tutuklama, gözaltı terörüyle, işkence ile yani kadroların ve örgütlerin fiziki tasfiyesi ile daha ileri bir noktaya giderek de devrimci önderlere yönelik suikastler yürürlüğe sokuldu ve burada PKK’nin önder kadrolarına yönelik suikastleri hatırlıyoruz. Baran Serhat (Bayram Namaz) yoldaşa yönelik suikasti, geçen sene Zeki (Gürbüz) ve Özgür (Namoğlu) yoldaşa yönelik suikastleri, Osman Nuri Ocaklı (Yılmaz Bahrereş) yoldaşa yönelik suikasti hatırlıyoruz. Türkiye devrimci hareketinin kadrolarının bu tehlike ile karşı karşıya yani sürece yayılmış kapsamlı ve sistematik bir yok etme saldırısı aynı zamanda devrimci hareketin kitlelerle bağını sınırlandırmayı, onları örgütsel siyasi bakımdan daraltmayı dayatıyor ve bu yönde sonuçlar da üretiyor.

EMEKÇİ SOL HAREKETİN SAFLARINDA YASALCILIK, PARLAMENTARİZM GELİŞİYOR
Faşist saray rejimi hiç başarılı olmadı diyemeyiz. Ama karşılarında bir de devrimcilerin direnişi var tabii ki. Faşist terörün baskısı ve psikolojik savaşla birleşmiş bu durum devrimci örgütlerin saflarında duygu ve düşüncelerinde, her şeyden önce kitlelerin saflarında etki yaratıyor. 10 Ekim katliamından sonra kitle katliamları ve faşist devlet terörü bir korku iklimi oluşturdu bu korku iklimi nedeniyle kitlelerde geriye çekiliş oldu. Özellikle binler, on binler halinde sokağa çıkmaktan bir geri çekiliş oldu. Çünkü MİT güdümlü DAİŞ katliamları doğrudan doğruya kitlelere yönelikti. Kitleleri caydırma, geriye itme amaçlıydı. Kitleler geriye doğru itilince veya geri çekilince tabii ki kitleler ile devrimci örgütler, devrimci öncüler arasındaki ilişkiler sorunlu hale geldi. Bunu en çarpıcı şekilde yurtsever harekette görebiliriz. Çünkü nicelik bakımdan büyüklüğü ve bütün süreçlerde özgürlük mücadelesinde oynadığı rol nedeniyle daha net görünüyor. Mesela küçük bir örgütün kitlelerle mücadelesinde tuttuğu bir ağırlık yok. Onun üzerinden bu konuyu tartışamaz, deneyimleyemezsiniz. PKK gibi çok gelişkin büyük bir örgütün siyasi gücü açısından değerlendirebilirsiniz. Ya da devrimci hareket açısından MLKP olabilir. MLKP gerçekliği açısından bunu ölçebilirsiniz. Dolayısıyla bu konunun MLKP’nin 7. Kongresinde bu kadar ağırlıklı olarak gündeme gelmesi bizzat devrimci hareketin yaşadığı, içerisinden geçmekte olduğu süreçte -muhakkak kendi yaşadığı süreçte de- bu gerçekliği, bu tehlikeyi görmesiyle ilgilidir. Çıplak bir gözle görülüyor ki batıda, Türkiye’de illegal örgütlenme, illegal mücadele ve yöntemleri, illegal örgütün varlığı, onun ayakta tutulması, duygu ve düşüncesi devrimci hareketin saflarında zayıflıyor. Özellikle emekçi sol hareketin saflarında yasalcılık, legalizm, parlamentarizm gelişiyor.

TÜM BU SALDIRILAR AKTİF SAVUNMAYLA PÜSKÜRTÜLEBİLİRDİ

2015’ten bu yana devrimci örgütlerin mücadele tarzında, anlayışında neler oldu? Öncü parti yerine sendikayı, kooperatifi ikame etme tartışmalarını emekçi sol harekette görüyoruz. Dolayısıyla kitlelerde yılgınlık, geriye çekilme, düşüş tamam ama biraz da öncü güçler bakımından bu konuyu tartışalım istiyorum.
Siyasi görüş açısı etkilenmesi ve pratik politikada karşımıza çıkıyor bu durum. Birinci soru şu, böylesi tarihsel ve kapsamlı bir saldırı karşısında devrimci örgütler, hareketler ne yapmalıydı? Tarihsel bakımdan direniş yapmalıydı. Türkiye ve Kürdistan koşulları altında dünya komünist hareketinin mücadele tarihinin ortaya çıkardığı taktik konseptlerden biri olarak aktif savunma ile saldırı göğüslenebilirdi. Kuşkusuz ki aktif savunma, bütün mücadele biçimlerini kendi konseptinde ele alan bir taktik, fakat devrimci örgütlerin büyük çoğunluğu ve hareket aktif savunmaya yönelmedi.

SİLAHLI VE İLLEGAL MÜCADELENİN REDDEDİLMESİ GİBİ BİR YANI VAR
Büyük bölümü pasif savunmaya yöneldi. Pasif savunma derken de bekleme, yani bugünlerin geçmesini, terör dalgasının geçmesini bekleme. Fakat bu herhangi bir dönemde ortaya çıkan kendiliğinden gidecek bir terör değildi. Ancak direnişle püskürtülebilirdi. Tabii bu karşı koyuşun bir tarafı kitle mücadelesi, bu hiç bir şekilde ihmal edilemez, önemsizleştirilemez, hayati noktadır. Hatta devrimle karşı devrim arasında, kitleleri kimin kazanacağı çarpışmanın temel konusudur. Şu anda da bu mücadele böyle sürmektedir. Ama öbür yanı açık mücadele mevzilerine devlet öyle bir saldırıyor, yükleniyor ki bu koşullar altında illegal mücadele, illegal çalışma, değişik şiddete dayalı mücadele biçimleri çok daha önemli hale geliyor. Yani milis-gerilla mücadelesi; kırdaki-kentteki direniş daha önemli hale geliyor. Faşizme karşı mücadele bütün yöntemlerle yürür, meşrudur; meşruiyeti tartışılmaz. Ama Mersin ve Ankara eylemlerinde karşımıza şöyle bir şey çıktı. “Silahlı mücadele çağı geçmiş, zamanı geçmiş, nereden çıktı, provokasyondur” söylemleri yayıldı. Aralığın sonunda Zap’ta ve Metina’da gerilla işgalcilere karşı kapsamlı bir harekat yaptı, Türkiye’de ne tartışıldı; seçimler geliyor bu provokasyondur. 7 Ekim’de Filistin’in İsrail’e karşı direnişini düşünün, provokasyon dediler. Silahlı mücadelenin, illegal mücadele biçimlerinin reddedilmesi gibi bir yanı da var.

KENDİSİNİ KOMÜNİST ÖNCÜNÜN YERİNE KOYMAYA ÇALIŞAN SENDİKAL ÖRGÜTLER VAR
Örgütsel açıdan da bazı şeylere değinmek istiyorum. Türkiye’de mücadeleci sendikalar var. Bunlardan bazıları proletarya partisinin, öncü partinin gereksiz olduğunu, kendileri gibi sendikal örgütlenmelerin bu işleri yapabileceğini; siyasi iktidar mücadelesine önderlik edebileceğini hayalini taşıyor ve yayıyorlar. Tabii ki bunlar anarko sendikalist hareketler ama bugünkü koşullarda şekillenmiş düşünüş ve yapılar olarak karşımıza çıkıyor. Onlar için ücret mücadelesi çok önemli, sendikal haklar için mücadele çok önemli ama Kürt ulusunun özgürlüğü için mücadele etmek o kadar önemli değil, faşist diktatörlüğün yıkılması mücadelesi o kadar da önemli değil, ihmal edilebilir. Yani kısmi talepler için mücadeleye evet ama iktidar mücadelesine, politik özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesine, devrimci demokratik bir programın temel talepleri için mücadele edilmesine hayır. Niye hayır? Çünkü işçiler bunu anlamazlar. Çünkü işçiler buna gelmezler. Çünkü işçiler ancak çorba ile ilgilenirler, patatesle ilgilenirler, ücretle ilgilenirler. Daha fazlasıyla ilgilenmezler. Ya da 2000’lerin başında da vardı daha sonra geliştirildi; kooperatifçilik, üretim ve tüketim kooperatifçiliği kurmak ve bunlarla kitlelere gitmek. Kitlelere gitmek olarak gösteriliyor ama bir mücadele örgütünün yerine böyle bir kitle örgütü veya sendikanın geçirilmesi oluyor. Dolayısıyla öncü bir örgüt fikri ve eylemi de yadsınıyor. Gördük, 2000’lerin başında denenen bu kooperatifçilik devrimci bakımından hiçbir sonuç vermedi. Öyle kitlelerle ilişkiler açısından da büyük sonuçlar vermedi. Komünist hareketi de ileriye doğru götürmedi. Buna soyunan arkadaşlar da gecikmeli olarak anladılar tasfiyecilik olduğunu. Bunun özeleştirisini verdiler. Ama buradan devam edenler, popülizm yapanlar var, olabilir.

BU İŞ SENDİKALARLA, KOOPERATİFLERLE DEĞİL KOMÜNİST ÖNCÜYLE OLUR
Dünya uluslararası komünist hareketin deneyimleri, Marksist Leninist teori, Türkiye devrimci hareketin deneyimleri açısından söyleyeceğimiz şey şudur; derneklerle, kooperatiflerle, sendikalarla, esnek örgütlerle bu işler olmaz. Komünist öncünün her şekilde güçlendirilmesi gerekir. Komünist öcü örgütlenmesinin yerine bunlar geçirilemez. 150-200 yıllık işçi sınıfının mücadele tarihi; sosyalizm ve devrim mücadeleleri tarihi yeterince kanıtlarıyla doludur. Dolayısıyla herhangi bir şekilde devrimcilerin yön kaybına, bocalamaya düşmeleri için bir sebep yoktur. Devrimci, komünist hareket içinde ortaya çıkan sapmaların hepsi her şeyden önce dönemin politik, sosyal koşullarıyla ilgilidir. Bugün ortaya çıkan bu sapmalar terör dönemiyle ilgilidir, bağlıdır. Yani şöyle değil, sen bir inceleme yaptın, falanca gitti bir inceleme yaptı fikirler örtüştü değil. Halk umutsuzluğa doğru itilmeye çalışılıyor, itiliyor. “Bu iş böyle yapılmaz, olmaz duygusu” halkta örgütlenmeye çalışılıyor. Aynı duygu devrimciler üzerinde de Boca ediliyor. Devrimci programdan, partiden, devrimci stratejiden, devrimci örgütten vazgeçmek başka bir yol aramak, sineklik, yenilikçilik vb. İşte bunlar koşulların tohumladığı tamamen tasfiyeci bir yaklaşımlar.

DEVLET MLKP’Yİ YOK EDEMEMİŞTİR

Böylesi bir tablo içinde örgütlenen MLKP 7. Kongresini gerçekleştirdiğini duyurdu. Tasfiyeciliğe karşı mücadelede, tasfiyeciliğin ikinci biçimi olarak tanımladığın şeyden sormak istiyorum nasıl ideolojik ve politik bir anlamı oldu bu kongrenin?
Yine 2015 saray cuntasının darbesinden bakacak olursak -çünkü orası bir eşik- MLKP’nin 6. özellikle 7. Kongresini toplaması tam olarak faşist rejime bir cevaptır. Bunu böyle görmek, analiz etmek ve değerlendirmek gerekiyor. Çünkü devlet dedi ki, “onları fiziki olarak yok edeceğiz” ve devletin bunu uygulamaya yönelik mücadele tarzı görülüyor. Peki MLKP ortaya koyduğu strateji ve taktiklerle ne demiş oldu? “Ben sana karşı işçilerin, emekçilerin, devrimcilerin aktif direnişini, kendi aktif direnişimi örgütleyeceğim. Senin saldırılarını püskürteceğim ve sen amaçlarına ulaşamayacaksın.” PKK ve devrimci örgütler de Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni (HBDH) kurarak bunu dile getirdi. Devlet ile eşitsiz kuvvetler arasında bir mücadele var. Devlet, MLKP’yi yok etmek istiyor, illegal örgütleri tasfiye etmek, illegal örgütlenmenin önüne geçmek istiyor. MLKP ise hem milis hem kent ve kır gerillası direnişini hem de kitle hareketiyle direnişini sürdürmek istiyor. MLKP örgütsel sürekliliği ve çizgi sürekliliğini sağlayarak, faşizmi geri püskürtecek mücadele çizgisini ayağa kaldırmak ve ileri götürmek istiyor. Ve eğer MLKP 7. Kongresini yapabildiyse demek ki devlet MLKP’yi tasfiye etme amacına ulaşamamıştır, MLKP’nin kendi organlarını işletme iradesini ve özgürlüğünü ortadan kaldıramamıştır. Aksine MLKP devletin yok edici saldırısını boşa çıkarmıştır.

MLKP TASFİYECİLİĞİN DALGAKIRANI
Diğer yandan MLKP “benim çizgim doğruydu, daha güçlü ve başarılı uygulamalıyım. Daha güçlü ve başarılı uygularsam faşist şeflik rejimini püskürtebilirim; buna iradem, Türkiye ve Kürdistan toplumunun direnişçi, özgürlükçü potansiyeli var. Faşist rejimi püskürtürüz, bununla da kalmaz yeneriz” diyor. Kongresini yapabildiğine göre MLKP sürekliliğini sağlamış, parti ve önderlik iradesi kırılmamış. İyi niyet beyanında bulunmuyoruz, MLKP güzellemesi-propagandası yapmıyoruz, ortada olan durumu söylüyoruz. MLKP dışında herhangi bir yasa dışı, silahlı mücadele yürüten devrimci bir örgüt kongresini yaparsa aynı şeyi söyleriz. Çünkü belli ölçüler var. Tabii ki MLKP’nin gerçekliği açısından da kongre çok önemli. Çünkü MLKP aynı zamanda “tasfiyeciliğin dalgakıranıyız, tasfiyeciliği püskürtmek, etkisizleştirmek görevimiz; tüm devrimci örgütleri tasfiyeciliği geri püskürtmek için göreve çağırıyoruz” diyor. MLKP’nin 7. Kongresi bireysel, grupsal bir çıkar, başarı değil devrimci, sosyalist hareketin de kazanımıdır.

MLKP DEVRİMCİ İDDİALARINI BÜYÜTEREK ÇIKMIŞ
Türkiye gerçeğinden düşmanın yürüttüğü karşı devrimci saldırganlık altında devrimci sosyalist değerlerin ayakta kalması için büyük fedakarlıklar yapıldığı, büyük bedellerin göze alındığı sonucunu çıkarıyoruz. MLKP’nin 7. Kongresi başarısı aynı zamanda devrimci hareket için bir yandan yasal devrimcilikle  mücadelenin de kazanımıdır.  Ama aynı zamanda faşizme karşı aktif savunma çizgisinin tahkim edilmesi, daha güçlü bir biçimde yürütülmesi ve MLKP’nin bu konuda kendisini daha güçlü tarzda ortaya koyması için de önemlidir. Şöyle de bakabiliriz; Kongresini topladıysa demek ki MLKP beş yıllık sürecini analiz etmiş, önderliğini denetlemiş, eleştirilerini yapmış; Kongre özeleştirisini vermiş ve kendi mücadelesi için kendini yenilemek, mücadeleyi daha ileri götürmek için bir kısım sonuçlar çıkarmış. Bunların bir kısmını açıktan gözlemliyoruz; açıklamalarından okuyor, hareket tarzından görüyoruz. Bu da şu anlama geliyor; 7. Kongre’sinden MLKP devrimci iddialarını büyüterek çıkmış.

YASAL ÖRGÜT AYRI DEVRİMCİ ÖRGÜT AYRI ŞEYLERDİR

Yasal devrimciliğe ve tasfiyeciliğe karşı mücadelede, devrimci hareketin önümüzdeki dönemde ideolojik görevleri nelerdir?
Yasal devrimcilik,”gerçekten devrimci”; ama yasallıkla sınırlanmış bir devrimcilik mesajı veriyor. Hem yapılan şeyin devrimci niteliğini hem de çerçevesini ve sınırını söylüyor. Mesela Avrupa’da bizim kullandığımız, “sınırlandırılmış devrimcilik” gibi bir kavram. Mesela ilerici-devrimci akımların, parti ya da örgütlerin bazıları diyor ki; gözaltı-tutuklama olmasın, devrimcilerin yolu hapishaneden geçmesin; böylece kuvvet biriktirelim, yöntem olarak da düşmanın dikkatini çekmeyecek kitlelerin hoşuna gidecek yöntemler bulalım. Gelecekte koşullar oluştuğunda da devrimci tutumumuzla ortaya çıkarız diyorlar. Yasallığa alıştığınız zaman bir kadro ve örgüt tipi şekillenir, yasallık sizi bazı şeylere alıştırır! Yasal örgüt ayrı, devrimci örgüt ayrı bir şeydir.

Niye devrimci örgüt diyoruz. Kendi özgürlüğünü kendi elde etmek, elinde tuttumak istiyor; burjuvazi, faşist saray rejimi tarafından propaganda, ajitasyon, örgütlenme, eylem imkanının sınırlandırılmamasından bahsediyoruz. Devrimci örgüt sınıflar mücadelesinin tanımladığı bütün mücadele biçimlerini kullanmayı; barışçıl, yasal, legal biçimlerinden yarı illegal, yasa dışı, silahlı, kitlesel, ayaklanmacı mücadele biçimlerine kadar kullanmak üzere görüş açısını beyan etmiş; pratik çalışmalarında, hazırlıklarında bunu gözeten bir örgüttür.

YASAL DEVRİMCİLİK DEVRİMCİ HAREKET BAKIMINDAN TEHLİKELİ
“Yasal devrimcilik” ise özellikle illegal ve silahlı mücadeleyi önemsemeyen, erteleyen, iptal eden, geleceğe erteleyen, değersizleştiren bir görüş açısını ifade ediyor. Bu gerçekten devrimci hareket açısından tehlikeli. Çünkü doğrudan doğruya parlamenter yola bağlanıyor. Başka ne oluyor. Yasal devrimcilerin, sosyalistlerin güçleri belliyken siz çıkıyorsunuz, Anayasa istiyorsunuz kim yapacak bu Anayasayı? Meclis! Peki halkın bu meclisin üzerinde denetim, yönetim gücü ne? Yok. Ama bunun üzerinden politika yapmaya çalışıyorsunuz. Bu yönünü kaybetmek demektir. Kürt ulusal hareket açısından farklı. Kürt ulusal hareket önemli mevziler kazanmış, elde ettiği kazanımları kayda geçirmek istiyor. Dolayısıyla hukuki, anayasal bir kayıt olsun istiyor. Yani diyor ki, “Türk burjuvazisiyle uzlaşma yapmak istiyorum.” Güzel olabilir. Biz bu uzlaşmanın demokratik, özgürlükçü olmasını isteriz. Bunun için eleştirir, mücadele ederiz. Fakat bizim Türk burjuvazisiyle uzlaşmak için ne gibi sebebimiz var? Sosyalistler, Türk sosyalistleri olarak neden, niçin, niye uzlaşalım? Türk sömürgecilerle Türk sosyalistlerin uzlaşması için hiçbir sebep yoktur. Dolayısıyla bizim bugün anayasa sorunumuz yok. Yani eğer Türkiye’deki, batıdaki sosyalistler, Türkiyeli devrimciler, sosyalistler, Anayasal planlarla uğraşıyorlarsa bu burjuva demokrasisine hapsolma yönelimi demektir. İşte o zaman CHP’yi destekleme çizgisi/doktrini/noktasının ötesine gidemez. CHP’yi destekleyecek, CHP aracılığıyla burjuva demokrasisi gelecek, kendisi de burjuvazinin Meclis’teki sol kanadı olacak anlamına geliyor.

NETLİK VE AÇIKLIĞA SAHİP OLMAK GEREKİYOR
Dolayısıyla tabii bu da bütün devrimci stratejinin, programının inkar edilmesi anlamına geliyor. İçinden geçtiğimiz süreci şöyle ifade edebilirim. İdeolojik mücadelenin birçok sorunu var. Birinci sorunu tasfiyecilikle, yasal devrimcilikle mücadele oluşturuyor. Bu çok özel bir yerde duruyor. Postmodernizmle, kuir feminizmle, bireycilikle mücadele tabii ki önemli. Sosyal şovenizmle mücadele gündemimizden çıkma ihtimali hiç olmayan bir şey. Göçmenlik, Kürt ulusal sorunu var. Her yerden büyük bir şovenizm fışkırıyor. Bütün bir toplumu çürütüyor. Sosyalist hareketi de sosyal şovenizm biçiminde çürütüyor ve teslim alıyor. Dolayısıyla siyasi mücadelemiz, örgütsel mücadelemiz çok önemli. Fakat bu siyasi mücadelenin, örgüt çalışmasının da önünü açacak ideolojik mücadelenin bir adım önde yürümesi, ona bir alan açması, onun haklılığının ve meşruluğunun net bir şekilde ortaya konması; ilerici devrimci güçleri, arayışı olan devrimci güçleri ikna edecek bir netliğe ve açıklığa sahip olmak gerekiyor.

YASAL İMKANLARDAN DA YARARLANMALISINIZ
İdeolojik mücadele tabii ki önemli, kendi başına değil elbette devrimci bir çizginin önünde yürüyen bir şey olarak. Hem siyasi stratejinin, hem taktik planın, hem örgütün önünde yürüyen olarak… Dolayısıyla yasal devrimcilikle mücadeleyi vurguladığımızda onun öbür anlamı şu; tüm yasal, açık imkanlardan yararlanmalısınız çünkü bunu yapmazsanız bu da tasfiyecilik olacaktır. Bir yandan bunu yapmalısınız ama bir yandan devrimci örgütlerin, illegal temelini koruyup geliştirmeniz gerekmektedir. Bir yandan devrimci örgütün özgürlüğünü ve eylem özgürlüğünü korumalısınız. Bir yandan da devrimci örgütün faşizme karşı direnişini her biçimde geliştirmesinin imkanlarını geliştirecek kapasiteye, örgütçü yeteneğe ve güç düzeyinde yükselmesi gerekir.

DEVRİMCİ TARİHTE TASFİYECİLİK EŞİKLERİ

Son olarak neler söylersiniz?
Türkiye’de tasfiyecilik süreçlerinin tarihi önemli, sürenin kısıtlılığı nedeniyle bunlara giremedik. Eksik bırakmamak açısından şunu söylemek istiyorum. 1920’de TKP kuruldu, Mustafa Suphi ve arkadaşları Ocak 1921’de imha edildi. Sonuç şu oldu; TKP’nin 1. Kongresinde ortaya koyduğu enternasyonalist devrimci çizgi uygulanamaz hale geldi. TKP’nin saflarında tasfiyecilik çıktı, kemalistlerin yanına gidenler oldu.  Şefik Hüsnüler de o çizgiyi devam ettiremediler Kemalizmle uzlaşmayı çizgi haline getirdiler. Bu aynı zamanda bir bakıma 1920 TKP’sinin de sonu oldu.. 3. Enternasyonalin TKP’yi likidite etme kararı vardı.

Bir diğer eşik, 1971 devrimci hareketinin çıkışı ve yenilgisi. İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş ve Mahirler Çayan haraketinin fiziki ve askeri, örgütsel yenilgisinin ardından -ideolojik bir yenilgi değildi, fikirleri bütün Türkiye ve Kürdistan’da topluma yayıldı, işçi ve emekçiler tarafından sempatiyle karşılandı veya benimsendi-, örgütler içinde büyük bir tasfiyeci dalga, kaos meydana geldi. 

Tasfiyeciliğin en çok tartışıldığı dönem ise 1980 darbesi ve sonrasıdır. Bir kısım devrimci hareketin tasfiyeye giden içsel tasfiye sürecinin başlangıç noktasıdır ’80 darbesi. Özellikle Devrimci Yol için söyleyebiliriz bunu, o zamanın en büyük devrimci örgütüydü. Kurtuluş ve TDKP’nin de izlediği gelişim seyri açısından da bunu söyleyebiliriz.

SOVYETLERİN DAĞILMASI DÜNYA ÇAPINDA TASFİYECİ DALGAYDI
Fakat 1990’larda modern revizyonist Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Varşova paktının dağılması ve dünya burjuvazisinin bunu sosyalizmin yenilgisi olarak, liberalizmin dünya çapında başarısı ve tarihi son olarak sunması toplumda çok büyük bir gericilik ve umutsuzluk yarattı. Bu dünya çapında etkili bir tasfiyeci dalgaydı. Hala kitleler etkisi altında. 1975-1980’de hatta 1960-1970’lerde burjuvaziyle mücadeleye tutuşan herkes sosyalizme doğal sempati, eğilim duyuyordu. Biz 1980’den daha çarpıcı olarak da 1990’lardan sonra şuna tanık olduk ki, büyük işçi kitleleri, gençlik kitleleri harekete geçtiğinde dün olduğu gibi sosyalizme yönelmiyorlar! Artık böyle bir gelişme imkanı yok. Çünkü dünya koşulları değişti. Dünya emekçileri, işçileri, ezilenleri sosyalizmi sorgulamaya başladı, güvensizlik ve sınıf bilinci yıkımına uğradı. Burjuva ideolojisinin basıncı, dünyanın her yerinde işçi sınıfının sınıf bilincinin kırılması açısından büyük bir rol oynadı. Bu daha çok tartışılacak bir konu. Nerede yenilgi, devrimci hareketin yenilgisi başarısızlığın yayıldığı bir süreç varsa orada tasfiyecilik kendisini gösteriyor. 2000’lerin başlarında da bu belli ölçüler içinde kendisini gösterdi. 2015’den sonraki faşist terör dalgasının çok derin etkileri olduğunu bugün onun içinde olduğumuzu; her devrimcinin, her antifaşistin, demokratın kavraması, mücadeleci duruşunu buna göre konumlandırması gereklidir.


Etha – 12.01.2023

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑