Makaleler

Published on Mart 6th, 2024

0

Kimin bedeni, kime ait? | Gül Güzel


Bakirelik-genç kızlık ve karşıt eril yaklaşım. Kimin bedeni, kime ait? Kadına dair gizlenen gerçeklikler!

Bakireliği Metaforluğa benzeten, eşdeğer durumda gören ve düşünenler de vardır. Bakirelik aynı zamanda belli bir şabloren/klişeye konan, Kutsal/Tahkir/Tehdit boyu olan bir olguydu/r. Ve bu da Bakirelik Zarı ile tescil edilir bir durumdur. Bakirelik Zarı olgusuna, ‘’El Değmemiş bir Beden’’ olarak değer biçilir. Böylelikle bir pınarın tazelik ve gizemine sahip görülür. Aynı zamanda sabah güneşinin değmesiyle açılan çiçeğin kokusuna benzetildiği gibi, güneşin daha değmediği parlaklıktaki inci su parlaklığına da benzetilir ve o şekilde algılanır. Hatta daha ileri gidilerek bu metaforu hala keşfedilmemiş mağara gizemliliğine, kutsal bir tapınak, kutsallığı gizemleyen ve keşfedilmemiş bahçelere de benzetilir. Bilinçaltı olarak bu gibi yerlere ruh veren güç olarak kabul edilerek, aynı zamanda eşdeğer verilir ve de öyle düşünülür.

Bakirelik Tanrı’nın en kutsal hediyesidir; onu bir kere kaybedersen, ikinci bir defa yeniden ona ulaşman mümkün olmaz! diye kesin yargılara varıldı. Çünkü Bakirelik Tanrısal bir kraliçelik ve dünyanın kurtarıcısı olup, bizim de kurtarıcımızdır. O bütün dünyada erdemlik olup, Hristiyanlıkta en büyük değer biçilendir. Batan bir yıldıza benzetilerek, Batı’da bir kere batan bu Yıldız’ın bir daha Doğu’da doğması mümkün olmayan bir olgudur. Onun için, bakireliğe doğuşu simgelediği anlamı da biçilir.

            Erkek, kadının Bakireliğini bozup, bedenini kendi esareti altına aldığından, kendisi açısından sanki bozmamış, tahrip etmemiş ama, geri dönüşü olmayan bir operasyon olarak değerlendirir. Aynı kendi pasif şekli gibi. Böylelikle bununla kendine, kendi yetki gücünü kanıtlar(!).

            Bakireliği korumanın Cennet yolu ve her Yuvanın kurtarıcısı olması

Bakirelik, Hristiyan’lık bağlamında ilk olarak 12. yüzyılda bugünkü Bakirelik anlamını projeksiyon yüzeyi gibi kurtuluş fantazileri olarak gün yüzüne çıktı. Bu anlam 13. yüzyılın ilk başlangıcında gizli- gizemlik şeklinde dinsel tez yazı ile Bakireliğin bir Hazine olduğu ve bir kere kaybolunca, geri kazanılamıyacağı anlayışı gelişti. Bakirelik bir ‘Çiçek’tir. Bir kere toplandıktan sonra, bir daha filiz vermez! anlamı da yüklendi. Hatta, Balirelik Doğu’dan doğan ve Batı’da Dünya’yı bir kurtarandır. Onun için Bakireliği korumak yanlız Cennet yolunun kendisine açık olduğu değil, aynı zamanda bütün Hristiyanlığın, her yuvanın kurtarıcısıdır değeri de biçilirdi. Hatta, Bakirenin evde olduğu an o evde bütün olumsuzluklar yok olur diye de algılanırdı. Bakirelik, Tanrı ile ilişkili ve ölümsüzlüğe sembol edilirdi. Bu ilginç- tuhaf düşünce ve tavır son yüzyıllara kadar devam etti. Bakirelik o denli kutsallanırdı ki, Bakire’nin yanında uyuyanın kötü hastalıklardan arınıp, kurtulacağı; mesela Frengi hastalığından kurtarılacağına inanılırdı.

            Hristiyanlıkta bu kadar kutsanan bakirelik, Alevi felsevesinde de yer alır. Bu inanışa göre ‘’Bakire kız kutsaldır. Bakire kıza ve Dul Kadına kötü söz söyleyen veya kötülük edenin derdine derman olmaz!’’ denir ve bu kötülüğü yapan kişi veya kişiler toplumda yargılanıp, dışlanır. Dul kadının korunmasında, çevresinde bulunan her kes kendini bu konuda sorumlu hisseder.  

Bakirelik cazibesi

            Bakirelik cazibesi, insanları kendine çeken büyük bir güç ihtiva eder. Bu çekici güç insanlarda çok derin ve inanılmaz bir ilgi- şefkat- haz uyandırır. Aslında bu düşünce tarzının tek anladığı, tutabildiği ise, kendi yaratılış ve yaratma duygusudur. Bakire kızın çekiciliği, onun bekaretini korumasıyla denk düzeyde algılanır. Yahutta şöyle de söylemek mümkün, bozulmamışlığa uyan, erkeğin subjekt olarak gördüğü ve sadece kadına verilen bir vasıf ve kimliktir. Aynı şekil ve zamanda hedefe ulaşmaya erişmek istediği objekti, aynı zamanda ulaşmak ve yıkmak- bozmak idealizmi ve eylemi. Erkek eğer Bakireliği bozarsa, o zaman kadının sahibi- efendisi de olmuş olur. Bu düşünce erkeği zaman zaman cani ve önü tutulmaz bir duygu- eylem sahibi yapar. Çünkü, o anda gördüğü sadece metal ve elde edilmesi gereken bir varlıktır. Bu eylem anında sadece o an düşünülür ve gerisi asla bir çelişki yaratmaz! Mühim olan, erkek gururu, elde edeceği haz ve bakire kıza sahip olma duygusudur.

            Kutsal Johannes ise, Bakireliğin Mısır’lılar, İbrani’ler ve Yunanlılar tarafından büyük bir Büyücü mıknatıs şeklinde algılanıp, uygulandığını imaa ve iddia eder.

            Bakirelik üzerine yemin

            Bu yüzyıllarda (11.- 12. yy) nasıl ki Allah- Tanrı ve mukkaddes olgular üzerine yemin ediliyorsa, genç kız bakireliği üzerine yemin etmek de aynı değerdeydi. Hatta o süreçte yenilgilerden korkan Fransız kıralları, savaşa giderken yanlarında götürdükleri bakire genç kızın kutsallığı eşliğinde yenilmeyeceklerine inanırlardı. Kutsal Johanna, kıral Karl’a bakireliğini söylediği kesin ifadesiyle inandırdıktan sonra ‘’ Tanrı benim ağzımdan, sizi koruyacağını iletmemi istedi’’ der. ‘’Bu cesur kızı takip edin, çünkü, sizin tahtınızı yeniden kazandıracak ve koruyacak. Sizi uyarıyorum! Bu size verdiğim bir şanstır. Böyle bir kız tarafından sizin bütün dünyayı gezebilmeniz, sizin yetkilerinize kavuşabilmeniz, sizin perişan olmuş gururunuzu yeniden kazanmanız için. Bu yüzden O’nun atacağı adımı takip edin!’’ dediğini söyler. Hatta Fransız kıralı Karl’ın, düşman saldırısında koparılan kolunun, Kutsal Johanna tarafından yine yerine takıldığı iddia edilir ve bu yüzden Bakire Jonanna’ya aslan yürekli ünvanı verilir. Bu anlamda bakirelik o kadar yüceleştirilir, kutsallaştırılır  ki, Tanrı ile özdeşleştirilir. Tanrının elçisi-vekili şeklinde değer verilir ve kabul edilirdi.

Bakireliğin ilk çağdaki anlayışı

            İlk çağlarda Bakirelik biyolojik değil, sosyal bir statüydü. Kadının erkeksiz yaşamında, dini inanışın çeşitli temsiliyetleri yüklenirdi. Bunun en bariz örneği Hristiyanlık’ta, kadının cinsel ilişkiden, dini inanış misyonunda cinsel yaşamından feragat etmesidir. Bakirelik anlayışı, Aristotales ve Galen’e göre şöyle tasvir edilirdi. ‘’Bakirelik bir ince zardan ibaret olup, yalnız insanlarda(kadında) değil, bütün dişi varlıklarda hayati önem arz eden bir durumdur. Hayati değer taşıyan organın korunmasını sağlayan bir örtüdür bakirelik zarı’’ denir.

            Bakireliğin kültürel bir durum olduğunu düşünmek, bunun sembolünün ince bir zar olduğunu, bakireliği fiziksel temsilini sağladığını kabullenmektir. Bakireliğin kadının vücuduna dair bir anatomik gerçeklik olduğu ilkönce ortaçağda  Arapça tıp yazı aracılığı ile Avrupalı Hristiyanlar ve İslam ülkelerine yayılır. Buna paralel olarak bakireliğin feministleşerek,yalnız kadın vücuduna dair olduğu benimsenir, kabul edilir. Çünkü erkek bedeninde bakireliğin fiziksel olarak bozulmasını teyit etmek mümkün değildir. Yani başka türlü ifade etmek gerekirse, erkek bedeninde bulunmayan Bakirelik durumu yanlız Bakirekız bedeni- vücudunda vardır ve kadın bedeninde anlamını bulur.

            Bazı inanışlara göre ise: Bakire zarı, kutsallığın korunması veya Hristiyanlıkta olduğu gibi ‘’Cinselliği aşmak’’ olarak, Antik çağda bakireliğin değişik farklılıklarla kutlanma veya tespitinde vücut muayanesi yapılmaz, tıpsal bir tespit edilmez veya Anatomik bilim Bakireliğin tespiti, genç kadının bedeni değil, geçmişinin gerçekliği olarak kabullenirdi. Antik çağda, ‘genç kız zarı’ diye algılansa da bugünki gibi gençkızlık zarına verilen anlam biçilmezdi. Yani eldeğmemiş kız anlamı yüklenmez, daha çok Aristoteles’den Galen’e kadar bilimsel olarak tüm canlıların dişi olması doğrultusunda hayati önem arz eden uznuvun korunması gereğini ihtiva ederdi.

            11. Yüzyıl’dan beri İslam’la karşılaştırıldığından da Bakirelik zarı (Kuran’da da) görsel olarak, gençkız tasviri olarak algılansa da, Bakire kız anlamını yüklemiyor. Daha çok örtü ile simgelenek, cinselliği tasvir ediyor. Daha derinlemesine incelersek bu örtünmenin, Bakireliğin İslam’da bir ideali olmadığı, daha çok cins ayırımını belirlediği nitelik olarak onanır. Mesela, kadın ve erkeğin aynı mekanda bulunmaması(camii, düğün ve benzeri yerlerde, ev ziyaretlerinde de olduğu gibi vs…) daha çok cins ayırımı niteliğindedir.

            Yahudi inanışı ve de İslam’a göre evlilikte yırtılan bakirelik zarı, erkek ve kadın arasındaki sosyal yabancılığı ortadan kaldırır. Erkek böylece kadının gizemliliği içine girmiş olur. Yani ilk zamanlarda bakirelik biyolojik değil, sosyal bir nitelikti. Kadının bu sosyal niteliği, kadının erkeksiz durumunun tespiti, çeşitli dini inanışlarda farklı algılanıp, değer bulurdu.

            Evlilik/Düğün’de Bakirelik şartının 11.- 12. yüzyıldan sonra gelişmesi neticesi, evlilikte kadının düşmanı olup, gururunu yerlere seren, aşağılayan bir işlevden başka bir şey değildir. Ancak aynı baskılar evli olmayan kadınlara da toplum tarafından uygulanır. Bütün bu baskı ve aşağılamalardan korunmak isteyen müslüman genç kız- kadınlar intihar ve benzeri şeyleri çare olarak görmek zorunda kalıyorlar.

            İslam’da Bakirelik gibi, örtünmek de şekilde kadın yaşamında büyük bir rol oynar ve büyük anlam ifade eder. Tanrı’nın yarattığı gizemliğin, gizliliğin zedelenmememsi için örtünmeye de Bakirelik gibi değer biçilir. Gelin olan genç kız, bakirelik zarı dokunulmazlığı, erişilmezliği ile tanrısal kutsallığa eşdeğer biçilmez. Sadece Namus kavramı çerçevesinde değer bulur. Bu yüzden Bakireliğin İslam’daki kültürel kökleri, anlayışı, Hristiyanlıktan farklıdır. Hristiyanlıkta Tanrı’ya ulaşma aracı, O’nun yeryüzündeki gücünün temsilcisi değeri biçilir. Onun için Hristiyan inanışında, örtünmenin dinle bağdaşmasına yabancıdır. Ama diğer yandan da gelinen aşamada Hristiyanlık, kendi buluşu olan Bakirelik anlayışına gittikçe yabancılaşmış- yabancılaşmaktadır.

Hristiyan aleminde önem ve niteliğini en azından görsel olarak yitiren Bakirelik zarı, İslam ülkelerinde gelişen erkil zihniyetin günümüzde kadını imha vasıtası olarak görmesi, bakireliği de o imhanın bir vasıtası haline getirmesi ayyuka çıkmıştır. Erkil zihniyetin algıladığı kadın anlayışı, kadının meta değeridir. Onun için, kadın zihniyetli tutum ve davranış, bu tür toplumsal yargılar karşısında örgütlenmek ve mücadele etmek gereğini anlamış durumda ve böylede hareket etmeye başlamıştır. Bunu yaparken özgürlük mücadelesi ne aşamada ve durumda sorusuna yanıt olacak şekilde topluca- toplumca bu konuda mücaadeleyi kendilerine hedef etmiştir. Bütün bu mücadele ve örgütlenmelere rağmen, istinasız olarak Kadının Bakireliği nedeni ve namus anlayışı doğrultusunda katledilmediği gün yoktur. Gerdek gecesi bakirelik anlayışından dolayı babaevine gönderilen, gururu, haysiyeti yerlere serilen ve bu yüzden, ya kendi kendini imha eden veya aile mahkeme kararıyla katledilen genç kadın sayısı istatistiklerde yer almasa da halen kadın açısında kanayan büyük bir yaradır. Yeryüzünde kendi bedeninin hala sahibi olarak kabul edilmeyen tek varlık herhalde Kadındır. Hristiyanlık aleminden alınan bu algının ve mirasın sahibi kadınlar değil, erkekler- erkil zihniyettir. Bu zihniyetin yanlışlığını düzeltmek ve değiştirmek de yine kadınların yapması gereken kocaman bir sorun olarak orta yerde  hala duruyor. Yapılan tıbbi araştırmalarda, yeni doğan kız çocuklarının 3%’ü bakirelik zarı olmadan doğar. Aynı erkek çocuklarında sünnetli olarak doğmaları gibi. Ama erkek çocuğun sünnetli doğuşu pozitif olarak görülür ve sanki kutsal bir çocukmuş gibi değer biçilir. Ancak kız çocuğun doğuştan bakirelik zarının görsel olarak hemen tespiti yapılamadığı, hem de zaten bu durum onun ölüm nedeni olduğundan, hala kadının katledilmesine neden olmaya devam ediyor.  

            Son yüzyıllarda gelişen kadın sünneti ve başlık parası da, yine kadın bedeni üzerinde yapılan pazarlık, utanc ve katliamların bir başka vizyonudur. Her iki konunun da ayrı ayrı incelenip, araştırılması ve doğru anlaşılması gereğinden dolayı, bu iki konuyu da sadece anıp, nefretle kınadığımızı belirmek istiyorum.

Dünya üzerinde, her yerinde gelenek- görenekler, kültürler ve dinlerde alet edilerek üzerinde oynanan, tahrip edilen, sahiplenilen, katledilen ve susturulan BU KADIN BEDENLERİ ACABA ASLINDA KİME AİT?

Kaynaklar: Voltair ‘Bakire’, Christina von Brauen ve Bettina Mathes ‘Gizlenen Gerçeklik’


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 06.03.2024

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑