Makaleler

Published on Şubat 27th, 2024

0

Soru(n)larıyla yapay zeka ve insan(lık) | Temel Demirer


“Bir makine, sıradan 50 kişinin
yapabileceği işi yapar.
Sıra dışı bir insanın yapabileceği işi
ise hiçbir makine yapamaz.”[1]

Bilmem aynı fikirde misiniz? Sürdürülemez kapitalist güzergâhta yerküre acayip bir yere gidiyor.

III. Büyük Bunalım’ın getirdiği çöküşü, faşizmin yükselişi, yaygınlaş(tırıl)an paylaşım savaş(lar)ı, ekolojik yıkım vd’leriyle müsemma “Uygarlık Krizi”nin kaotik tablosunda gündem(imiz)e eklenen yapay zekâ (YZ) soru(n)larıyla yüz yüzeyiz.

Tam da bu ufukta Ray Kurzweil’in, “2035’te bir insanla konuştuğunuzda, biyolojik ve biyolojik olmayan zekânın bir kombinasyonu olan biriyle konuşacaksınız”; Elon Musk’ın, “Makineleri yakalamaya çalışalım ki hayvanat bahçesindeki maymunlara dönüşmeyelim,” spekülasyonları dört yanımızı kuşatmışken; Albert Einstein’ın, “Korkarım ki bir gün teknoloji, insan iletişiminin ve yakınlaşmasının önüne geçecek ve aptal bir nesil ortaya çıkacak,” sözünü hatırlamamak mümkün mü?

Elbette değil! Bir yanda imkân ve tehditleriyle teknolojinin “sınırsız”lığı sayesinde bilgiye erişimin toplumsallaştırılıp, kolaylaşması için çabalayanlar; öte yanda ise aynı teknoloji ile tektipleştiren totalitarizmin yıkımı!

Sözünü ettiğim bir dikotomi ekseninde Bill Gates’in YZ’ya dikkat çektiği kesitte; “kapitalist zekâ”nın organiğinden ne gördüysek, “yapay”ından da daha beterine taraf olacağız; “Her şeyi bilen Google YZ Çağı”na giriyoruz denilse de; siz yine de Fyodor Dostoyevski’nin, “Bu devir, sıradan insanların en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir,”[2] uyarısını unutmayın!

Böyle bir devirde asıl meselenin sadece “bilmek” değil; duyan, dokunan, taraf olan bir “bilmek” eylemiyle anlamak olduğunu unutanların yumuşak karnı: Dünyayı değiştirmeye cüret edemeyen “bilgiç” cehaletidir ve onlar için “Bilimsel Teknolojik Devrim”(!?) diye adlandırdıkları -insansız!- “Bilimsel Teknolojik Gelişim” her şeydir!

* * * * *

Teknolojik gelişmeler genellikle küçük adımlarla başlar; ihtiyaçlara verdiği yanıt(lar) ile zamanla daha da geliştirilir.

Bilimsel teknoloji, mühendislik ve matematik gibi disiplinlerin kullanılmasıyla üretilen, “insanların yaşamını kolaylaştırmak”, “çözümler üretmek”, yeni ürün ve hizmetler geliştirmek amacıyla kullanılan pratik bilgi ve becerilerin geniş kapsamlı ifadesidir ve asla nötr değildir.

Bu durumda yeni bir paradigmaya geçişle meydana gelir ya da bunun önünü açarken; yeni yanıtlar gibi yeni soru(n)ların da önünü açar.

Örneğin “İnsan teknolojisi, insanların mutsuz olduğu andan itibaren oluşmaya başladı.”[3] “Günümüzde toplumumuzda korkunç olan şey, teknolojinin, insanların kutsal saydığı her şeyi yok etmesidir. Doğa gibi mesela. İnsanlar kendiliğinden teknolojiyi kutsal bir şey gibi kabullenmeye yöneldiler. Bu son derece korkunç,”[4] vurgusuyla Jacques Ellul’ün altını çizdikleri gibi:

“Büyük ‘T’ harfi ile teknoloji bir makine ya da elektrik gibi somut değildir. Teknoloji fenomen olarak makineden bağımsız hâle gelmiştir. Günümüzde insanların karşısında olan yanılsamalardan birisi, teknolojinin insanları daha özgür kıldığıdır. Yeterince teknolojik donanıma sahip olursanız daha özgür olursunuz. Ne için özgür? Güzel şeyler yemek için özgür olursunuz. Bu doğru, tabi eğer paranız varsa.

Araba almak için özgür olursunuz, böylece seyahat edebilirsiniz. Dünyanın diğer yanına kadar gidebilirsiniz. Tahiti’ye gidebilirsiniz. Görüyorsunuz ya, Teknoloji özgürleştiriyor. Tüm dünyadaki bilgiye ulaşabilirsiniz, bu harikulâde, olağanüstü bir şey. Yani özgür bir evren bize açık…

Bir küçük misal vereyim, arabalar ile ilgili: Tatil dönemi başlar başlamaz, 3 milyon Parisli birbirlerinden bağımsız olarak karar veriyorlar, arabalarına binip Akdeniz’e doğru gidiyorlar. 3 milyon kişi aynı şeyi yapmaya karar veriyorlar. Ben de kendime soruyorum, eğer araba bizlere özgürlük veriyorsa, bu kadar insan bir saniye bile düşünmüyorlar mı, aslında yaşamlarına teknoloji tarafından bir yön veriliyor. Aslında bu insanlar birbirine bağlantılı bir kitle oluşturuyorlar…

Bizim gibi bir toplumda bir insan için tam olarak sorumlu olmak imkânsızdır. Basit bir örnek vereyim: Elektrik üreten bir baraj var ve patlıyor. Bundan kim sorumludur? Jeologlar çalışmıştır. Araziyi etüt etmişlerdir. Mühendisler çalışmışlardır. İnşa planlarını çıkarmışlardır. İşçiler barajın yapımında çalışmışlardır. Politikacılar o barajın o noktaya kurulmasına karar vermişlerdir. Kim sorumludur? Kimse. Sorumlu kişi yoktur.

Teknoloji toplumumuzun tamamında, iş öylesine parçalanmış, küçük bölümlere ayrılmıştır ki, kimse sorumlu değildir. Ancak kimse özgür de değildir. Herkesin kendine ait belirli yapacak bir işi vardır. Yapacağı tek şey budur.[5]

O hâlde sürdürülemez kapitalizmin kontrolündeki kâr, sömürü ve denetim amacıyla kullanılan teknolojinin toplumu atomize eden yalnızlıkların, yabancılaşmanın ürünü olmadığını unutmamalıyız. Çünkü kapitalistlerin kontrolündeki teknoloji, tüketimden başka şeylere ihtiyaç duymadığı[6] iklimde insanlar, neo-liberalizmin kırılganlaştırdığı yaşamlarına “anlam” katabilmek için spiritüalizme yönelirler. Yaşama motivasyonlarını kaybederek; depresifleşip, cesaretsizleşerek sürüleştirilirler.

* * * * *

Bunlar böyleyken; “Bir çalışmada, yapay zekânın insanlığı yok etme ihtimalinin sadece yüzde 5 olduğu düşünülüyor.”[7] Ya da “Bilim insanları endişeli: YZ insandan daha zeki olursa ne olacak?”[8] türünden spekülasyonları kaydı ihtiyatla ve en önemlisi insan(lık) eksenli ele almak önemlidir.

Teknolojik gelişmeler elbette çok önemli.

İnsan(lık) tarihin her döneminde koşullara uygun bir özgünlük ile teknoloji çok şeyi değiştirdi. Ama teknoloji toplumları değiştirirken; toplumlar da sınıf mücadeleleri ekseninde insan(lık)ı değiştirdi. Bu gerçeği elbette teknolojiyi Fikret Başkaya’nın ifadesiyle, fetişleştirmeden![9]

* * * * *

Büyük ölçekli verileri akıllı algoritmalar ve yinelemeli işlemleme ile birleştirerek çalışan YZ, her gördüğüne ve duyduğuna inanan fakat bu bilgilerin doğruluğunu sorgulama kapasitesi olmayan bir insan gibidir. Eğitim verisi üzerinden öğrenir ancak veri içerisindeki bilgilerin gerçekliğini ayırt edemez

Bu bağlamda yapay zekâ teknolojilerinin gelişimi ve güncel uygulama biçimleri, sadece teknolojik bir mesele olmaktan çıkıp toplumsal yapı, ideoloji ve güç dinamikleri ile iç içe geçen karmaşık bir alanı kapsarken; kullanımı siyasaldır.

“Nasıl” mı?

‘The Washington Post’ editörleri bir deneyle bunu kanıtladı. Editörler, metin ve görüntü oluşturucu YZ programlarından ‘ABD Nüfus Sayımı Bürosu’ anketine göre yüzde 63’ü beyaz, yüzde 27’si siyah olan gıda kartı sahiplerinin görselini istemiş, YZ da onlara içinde beyazların olmadığı bir fotoğraf seti çıkarıp vermiş.[10]

Sakın ola bunun YZ -geçici-kusurlarından biri olduğunu düşünmeyin! Uzmanlar bunun, toplumdan makinelere sin(diril)miş önyargı olduğunu, toplumsal yapı ile siyaset değişmediği sürece değiştirilemeyeceğin vurguluyor. 

Yine ‘Neden” mi?

Birçok teknoloji tarihçisinin “Çağ açıcı bir olay” olarak niteledikleri YZ yani bilgisayarların devasa miktarda bilgiyle/veriyi işlemesiyle eğitilen YZ onu denetleyenlerin sorduğu sorulara yanıt veren egemenliğin kontrolündedir de ondan…

* * * * *

Hayır, YZ önemsizdir falan demiyorum, sadece “Ne”liğine dikkat çekiyorum, o kadar…

“Yapay zekâ/artificial intelligence” namı diğer AI; bugünlerde herkesin dilinde ve aklında…

YZ araştırma şirketi ‘Open AI’ kurucularından Elon Musk’ın “Alaadin’in Sihirli Lambası” kıvamında bahsettiği pembe AI anlatımları dışında, başka veçheleri de var…

Örneğin Henry Kissinger’ın 2021’de piyasaya çıkan ‘YZ Çağı/The Age of AI’ kitabının tek yazarı Kissinger değil. Google’ın eski CEO’larından Eric Schmidt ve MIT’den Daniel Huttenlocher’ın da ortak imzalarını taşıyor…

Kissinger, “Yeni AI Çağını, tarihin en büyük paradigma değişikliğini gerçekleştiren Aydınlanma Çağı’na” benzetiyor. O, AI’ya aydınlanma kertesinde hayran olduğu için değil, AI’dan aydınlanma ölçütünde dev bir dönüşüm beklediği için başvuruyor bu benzetmeye.

Devamla “Yalnızca şu farkla” deyip ekliyor: “Aydınlanmanın öncüleri ve ardılları, Kant, Diderot gibi müthiş düşünürlerdi. AI da aydınlanma gibi tıpkı gerçeği algılayışımızda bir sıçrama yaratacak. Ama aydınlanmadan farklı olarak kendine özgü bir düşünce sistemi, dünya duruşu olan düşünürlere sahip değil. Biricik itiş gücü kâr ve rekabet ortamı.”

Elon Musk bu durumun işte tipik sonucu…[11]

Almanya’nın YZ için kamu desteklerini 2 yılda yaklaşık 2 kat artırarak 1 milyar euroya çıkarmayı planlaması; ya da ‘Stanford Üniversitesi’ raporuna göre ABD’nin 2022’de özel sektörde YZ araştırmaları için 47.4 milyar dolar harcarken, ABD hükümetinin de 3.3 milyar dolarlık fon sağlaması[12] ise kapitalizmin yeni Musk’lar yaratma ihtiyacından kaynaklanıyor.

Bir şey daha: ABD’nin en büyük beş teknoloji şirketi Apple, Microsoft, Alphabet, Amazon ve Meta, 2022’de toplam değerlerinin yüzde 40’ını (3.7 trilyon dolar) kaybettikten sonra 2023 içinde 3.9 trilyon dolar kazanarak kayıplarını YZ’ye artan ilgi üzerinden hızla giderdiler. NASDAQ-100 teknoloji indeksi 2022 boyunca yüzde 30+ değer kaybettikten sonra 2023 boyunca yüzde 49+ değerlendi. YZ alanına 2023 boyunca 27 milyar dolar sermaye girişi gerçekleşti (The Financial Times). Kimi analistler de 2024’de yine bir teknoloji hisseleri balonunun şişmekte olduğuna işaret ediyorlar.[13]

* * * * *

“YZ teknolojisi, mühendislerin söylediği ve bugün öngörülemeyen kimi riskler barındırıyor olabilir,”[14] türünden müphemliklerle karartılan sınıf/ siyaset gerçeğinden doğrudan etkilen YZ teknolojisinde -ezilenlerin mağdur edildiği- felsefi ve etik soru(n)ları dikkate almak çok önemlidir.

YZ uygulamaları bunu çok daha fazla insana ulaştırıp çok daha iyi iş görüp, insan(lar)ı etkilemekteyken; YZ bağlamında insan(lık) davranışlarını iktidarın etkilemesi dikkate alınmalıyken; 6 Ağustos 1945’de ABD’nin Hiroşima’ya attığı “Little Boy” isimli atom bombasının, ilk anda 70.000 ila 80.000 sivilin hayatına son verdiği, dahası uzun yıllar sürecek bir nükleer silahlanma yarışını başlatmış olduğu da not edilmelidir.

“Her gelişme insanlığı ileri taşımaz. Kuşkusuz bizler Ludistler değiliz. Ama bilimsel gelişme de onun denetimden çıkmaya her zaman hazır evladı teknoloji de kötüye kullanıma açık bir öze sahiptir. Atomun sırlarını gittikçe derinleşen ve sonsuz olduğunu her gün biraz daha gördüğümüz bir bilgi dünyasında, Kuantum âleminde görüyoruz. Ama kötüler sistemden kaynaklanan ve vazgeçemedikleri hırslarıyla bilgiyi de kötüye kullanmadılar mı; bunu tarihte bin kere kanıtlamadılar mı?”[15]

Öte yandan YZ’nın neden olacağı etik ve sosyal soru(n)lardan diğerinin de Jean-François Lyotard’ın, “Bilgisayar diline çevrilemeyecek insan/toplum bilgi türlerinin (felsefe, psikoloji, sosyoloji vb) terk edilmesine yol açacaktır,” saptamasıyla altı çizilendir.

Ya da “Bizler bugün özgür olduğumuzu düşündüğümüz dijital bir mağarada esiriz. Dijital ekrana bağlanmışız. Platon’un mağarasındaki esirler, mitik-anlatının görüntüleri ile kendilerinden geçmiştir. Dijital mağara ise bizi enformasyonda tutsak eder. Hakikâtin ışığı tamamen sönmüştür. Enformasyon mağarasının dışarısı yoktur. Yüksek sesle uğuldayan enformasyonun gürültüsü, varlığın ana hatlarını bulanıklaştırır. Hakikât uğuldamaz,”[16] diyen Byung-Chul Han’ın işaret ettiği üzere.

Ayrıca YZ, baskıcı rejimleri koruyan, özgürlükleri yok eden bir araç olarak gittikçe daha yoğun biçimde kullanılırken “Ya bir gün, insan gezegendeki en akıllı ve egemen varlık olmaktan çıkarsa” sorusu da gündeme geliyor.[17]

Tüm bunlara ve diğerlerine ilişkin olarak, bilimsel bilginin ve teknolojik gelişmelerin toplumun düşünce dünyası üzerindeki etkileri… Çağın gereklerini adapte olmamız, teknolojiden yararlanmamız gerekiyor,”[18] diyecek olursanız; yanılgınızı sizlere Georg Lukács şöyle anlatır:

“Birçok insan bunun teknolojinin sonucu olduğunu düşünüyor, oysa bütünün (totalité) analizi bize şunu gösteriyor ki teknik, dayanağı kendinde bulunan bir güç değil, üretici güçlerin hareketinin bir sonucudur. Toplumsal yapıya bağımlıdır. Her zaman Marksist yönteme başvurmak lazım.”[19]

* * * * *

YZ’yı anlamak aynı zamanda etik sonuçlarının da farkında olmak anlamına gelir. O da, her araç gibi nötrdür; karakterini belirleyen şey onu hangi sınıfın, nasıl ve hangi amaçla kullandığıdır.

O hâlde YZ’nın rolü hakkında sınıfsal sorular sorup, kararları YZ’ye devretmenin özgürlüğümüzü tehlikeye atacağı “es” geçilmeden; gözetim/ denetim kapitalizmine ilişkin endişelerin altı çizilmeli.

“Ya Barbarlık ya da sosyalizm” yolunda insanlığın Rubicon Nehri’nin[20] kıyısında kamp kurduğu açıktır.

Burada durup, sözü Güray Öz’e bırakıyorum!

“Bilim iyidir ama onun da kötüye kullanıldığını görmedik mi? Hiroşima, Nagazaki bilinçli cinayetlerdi, ama bunun Çernobil gibi Fukuşima gibi bilinçsizleri olmuyor mu, olmayacak mı?

Örneğin varoluşçu filozof Sartre ‘Cehennem ötekilerdir’ demiş, şu kısa ömrümüzde başımıza gelen kötülüklerin öteki insanlardan kaynaklandığını anlatmak istemiştir. Pablo Picasso’nun da ünlü Guernica tablosunu gören ve ‘Siz mi yaptınız?’ diye soran Nazi subayına ‘Hayır siz yaptınız’ dememiş miydi?

Benim derdim ise günün birinde şu yapay zekâ denilen algoritması beyninden ibaret aletlerin, ‘Artık size gerek kalmadı, biz kendi kendimize toplar dağıtırız, hüküm verir uygularız, şiir roman hikâyeyi de hâlleder, kimin neye ihtiyacı varsa yazar keser biçer boyar üretiriz’ demeye başlamasıdır ki, o zaman ‘hadi bakalım sürekli boş zaman boş zaman deyip duruyordunuz, alın size boş zaman istediğiniz kadar tembellik edebilirsiniz,’ demeleridir ki, bunun boş zaman değil ölüm olduğunu ne zaman idrak edeceğiz merak içindeyim. Abarttığımın farkındayım ama korku buna bunları söyletiyor. Beni teselli etmek için ‘hiç merak etme ipin ucu bizim elimizdedir, fişi çektik mi hepsi susar, yığılıp kalırlar algoritmalar çöker’ diyorsunuz ama yine şu kötü insanları, adı cehennem olan ötekileri, toplama kamplarını, onların algoritmalarla kendilerini iyice güçlü kılmış, kılacak sahiplerini unutmuyor musunuz?

Tamam, işin bir de bu boyutu var ama dikkat edeceğiz, kötülerin eline geçmesine izin vermeyeceğiz diyenler beni yatıştıramıyor…

Yine gerçeğin bir tarafını söyleyip geçmeyelim; insanı ciddiye almayan onu yalnızca rakamlarla ifade eden, şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi doğdu hesabıyla yetinen, şu kadar çalışan, yani sömürebildiğimiz, şu kadar emekli olup bedavadan geçinen var hesabı yapanlar çağımızın devlet anlayışının bütçe ilminin ustaları iktidarda değiller mi? Biz TV kanallarında ağzımızın suyu akarak YZnın başarılarını, hayretler uyandıran gelişimini, gelmişini geçmişini gittikçe kararan suratımız, açılıp kapanan uykulu gözlerimizle seyrederken, hadi geçmiş olsun diyenlere kulaklarımızı tıkamıyor, başa gelen çekilir yapacak bir şey yok rahatlığına kendimizi bırakmıyor muyuz?”[21]

Devamla YZ’nın bireylerin temel haklarına yönelik ortaya çıkarabileceği tehditler de karşımızda duruyor; YZ bireylerin güvenlik ve sağlığına ilişkin riskler içerebileceği gibi, ifade hürriyetinin kısıtlanması, ayrımcılığa uğrama mahremiyet ihlâlleri gibi çeşitli riskler de söz konusudur.

Bir de kimin ne kadar kredi alabileceği, kimin şüpheli kart alışverişi yaptığı, kimin parasının kime gönderildiğinden tutun, hesaplara giren ya da hesaplardan çıkan paraların bir dolandırıcılık hikâyesine konu olup olmadığına kadar birçok şey insanların değil makinelerin kontrolündeyken; YZ alanındaki gelişmeler, sektörün yaratıcılarında bile büyük kaygı yaratıyor.

Teknolojinin, dolaşıp kapitalist niyetlerin-arzuların gerçekleştirilmesi için kullanılan bir araç hâline gelmesinin altını çizmek yanında; YZ’nın potansiyel tehlikelerine ek olarak, gündelik hayatı inanılmaz kolaylaştırıcı özelliklerini görmezden gelmek de mümkün değil.

* * * * *

Sanayi 4.0, YZ tartışmaları en başta kapitalizmin gelişmesini endüstri devrimleriyle, teknolojik sıçramalarla açıklayan teknolojik determinist bir anlayışı ifade etse de; şu malum soru(n)ları bir kere daha dolaşıma soktu:

“Makineler değer üretebilir mi?”; “Değer üretse bile artı değer üretebilir mi?”; “Üretimde işçi sınıfı, emekçiler veya aynı anlama gelen proletaryanın rolü azaldı mı?”; “Canlı emeğin yerini dijital emek alabilir mi?”; “Üretim teknolojisi ve yapay zekâ uygulamaları işçi sınıfının yerine ikame edilebilir mi?”; “Edilse bile bu, kapitalizm koşullarında mümkün mü?”; “Bilgi çağında, bilim çağında, akıl çağında, dijital çağda veya YZ çağında yaşadığımız doğru mu?”; “Yani doğal zekâ çağından YZ çağına mı geçtik?”; “V. İ. Lenin’in dediği gibi emperyalizm ve proleter devrimler çağında mı yaşıyoruz?”; “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan proletaryanın artık malı mülkü mü var?”; “Bilimin ve teknolojinin gelişmesi savaşları ve sömürüyü ortadan kaldırır mı?”; Soruların dahası var!

“Toplumun yüzde 95’ini oluşturan proletarya sınıfının azaldığı, hatta ‘orta sınıf’ hâline geldiği doğru mu?”; “İşçilerin, emekçilerin maddi yaşam standartlarının düzeldiği, ev ve araba alabildiği, eskiye oranla iyi koşullarda yaşadığı gerçek mi?”; “Emperyalizm ve ezilen halklar arasındaki çatışma gevşedi mi?”; “Karl Marx yanıldı mı?”; “V. İ. Lenin’in teorisi çöktü mü?”; “Halk savaşı, öncü savaşı gibi kuramlar miadını doldurdu mu?”; “Daha da önemlisi sınıf savaşı bitti mi?”; “Devrimin yerini reformlar, devrimci demokrasinin yerini radikal demokrasiler alabilir mi?”; “Daniel Bell’in sorduğu üzere ideolojiler öldü mü?”; “André Gorz’un ‘Elveda proletarya’ demesi, Antonio Negri’nin, çözümü ‘Çokluk’ta bulması anlamlı mı?”; “Guy Standing’in proletaryadan prekarya’ya geçiş yapması gerçekleri yansıtıyor mu?”; “Proletarya, devrimci barutunu yitirdi mi?”; “Dünyanın üzerinde bir komünizm hayaleti dolaşıyor mu?”

Bunların tümüne verilebilecek yanıtın çerçevesi de şudur: Karl Marx ve Kapital’deki tezlere bağlanarak yürütülen tartışma biricik kaynağın insan ve işgücü (emek) olduğunu öne sürer. Proletarya olmadan nasıl ki doğada üretim olmuyorsa makine dünyasında da üretim gerçekleşemez. Kaldı ki makinenin kendisi de işgücü’nün değişik bir biçimidir. Artı değerin tek kaynağı işçiye ödenmemiş emektir.

“İşçinin işgücü olmadan makinelerle yapılan üretim burjuvaziye kârı nereden getirecek? Makinelerin artı-değer ürettiğini varsayan kimi küçük burjuva ve de liberal burjuva iktisatçıları, sermayenin kârının satıştan, yani meta dolaşımından ya da ‘arz/ talep’ ilişkisinden kaynaklandığını ileri sürerler. Elveda proletaryacı ya da prekaryacılar da aynı burjuva iktisatçıları gibi düşünüyor olmalılar. Ama biz biliyoruz ki, karın tek kaynağı işçinin ödenmemiş emeği olan artı-değerdir.”[22]

“Yeni” olduğu iddia edilen görüşler yeni olmadığı gibi, yeni gibi görünenler de tutarsızlıkla dolu. Üretim teknolojisi, robot ve dijital araçlar nedeniyle işgücünün, yani proletaryanın devredışı kalacağı görüşü de gülünçtür. Bu teori sahiplerinin pazardaki metayı satın almak için olsa bile işçi sınıfına ihtiyaçları varken; Marksist gibi görünen burjuva liberal teorisyenler, soruna üretim alanı içinden bakmadıklarından dolayı, emekçilerin sahip olduğu “kullanım araçlarını” da “üretim aracı” ile karıştırıyor.

Böyle olunca emekçilerin, içinde oturdukları ev, bindikleri araba, evdeki lüks bile olsa kullanım eşyaları da burjuva mülkiyeti gibi değerlendiriliyor. Liberal teorisyenlere göre böylece emekçiler sınıf atlamış ve burjuvalaşmış oluyor.[23]

“Burjuvazi, yeni ekonomik politikalara geçişle birlikte, bunun ideolojik altyapısını toplum içinde oluşturmak ve bu politikayı benimsetmek için önce ideolojik-siyasi bir saldırıya geçer. ‘İdeolojilerin sonu’, ‘elveda proletarya’lar,’ işçi sınıfının devrimci sınıf olmaktan çıktığı’, ‘burjuvazinin eski burjuvazi olmadığı’, ‘sömürü ilişkilerinin kalmadığı’, ya da kendisine Marksist diyen bazı çevrelerin ileri sürdüğü gibi ‘işçi sınıfı artık özel mülkiyete de-arabalara ve evlere- sahip’ vb. savlar, işçi sınıfına yönelik süregelen ideolojik saldırılardır.”[24]

Bir kez daha vurgulayalım: Makineden artı değer elde edilemez. Üretim sürecinde yegâne değer ve kâr kaynağı emektir. O da insan ve işgücü demektir. Kapitalist, makineye önem verir, onu geliştirir ama bunun sınırı olmalıdır. Bütün işi robot ve dijital güçlere yaptıramaz.

Her teknik, bilim ve buluş yeni işçileri gerektirmektedir. Dijital teknoloji işçileri işinden de eder. Yine de kapitalist işçiye ihtiyaç duyar; hem de giderek yoğun bir işgücüne. Çünkü dijital teknoloji ile ürettiği yığınlar hâlindeki metaları satmak zorundadır. Kitlelerin de bunu alacak kadar gelirlerinin olması şarttır. Aksi halde kâr oranı sürekli düşer, krizler gelir ve sistem çöker.

Dijital teknolojinin artması, yapay zekâlı işçilerin üretim sürecine dahil olması, ancak sosyalizm ve komünizm koşullarında işlevsel olabilir. Çünkü her şeyi robotların yaptığı bir üretim sürecinde insan denetleyici ve düzenleyici olarak işlev görecektir.

Kapitalizm koşullarında belirleyici olan emek-sermaye çatışmasıdır. Politikaya yön veren de iktisadi faaliyetlerdir. Hükümetleri de iktisat belirler. İktisat derken üretim ve artı-değere gönderme yapılır. Bunun yaratıcısı da teknolojik araçlar, robotlar değil iş gücüdür, canlı emektir.[25]

Çünkü kapitalizm her şeyden önce bir makine uygarlığıdır. Kapitalizm ontolojisini sermaye birikimi ve artı-değer üzerinden kurar. Kapitalizmin var oluş koşulu kâr dürtüsüdür bu onun manik karakterini oluşturur. Karl Marx’ın vurguladığı gibi kapitalist üretim, meta üretiminin genelleşmiş hâlidir. Kapitalizm üretim sürecinde yalnızca meta üretmez, genişleyerek yeniden üretimi için artı-değer üretir. Genişleyen yeniden üretimin kaynağı canlı emek ve canlı emeğin yarattığı değerdir. Sermaye sınıfının, burjuvazinin varoluş koşulu artı-değer sömürüsüdür ve bu, artı-değeri üretecek işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin varlığını koşullar. Artı-değer sömürüsü sınıflar arasındaki antagonist ilişkinin temelini oluşturur.

Yani kapitalist üretim süreci bir yandan hem değer üretim süreci; artı-değer üretim süreci ya da sermayenin üretim sürecidir, diğer yandan antagonist sınıfsal ilişkilerin üretildiği ve yeniden üretildiği bir süreçtir. Şöyle de ifade edilebilir; kapitalizm antagonist çelişkinin ürünüdür ve her an antagonist çelişkileri yeniden üretir. Kapitalizmin ağ’laşması (networked), ağlarda sınıf mücadelesinin “görünmez” hâle gelmesi bir yanılsama olduğu kadar, sermaye sınıfının başarısının ifadesidir. Ve yarattığı ideolojik hegemonyayı gösterir.

Teknoloji nötr bir şey değil, kârı sürekli kılmanın ve artırmanın aracıdır. Ayrıca kârın güvenliğini sağlamakla mükelleftir.

Makineleşme, otomasyon, mekanizasyon, robotik teknoloji, yapay zekânın sermayenin kâr açlığı için devreye sokulması “canlı halkalar yerini demirden halkalara bırakmasına yol açar”, yani kapitalist makine bir anlamda canlı emek tüketen bir kâr makinesi gibi hareket eder. Fakat bu durum bir dilemmanın önünü açar, kârın kaynağı artı değerdir ve artı- değeri yalnızca ve sadece canlı emek üretir. Yani ve kısaca işçi sınıfı yoksa kâr da yoktur. Kârın olmadığı bir kapitalizm fantastik bir kurgudan ibarettir. Peki, bu teknolojik “mucizeler” ne işe yarar? Bu “mucizeler” değer üretmezler, sadece canlı emeğin daha fazla değer üretmesini sağlarlar.

Karl Marx, ‘Grundrisse’de canlı emeğin üretimin içsel öğesi olmaktan çıkmaya başladığını, yerine makinelere bıraktığını yazar. Ve teknolojik yeniliklerin üretimde kullanımın kâr oranlarının düşme eğilimine yol açacağını söyler. Bunun da kaçınılmaz olarak krizleri beraberinde getireceğini vurgular. Evet, canlı emeğin tümüyle üretim sürecinden çıkması burjuvazinin hayali ve bir fantezisi olabilir. Ama bu ontolojisini sömürü, artı-değer üretimi veya kâr için üretim üzerine kuran kapitalizmin ve onun öz evladı olan burjuvazinin yok olması demektir.[26]

* * * * *

Ontolojisini sömürü, artı-değer üretimi veya kâr için üretim üzerine kuran kapitalizmin kontrolündeki YZ, 4.0’a umudunu bağlayanlara,[27] “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker,” vurgusuyla Karl Marx’dan hatırlatalım:

“Teknoloji insanın doğayla uğraşma biçimini, hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan üretim sürecini gösterir ve böylece sosyal ilişkilerinin oluşum biçimini ve bunlardan kaynaklanan düşünsel kavramları açığa vurur.”

“İnsanın kendi doğasına yabancılaşması kapitalist toplumun en temel kötülüğüdür.”

“İnsan doğaya ne kadar yabancılaşırsa o kadar toplumsallaşır, ne kadar toplumsallaşırsa da o kadar kendine yabancılaşır.”

“Şeylerin dünyasının değer kazanması ile insanların dünyasının değer kaybetmesi doğru orantılıdır.”

“Bu toplum, toplum değildir, Rousseau’nun dediği gibi, vahşi hayvanların yaşadığı bir çöldür.”[28]

“Para, insanın işinin ve var oluşunun yabancılaşmış özüdür; bu öz ona hâkim olur ve ona tapar.”

“Kapitalizm, iki temel zenginlik kaynağını yok etme eğilimindedir: Doğa ve insan.”

Sürdürülemez kapitalizm bir çürümeden/ yıkım ve yok oluştan başka bir anlam ifade etmiyorken;[29] “Çalışın, çalışın, proleterler, toplumsal serveti büyütmek ve bireysel sefaletinizi arttırmak için çalışın; çalışın ki, daha da yoksullaşarak, çalışmak ve sefil düşmek için daha fazla gerekçeniz olsun. Kapitalist üretimin insanın gözünün yaşına bakmayan yasası budur,”[30] diye ekleyen Paul Lafargue haksız mı? Elbette değil…

Kapitalizmin kontrolündeki YZ, 4.0 vd’leriyle sömüren/ sömürülen statükosunu pekiştiren burjuva egemenliğinde eşitsizlikler gün geçtikçe artıp/ derinleşirken, insan(lık) da “gözden çıkarılabilir” hâle gelmeye başladı.[31]

Kolay mı? John Berger’in saptamasındaki üzere, “Önceleri emperyalizm ucuz ham madde, emek sömürüsü ve denetlenebilir bir dünya pazarı istiyordu. Bugünse hiçbir değeri olmayan bir insanlık istiyor.”

Bu durumda “En zor mücadele, insanlık dışı koşullarda insan kalabilmektir,” diyen Zygmunt Bauman’a; “İnsanlar kurtulmadıkça, ezilenler ezenlerden intikam almadıkça, kültür de bir barbarlık belgesi olmaktan kurtulamayacaktır,” saptamasını ekleyelim Walter Benjamin’in…

Bir de Louis Althusser’in, “Devrimci mücadelenin hedefi; her zaman için sömürünün sona ermesi ve dolayısıyla insanın kurtuluşu olmuştur”…

Max Horkheimer’ın, “İnsanlar, ancak üretime karşı çıkarak, insana yaraşan bir başka üretim düzeni getirebilirler”…

Pablo Picasso’nun, “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak”…

Antonio Gramsci’nin, “Kayıtsızlardan nefret ediyorum… Yaşamanın taraf tutmak olduğuna inanıyorum. Kimse, toplumun dışında yalnızca insan olarak var olamaz. Gerçekten yaşamak yurttaş olmaktır, iştirak etmektir. Kayıtsızlık irade kaybıdır, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsızlık yaşamak değildir. Bu yüzden kayıtsızlardan nefrete diyorum,” sözlerini kulağımıza küpe edelim…

Tüm bunlar YZ, 4.0 vd’lerinden daha öğretici, yol açıcı kanımca!

25 Şubat 2024 20:40:16, İstanbul.

N O T L A R

[1] Elbert Hubbard.

[2] Fyodor Dostoyevski, Budala, çev: Nihal Yalaza Taluy, Cem Yay., 1969.

[3] “Jacques Ellul: Teknolojinin İhaneti-3”, 20 Nisan 2018… https://dunyalilar.org/jacques-ellul-teknolojinin-ihaneti-3.html/

[4] “Jacques Ellul: Teknolojinin İhaneti-2”, 20 Nisan 2018… https://dunyalilar.org/jacques-ellul-teknolojinin-ihaneti-2.html/

[5] “Jacques Ellul: Teknolojinin İhaneti-1”, 19 Nisan 2018… https://dunyalilar.org/jacques-ellul-teknolojinin-ihaneti-1.html/

[6] “Tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüştüğünde, insani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir.” (Jean Baudrillard.)

[7] Tolga Mırmırık, “Yapay Zekâ Riski Abartılıyor mu?”, Birgün, 28 Ocak 2024, s.17.

[8] Rahul Rao, “Yapay Zekâ İnsandan Daha Zeki Olursa Ne Olacak?”, 26 Temmuz 2023… https://odakdergisi2.com/bilim-insanlari-endiseli-yapay-zekâ-insandan-daha-zeki-olursa-ne-olacak/

[9] Fikret Başkaya, “Bilim ve Teknoloji Fetişizmine Dair Kısa Notlar”, Kaldıraç, No:254, Eylül 2022, s.72-73.

[10] Ünal Özmen, “Yapay Zekâ Eğitim İçin Bir Tehdit mi?”, Birgün Pazar, 22 Ekim 2023, s.10.

[11] Nilgün Cerrahoğlu, “Yılın Sözcüğü: Yapay Zekâ”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2023, s.7.

[12] “Devletlerin Yapay Zekâ Yarışları”, 4 Eylül 2023… https://www.avrupademokrat3.com/devletlerin-yapay-zekâ-yarislari/

[13] Ergin Yıldızoğlu, “2024’e Girerken (6) Teknoloji”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2024, s.9.

[14] Ünal Özmen, “Yapay Zekâ Kime/Kimlere Nasıl Bir Risk Oluşturuyor”, Birgün Pazar, 26 Kasım 2023, s.14.

[15] Güray Öz, “Post-Truth Yapay Zekâyı Teslim Alırsa…”, Birgün Pazar, 28 Mayıs 2023, s.9.

[16] Byung-Chul Han, Enfokrasi-Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi, çev: Mustafa Özdemir, Ketebe Yay., 2022, s.60.

[17] Ergin Yıldızoğlu, “Korkularımıza Bir Yenisi Eklendi”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2023, s.9.

[18] İbrahim Ortaş, “Yapay Zekâ Fırsat mı Tehdit mi? Yararlı mı Zararlı mı?”, 12 Şubat 2024… https://www.habereguven.com/yapay-zeka-firsat-mi-tehdit-mi-yararli-mi-zararli-mi

[19] Georg Lukács’la Söyleşi, 19 Nisan 2020, skopbülten… https://www.e-skop.com/skopbulten/georg-lukácsla-soylesi/5730

[20] Julius Ceaser’ın, M.Ö. 49’da Roma’ya dönerken Rubicon Nehri’ni geçince söylediği varsayılan “Alea iacta est” günümüzde, yaklaşık olarak, “ok yaydan çıktı” ya da “zarlar atıldı” gibi bir anlamda kullanılır.

[21] Güray Öz, “İbn Haldun’dan Yapay Zekâya”, Birgün Pazar, 21 Mayıs 2023, s.9.

[22] Yusuf Köse, Dijitalleşme- İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih, Nisan Yay., 2023, s.28.

[23] yage, s.110.

[24] yage, s.138.

[25] Mehmet Akkaya, “Proleter Devrimler Çağı mı? Dijital Devrimler Çağı mı?”, 9 Ağustos 2023… https://www.aktuelsanat.net/proleter-devrimler-cagi-mi/

[26] Volkan Yaraşır, “Sanayi 4.0 ve Yapay Zekâ Tartışmaları Sürerken Proletaryanın Tarihsel Rolü”, Yeni Yaşam, 25 Temmuz 2023, s.10.

[27] “Dev şirketler tarafından yönetilen bir toplumda özgürlük hakkında konuşmak saçmadır. Bir kurumda ne tür bir özgürlük var? Onlar totaliter kurumlar, yukarıdan emir alırsınız ve belki de onları altınızdaki insanlara verirsiniz.” (Noam Chomsky.)

[28] Karl Marx, İntihar Üzerine, çev: Zeynep Özarslan, Yeni Hayat Yay., 2006.

[29] “Modern dünyada, geçmişe göre gelirimiz daha fazlaymış gibi görünebilir; ancak modernitenin getirdiği zenginlik yalnızca görüntüdedir. Aslında artık daha fakiriz; çünkü beklentilerimiz fena hâlde tetiklenmiş, paramızın yettiğiyle elde edebildiklerimiz arasında derin bir uçurum oluşmuştur. Olduğumuzla, ‘aslında olabileceğimiz’ kişi arasında dağlar kadar fark vardır artık. Modern toplumlar, yabanıl bir insana göre çok daha güçlü bir mahrumiyet hissiyle baş başa bırakır bizi.” (Alain de Botton, Statü Endişesi, çev: Ahu Sıla Bayer, Sel Yay., 2010.)

[30] Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, çev: Hasan İlhan, Alter Yay., 2013.

[31] William I. Robinson, Küresel Kapitalizm ve İnsanlığın Krizi, Ayrıntı Yay., 2024.


Temel Demirer – 27.02.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑