Makaleler

Published on Temmuz 3rd, 2023

0

Unutulmaz iki mücadeleci: Aziz Nesin ve Aşık Nesimi | Doğan Özgüden


Madımak katliamının 30. yıldönümünde Evrensel yazarı Ceren Sözeri’nin gerçekçi değerlendirmesi üzerine müstesna iki yaratıcı insanımızla ilgili bazı ek anımsamalar.

Geçen hafta “Gazetecilik yaşamında bir noktalı virgül…” başlıklı yazımı bitirirken, bundan böyle yazı ritmimi değiştireceğimi ve daha aralıklı yazacağımı duyurmuştum… Ne ki, Sivas’taki Madımak katliamının 30. yıldönümü üzerine Ceren Sözeri’nin dünkü Evrensel’de yayımlanan yazısını okuyunca duygulanıp bilgisayarın klavyesini yeniden dövmeye koyuldum…

“Devlet unutmuyor ama biz unutuyoruz” başlıklı yazısında Ceren şöyle diyordu:

“Bugün yaşadıklarımızı anlamak, anlamlandırmak için geçmişi unutmamak, hatta farklı bakış açılarından tekrar tekrar okumak gerekiyor. Böyle dönemlerin kurtarıcılarından biri de biyografi ve otobiyografiler. Şu sıralar gündelik siyasetin anlamsız çekişmelerini televizyondaki konuşan kafalardan dinlemektense ben de Doğan Özgüden’in Vatansız Gazeteci adlı iki ciltten oluşan anılarına daldım. 

“Bazı şeylerin hiç değişmediği klişesini tekrar etmekten ziyade bir dönemin gazetecilerinin toplumdan kopmadan gerek iktidara gerekse patronlara karşı verdiği mücadeleleri hatırlamak iyi geldi. ‘Gazeteci taraflı olur mu, siyasi mücadelenin bir parçası olması gazeteciliğine gölge düşürür mü’ tartışmaları Anglosakson bir yeniden keşfin konusu olurken örneğin buna 1960’larda, 70’lerde verilen çok net cevapları hatırlamak, siyasetçilere parmak sallamadan ama toplumun beklentilerini gazetecilikle ortaya koyarak siyasete yön vermenin imkanlarını görmek umutsuzluk bulutlarını dağıtmaya yardımcı oluyor. Bazen de bizi bugüne getiren acıları hatırlatıyor.”

Ceren’in yazısında anımsattığı acılardan biri, Madımak katliamından sonra siyasal ve idari sorumlulardan hesap sormak gerekirken, medyada bazı kalemlerin doğrudan doğruya Aziz Nesin’i hedef almış olmaları… Bizim de yurt dışından yüreğimiz burkularak izlediğimiz bu haksızlık konusunda şöyle diyor:

“Bugün 2 Temmuz, hem düşünce suçlusu olarak cezaevlerine atılıp işkence gören, ülkesini terk etmek zorunda kalan gazetecileri, hem de 30 yıl önce canlı yayında izlediğimiz Sivas Katliamını hatırlamak için önemli bir gün. Çünkü bu ikisi arasında çok derin bir bağ var. 1993’te katliamın gelişi şehirde dağıtılan bildirilerle duyurulmuş ve hiçbir önlem alınmamışken dönemin medyası suçu Aziz Nesin’e yıkmıştı. Çünkü müesses nizam onu emrediyor, gazeteciler de emri yerine getiriyordu.”

Her bir yandan saldırıların hedefi Aziz Nesin

Türkiye’de Akşam Gazetesi’nde ve Ant Dergisi’nde yıllarca birlikte olduğumuz sevgili Aziz Nesin’in uğradığı ilk saldırı da değildi bu… 

27 Mayıs’çı subayların “basına özgürlük” diye mangalda kül bırakmadıkları bir dönemde bile ilk tutuklanan gazeteci yine Aziz Nesin olmuştu. O Aziz Nesin ki, Bordighera’daki uluslararası gülmece yarışmasında kazandığı Altın Palmiye ödülünü, 27 Mayıs’tan sonra sonra özgürlük çağının başlayacağı sanısıyla devlete bağışlamıştı…

1961 yazındaki duruşmasını hem gazeteci hem de sendikacı olarak izlemiş, bu vesileyle şahsen tanışma mutluluğunu da yaşamıştım.

1963’te hem Bâbıâli’de gazetecilik ve sendikacılık, hem de Türkiye İşçi Partisi saflarında militanlık yaparken çok sık beraberdik, biz gençleri sürekli destekliyor, yüreklendiriyordu.

1964 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin 1. Büyük Kongresi’nde Merkez Yürütme Kurulu’na seçilmiştim, ancak üyeler arasında beden işçisi olanlar ve olmayanlar ayrımı yapılmasına, gençlik kollarının parti yönetiminde temsilinin engellenmesine karşı çıktığımız için partiden ihraç edilmiştik. Aziz Nesin bu tasfiyeyi eleştirmişti. 

Ben aynı yıl Akşam‘ın genel yayın müdürü olduktan sonra Fahri Erdinç’le yaptığı ve onun tarafından TKP’ye rapor edilen bir görüşmede Nesin şöyle demişti: “Bugün ötekilerine kıyasla en sosyalist gazete Akşam’dır. Genel yayın müdürü Doğan Özgüden TİP’liydi. Fakat Haysiyet Divanı kararıyla partiden çıkarıldı. Hakkındaki grupçuluk iddialarına rağmen, Özgüden partide kendisine sempati duyulan çok genç bir arkadaş. iyi bir sosyalist. Biraz haksızlığa uğradı gibime geliyor…” (Erden Akbulut, 1963-1965 TKP belgelerinde işçi-demokrasi hareketi ve TİP, Tüstav, 2006)

1964’te genel yayın yönetmenliğini üstlendiğim Akşam gazetesini solun sesi haline getirmeme Aziz Nesin de yazılarıyla değerli katkılarda bulundu.

Aziz Nesin’in 1946’da Marko Paşa’yı çıkartırken karşılaştığı sorunları yirmi yıl sonra, 1967’de İnci’yle birlikte Ant dergisini çıkartırken biz de yaşadık.

Tüm baskılara, tehditlere ve davalara rağmen 1971 darbesine kadar yaşattığımız Ant’ın yayınladığı ilk büyük dizilerden biri Aziz Nesin’in Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne yaptığı ziyaretin izlenimleriydi.

Aziz Nesin’in Ant’ta yayınladığımız bir diğer önemli yazısı, Türkiye’de bir Nazım Hikmet Komitesi kurulması için yaptığı çağrıydı.

Onun aynı yıl yaptığı Sovyetler Birliği seyahatinden dönüşünde tutuklanması Demirel döneminin en büyük skandallarındandı. Gümrükte bavullarına elkonulduktan sonra “Nazım Hikmet’in vasiyetnamesini içeren ses bandlarını Türkiye’ye soktuğu”gerekçesiyle gözaltına alınmıştı.

Bunun üzerine Aziz Nesin’in “Başbakan’a Açık Mektubu”nu, ardından da “Otuzaltı saat gözaltı ve polis sorgusu”nu anlatan uzun yazı dizisini Ant Dergisi’nde yayımlamıştık.

Sürgünlük dönemimizde, Türkiye’ye kesin dönüşün hazırlığını yapmak için İstanbul’a gittiğimiz 1978 yılında da, Maden İş grevleriyle ilgili yazılarından dolayı TKP çizgisindeki medya ve örgütler tarafından hem Türkiye’de, hem de yurt dışında “Aziz Nesin sen nesin?” kampanyası açılmıştı. 

Türkiye Yazarlar Sendikası’nı ziyarete gittiğimde Aziz Nesin de oradaydı. Beni görünce öfkeyle yerinden fırlamış, “Bak Doğan, Türkiye’ye döndüğünü duymuştum, seni bekliyordum. Yıllardır görüşmedik, hoş gelmişin. Ama oralarda TKP’li falan olmuşsan şunu bilmeni istiyorum. TKP’nin bana yaptığını yanına bırakmayacağım. Bunu mutlaka kendilerine ilet!” demişti. 

Benim yeniden kurulan ve genel merkezi Türkiye Yazarlar Sendikası ile aynı binada olan Türkiye İşçi Partisi’ni Avrupa’da örgütleme ve sesini duyurma sorumluluğu üstlendiğimi öğrenince sakinleşmiş, Türkiye’ye kesin dönüşümde mutlaka yine birlikte bir şeyler yapmamızı önermişti.

Biz 12 Eylül darbesinden sonra Türk vatandaşlığından da atıldığımız için bu öneri gerçekleşemedi… 1984 sonlarında başta Aziz Nesin olmak üzere 1383 aydının imzasıyla Türkiye’de insan hakları ihlallerine karşı bir kampanya açılmıştı.  Bizim yurt dışında çeşitli dillerde yansıttığımız bu kampanya üzerine Aziz Nesin dahil 59 aydın hakkında Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nde dava açılmış, 12 Temmuz 1985 tarihli ilk duruşmada Aziz Nesin’in okuduğu 11 sayfalık savunmanın Türkiye medyasında yayınlanması yasaklanmıştı.

Bunun üzerine Nesin’in savunmasını, kendi isteği üzerine, Brüksel’de broşür olarak yayınlamıştık. Ardından Belçika Flaman Televizyonu BRT Türkiye’ye bir ekip göndererek Aziz Nesin’le bir röportaj yapmıştı. 

14 Ağustos 1985’te bana gönderdiği mektupta Aziz Nesin şöyle diyordu: “Belçikalıdan kaset istedim, göndereceğini söyledi. Sanırım, postayla göndermeye kalkacak, Türkiye’yi normal bir ülke sanıp. Postayla gönderirse başıma olmadık bürokratik işler ve işlemler açılır; yok gümrük, yok soruşturma, şu bu… Zamanım yok bu pisliklerle uğraşmaya… Bu yüzden kaseti senin almanı rica ediyorum. Bana elden gönderirsin birisiyle, herhangi bir uygun zamanda…”

Hemen Leo Stoops’la ilişki kurarak kaseti elden Türkiye’ye iletmiştim.

Bu olaydan tam sekiz yıl sonra, 2 Temmuz 1993 Madımak katliamının ardından gerçek sorumlulardan hesap sormak varken Aziz Nesin’e yöneltilen saldırılar bizleri de son derece sarsmış, katliamın gerçek sorumlularını dünya kamuoyuna tanıtmak için tüm olanakları seferber etmiştik.

Partili yoldaşım işçi Aşık Nesimi…

Ceren Sözeri, Madımak’ın 30. yıldönümü nedeniyle bu katliamın kurbanlarından sevgili Aşık Nesimi üzerine de benim anılarımdan, biri Türkiye’den, diğeri sürgünden olmak üzere, iki anekdot aktarıyor.

Gerçekten de, Nesimi, bizler için sadece türkülerine hayran olduğumuz büyük cura ustası bir müzisyen değil, aynızamanda sosyalist mücadele yoldaşlarımızdan, daha da önemlisi yakın dostlarımızdan biriydi. Ant Dergisi’nde sık sık beraber olurduk. Zaman zaman Dilber Bacı da Nesimi’yle birlikte gelir sohbetlerimize katılırdı. Nesimi, gençliğinde âşık olarak Kayseri’nden Elbistan’a kaçırdığı Dilber Bacı’ya son derece tutkundu.


Nesimi’yle ilk tanıştığım günü bugün gibi anımsıyorum. Gündüzleri Gece Postası Gazetesi’nde çalışıyor, akşamları da gece yarılarına kadar Türkiye İşçi Partisi’nin o zamanlar İstanbul’da Vali Konağı’nın yanı başındaki bir iş hanında bulunan genel merkezinde, basın ve etüd bürolarında çalışıyordum.


Partinin etkinliği ve örgütlenmesi hızla gelişiyordu ama, parti toplantılarına yapılan saldırılar, hükümetin uyguladığı baskılar yüzünden genel merkeze gelen gidenin sayısı zaman zaman son derece azalıyor, her an yeni bir baskına uğrama endişesi içinde, başta Genel Başkan Aybar olmak üzere, gece yarılarına kadar kalarak kaleyi korumaya çalışıyorduk. Bu ortamda partiye her yeni başvuru, hele başvuran bir işçiyse, bizlere büyük moral güç veriyordu.


Bir akşam parti programını tartışmak üzere toplantıdayken kapı çaldı. Genel Merkez’in güvenliğini sağlamakla görevli Talat, gözetleme deliğinden gelenin kim olduğunu yokladıktan sonra kapıyı açtı.


Karşımızda mavi tulumlu bir işçi duruyordu. Bir elinde de curası… Kendini tanıttı:


– Ben Nesimi… 


Kadirli’den tanıdığı Yaşar Kemal’in aracılığıyla İstanbul’da bir fabrikaya işçi olarak girmiş, ama bir grev hareketinde başı çekenlerden olduğu için işten atılmış.


O günden sonra Nesimi hem parti militanıydı, hem de halk ozanı olarak müzik yeteneğini sosyalist düşüncenin yayılması için kullanacaktı.


1968’in başlarında Nesimi ve diğer halk ozanları, hem baskı düzenine karşı bir olup seslerini daha güçlü çıkartabilmek hem de konser organizatörleri tarafından tanınmayan sosyal haklarını savunabilmek için Halk Ozanları Derneği’ni kurmaya karar vermişlerdi. Ant Dergisi’ne gelerek tüzüğün hazırlanması için yardım istediler. Birkaç hafta sonra da dernek kurularak Beyazıt, Aydınsaray’da faaliyete geçti.


Derneğin sekreteri de Aşık Nesimi’ydi. Derneğin ilk yönetiminde Aşık İhsani, Aşık Fermani, Aşık Hüseyin Kaçıran, Aşık Devrani ve Kul Hüseyin yeralıyordu. Anımsayabildiğim kadarıyla, Aşık Mahzuni Şerif, Aşık Temeli, Mehmet Koç, Aşık Nebi, A. Çırakman, Maksudi, Reyhani, İbreti, Aşık Selimi, Kul Hasan da bu halk ozanları hareketliliğinin içerisindeydi.


Yine 1968 yılında halk ozanlarını tanıtmak için Ant Dergisi’nde “Halkın Sesi” başlıklı bir köşe açmıştık. Tanıtma yazılarını Aşık İhsani hazırlıyordu.


7 Mayıs 1968’de yayınlanan yazıda Aşık İhsani, kavga arkadaşı Aşık Nesimi’yi şöyle anlatıyordu:


“Aşık Nesimi Çimen, 35 sene önce Kayseri İli’nin Sarız İlçesi’nde, itin kovaladığı dünyaya gelmiştir. Her gerçek halk şairi gibi, o da, yıkılası şu bozuk düzende yoksullukla kıyasıya boğuşmaktadır. Halen, elindeki iki karış, üç telli küçük bir curayla büyük işler başaran ve o nisbette de yürek taşıyan Dost Nesimi’nin en büyük düşmanı NATO ve onun başı, yıkılası Amerika’dır.”

Aşık Nesimi’ye sürgünde kavuşmamız…


Sanıyorum 1975 yılıydı, tarihi tam anımsayamıyorum. İnci’nin önemli bir diş ameliyatı geçirdikten sonra kendini toplarlamaya çalıştığı günlerdi. O nedenle baskı ve ciltleme işleri duraklamıştı. Ben de şiddetli bir grip geçirdiğimden, programa göre yayına hazırlamam gereken birkaç kitap ve broşürün redaksiyonunu evde tamamlamaya çalışıyordum.


Sabah vakti telefon çaldı:


– Dost, ben Nesimi… Daimi’yle beraber Paris’teyiz. Seni ve İnci bacımı çok özledim. Amsterdam’a giderken yarın Brüksel’den geçip sizleri de görmek istiyorum. Gelebilir miyiz?


– Nesimi, ne demek, gelirseniz bizi de ihya edersiniz. Mutlaka bekliyoruz.

Paris Kuzey Garı’ndan ertesi gün hangi saatte trene binip Brüksel Güney Garı’na hangi saatte varacaklarını söyledi. O saatte garda buluşmak üzere sözleştik. 


Habere İnci de çok sevindi. Hemen, “Dilber Bacı da geliyor mu?” diye sordu. Gelemediğine çok üzüldü.


Dostum Nesimi’yi 12 Mart darbesinden sonra dört yıldır görmemiştim. Geleceğini Belçika’daki ilerici, demokrat arkadaşlara da duyurdum.


Ne ki, sözleştiğimiz gün Paris’ten trene bineceği sırada büyük bir felaket gelmişti başına. 
– Dost, yandım ben, mahvoldum… Tam garda bilet almak için sıraya girdiğimde namussuzun biri curamı çalıp sırra kadem basmış. Polise neye başvurduk, ama hiç umudum yok. Ben curasız edemem. Ne yap et bana ille de bir cura bul.


O yıllarda ne Belçika’da, ne de diğer ülkelerde saz, bağlama, cura satan mağazalar var. Hele cura!


İsveç’e, bir yıl önce ilk plağını, Türkiye’den Devrimci Türküler uzunçalarını yayınlamış olduğumuz Zülfü Livaneli’ye telefon ettim, bulabilirse hemen uçakla göndermesini istedim. Orada da cura yoktu.


Nihayet La Louvière bölgesindeki maden işçisi Alevi dostlardan biri küçük boy sazını acele yetiştirdi. Cura gibi olmasa da curaya yakın bir tınısı vardı.


Aynı gün tesadüfen o dönemin seçkin sol aydınlarından Günay Akarsu da bizde misafirdi.


Nesimi bize geldiğinde cura benzeri sazı bulunca dünyalar onun oldu. Dört yıllık hasret bir nebze giderildikten, ortak kavga günlerinin anıları tazelendikten sonra Nesimi hemen söylemeye koyuldu, zaman zaman Daimi de kendisine eşlik ediyordu.


O yıllarda doğru dürüst bir kayıt aletimiz olmadığından, bu dost dinletisini alelade bir kasetçalar’la Günay kayda aldı.


Yıllar sonra yayınladığımız CD’nin tamamı bu kayıtlardan oluşuyor.

Deniz’lerin idamı üzerine yaktığı “Bugün 1972, 6 Mayıs’tır” ağıtında soruyor Nesimi: “Kesilmedik ormanda fidan mı olur?” 


Ya yakılan ormanda?


Evet, tam 21 yıl sonra, 1993, 2 Temmuz’da, Sivas’ta bir orman ateşe verildi. Sevgili Nesimi’yi de 32 canla birlikte o yangında yitirdik.


Artı Gerçek – Artı Gerçek – 3 Temmuz 2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑