Seçtiklerimiz

Published on Mayıs 18th, 2020

0

Uzun Maratonun 18 Mayıs Etabı: İbrahim Kaypakkaya – Hilmi Toy

18 Mayıs 1973. 47 yıl önce bugün ‘Kırmızı Gül Buz İçinde’. Öncellerinden sonra, ardıllarından önce özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde ‘Buz Kıran’ bir önder katledildi işkence sonrası kurşuna dizilerek. “Yürüyorum karlı yolda, Yalın ayak yayayım ben, İşkence yıpratmaz beni, Çünkü Kaypakkaya’yım ben…” diyenlerimizdendi O.

Bugün 18 Mayıs, sosyalist hareketin bu memlekette 1972 öncesi 50 yıl sonra yeniden var oluş sürecinin, yeniden inşasının ilk eşiği olup, önemli bir basamağı çıkarken önderlik gücü gelişkin İbrahim Kaypakkaya katledildi. Paramaz’lar ve Mustafa Suphi’lerden sonra çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryası ve ezilen halkları bir önderini daha ölümsüzlüğe uğurladığı günün adıdır 18 Mayıs. Bugün erkenci bir veda ile Amed işkencehanesinde vücudu parça parça edilerek katledilen İbrahim Kaypakkaya ayrıldı aramızdan. “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak” demişti İbrahim Kaypakkaya.

Diyarbakır işkence hanelerinde 3,5 ay aralıksız işkence edilerek, tırnakları çekilip, parmakları kesilerek , vücudu param parça edilerek katledildi ama bu çelik aldığı suyu unutmadı. Çünkü O bu topraklarda direngen damarlara Çeliğin suyunu taşıyanlardandı.

Bu topraklarda “Ser verip , sır vermeme” geleneğini yaratan bir önder İbrâhim Kaypakkaya. “Vartinik’te sert bir kaya, üstüne bir destan yazılı kanla. … Bak bak yaka numaraları da var, Ali bir, Haydar iki, İbrahim üç beş on yüz bin, gözlerinde kin, ediyorlar yemin”. Bu destanın bir kan damlasıdır Mirik Mezrası.

Başında kasketiyle, elinde çelik uçlu kalemiyle 68 gençlik hareketinin birikimi, 15-16 Haziran direnişinin açtığı yolda, 12 Mart Cuntası’na karşı mücadele kararlılığı ile Türkiye devriminin temel sorunlarında ve TKP özelinde Türkiye Komünist hareketinin tarihi mirası konusunda yaşadığı koşullar içinde en ileri ve en doğru görüşlere sahipti İbrahim Kaypakkaya. Bu günden bakıldığında’ eksiklikleri de var, şunlar da yanılgı içinde’ denilecektir. Ama İbrahim’i İbrahim yapan, dönemin 71 devrimci hareketi içinde çıkışı ile birlikte onu ileri mevziye taşıyan Kemalizm, Kürt sorunu, Emperyalizm, Sosyal-Emperyalizm, Faşizm, devlet, devrim, Parti konusundaki görüşleri, teorik ve pratik duruşu, programatik tezleridir. İbrahim Kaypakkaya’nın taa o günlerde ‘biz köylü hareketi değiliz. Biz işçi sınıfının hareketiyiz. Onun için partinin adı hem işçi sınıfını temsil eden, hemde bilimsel olarak komünist olmalıdır’ demiştir. İçinden koptuğu, devrimci bir kopuş gerçekleştirdiği TİİKP – PDA revizyonizminin sosyo-ekonomik yapı anlayışını eleştirirken “emperyalizm sermaye ihracı yoluyla yarı-sömürgeleştiriyor. İhraç edilen sermaye, ihraç edildiği ülkelerde niyetinden bağımsız olarak kapitalizmin gelişmesini etkiler ve hızlandırır. Devrim oluncaya dek ülke yarı-feodal kalacaktır demek diyalektiğin önüne kazık çakmaktır” derken olguları diyalektik perspektifle değerlendirmektedir.

Yine taa o gün ve koşullarda ulusların kendi kaderini kendilerinin belirleme hakkını savunarak “Halkların kardeşliği sloganı baştan beri burjuva- liberal bir hiledir. Önce tam hak eşitliği, ancak ondan sonra halkların kardeşliği” diyendir. Kemalizmin resmi devlet ideolojisi olduğunu savunan yalnızca İbrahim Kaypakkaya ve temsil ettiği harekettir. Egemen ulus ayrıcalıklarına ve egemen ulus şovenizmi olan sosyal şovenizme karşı mücadelede ilkeli ve kararlıdır. Mayınlı sahada siyaset yaparak ‘buz kıran’ olmuş, bunun bedelini de canıyla ödemiştir. İbrahim Kaypakkaya ve 71 devrimci hareketini kendi özgül koşulları içinde, Uluslararası var olduğu kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekir.

Bugün Marksizm Leninizmi öğrenme, kavrayış düzeyi ile o günkü koşullar içindeki düzeyi bir ve aynı değildir. Marksist Leninist klasiklerin çevirisinin sınırlı olduğu, askeri darbe içinde koşulları içinde devrimci sosyalist öncü güçleri imha saldırısının boyutlandığı koşullarda bu fikirlere ulaşmışlardır. Bugünden bakınca ‘Kırlar kentleri kuşatamaz’ ama tutuşturabilir. ‘Kızıl siyasi iktidar’ çok öznel olabilir ama ‘özgür alanlar’ yaratabilir. ‘Mustafa Suphi’ler TKP’si komünist hareketin mirası’ derken eksik olabilir, Paramaz’ların koluna aklı bilinci değil, bilgi kaynakları yetersiz olabilir ama yanlış değil. Türkiye yarı-sömürge, yarı-feodal derken feodalizmin gücünü abarttı sayılabilir ama feodalizmin çözülme sürecini görüp kapitalizmin gelişiminin hız içinde olduğunu görür. Ulusal sorunu ve ulusal hareketleri doğru ve ilkesel olarak değerlendirmiş, görevleri saptamış, ama ulusal sorunu özünde köylü sorunu’ değil de ‘pazar sorunu’ olarak ifade etmiş olabilir. Çağ değerlendirmesinde ’emperyalizmin toptan çöküşü’ gibi bir tesbitte dönemin ÇKP ve Mao’nun etkisinde olabilir, ama uluslararası komünist hareketi ÇKP ve Arnavutluk Emek Partisi’nin temsil ettiğini doğru koymuştur. Uluslararası saflaşmalarda doğru yer ve tarafta saf tutmuştur.

Bunun için öldürüldüğünün tanığıdır Mayıs. Savunmasında “Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist – Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım” diyerek Mayıs’ı tanık kılmıştır tarih huzurunda.

İbrahim’den geriye kalan mirası muradı teorik-pratik programatik görüş ve yönelim ile diyalektik düşünme perspektifidir. Bilimsel Araştıran, sorgulayan ve tartışan biridir İbrahim. Şapkasının içindeki değil, Şapkasının altındaki kafanın içindekileri önemli ve değerlidir. İbrahim’i doğmatikçe savunmak ona en büyük haksızlık, en büyük kötülüktür. Keza İbrahim’i İbrahim’siz savunmakta öyle.

Bir sevgili arkadaşım yazmıştı: “Derler ki,
O günlerden geriye her 18 Mayıs’larda,
Menekşe mevsimi küsermiş kendine.
Dersim’den bir yıldız kayarmış Zilan üstüne.
Derler ki,
Her 18 Mayıs’larda.
Gökyüzü Yeşil bir çift göze dönermiş”.

Özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde her tür inkarcı, baştan savmacı, şekilci anlayış ve yaklaşımlara karşı 18 Mayıs’ı unutma. Unutma, 18 Mayıs gelenekten geleceğe yürüyüşün kilometre taşlarındandır. Ne ilki ne de sonudur. Uzun maratonun 18 Mayıs etabıdır. Sözün özü budur.

İbrahim’i kendi yazdığı, adeta anne babasına, işçi ve emekçilere vasiyet eder gibi, kendisinden önce düşen yoldaşlarına da seslenerek yazdığı şiiriyle söze nokta koyalım.

“Gider gider nice koçyiğitler gider,
İçinde seninde bir oğlun varsa çok değildir.
Ey mavi gök, yağız yer bilesin ki,
Örsle çekiç arasında yoğrulduk,
Hıncımız derya gibi kabarmakta.” diyerek sınıf kinini şiire mısra mısra döker.

Ölen yoldaşları için “Siz ki, canınızı verdiniz halkımız için,
Siz ki, her şeyinizi verdiniz bu kavga uğruna
Göğsümüzde onurla dalgalanan
Kızıl bayrağa siz ki al rengini verdiniz
Ölmez halk için toprağa düşenler
Siz ki ölmezliğe erdiniz
Ey yüce oğulları (kızları – ek ben) halkımızın
Gururla ve sabırla dinlenin şimdi
Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız”. İbrahim’i anmak O’nu anlamak ve kavramaktır. O öldü bu kavga uğruna elbette. Ama düşüncesiyle, idealleriyle, kavgasıyla yaşıyor, yaşayacak işçi sınıfının ve ezilen halkların, yoldaşlarının savaşsız, sömürüsüz bir dünya mücadelesinde.


(avegkon,com)

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑