Makaleler

Published on Haziran 19th, 2023

0

Yirmi yıl önceki bir zulmet gecesini anarken… | Doğan Özgüden


İsveç’in üyeliği gündeme geldiğinde, 60’larda TİP’in TBMM’de, devrimci sendikaların ve gençlik örgütlerinin meydanlarda yankılanan “NATO’ya Hayır!” kükreyişi 100. yıl TBMM’sinde de mutlaka duyulmalıdır…

Bundan tam 20 yıl önce… Sürgünümüzün 32. yılında, 2003 Mart’ının 19’unu 20’ye bağlayan gece, tüm dünya televizyonlarının ekranları ABD savaş uçaklarının Irak’a bomba yağdıran görüntülerini isterik yorumlarla tekrar ve tekrar verirken bilgisayarıma şu notları düşmüşüm: 

“Yine ateş ve kan günleri… Binlerce insan hiç uğruna ya da petrol uğruna ölüyor.

Herkesin içi kan ağlıyor.

“Evlerini, yurtlarını terketmek zorunda kalan insan imajları bize tam 32 yıl öncesini anımsatıyor.

“Evinden, anandan babandan, kardeşlerinden, tüm sevdiklerinden ve dostlarından, saksıdaki fesleğenden, kara kedinden, köşedeki çöplüğe üşüşen sokak kedilerinden, cadde boyu çınar ağaçlarından kopmak…

“Belki de bir daha hiç göremeyeceğini bilerek, son bir kez için acıyla burkularak geriye bakıp yok olmak…

“İleride seni neler beklediğini hiç bilemeden, hiç tahmin edemeden…

“Hiç bitmeyen sürgün ve gurbet yılları… Hiç bitmeyen… Hiç bitmeyen…

“Yine binler, onbinler, yüzbinler… Hep sürgün ve gurbet yollarında…

“Mezopotamya’lı Arap, Kürt, Asuri, Keldani, Ezidi, Türkmen’ler… Düne kadar kardeş kardeş yaşayan milyonlar…

“En büyük antik uygarlıkların çocukları…

“Bir post-modern ‘uygarlık’ adına savaş tanrılarına kurban ediliyor.

“TV ekranları vahşet, nefret, zulüm kusuyor.”

O zulmet gecesinde, bilgisayara bir not daha düşmüşüm:

“İki dost kedimize, İvan ve Çita’ya veda… Dünya güzeli bu iki kedicik birbiri ardına böbrek yetersizliğinden ölünceye kadar, sürgün yaşamımızın yirmi yılı boyunca canyoldaşımız oldular. Önce İvan, Irak işgalinin başladığı gün de bu kahredici sürgün diyarındaki gerçek dostlarımızdan Çita da gitti.

“En zor, en kahırlı günlerimizde bizi hiç yalnız bırakmayan, acımızı bakışlarıyla soran, sorgulayan, ıslak burnunu yanağımıza dokundurup dizimizin dibinde ronronlayarak bizi teselli eden bir can gitti.

“Kedi soyu… Uzaydan mı gelmiştir, bilmiyorum. Semavi bir metaformozun ürünü müdür, bilinmez. Nerelerden kopup bağrımıza düşmüştür?

“İvan gibi Çita da, belki de geldiği yere, uzayın milyarlarca ışıkyılı uzaktaki erişilmez uç noktalarına gitti.

“Bize geride kan ve zulüm dolu bir dünya bırakarak…”

ABD emperyalizminin 20yıl önce  461 bin cana mal olan kirli oyunları 

Tıpkı bugün Ukrayna Krizi’ni bahane ederek tüm Batı dünyasını, hattâ Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden bazılarını savaş isterisine sokup NATO’yu daha güçlendirerek insanlığı bir nükleer felaketin eşiğine getirmeyi başardığı gibi, o dönemde de saldırganlığın başını ABD emperyalizmi çekiyordu.

ABD’nin Afganistan’da Sovyet işgaline karşı İslam gericiliğini kullanarak kendi yarattığı El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Washington’daki Pentagon’a düzenlediği saldırılardan sonra, Başkan George H. W. Bush, Saddam Hüsseyin’in kitle imha silahları üretmeye ve saklamaya devam ettiğini ileri sürerek Irak’ı da, İran ve Kuzey Kore ile birlikte uluslararası bir “şer ekseninin” parçası ilan etmişti.

ABD Kongresi de Ekim 2002’de Irak’a askeri operasyon düzenlenmesine izin vermiş, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell da, 2003’te BM’de yaptığı konuşmada, Irak’ın biyolojik silah üretmek amacıyla “mobil laboratuvarlar” geliştirdiğini iddia etmişti.

ABD emperyalizminin baş yardakçısı olan İngiltere Başbakanı Tony Blair de, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları ürettiğinin “su götürmez bir gerçek” olduğunu söyleyerek yangına körükle girmişti.

Evet, tam yirmi yıl önce, “Irak’a Özgürlük Operasyonu” adı altında, 295 bin ABD ve müttefik askeri Kuveyt sınırını geçerek Irak’a girmiş ve işgal başlamıştı. 

Ancak günümüzdeki durumdan farklı olarak, ABD’nin iki sınır komşusu Kanada ve Meksika, Orta Doğu ülkelerinin çoğu, Avrupa’daki NATO üyelerinden Almanya, Avusturya, Yunanistan ve hattâ Türkiye destek çağrısına yanıt vermemişti.

62 bin askeri personel ile 255 uçak ve 65 helikopterden oluşacak yabancı silahlı güçlerin Türkiye’de, Türk silahlı kuvvetlerinin de Irak’ta konuşlandırılmasını öngören önerge, Tayyip iktidarının henüz tüm kontrolü ele alamadığı 1 Mart 2003’te TBMM tarafından reddedilmişti.

ABD silahlı kuvvetlerinin saldırısı karşısında Irak ordusu 2003 Mayıs ayı başında yenilmiş, daha sonra da Saddam Hüseyin yakalanarak 30 Kasım 2006’da idam edilmişti.

ABD işgali Irak’a barış ve demokrasi getireceğine, ülkedeki mezhep çatışmalarını alevlendirmiş, Sünni ve Şii grupları arasında iç savaş yaşanmıştı. 3 trilyon dolara mal olduğu tahmin edilen ve 2011 yılına kadar süren ABD işgali döneminde Irak’ta 461 bin kişinin savaşa bağlı nedenlerle yaşamını yitirmiş bulunuyor.

Ancak, ABD Başkanı Bush’un ve Dışişleri Bakanı Powell’ın savaşı başlatmak için ileri sürdükleri iddiaların aksine, Irak’ta Saddam rejiminin imal ettiği hiçbir kitle imha silahı bulunamadı, böylece ABD istihbarat servislerinin yalancılığı ve provokatörlüğü bir kez daha belgelenmiş oldu.

ABD’nin kirli oyunları bu kez daha fazla destekçiyle yeniden sahnede…

Tüm bunları niçin yazıyorum?

Üzerinden tam 20 yıl geçtikten sonra mavi gezegenimiz yine, ABD emperyalizminin, Ukrayna Krizi’ni bahane ederek tüm dünyayı savaş isterisine soktuğu ve NATO’yu daha güçlendirerek insanlığı bir nükleer felaketin eşiğine sürüklediği bir evrensel trajedi yaşıyor…

Üstelik, o dönemde ABD emperyalizmi İngiltere dışında NATO üyesi ülkelerden bile destek alamamışken, bu kez tüm NATO ortaklarını peşine takmış, bu savaş örgütünü yeni katılımlarla daha da güçlendirmek, silahlanma harcamalarını daha da artırmak, askeri-sanayi kompleksini daha da zenginleştirmek için elinden geleni ardına koymuyor.

ABD’nin Avrupa’daki en güçlü ortağı Almanya’da Scholz hükümeti geçen hafta “Savunmacı. Dayanıklı. Sürekli. Almanya için bütünleşmiş güvenlik” başlığını taşıyan “Ulusal Güvenlik Stratejisini” kamuoyuna tanıtmış bulunuyor.

Dostumuz Murat Çakır, bu yeni emperyalist strateji belgesinin Alman halkına dayatılmasının nedenlerini çok net şekilde ortaya koymuş bulunuyor:

“Kulağa hoş gelen, ama içi boş söylemlerle süslü 76 sayfalık strateji belgesi, Alman emperyalizminin yayılmacılığı totaliter bir buyruk olarak yaşamın her alanına hâkim kılma çabasının bir kanıtı. Silahlanma bütçelerini kutsal kâse hâline getiren ve her Alman yurttaşını ‘savunma için katkı sunmaya’ zorunlu kılan belgenin düşman resmi ise beklenildiği gibi Rusya oldu. İkinci sırada ise ‘Ortak, rakip ve sistemik hasım’ olarak nitelendirilen Çin Halk Cumhuriyeti yer alıyor.

“Aslında belgeyi uluslararası siyasette meydana gelen derin değişimlere verilen bir yanıt olarak da okuyabiliriz. Nihâyetinde Almanya, AB ve Transatlantikçi Batının dünya çapındaki etkileri zayıflıyor. Çin Halk Cumhuriyeti güçlenirken, aynı zamanda Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın çeşitli ülkeleri için eski sömürgecileri olan Batıya karşı bir alternatif oluşturuyor. Rusya da bazı coğrafyalarda, özellikle Suriye ve Batı Afrika’da etkinliğini artırarak Batıyı geri püskürtebiliyor. Gelişmekte olan eşik ülkelerinin BRICS veya Şanghay İş Birliği Örgütü gibi ittifaklara katılımı artıyor. Bir zamanların süper gücü ABD’nin hegemonyası altındaki dünya yerine, çok kutuplu dünya düzeni – hâlâ emperyalist-kapitalist etki altında olmasına rağmen – günümüzün gerçeği hâline geliyor.

“Scholz hükümetinin strateji belgesi tam olarak bu gerçeği tanıyor ve çıkarları açısından büyük bir meydan okuma olarak algılıyor. Rusya’yı ‘Avro-Atlantik alanının barışı ve güvenliği için öngörülebilir zamandaki en büyük tehdit’ olarak tanımlayarak, Alman ordularının ‘Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel silahlı kuvvetleri hâline getirilmesinin’ gerekçesini yaratıyor.”

ABD’nin başını çektiği, Almanya’nın da baş destekçisi, hattâ cürüm ortağı olduğu bu yeni emperyalist tırmanışın diplomasi ağırlıklı bir aşamasına 11-12 Temmuz tarihlerinde Litvanya’nın Başkenti Vilnius’ta yapılacak NATO Liderler Zirvesi’nde tanık olacağız.

Bilindiği gibi, Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçildiğinde kutlamak için kendisini arayan ABD Başkanı Biden, İsveç’in NATO üyeliğinin Türkiye tarafından onaylanması gerektiğini bir kez daha anımsatmış, Erdoğan’ın yemin törenine katılan NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile buluşarak kendilerine İsveç’in üyeliğinin onaylanması gerektiği dayatmasında bulunmuştu.

Geçtiğimiz hafta Brüksel’deki NATO Karargahı’nda yapılan savunma bakanları toplantısında Erdoğan iktidarının çiçeği burnundaki yeni bakanı Yaşar Güler, patronun talimatına uygun olarak, İsveç’in NATO üyeliğini yurt dışı muhalif avını güçlendirmek için uluslararası pazarlık konusu yapmakta gecikmedi….

Şimdi gözler 11-12 Temmuz’da Vilnius’ta yapılacak NATO Liderler Zirvesi’ne çevrilmiş bulunuyor.

Daha önce Finlandiya’nın üyeliği konusundaki vetosunu sürpriz bir manevrayla Mart ayında kaldırmış ve bunu TBMM’ye muhalefet partilerinin desteğiyle onaylatmış bulunan Erdoğan’ın, tüm tafralara rağmen İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunda geri adım atması şaşırtıcı olmayacaktır.

Yusuf Karadaş, 13 Haziran tarihli Evrensel’de yayınlanan “Sam ve Coni’ye karşı ilk kritik sınav!” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“Seçimlerin ardından batılı emperyalistlerle yeni bir sayfa açmak isteyen ve bu temelde kendi deyimi ile ‘Londra tefecileri’nin temsilcisi Mehmet Şimşek’i Hazine ve Maliye Bakanı olarak atayan Erdoğan’ın, İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması konusunda batılı emperyalistlerin baskılarına boyun eğmesi kuvvetle muhtemel görünüyor. Öte yandan kendisine verilecek kimi sınırlı/sembolik tavizler üzerinden bu adımı büyük bir başarı gibi propaganda etmeye çalışacağına da şüphe yok. Zaten ABD yönetimi de İsveç’in NATO üyeliğine vetonun kaldırılması karşılığında uzunca bir süredir beklettiği Türkiye’ye F-16 uçaklarının satışını onaylayacağının mesajını veriyor. Çünkü bu hamle üzerinden sadece Rusya’ya yeni dönemde daha güçlü ve caydırıcı bir NATO mesajı verilmekle kalmıyor, Erdoğan yönetiminin de ABD ve NATO’nun politik ekseninin içine daha fazla çekilmesi sağlanıyor.”

Yeni Meclis’teki sol muhalefetin NATO konusunda imtihanı

Bittabi, Erdoğan bu geri adımı atarak İsveç’in de katılımıyla NATO’nun daha da güçlendirilmesini, tıpkı üç ay önce Finlandiya’nın üyeliği konusunda olduğu gibi, yeni seçilmiş TBMM’nin onayına sunacak olursa, muhalefetin bu konuda takınacağı tavır, Türkiye’de barış ve demokrasi mücadelesinin geleceği açısından önemli bir gösterge olacaktır.

Unutulmasın ki, Finlandiya’nın üyeliği için Mart ayında yapılan oylamada CHP dahil tüm partiler NATO’nun güçlendirilmesine kabul oyu vermiş, HDP milletvekilleri Meclis’te oldukları halde oylamaya katılmamış, TİP’in milletvekilleri ise Meclis’e dahi gelmemişlerdi. 

Evrensel gazetesi, NATO’nun güçlendirilmesi önerisi 11-12 Temmuz zirvesinden sonra mevcut iktidar tarafından onaylanmak üzere Meclis’e getirildiğinde tepkilerinin ne olacağı konusunda dört sol partinin görüşlerini yansıtmış bulunuyor.

Meclis’te milletvekili bulunan sol partilerden EMEP’in sözcüsü “Partimiz Türkiye’nin NATO’dan çıkması için uzun yıllardır mücadele ediyor. Meclis gündemine geldiğinde bizim tutumuz da ‘hayır’ olacaktır. Bölge ve dünya barışını savunduğunu söyleyen milletvekillerini de ‘hayır’ demeye çağırıyoruz. Başta NATO olmak üzere ülkemizdeki tüm yabancı üsler kapatılmalıdır. Türkiye NATO’dan çıkmalıdır.” diyor.

Finlandiya oylamasında Meclis’te bulunmamış olan TİP’in sözcüsü de İsveç oylaması konusunda EMEP’le aynı görüşü paylaşıyor: “NATO’ya alınacak her üye Avrupa’da ve dünyada barışı daha fazla tehlikeye sokacaktır. Finlandiya’nın alınması yanlıştı, İsveç’in alınması yanlış olacak, Türkiye’nin bulunması yanlış… NATO’nun varlığı yanlış, çünkü ABD yeniden kutuplaştırmaya devam ediyor.”

Meclis’te temsilcisi bulunmayan Sol Parti ve TKP’nin sözcüleri ise, geçen Mart ayındaki Finlandiya oylamasında Meclis’te temsil edilen sol partilerin karşı oy kullanmamış olmasını sert şekilde eleştirerek, onları bu kez İsveç oylamasında karşı oy kullanmaya ve Türkiye’nin NATO’dan çıkması için mücadelede aktif yer almaya çağırıyorlar.

Hiç kuşku yok ki, İsveç’in üyeliğe alınarak NATO’nun güçlendirilmesi Meclis’e geldiğinde, kuruluşundan beri NATO’nun destekçisi olan, Finlandiya’nın üyeliğine de oy vermiş bulunan CHP’den farklı bir tavır beklenemez.

Son seçimlerdeki oy kaybına rağmen yeni Meclis’te de üçüncü büyük gruba sahip bulunan YSP’nin bu konuda koyacağı tavır özel önem taşıyor. Geçen Meclis’te oylamaya katılmamak suretiyle NATO konusunda tavır belirlemekten kaçınmış olan HDP’nin yeni Meclis’teki devamı olan YSP, hem Türkiye’de anti-emperyalist mücadelenin güçlenmesi, hem de sol güçlerin gelecekteki birliğinin pekiştirilmesi açısından NATO’ya karşı tutumunu net şekilde belirlemelidir.

Evet, 60’larda Türkiye İşçi Partisi’nin TBMM’de, devrimci sendikaların ve gençlik örgütlerinin meydanlarda yankılanan “NATO’ya Hayır!” kükreyişi 100. yıl TBMM’sinde de mutlaka duyulmalıdır…

1952 yazından itibaren NATO’nun Güneydoğu Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın İzmir’de örgütlenmesine, Türkiye’nin sadece askeri değil, siyasi yaşamına müdahalelerine, 27 Mayıs ve 12 Mart askeri darbelerindeki rolüne tanık olmuş, yönettiği gazete ve dergilerde NATO’nun varlığına karşı sürekli mücadele vermiş bir gazeteci olarak bugünkü sol partilerden ben de bunu bekliyorum… 


Doğan Özgüden – Artı Gerçek – 19.06.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑