Sömürgecilik

Published on Aralık 19th, 2023

0

Yüksekdağ: Kürt halkının davasına sahip çıkmak bize Denizlerin vasiyetidir

Kobanê davasında savunmasını yapan HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Kürt halkının davasına sahip çıkmanın kendilerine Deniz Gezmiş’lerin mirası olduğunu belirtti. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tanık olarak dinlenmesini isteyen Yüksekdağ, “Hakikatin kaynağına ulaşmak gibi bir derdiniz varsa Öcalan tanık olarak çağırılmalıdır. Bizzat Sayın Öcalan’ın gönderdiği mesajla çok daha kanlı olayların önüne geçilmiştir. En önemli tanık odur. Gelemiyorsa SEGBİS’le bağlarsınız ve böylece yıllarca İmralı’da süren tecridin bu davayla kırılmasına vesile olursunuz” çağrısında bulundu.

DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutsak 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etti.

Duruşma verilen aranın ardından HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın savunmasıyla devam etti. Tutsaklar salona “Jin, jîyan, azadî” sloganları ve zafer işaretleriyle gelirken, izleyiciler de “Özgür tutsaklar onurumuzdur” sloganıyla yanıtladı.

Yüksekdağ, duruşmaya izlemek üzere katılanları, Danimarka, İsviçre Almanya elçiliklerinden gözlemcilere, Fikret Başkaya’ya, Baskın Oran’a teşekkür ederek beyanlarına devam etti.

‘HAZİRAN DİRENİŞİ UMUT YARATMIŞTI’
Gezi direnişini “umut hareketi” olarak tarifleyen Yüksekdağ, direnişin Türkiye halklarına değişimin mümkün olabileceğine dair umut verdiğini söyledi. Yüksekdağ, “2013’ten sonra Türkiye toplumunu bir umutsuzluk sarmıştı. Muhalefette, demokrasi ve özgürlüklerden yana bir umutsuzluk ve karamsarlık havası hakimdi. Bu dönemden çok tanıdık gelen fısıltılar konuşmalar geçiyordu. Türkiye’de kendisine bir gelecek görmediğinden bahsediyordu, yurtdışına gitmek kendisini nereye atarsa Türkiye dışında orada yaşama hayalini kuran kişilerin sayısı fazlalaşmaya başladı” diye belirtti. 1980 Darbesi’nin ardından ilk kez Gezi direnişiyle beraber toplumda bir “soğuma döneminin” başladığını dile getiren Yüksekdağ, “Bu ülkede demokratik değişimin olmayacağından umudunu kaybetmiş değişimi başka yerde aramaya başladı. Gezi hareketi umudun yeniden fışkırması, öldü sanılan umudun yeniden ortaya çıkması oldu. Bir büyük insanlık hareketi olarak ortaya çıktı. O Gezi direnişinde ben de yer aldım milyonlarca insan vardı, 5 milyonun üstünde insan katıldı Haziran hareketine. Sadece Taksim’de değil Bayburt dışında bütün illerde insanlar sokağa çıktı, sokağa çıkamayan tencere, tavayla, ışığını yakıp söndürerek katıldı. Türkiye’nin sayısız meydanında özgürlük iklimi oluşmaya başladı, bu özgürlük iklimi içinde umut yeniden canlandı. Ve Türkiye toplumu yaşadığı güçsüzlüğü birbirine sarılarak aşabileceğini anladı” ifadelerini kullandı.

‘GEZİ BU ÜLKENİN İNSANLARINA DAYANMA GÜCÜ VERDİ’
Direnişin toplumda birliktelik anlayışını somutlaştırdığını kaydeden Yüksekdağ, “Birbirinden koparılan, kutuplaştırılan, ‘sen teröristsin, sen aymazsın’ diyerek birbirinden koparılan insanların birbiriyle yeniden tanıştığı, aradaki sınırlarını çizilen yapay ve zorlama sınırlarının ortadan kalktığı, en kötü ihtimalle silikleştiği bir dönemdi. Farklı görüşlerden insanlar onur ve özgürlük değerlerinde buluşarak o Taksim meydanını güzelleştirdiler. Çelişkiler ve çatışmalar vardı ama o Gezi günlerinde hiçbir kötü olay yaşanmadı, insanlar birbirine saldırmadı, kırmadı, dökmedi, herhangi bir güvenlik sorunu yaşanmadı. İnsanlar, farklılıklarını kabul ederek biz olma, toplum olma duygusunu yaşadı. Bir toplum birbirinden koparılırsa, ayrıştırılırsa, atomize edilirse dağılma, çürüme, yozlaşma başlar. Ama bir toplumda biz olma duygusunu yaratan gelişme yaşanırsa o toplum kendini yeniden onarır, yaralarını sarar. Gezi direnişi çok ağır cezalarla mahkum edildiğini sanılan bu direniş bu ülkenin kanayan yarasını sardı, bu ülkenin insanlarını barıştırdı, dayanma gücü verdi” sözlerini kullandı. 

AKP iktidarının ortaya çıkan toplumsal mücadele hattından rahatsızlık duyduğunu dile getiren Yüksekdağ, “Ağır yaralı Türkiye toplumu, ülkesinden umudunu kesme noktasına gelen Türkiye toplumu yeniden toplandı ve kendisini yeniden üretti. Ama egemen yapı özellikle de AKP ve saray iktidarı toplumun birbiriyle barışmasını istemedi hiçbir zaman. Çareyi, toplumun kutuplaştırılmasında yani sizin deyimiyle milletin bölünmesinde, halkın bölünmesinde gördü” diye belirtti.

‘ERDOĞAN HALKIN KENDİSİYLE BAŞ HİZASINDA OLMASINI İSTEMEDİ’
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “çapulcular” ve “ayaklar baş olmaya başlıyor” sözlerini anımsatan Yüksekdağ, “Tabanın, toplumun, ezilenlerin, bu ülkeye gerçek ruhunu veren insanların, onların baş hizasında olmasını istemedi. Muktedirler böyledir, diktatörlük zihniyeti böyledir. Gezi ayakların baş olma isyanıdır. Ayaklar kim? Kadınlar, işçiler, emekçi memurlar, ayak denilenler köylüler, esnaflar, öğrenciler, LGBTİ+ bireyler ve emeğiyle geçinmek zorunda olup onurun heba etmeden ekmeğini kazanmak zorunda olanlar. Bu ülkenin yüz akı ezilen sınıflardı. Erdoğan, halkın kendisiyle baş hizasında olmasını istemedi. Diktatörlük, tek adam, tek merkeziyetçi zihniyet toplumu ya da herhangi bir siyaseti kendiyle eşit görmez; kibirlidir, küstahtır, küçük dağları kendi yarattığı zihnine sonuna kadar, gideceği güne kadar inanır. ‘Siz kimsiniz benimle baş hizasında olamazsınız’ dedi ve o günden bu yana topluma kırım operasyonu başladı” şeklinde konuştu.

‘DİNAMİKLERİN EN ÖNEMLİSİ KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİYDİ’
Gezi direnişinde yaratılan bütünleşme ruhu ile birlikte farklı siyasal ve toplumsal dinamiklerin yan yana mücadele ettiğini hatırlatan Yüksekdağ, “O dinamiklerin en önemlisi de Kürt özgürlük hareketiydi. KÖH’ün içine girdiği süreç, toplumun politik niteliğini ciddi bir birikim olarak ciddi bir düzey olarak ortaya koydu. O dönemde elbette sadece Gezi’de değil çok daha öncesinde de Kürdistan’da ezilen halkın giriştiği önemli, tarihsel, köklü, özgürlük ve adalet mücadelesi vardı. Ve bu özgürlük ve adalet mücadelesi çok ciddi bir birikimi yarattı. En önemlisi kadın devrimi, kadın özgürlük hareketinde yaratıldı. Kadın devrimi Rojava’da bir nitelik yarattı ve bütün Türkiye toplumunu demokratik siyaset zeminin, yapısını etkileyen bir dinamiğe dönüştürdü.

‘KÜRT HAREKETİ DEMOKRASİ MÜCADELESİNE KATKI VERDİ’
Kürt siyasal hareketinin emekçi bir halk hareketi olduğunu ifade eden Yüksekdağ, “Politik özgürlük taleplerinin yanı sıra aynı zamanda ezilen sınıf olmaktan kaynaklanan talepleri ve mücadeleleriyle Türkiye’deki demokrasi mücadelesine çok önemli katkılar sağlamıştır. Bu dinamiklerin buluşması Gezi ile sınırlı kalmadı. Türkiye’nin dört bir yanında geliştirilen Gezi eylemlerine Diyarbakır’dan, Lice’den ses verildi. O dönemde yaşamını kaybeden demokrasi şehidi olarak bugün de saygı ile andığımı şehitlerimizden biri de Medeni arkadaşımız (Yıldırım) idi. İsmail Korkmazlardan, Abdullah Cömertlere yaşamını kaybeden arkadaşlarımıza tekrar minnet, şükran duygularımı gönderiyorum” mesajı verdi.

‘AKP İKTİDARININ BÜYÜSÜ BOZULMUŞTU’
Demokratik bir muhteva ile başlayan ve barışçıl, eşitlikçi bir mücadele biçimiyle süregelen Gezi direnişinin iktidarın baskı ve şiddet politikalarıyla karşı karşıya kaldığını aktaran Yüksekdağ, “Gezi direniş mekanlarının ortadan kaldırılması, bu birikimin ortadan kalkması anlamına gelmiyordu. Uzun zamandan sonra ilk defa Türkiye’nin doğu ve batı yakası bir araya geldi. Bu tablo egemenleri çok daha telaşlandırdı, kaygılandırdı. Demokratik değişim talebi Gezi’ye yönelik saldırılara rağmen ortadan kalkmadı, değişik şekillerde kendini sürdürdü. HDK ile birlikte 2013-2014 sürecinde gittikçe büyüyen demokratik hak örgütlenmeleri, bu iklimde bu zeminde beslendi, gücünü aldı. Siyasette, mücadelede kendini ortaya koydu. Gezi direnişinin ortaya çıkardığı o birleşiklik tablosu içerisinde bir çoğalma durumu yaşandı, örgütlenme düzleminde de kendini çoğaltmaya başladı. Daha çoğulcul daha kolektif daha dayanışmacı, demokrasinin geliştirilmesinin inşa edilmesine uygun bir toprak gelişmeye, oluşmaya başladı. Siyasi iktidarın asıl hazmedemediği Türkiye’de demokrasinin gelişmesiydi. Türkiye halklarının birleşmesi, başarabileceğini görmesiydi. Aslında AKP iktidarının büyüsü bozulmuştu” ifadelerini kullandı.

‘HDK GEZİ DİRENİŞİ SIRASINDA TOPLUMSAL BİR HAREKET OLARAK VAROLDU’
“Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bizim siyasi yürüyüşümüzün dönüm noktasıdır” diyen Yüksekdağ, HDK’nin Gezi direnişi sırasında toplumsal bir hareket olarak kendini var ettiğini belirterek şöyle devam etti: “Bizler bu dönemde yapılması en doğru şeyi yaptık, birilerinin mutlaka bizim yaptığımız yapması gerekiyordu. İster tarih, ister tesadüf ister zorunluluk önemli değil ama birilerinin yapması gerekiyordu Türkiye’deki demokratik değişim isteği ve siyasi iradeye dönüştürmek gerekiyordu. HDK içinde yapılan tartışmalardan hareketle bir toplumsal hareket üzerinden HDP’nin kuruluşunu başlatmıştır.”

‘HDP BİR FİKİR, FELSEFE PARTİSİDİR YARGILANAMAZ!’
O dönemde siyasal ve toplumsal açıdan yeni bir sorumluluk ve irade ihtiyacı duyulduğunun altını çizen Yüksekdağ, “Türkiye’de artık toplum kabına sığmıyor, bu kap dar geliyor, Gezi gibi bir dayanışma, demokratik bir direniş hareketiyle kendini ortaya koydu. Bir siyasi iradenin müdahale edip toplum içindeki unsur olarak bu harekete öncülük yapması gerekiyordu. O süreçte HDK’nin içinden çıkan bir yönelim olarak HDP kurulmuştur ve Türkiye halklarının birleşik demokratik devrimci geleceğini inşa etmek üzere kurulmuştur. HDP bir fikir, felsefe partisidir. HDP bir tarih partisidir ve hiçbir fikir hiçbir felsefe ve tarih asla mahkeme salonlarında yargılanamaz. Asla mahkeme salonlarına sığmaz. Beş milyon sayfalık dosya yapsanız ona da sığmaz, 15 milyona da sığmaz. Çünkü fikir, felsefe, tarih asla yargılanamaz” vurgusu yaptı.

‘HDP’DEN ÖNCE ESP’NİN GENEL BAŞKANIYDIM’
HDP’nin Türkiye toplumunun değişim talebini siyasi bir çıkış ile “taçlandırmak ve öncülük rolünü üstlenmek” istediğine değinen Yüksekdağ, “Bir çatı partisi olan HDP’nin eş başkanı Figen Yüksekdağ olmadan önce ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’dım. Bugün de ana evimi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Bütün ESP saflarında mücadele eden yoldaşlarımı, arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Ama ben ESP görevini yürütürken yaşanan bu değişimler bize bir çağrı yaptı. Hayat, mücadele, halk bize bir çağrı yaptı. Artık kendi sınırlarımızın dışına çıkma çağrısı yaptı. Artık toplumun birleşerek başarma isteğine, siyasi sınırlarımızı arkamıza bırakarak cevap olma çağrısı yaptı. Bu tarihsel bir çağrıydı, çağrıyı duymak da tarihsel bir görevdir. Benim bir sosyalist olarak bu çağrıyı duymaktan başka görevim yoktu” dedi.

Başta kadınlar olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin “karanlığı dağıtmak istiyoruz” çağrısına kulak verdiklerini anımsatan Yüksekdağ, “Tam da o dönemde çağrıya kulak vererek çeşitli partiler, demokratik kitle örgütleri, feminist örgütler, doğayı savunan kurumlar, birey ve politik aktivistler bu birleşme çağrısı etrafında buluştu ve HDK’den sonra HDP’ye can veren bir nitelik bir buluşma tablosu oluştu. HDP’nin kuruluş zemini böyle oluşmuştur. HDP çatısı altında olmamızın nedeni buydu ve kendi sosyalist tarihimizin, programımızın çerçevesinde buna dahil olduk” diye belirtti.

‘HALKLARA SIRTIMIZI DÖNÜP SOSYALİZMCİLİK OYNAMA HAKKIMIZ YOK’
“Sosyalizmin özünde eşitlik vardır” vurgusu yapan Yüksekdağ, ulusların, halkların, dinlerin eşitliğini esas alan bir mücadele anlayışına sahip olduğunu anlattı. Yüksekdağ şöyle devam etti: “Biz sosyalistlerin halklara sırtını dönüp sosyalizmcilik oynama hakkı yoktur. Burnumuzun dibinde kan akarken, Kürt halkının eşit halkları kabul edilmezken sırtımızı dönemezdik. Bir sosyalist bunu yapamaz. Benim bir sosyalizm programım var, sosyalizm sistemini getirdikten sonra tüm ulusları ele alıp haklarını ele alırım demek yoktur. Sosyalizmin temelinde enternasyonalist bir bakış ve ulusların birleşmesi eşit haklarla yaşaması vardır. Türkiye’de hiçbir sosyalistin ezilenlere, Kürt halkına sırtını dönmesine hakkı yoktur. Ayrımcı yaklaşan, Kürt halkına tepeden bakan zihniyeti ve partileri eleştirdim ve eleştirmeye devam edeceğim. Birleşikliği savunmak adına ne söylediği belli olmayan, sapla sapanı birbirine karıştıran bir sosyalizm olamaz. Eğip bükmeden bu hak mücadelesi etrafında nerede yer alacağını bilmek gerekir. Benim partim ESP ve diğer sosyalist partiler safını net belirledi. Bende isterdim ki oturup sosyalist programın çelişkilerini sorunlarını anlatayım bunları konuşmak isterdim, insanların refah içinde yaşaması için ne gerekiyorsa onu anlatmak isterdim ama etrafınızı karanlık sarmışsa ve etrafınızda ‘hawar’ sesleri duyuluyorsa, Kürt halkı katlediliyorsa kulaklarınızı tıkayamazsınız. Bir yerde ateş yanıyorsa kendini sol sosyalist diyen kişi o ateşin üstüne yürümelidir. Ancak o zaman bu sıfatları hak eder. Kürt halkı yanı başımda yanıyorsa bende gider yanarım hiçbir şey yapamıyorsam bunu kalkar yaparım” ifadelerini kullandı.

‘TÜRK VE SOSYALİST KİMLİĞİMİ NEFRET GEREKÇESİNE DÖNÜŞTÜRDÜLER’
Sosyalist bir Türk olarak, “Ne işin var Kürtlerin arasında” şeklinde birçok kez tepki aldığına dikkat çeken Yüksekdağ, “Ancak biz bıkmadan usanmadan anlatmaya çalıştık. Hak olanın doğru olanın bu olduğunu anlatmaya, ikna etmeye çalıştık ve bunu anlatmaya devam edeceğiz. Benim Türk kimliğimi, sosyalist kimliğimi daha fazla nefret gerekçesine dönüştürdüler çünkü ‘Türkler kendi isteğiyle Kürtlerin yanında olamaz’ fikri vardı. O sınırları kendileri koymuşlar. Ben ve yoldaşlarım bu sınırı onların nezdinde aşmış olduk. Bütün bu nefretle bizi ayrı yerlere savurma çabalarına karşı biz bir çizgide inat ve ısrar ettik, yine inat edeceğiz” dedi.

‘HALKLARIN DEMOKRATİK BİRLEŞİK MÜCADELESİ KIRILMAZ BİR ÇELİKTİR’
Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik mücadelesinin tasfiye edilemeyeceğini dile getiren Yüksekdağ, “Biz hem dövüldük hem ateşte yandık ama bu çeliği kıramazsınız. Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci demokratik birleşik mücadelesi kırılmaz bir çeliktir” sözlerini kullandı.

‘KÜRTLERİN DAVASINA SAHİP ÇIKMAK BİZE DENİZLERİN VASİYETİDİR’
Sosyalist olmanın gerekliliklerinden birinin de reddedilen ulusların haklarına sahip çıkmak olduğunu söyleyen Yüksekdağ, buna karşın bu fikrin faşizm hareketleri tarafından kırıldığını ve kimi sosyalist yapılar tarafından yok sayıldığını aktardı. Bu durumun Türkiye’deki sosyalizm mücadelesini kesintiye uğrattığını ifade eden Yüksekdağ, “Bizim açımızdan Kürt halkının davasına sahip çıkmak, güncel politik bir zaruretten ibaret değil bize bir vasiyettir. 1968’lerde devrimci hareketlerde yaşamını yitiren devrimci yoldaşlarımızın vasiyettir. Bu miras ve vazife bize idam sehpalarında bırakıldı. Deniz Gezmiş, Yusuf İnanların sözüyle bize vazife edildi. Bütün devrimci kadroların katledildiği dönemlerde, çok genç yaşlardaki yoldaşlarımızda çok önemi bir bilinç ve nitelik ortaya çıkarmışlardır. Denizlerin yazdıkları son mektupta tarihe ve bize vazife edilen şuydu: ‘Yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi.’ Bu sözler nice kayıplar ve durgunluklarla sınanarak dönüp dolaşıp bize geldi. bizden de sonraki kuşaklara gidecek” diye konuştu.

‘TÜRK MİLLETİ TARİHİNİN EN TRAJİK DÖNEMİNİ YAŞIYOR’
Yüksekdağ, 60’lı yıllarda Kürt sorununun üzerinin katliamlarla kapatılmaya çalışıldığını ve toplumun bir çıkış yolu bulmaya çalıştığını hatırlattı. Yüksekdağ, şöyle konuştu: “70’lerde Türkiye devrimci hareketine yönelik olan darbe gelişiyor ve Denizler katlediliyor. o dönem savcının mütalaasında savcı Denizleri suçluyor. Onları suçlarken diyor ki: ‘yeni bir fikir daha ortaya atılıyor. Etnik yönden bütünlük arz eden Türk milleti bölünmek isteniyor’. ‘Kürtler, bizimle aynı yurtta yaşamaya nail olmuşsunuz, siz daha ne istiyorsunuz? Dilleri iki yabancı devletin uydurmalarıyla, iki yabancı devlet Kürt dilinin gramerlerini uydurmuş, Kürtler de aynı zamanda bir Oğuz Boyu’dur’ diyor. Bu ırkçı şovenist kesimlerin safsatasından birisidir. Neresinden bakarsınız korkunçluk akan zihniyet. Bugün bu zihniyet ne kadar yer değiştiriş. Arkadaşlarımın hatırlattığı gibi Kürtçe, bilinmeyen dil, anlaşılmayan dil, anlayamadığımız dil diye kayıtlara geçiyor. Bunu Kürt asla hak etmiyor peki Türkler hak ediyor mu? Öyle bir Türklük, ayrıcalıklı ulus hülyası boyutuna geçirmişlerki empoze edilen yaklaşımla Türk ulusu da Kürt sorununun kendi sorunu olduğunu idrak edemiyor, fark edemiyor. O kadar ele geçirilmiş Türklük. Bu milliyetçi geçinenler var ya bunlar milliyetçiliği savaş ticareti haline getirmişler. Bu memlekette milliyetçilik, şovenizm olmazsa, milliyetçiliği kendi tekeline geçirmiş insanlar işsiz, ekmeksiz kalırlar. Lüks ve şatafat içerisindeki hayatlarına kavuşamazlar, o hayatlarını yaşayamazlar. Türkiye’de Türk milliyetçiliği savaş endüstrisinin, savaş lobisinin ve çete faaliyetinin aparatına dönüştürülmüş durumda. Türk milleti tarihinin en trajik dönemini yaşıyor. Tartışmıyorum ama milliyetçiliği o topundan daha fazla bilirim. Ama milliyetçiliğin en hazin, en acı dönemidir, çetelerin, mafyanın savaş tüccarlarının, uyuşturucu tacirlerinin eline kaldı. Türk bayrağı tarihinde bu kadar aşağılanmadı.”

‘MİLLİYETÇİLİK YOZLAŞMANIN ODAK NOKTASINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ’
Milliyetçiliğin Türkiye’de yozlaşmanın odak noktasına dönüştürüldüğüne dikkat çeken Yüksekdağ, milliyetçiliğin kişisel amaçlara alet edinen bir anlayışın geliştiğini ifade etti ve “Bu aynı zamanda Irkçı, şovenist, talancı yağmacı bir zihniyet, bir çeteleşmedir” dedi. Dünya genelinde yaşanan benzer sorunların en az 50 yıl önce çözüme kavuşturulduğunu belirten Yüksekdağ, ABD’deki eyalet sistemini örnek vererek, “Bu memlekette 50 bin insan ölüyor, sadece bir dil için, dilini konuşabilmek için. Özerkliğe gelemedik daha. Türkiye halkı geleceğini göremiyor, ekmeğinden, çocuğunun geleceğinden emin değil. En önemli sebebi birileri istiyor diye, koltuklarında oturmaya devam etsin, kasaları dolmaya devam etsin diye sürdürülen savaştır. Bu savaşın içerisinde aynı zamanda Türk ulusu da Kürt milleti de geleceksizleştiriliyor, çok daha büyük bir yozlaşmanın çürümenin içine sürükleniyor” ifadelerini kullandı.

‘KÜRT SORUNUNDAKİ ÇÖZÜMSÜZLÜK TÜRK SORUNU YARATIYOR’
Yüksekdağ, savunmasına şu sözlerle devam etti: “Kürt toplumunu çökertemiyorlar çünkü çekilen onca acıya, o kadar kayba rağmen akıl almaz saldırılara rağmen bu toplum bir taraftan çekiyor bir taraftan da dayanıklılık geliştiriyor. Ama Türk ulusunun durumu kötü. Kendini seçkin, hakim ulus sanıyor. Her şeye kendinin sahip olduğunu sanıyor oysa ki öyle değil. İktidardakiler Türk ulusuna bunu söylüyor ama bunu söylerken geleceğini, ekmeğini, yemeğini, hakkını, onurunuz çalıyor, adaletsizlik dayatıyor. Bunun karşısında Türk ulusu direnme refleksi geliştirebilecek noktada değil. En büyük sorun Kürt sorununun çözülmemesi; çok büyük bir Türk sorununa yol açıyor. Asıl bölücüler bize bu dosyayı hazırlayanlardır. Bizi devletin birliğini, bütünlüğünü bozmakla itham edenler, devleti milleti kendi babasının bahçesi sananlardır. Ve asıl bölücüler de sanki babasının bostanını tarlasını kendi kafasına göre bölüyor gibi bölen aynı iktidar merkezleridir.

‘MİSAK-I MİLLİ ASLINDA NE İDİ?’
“Kürt sorunu yakın tarih bakımından 100 yıl öncesine dayanan ve 100 yıl ertelenen bir sorundur. ama bunu sadece bir sorun olarak göremezsiniz, aynı zamanda bir sözdür. Kurucu Meclis döneminde Kurtuluş savaşının emperyalist işgale karşı bağımsızlık savaşının başladığı dönemde, savaşın öncüleri yani yeni cumhuriyetin öncüleri ve bağımsızlık mücadelesini başlatanlarla Kürt toplumu arasında bir sözleşme yapılmıştır. Söz dediğim budur. Misak-ı Milli’yi kendi vaat edilmiş vatan, sathı vatan olarak görürler. Sadece yüz ölçümünü değil aynı zamanda Misak-ı Milli’yi de Türkiye yüz ölçümü dışındaki alanları da kendilerinin sahip olduğu, kendi varlık alanları gibi tarif ederler. Oysa ki tarihte öyle yaşanmadı. Türk milliyetçilerinin büyük hayali Turan’dan sonra Misak-ı Milli’ye yeniden kavuşmaktır. Ama Misak-ı Milli adından anlaşılacağı gibi bir mili sözleşmedir ve bu sözleşme tanımı Türklük tek bir Türk tanımı üzerinden yapılmamıştır. Türk ve Kürt tanımı üzerinden yapılmıştır. Misak-ı Milli’deki millet kavramı Türk ve Kürt uluslarının kavrayan bir kavramdır. Cumhuriyetin 1. Meclis belgelerine bakıldığında birleşik ulus olarak, birleşik meclis olarak tarif eder, Misak-ı Milli kaybedilmiştir ama onun öncesinde Kürtlerle birlikte sonradan Türkiye olacak politik merkezi söz vermiştir. 1924’te Şeyh Said isyanı çok konuşuluyor neden patladı bu isyan? ‘Kürtler biz sizinle sözleşme yaptık, siz bize söz verdiniz.’ Bu sözün karşılığında beklediğimiz şey otonomi, muhtariyet olarak tarif ediliyor. Özerklik federatif yapı olarak tarif edilmiyor. Mustafa Kemal’in açıklamaları, konuşmaları esas olarak Amasya Protokolü bunun protokole dönüşmüş halidir. Siz bizle gelin düşmanı temizleyelim, işgalcileri atalım ortak vatanımızdan. Ama diyor ki Kürt benim de böyle bir sıkıntım var, talebim var. O zaman kolay diyoruz bir protokol yaparız sizin de otonom, muhtariyet düzeyinde hakkınızı tanırız ama birleşik yaşarız. Misak-ı Milli’nin özeti, esası budur.”

‘ERMENİ KATLİAMI DÖNEMİNDE ORDUNUN BAŞINDA ALMAN GENERAL VARDI’
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci ve sonrasında birçok katliamın gerçekleştiğini anımsatan Yüksekdağ, farklı kesimlerin bir arada demokratik ve adil şekilde bir arada yaşama koşullarını sağlayamayan iktidarları sorunları baskıyla çözmeye çalıştıklarına dikkat çekti. Yüksekdağ, “Süryanileri kıyımdan geçirmişler, Ezidîleri kıyımdan geçirmişler, Ermenileri kıyımdan geçirmişler, ölmeyenleri sürgüne dünyanın bilmem kaç yerine dağıtmışlar Bunların her birini yönetemedikleri farklılıkları çözmek için yapmışlar, çözebilmiş mi hayır. Ermeni Katliamının yaşandığı dönemden bize kalan çok ağır bir bakiye, hala sırtımızda taşıyoruz. Hala Kürdü de Türk’ü de bu sınırlarda yaşayan bütün insanlar o katliamın acı yükünü sırtımızda taşıyoruz. Demokratik bir Türkiye olduğu koşullarda bu yükü taşımak zorunda değiliz. Samimi bir özeleştiri, barışçıl bir el uzatma, sorunların belik hafifletilmesi bakımından faydası olabilir ama o zaman Türkiye’yi yöneten zihniyet böyle düşünmüyor. Kendi bağımsız fikriyle de yapmıyor Ermeni katliamının yapıldığı dönem İttihat Terakki dönemidir, Sarıkamış kaybının kıyımının yaşandığı dönemlerdir. O kıyımdan kayıptan çıkabilmek için çözüm çare ararken kendilerini Almanya’nın yanında ona biat noktasında gelmişlerdir. Ermeni katliamında Almanya’nın çok büyük payı vardır, Alman devleti birincil dereceden sorumlulardandır. Planı yapan, İttihatçılara tehcir projesini, Ermeni sorunun sürgünle, kıyımla çözülmesi fikrini veren Alman devletidir. Bağımsız bile düşünemiyor. Türkiye ordusunun başında Alman general vardır. Ama milliyetçilik hamaseti yapanlar bunları söylemez, onlar söylemeyince tarih unutacak mı? Ermeniler Kkıyıma uğradı, kovuldu, düne kadar birlikte yaşadığı ortak vatan topraklarından.”

‘KALEM TUTAN KENDİNİ YARGIÇ ASA TUTAN SÜLEYMAN SANIYOR’
Cumhuriyet tarihinin “acılar tarihi” olduğunu belirten Yüksekdağ, “Memleketin hali bakımından acı duyuyorum. 50 yıl içerisinde Kürtlere karşı yaklaşımı bakımından değişen hiçbir şey olmaz mı? Bazı kentlerin mahallelerinde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, köyleri basılıyor, kadınlara gençlere işkence ediliyor. Hani derler ya çeke çeke kendimizi güçlendirmeyi ve onarmayı başarıyoruz. Bu halk kendi geleceğini inşa etmeyi ve güçlendirmeyi başaracaktır. Dikkat ettiyseniz sizi ciddiye alıp ne mütalaayı ne de iddianameyi konuşuyorum. Alın sizin olsun vakti gelince faşizm müzesinde sergilersiniz. haklılığımız ve mücadelemiz bize kalsın. Kobanê halkıyla dayanışmak için sergilediğimiz tavrı yargılayabileceğinizi sanıyorsunuz. Ceza verebilirsiniz, kalemi tutan kendini yargıç, asayı tutan Süleyman sanıyor ama biz tarihe baktığımızda halkların yargılanamayacağı biliyoruz” ifadelerini kullandı.

‘AKP-ERDOĞAN İKTİDARI MAŞA KULLANMAYI ÇOK SEVER’
Kobanê’de siyasi iktidarın başardığı tek şeyin büyük bir dayanışma hareketini provoke edip kana bulamak olduğunu kaydeden Yüksekdağ, “Bunu Gezi’de başaramamıştı. Kobanê dayanışma hareketi ikinci bir Gezi’ydi. Sınır nöbeti ağustosta başladı, tek kimsenin burnu kanamadı. Evet kolluğun şiddeti vardı ama ona rağmen büyük bir şiddet yoktu. İktidar bunu gördü, halkın kendi geleceğini eline alabileceğini gördü ve bundan korktu. Sadece FETÖ’nün provoke ettiği bir durum olarak görmüyorum siyasi iktidarla birlikte yaptılar. Ama AKP iktidarı Erdoğan’ın siyasi zihniyeti ve pratiği aparat kullanmayı çok sever. Bakın geçmişe hep maşa tutmuştur kendi yapmak istemediklerini başkalarına yaptırmıştır. Bunları da hep anlaşma görüntüsü altında yaptı. 20 yıllık AKP-saray iktidarı belli anlaşmalar ve aparatlar kullanarak bu tür kirli işleri bu noktaya getirmiştir. Hiçbir FETÖ’cü polis açık biçimde işlediği suçlardan yargılanmadı, soruşturma açılmadı. Allah korusun bir soruşturma açar sonu nereye çıkar bilinmez. FETÖ’cü polislere darbe girişiminden soruşturma açıldı, davalar açıldı, tutuklandı. Cezaevinde yatıyor bizim duruşmalarımıza SEGBİS’le bağlandılar. Darbe girişiminden yargılanıyorlar ama Kobanê sürecindeki işledikleri suçlardan, ihmallerden dolayı açılmış tek bir soruşturma yok. Açılsa okurlar, yazarlardı Davutoğlu’nun Erdoğan’ın, hükümetten sorumlu bakanların sorumluluğunu. Bu nedenle o dönem ki polisler hakkında soruşturma açılmadı” hatırlatması yaptı.

‘TÜRKİYE ÇAPINDA GEZİ’DEN SONRA EN YAYGIN EYLEMLER KOBANE SÜRECİNDE YAŞANDI’
Kobanê dayanışma hareketinin batıdan doğuya bütün halkların iki yakasının bir araya gelmesi durumunu, sonucunu yaratma ihtimaline karşı siyasi iktidarın diş bilediğinin, kendileri hakkında komplo ve provokasyona çevirme fırsatı kolladığını vurgulayan Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Hareket bir sivil dayanışma, demokratik bir direniş hareketi olarak başladı. Yaptığımız çağrı yerinde olarak halklarımızı dayanışma için insanlık için sokağa davet eden bir çağrıydı; amacına ulaştı. 7’si itibariyle sizin de söylediğiniz herkesin bildiği provokasyon süreci başladı, fitilini ateşleyen başlangıç noktası Antep’de Erdoğan’ın ‘Kobanê düştü düşecek’ konuşmasıdır. Siyasi iktidar IŞİD’e çok güveniyordu. Erdoğan da emin olduğundan o konuşmayı yaptı. ‘Nasıl olsa yarın öbür gün Kobanê’de de düşecek bunlar da kendi kendine onu da söyledi, kendi kendilerine çalıp oynadıklarıyla kalacaklar’ diye. İşte bir direniş hareketi geliştiriliyor, demokrasi hareketi geliştiriliyor. siz öyle sanın ama IŞİD Kobanê’yi düşürecek ve benim korktuğum ikinci bir Gezi de memlekette yaşanmayacak diye güveniyordu. Ama bu yaklaşım ters tepti. Başta Kürt halkı olmak üzere bütün Türkiye halklarında ciddi bir vicdan isyanına yol açtı. Vicdan isyanı silahlı isyandan daha güçlüdür. Düşüncelerinden dolayı yargılıyorsunuz insanları vicdanlarından dolayı da yargılamayı bulursunuz, önünüze getirirler. O süreci bütün arkadaşlarım hatırlarlar, kimse sokağa çıktığında birbirini tanımıyordu. Sokağa çıkan politik mücadelede herkes birbirini tanır. Dünyanın en büyük örgütçüsü halktır, sağı solu belli olmaz. Ben HDP Eşbaşkanı olarak bilmiyorum bilsem söylerim. Halk vicdanıyla gerçekten maneviyatıyla insanlığa, kendisini ve birbirini örgütledi. Bizim bilmediğimiz yerlerde bu memlekette Samsun’dan tutun İzmit’ten İzmir’e Aydın’a Manisa’ya Adana’ya; Gezi’den sonra Türkiye çapında en yaygın iller ve ilçeler bakımından en yaygın eylemler Kobanê sürecinde yaşandı. Diktatörler ve siyasi iktidarlar bu toplumu sevmiyor.”

TUTSAK SİYASETÇİLER SLOGANLARLA KARŞILANDI: YAŞASIN BİRLEŞİK MÜCADELEMİZ
Verilen 20 dakikalık aranın ardından Yüksekdağ ve tutsak siyasetçiler “Yaşasın birleşik mücadelemiz” sloganı, alkış ve zılgıtlarla karşılandı.

‘SİYASİ BİR RİSKLE ÇÖZÜM SÜRECİ BAŞLATILDI’
Yüksekdağ savunmasının son bölümünde, Kobanê dayanışma hareketinin bir provokasyona maruz bırakılmasının çok yönlü siyasi hesapların, siyasi kumpas planlarının, halk hareketine karşı güçten düşürme planının yansıması, Kürt halk mücadelesinin geldiği seviye ve önünün açılmasını kesme provokasyonu olduğunu söyledi. Yüksekdağ şöyle konuştu: “2011’de başlayan Suriye savaşı, öncesindeki Bahar isyanı ve Rojava adı verilen bir özgün Kürt statüsünün ortaya çıkması yeni bir durumdu. Çözüm sürecinin etkisiyle Türkiye’deki iktidar Kürt realitesi ile barışmak ve Türkiye’nin yeniden demokratik tesisi için, siyasetin önünün açılması, toplumun yararı için değerlendirmek yönünde görüş açısı vardı. İlk başta iktidarın görüşlerinin bir kısmının samimi olduğunu düşünüyorum, mutlak bir güven değil ama. Gerçekten savaş yorgunu bir ülke vardı, yıllardır 35 yılı bulmuş bir adı konulmayan savaş ve çatışma süreci yaşanıyordu. Kürdün evladının da Türkün evladının da canı yanıyordu ve bu gerçekten her açıdan ekonomik de sosyal da siyasi olarak da toplumun refah düzeyi bakımında da memleketin temellerini çürüten bir etki taşıyordu. AB ve batıyla kurulan ilişkiler, onlara biçilen demokratik gömleği giymiş olmaları, etraflarında konumlanan güçlerin kendilerince AKP’ye özgü demokratik bir cumhuriyet kurulacağına dair telkinleri Kürt sorununu müzakere ve diyalog ile çözümüyle adımlar atıldı. Tek başına siyasi iktidar adım atmadı, hem savaşın ağır yıkımının yarattığı basınç vardı, bu basıncı siyasi iktidar da devlet yapısı taşıyamıyordu. Ne ezebiliyor, ne de yok edebiliyor. Siyasi bir risk alındı ve süreç başlatıldı.”

‘ÇÖZÜM SÜRECİNİ BAŞLATTI AMA GEREĞİNİ YERİNE GETİRMİYOR’
Oslo Görüşmeleri’nin provokasyona kurban edildiğini ve görüşmelerin 2012 yılında kesintiye uğratıldığını hatırlatan Yüksekdağ, 2013 Newrozunda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mesajıyla beraber somut ve tarihi çözüm sürecinin başlatıldığını ifade etti. O dönemde iktidarın Kürt halk gerçekliğini Rojava, Türkiye ve Suriye boyutuyla anlamaya dönük bir takım yaklaşımlar geliştirdiğini anımsatan Yüksekdağ, “Ama biz o dönemde yaklaşımlarını yeteri kadar tutarlı ve kararlı görmüyorduk. Bugün baktığımızda bırakın tutarlılığı, kararlılığı inanılmaz bir pragmatizm inşasının önüne çıkarlarını ören bir yaklaşım ürünü olduğunu anladık. Ben bugünden o günkü yaklaşımlarının siyasal ve sınıfsal anlamını ölçebiliyorum o dönem de eleştirdik. ESP Genel Başkanı olarak yaptığım açıklama buraya konulmuş, net şekilde Türkiyeli sosyalistler olarak iktidarı eleştirdik. Bir çözüm süreci başlattın ama gereğini yerine getirmiyorsun. Anaların gözyaşını dindireceğim diyorsun ama karakollar yapıyorsun. Savaşın ve silahlanmanın, mühimmatın yolunu heba ediyorsun. Tutarlı demokratik barışçıl bir çözüm iradesi ortaya koyman gerek diye eleştiriyoruz. Bir taraftan savaşan karşılıklı savaşan güçler var bir taraftan eline geçince öldüreceksin, sivil halka zarar veren provokatif eylemleri engellemeyeceksin, ölümlerine yol açan koşulları ortadan kaldırmayacaksın, bir taraftan da çözüm sürecinin siyasi ekmeğini, rantını yemeye kalkacaksın” diye konuştu.

Kobanê işgal sürecinin çözüm sürecindeki ilk kırılma noktası olduğuna dikkat çeken Yüksekdağ, siyasi iktidarın barışı inşa edecek iradeyi ortaya koymadığını ve yüz yıldır olduğu gibi imhacı bir anlayış ile hareket ettiğini söyledi. Yüksekdağ, “Çözüm sürecine dahil olan ikircikli karmaşa, devlet kaosu o sürece doğrudan yansıdı. Bir taraftan bir irade var ama ağır basan yapıcı taraf Kürt siyasi hareketiydi ama devlet cephesinden bir irade olmasına rağmen bu kafa karışıklığı, niyetsizlik her bir hareketlerine yansıyordu” dedi.

‘YÜZYILLIK YÖNTEM DEVREYE GİRDİ’
Yüksekdağ, “Çözüm Süreci”nde iktidarın belirli aralıklarla PYD ile devam eden görüşmelerini ve Erdoğan’ın “direnen Kürt kardeşlerimi selamlıyorum” sözlerini hatırlattı. PYD ile gerçekleştirilen resmi görüşmelerin samimi olmadığını belirten Yüksekdağ, “Kardeşlikten çok faydacılık yaklaşımı olduğunu gördük. Ancak o dönemde Kobanê direniş döneminde asla ve asla gerek atılan tweeti gerekse eylem ve etkinlikleri terörize etme yaklaşımı sergilenmedi. Biz sadece 7 Ekim’den itibaren provokatif karanlık güçler halkın içine salındıktan sonra itidal çağrıları yapmaya, provokasyon ortamını ortadan kaldırmak için elimizden geleni yaptık. Ama devletin başka bir aklı o süreçte devreye girdi. Ve sadece FETÖ üzerinden değil, geleneksel bazı algılar, statükocu zihniyet üzerinden Kobanê hareketini provoke etmek suretiyle yüz yıl boyunca ezberlenmiş ezerek, öldürerek çözme, onu gerçekleştirebilmek için en uygun ve elverişli koşulları yaratmak için provokasyon yöntemi devreye girdi. Kobanê hareketinin provoke edilmesinin en önemli nedeni budur. Siyasi iktidarın cemaat dahil bütün bileşenlerinin üzerinde uzlaştığı, anlaştığı bir şeydi” diye konuştu.

‘HÜDA-PAR VE HİZBULLAH’I OYUNUN İÇİNE ÇEKTİ’
Kürt sorunundaki çözümsüzlükte ısrar eden iktidar ve devlet aklının devreye farklı aktörleri sokmaya çalıştığını ifade eden Yüksekdağ, “Örneğin 90’lı yıllarda aktif rol oynayan, tetikçi olan Hizbullah’ı devreye sokmaya çalıştı, HÜDA-PAR’la HDP’yi karşı karşıya getirme provokasyonu ile devletin baskı aygıtlarının ulaşamadığı Kürdistan’daki yerlerde de başka bir baskı aygıtı yoluyla baskı altında tutmak için Hizbullah ve HÜDA-PAR’ı oyunun içine çekme hamlesi geliştirdi. O dönemden itibaren Hizbullah ve HÜDA-PAR iktidarın oyununun içine çekildi, o dönem onların farkında olduğunu düşünmüyorum.

‘ÇÖKTÜK MÜ, HAYIR’
Yasin Börü ve arkadaşlarının öldürülmesini hatırlatan Yüsekdağ, “Katili Selahattin Demirtaş, HDP’liler diye diye aradan yıllar geçmesine rağmen Kobanê’yi provokesini yenileyerek önümüze koydular. 2014 sürecinde Kobanê protestosu yaşandıktan sonra, AKP’nin çözüm sürecinde başka bir ajandası da vardı ve bunun ne kadar ciddi ve karanlık bir ajanda olduğunu gördük. Bir stratejik plan hazırlandığını öğrendik, adına ‘çöktürme planı’ deniliyordu. MGK, sokaklar kana bulanacak kaos çıkarılacak diyerek bir simülasyon hazırlamış. Hendeklerden tutalım, kadın örgütlerinin kapatılması, tv’lerin kapatılması, sivil kuruluşlara baskı, saldırı, her şey var, iktidar bir cezaevi sipariş ediyor. ‘Yeni Türkiye bu’ diyor. Bu çöktürme planının yapıldığı dönem çözüm sürecinin sürdüğü ve görüşmelerin sürdüğü bir dönemdi. MİT’in ve tüm devlet yetkililerinin olduğu masada oturduğumuz sırada siyasi iktidar çok büyük devasa bir savaş planı yapmış. Çöktüreceği kimler, bizleriz. Neyi çöktürdüler, çöktük mü? Hayır!”

‘BU DEVLET BENİM DEVLETİM DEĞİL’
Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Kürt siyasi hareketi, kadın hareketi, sol hareketler ağır saldırılarla karşı karşıya kaldı ama çöktüremediler. Bizler ‘bittiler’ dedikleri noktada yine ayaktayız. Biz üçüncü yolu da buluruz, açarız, üçüncü cepheyi de onların korkulu rüyası olarak dikilir karşılarında dururuz. Bu ülke bütün sorunları çözen bir ülke istemiyor. Çözüm sürecini de kendi savaş planı için kullandı. Oyun içinde oyun, kirliliğin içinde kirlilik, hesabın içinde hesap. Bugün geldiğimiz noktada bu iktidar kaç yıldır, beka, bayrak hamaseti üzerinden bizleri terörist ilan ederek ayakta kaldı. Başardıkları tek şey bu. Ayakta kalmak ama bu ülkenin varlık hakkını kazandınız mı beyler, efendiler? Çözüm sürecini dinamitleyerek bu memleketin varlık hakkını dinamitlediniz. Bölgeyi ve dünyayı görmediniz mi? Bu dünya savaşı Türkiye’nin göbeğinde durduğu dar bir üçgene dönüşmüş durumdadır. Üçüncü dünya savaşının merkezi bu coğrafya. Hiç mi bir tarih bilinci ve akıl olmaz. Bu nasıl bir kibirdir. Aynı hataları yeniden yaparak daha fazla ölüme, yoksulluğa sürüklemek ancak böyle bir akılla olabilir. Bir dünya savaşının kapıya dayandığı koşullarda halkların bekası için, devlet demiyorum kusura bakmasınlar bu benim devletim değil böyle bir devlet olamaz, bütün halkların bekası için Kürt halkının varlığı ve haklarıyla birlikte bu toplumun var olmasından başka bir yol yoktur.

‘TÜRKİYE TOPLUMUNU ÇÖZÜMSÜZLÜĞE İKNA ETMEKİ ÇİN KULLANDILAR’
“Bütün enerjisini, olanaklarını, servetini toplumun vergisini savaşa döküyor. Binlerce can heba oluyor. Kendileri savaşmıyor ki, bir ara konuşmamda şunu söylemiştim: siz Mehmetlere güveniyorsunuz, zorlarına gitmişti. Bu kadar çok Mehmet var diye savaşmak zorunda mısınız? Kürt Mehmet’le Türk Mehmedi birbirine kırdıran karanlık, korkunç bir zihniyetle ayakta kalıyorlar. Afrin zaten işgal altında, Rojava Kürtlerine Kobanê’yi çok görüyor. Sisi’ye ‘katil Sisi’ dedi, İsrail’e katil dedi, Yunanistan’a ‘aramızda her şey bitti’ dedi. Döndü bunların hepsi ile sarmaş dolaş olup yeni pazarlıklar yaptı. Bu halk adına pazarladı her şeyi. Ama arkadaş bir Kürdün hiçbir kıymeti ve karşılığı yok gözünde. Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrarcı olan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz için ve bunu provokasyonlarla kanıtlamaya ihtiyaç duyduğu için Kobanê davası karşımıza konuldu. Kürt sorunun çözülemeyeceğini bu davayla ortaya koyarak ‘bunlar katil, bunlar terörist bunlarla çözülemez’ diyerek Türkiye toplumunu çözümsüzlüğe ikna etmek için bunu kullandılar.

‘HESABIM HALKLARA VE KADINLARADIR’
“Siyasi iktidarın 7 Haziran yenilgisini aldığından dolayı düşman bildiği bir siyasi partinin eşbaşkanı olduğum için tutuklandım. Uzun yıllardan sonra ilk defa yenilebileceğini görmüştür. Demokratik yollarla bir hükümetin düşürülebileceğini Türkiye halkları gördü. O zamana kadar hükümetler hep darbe ile düşmüştür. Türkiye tarihinde 7 Haziran başarısı bir ilktir. Yeni bir dinamik ve demokrasi yöntemine evrilmişti. ‘Bu antidemokratik iktidarı değiştirebiliriz’e inandı halklar. Her ne olursa olsun bu siyasi iktidar ve başındaki Erdoğan kendisini hükümetten indiren bir parti olarak bizi gördüğü için bize karşı ayrı bir husumet besliyor. Bu davalar ve tutuklamalar bu husumetin yansımasıdır. Ama demokratik değişim isteği ve olgusunu engellemeyi başaramıyorlar. HDP ezilenlere kazanabileceklerini, ezenlere de kaybedebileceklerini gösterdi. Bunun hesabı soruluyor. Biz bunun hesabını ancak bizi seçenlere veririz. Tutuklandığımda milletvekiliydim ve hala bir halkın emanetini taşıyorum. Hesabım ancak halka ve kadınlaradır. Bu özeleştirimdir, yaptıklarım için değil yapmadıklarım için suçluyum, yapmadıklarım için eksik ve hatalıyım. Halklarımız bizim yaptıklarımızdan çok daha fazlasını hak ediyordu.”

‘YARGILAMADA HEDEFLENEN EKSEN KAYDIRMA’
Kendisine isnat edilen suçlamalara dair sürecin Meclis’te kurulacak bir komisyon ile ilerletilmesi gerektiğini söyleyen Yüksekdağ, “Doğrudan siyaset tarafından sorulur, ben cevaplarım. Ne eksik, ne fazla ama bunun dışında kimse bizi mahkeme salonlarına taşıyamaz, bizi sorguya çekemez. İktidara çağırımdır: yüreğiniz varsa kurun bir komisyon karşılıklı konuşalım. Bunun dışında önemli olan bir diğer nokta, bütün yargılama sürece boyunca kafanıza göre sanıkları topladınız; bu dosyayla bizim ne ilgimiz var hepsi ayrı ayrı soruyor. HDP MYK’sında olmayanlar da burada. Bir çuval dava oluşturup buradan bir şey çıkarabileceğinizi sanıyorsunuz. Bu yargılama sürecinde hedeflediğiniz bir eksen kaydırmadır, gerçeği gizlemedir. Bir insan bu kadar beceriksiz olamaz. Bu iddianameyi kendini zorlasa kimse yapamaz. Bu kaos içinde istediğiniz kadar gerçekliği kaçırma ve gizleme şansı yakalıyorsunuz. Yargıda gerilla taktiği bu sanırım, vur kaç. Bu kaos kasıtlı olarak oluşturuldu, siyasi iktidar, yargı masaları oluşturmuştur” diye konuştu.

Asıl yargılama sürecinin Kobanê dosyası kapandıktan sonra başlayacağına vurgu yapan Yüksekdağ, “Bu dava bir hak, halk ve siyasi özgürlük davasıdır. Bu süreç geçicidir, tarih kendi hükmünü verecektir. Halkların ve devrimci siyasetin hükmü açığa ortaya çıkacaktır” dedi.

AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR SELAMLANDI
Dava dosyasında önemli eksiklerin olduğunu kaydeden Yüksekdağ, çözüm sürecinin resmi muhatabı olarak yer alan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tanık olarak dinlenilmesini talep etti. Yüksekdağ, “Hakikatin kaynağına ulaşmak gibi bir derdiniz varsa Öcalan tanık olarak çağırılmalıdır. Bizzat Sayın Öcalan’ın gönderdiği mesajla çok daha kanlı olayların önüne geçilmiştir. En önemli tanık odur. Gelemiyorsa SEGBİS’le bağlarsınız ve böylece yıllarca İmralı’da süren tecridin bu davayla kırılmasına vesile olursunuz. Böylelikle bizim tutsaklığımız bir kırılmaya yardımcı olur” çağrısında bulundu. Yüksekdağ, Kürt sorununda demokratik çözüm ve Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin son bulması talebiyle hapishanelerde başlatılan açlık grevlerine dikkat çekerek, “Özünü ve canını ortaya koyarak sergiledikleri tavır ve tutumdan söz ediyoruz. Bu bir şeyler ifade etmeli, eğer bir irade ortaya konulmazsa çok daha trajik olaylarla karşı karşıya kalınacak. Ateş sadece düştüğü yeri yakmaz. Senin kardeşinin canı yanıyorsa senin de başka yerlerden canın yanacaktır” mesajı verdi ve açlık grevinde olan tüm siyasi tutsaklara selamlarını iletti.

‘MAZLUMLARIN YARATTIĞI İNSANLIK CENNETİNİ YÜCELTİR TARİH BİLİMİ’
HDP’nin büyük bir tarihsel arka plana sahip olduğunu belirten Yüksekdağ, “Bir fikrin, bir paradigmanın zamanı geldiyse onu yavaşlatabilirsiniz, kırabilirsiniz, zarar verebilirsiniz belki ama asla ilerleyişini durduramazsınız. Düşer, zayıflar, güç kaybeder ama sonra gücünü onaracağı, sağaltacağı alanlar bulur kendisine. Yeniden yürümeye başlar, yeniden kendisini yeşertir yükselir. HDP böyle bir gerçeklik, böyle bir hakikattir. Hayatın ve mücadelenin insanlığın, doğanın gelişim ve değişim yasaları işlemeye devam edecek. Bu yasaları en fazla sahiplenenler, değişime en açık olanlar kazanacaklar. Bugün değilse yarın, çok yakın bir gelecekte kazanacaklar. Tarihe yazılacak, o kalın harfleri onlar tayin edecek. Tarih bir taraftan hafızası güçlü bir bilimdir diğer taraftan çok unutkandır. Zulme direnenlerin eylemleri tarihe çok güçlü girerler, zalimlerin zulmünü unutturur ama mazlumların yarattığı insanlık cennetini yüceltir tarih bilimi” diye ifade etti.

‘BİRBİRİMİZE SARILIYOR VE BESLİYORUZ’
Yüksekdağ savunmasını şu beyanlarla sonlandırdı: “HDP’nin sembolü amblemi ağaçtır, DEM Parti de öyle devam ediyor. O ağacı sevdik, ağaçlar güçlü köklerini göğe uzatmazlar, toprağın derinliklerine gizlerler. Çok anlamlı ve bizi tarif ediyor. Bir taraftan köklerimizi yapraklarımızı göğe uzatıyoruz ama dallarımızın çok daha fazlası köklerimizde. Ve o toprağın altındaki damarlarla, köklerle birbirimize sarılıyor, besliyor, birbirimizi sağaltıyoruz. Yeni yaşam ağacını asla ve asla kurutmayız. Yaşasın halkların, eşit, özgür birliği ve yaşasın halklarımızın demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesidir diyorum.”

Duruşma, “Kobanê umuttur, umut dimdik ayakta” ve “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Biji berxwadane Kobanê”, “Yaşasın kadın dayanışması” sloganları, alkış ve zılgıtlarla sona erdi. (etha)

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑