Makaleler

Published on Nisan 11th, 2023

0

Yurt dışındaki seçmenin sol duyulu seçimi | Doğan Özgüden


Avrupa başkentlerinde “Diktatörlüğe hayır!”, ” Ji dîktatoriyê re Na!”, “Nein zur diktatur!” diye haykıranların desteği dün HDP için olduğu gibi, bugün de Yeşil Sol Parti için olacaktır

Türkiye’de ve Türkiyeli göçmenlerin yoğun bulunduğu ülkelerde kullanılacak oylarla AKP-MHP diktasının devrilip demokratikleşme sürecine girip girilemeyeceğinin belirlenmesine tam beş hafta kaldı. Bu sürece girilebilmesi 14 Mayıs’ta hem Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılması, hem de muhalefet partilerinin TBMM’de en azından 360 milletvekilliğini kazanarak anayasayı değiştirmek için gerekli üçte iki çoğunluğu elde etmelerine bağlı…

Ben Türkiye vatandaşı olmadığım için, oy kullanma hakkına da sahip değilim… Ancak cumartesi günü YSK’da yapılan kura çekiminin ardından belirlenen milletvekili oy pusulasında tam 32 partinin yer aldığını, hele sol muhalefeti temsil eden partilerin ortak liste oluşturmak yerine kendi logolarıyla seçime katılmakta olduğunu görünce özgürlüğe ve eşitliğe susamış sol seçmenin sandık başında mühürünü bu partilerden herhangi birinin hanesine basarken ne denli zorlanacağını düşündüm.

Bundan altı ay önce, 24 Eylül 2022’de, İstanbul’da Haliç Kültür ve Kongre Merkezi’nde HDP, EMEP, TİP, EHP, TÖP ve SMF’nin bir araya gelerek Emek ve Özgürlük İttifakı‘nın oluşturmalarının yarattığı büyük heyecan ve coşkuyu anımsadım.

O coşkuyu yaşayanlar, önce ittifakın öncü partisi HDP’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılma tehdidinin yarattığı endişeyi paylaştılar. Yıllardır gerçekten demokratikleşme mücadelesinin başını çeken, parlamentoda bunun kavgasını hakkıyla veren HDP, bu tehdit karşısında yerinde bir kararla seçime katılma hakkı kazanan partilerden Yeşil Sol Parti (YSP)‘yi destekleyeceğini ve adaylarını o partiden göstereceğini açıklayarak iktidarın tehdidini boşa çıkartmayı başardı.

Emek ve Özgürlük İttifakı kurucusu olup da seçime katılma hakkı tanınmış olan Emek Partisi (EMEP) de hemen ardından Yeşil Sol Parti (YSP) listesinden katılacağını açıklayarak büyük bir özveri örneği verdi.

Buna karşılık kapanan yasama döneminde kuruluşunu ve Meclis’te temsil edilmesini HDP’e borçlu olan Türkiye İşçi Partisi (TİP), ittifak üyesi diğer iki partinin aksine, Yeşil Sol Parti listesinde yer almak yerine seçime 49 il ve 52 seçim çevresinde kendi logosoyla ve listeleriyle katılacağını açıkladı.

Yaklaşık yedi yıldır tutuklu bulunan eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak TİP’in bu tavrını “HDP’nin ve bu seçime girecek olan Yeşil Sol Parti’nin de Kürt sosyalistler, yurtseverler ve Türkiye sosyalist hareketinin ortak partisi olduğunu da hatırlatmak isterim. Yani Meclis’te tek sosyalist parti TİP değil. Bu hakikatleri dikkate alarak, bir tek oyu bile heba etmeye kimsenin hakkı olmadığının da altını çiziyorum” diyerek sert şekilde eleştirdi.

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP liderlerinden Selahattin Demirtaş da, “Meclis’te, alanlarda ve cezaevlerinde yıllardır direnen sosyalistler olarak, Türkiyeli tüm yoldaşlarımızı parlamentoda en güçlü şekilde görmek istiyoruz. Her bir arkadaşımız birbirinden değerlidir, yıpratılmaları asla doğru olmaz. Tek bir milletvekilliğinin bile geleceğimizi belirleyeceği bu seçimde Türkiye’nin tüm sosyalistlerini, tüm demokratlarını Yeşil Sol Parti listelerine güç vermeye, güç almaya çağırıyoruz” diyerek Kışanak’ın çağrısına destek verdi.

Bu çağrılara rağmen, TİP ayrı liste çıkarmakta direndiği, HDP yönetimi de Emek ve Özgürlük İttifakı‘nın her şeye rağmen ayakta tutulmasına öncelik verdiği için 49 il ve 52 seçim çevresindeki sol seçmenler 14 Mayıs’ta iki parti arasında bir tercih yapmak ya da Sosyalist Güçbirliği İttifakı üyesi olup seçime ayrı ayrı listelerle katılan Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Türkiye Komünist Hareketi (TKH)‘den birine oy vermek durumundadır.

Yurt dışındaki sol seçmenlere de dayatılan bir tercih sorunu…

Bu tercih sorunu, sadece Türkiye’deki sol seçmenler açısından değil, yurt dışında oy kullanacak olanlar açısından da tüm yakıcılığıyla gündemdedir.

YSK’nın açıklamasına göre 14 Mayıs’ta Türkiye’de 64 milyon 191 bin 285, yurt dışında da 3 milyon 286 bin 258 seçmen oy kullanma hakkına sahip bulunuyor.

2014 yılından beri yurt dışında yaşayan vatandaşların da oy hakkına sahip olduğu dört seçim yaşanmıştı. İlki, 10 Ağustos 2014’te yapılan tek dereceli cumhurbaşkanı seçimiydi. Ardından 2015 yılında iki genel seçim, 2018 yılında da hem Millet Meclisi, hem de cumhurbaşkanlığı için genel oylama yapıldı.

2014’teki cumhurbaşkanı seçimi yurt dışında ancak sınırlı merkezlerde ve sadece önceden randevu almış olanların oy kullanabileceği şekilde yapıldığı için, topu topu 230.938 göçmen oy kullanabilmişti. Ancak gösterilen tepkiler üzerine bu randevu zorunluluğu kaldırıldığından, yurt dışında oy kullananların sayısı 2015 genel seçiminde 1.298.325’e, katılım oranı yüzde 44,78’e, 24 Haziran 2018 parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinde ise oy kullananların sayısı 1.525.279’a, katılım oranı da yüzde 50,09’a yükselmiş bulunuyordu.

2018 seçimlerinde yurt dışındaki seçmenlerin yüzde 51,73’ü AKP‘ye, yüzde 17,75’i CHP‘ye, yüzde 17,31’i HDP‘ye oy vermiş, onları yüzde 8,01 ile MHP ve yüzde 9,96 ile İYİP izlemişti. 

HDP’nin yurt dışında aldığı oyların yüzdesi, ekteki tabloda görüldüğü gibi, ülkelere göre yüzde 9 ila yüzde 48,76 arasında bir değişim göstermekteydi. Üstelik Fransa, Avusturya, İsviçre ve İngiltere’de HDP oyları CHP oylarına oranla iki üç misli fazlaydı.

2018 sonuçları.jpg

Hiç kuşku yok ki, 14 Mayıs seçimlerinde, AKP-MHP iktidarının genel çöküşü sol partilerin yurt dışındaki seçim şansını nesnel olarak artırmıştır. Ancak Emek ve Özgürlük İttifakı‘nın da desteklediği cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun tüm helalleşme ve sağa taviz verme yöntemlerini kullanması sayesinde Millet İttifakı‘nın yurt dışında da oylarını önemli ölçüde artıracağında kuşku yoktur.

Bu artış, sadece Cumhur İttifakı‘nın değil, seçime farklı listelerle katılmakta olan Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği İttifakı partilerinin yurt dışındaki oy oranlarında ciddi bir frenleme, hatta gerileme yapabilir.

Seçime farklı listelerle katılımın sadece yurt dışı oyları açısından değil, aynı zamanda ittifak mensubu partilerin Türkiye’deki oylarının değerlendirilmesinde de olumsuz etkileri olabilecektir.

Kamuoyu araştırmacısı, Türkiye Raporu Direktörü Can Selçuki, “Yurtdışında kullanılan oyların CB ve MV seçimlerine etkisi ne?” notuyla paylaştığı bir videoda şöyle diyor:

“Türkiye’nin 81 il seçim bölgesi için öncelikle o seçim bölgesindeki toplam seçmen payına bakılıyor. Daha sonra o pay yurt dışındaki gelen oylarla çarpılarak o seçim bölgesine gelecek ilave oylar hesaplanıyor. Daha sonra da partilerin yurtdışından gelen oyların içerisindeki toplam payına göre o seçim bölgesindeki partilere ilave oylar ekleniyor. Yarışın çok sınırda olduğu; bin, 2 bin, 3 bin, 5 bin gibi oylarla milletvekillerinin değişebileceği yerlerde yurt dışı oyları çok önemli bir yere sahip.”

Emek ve Özgürlük İttifakı‘nın geçen gün yaptığı açıklamaya göre, Türkiye’deki seçime Yeşil Sol Parti tüm illerde katılırken, Türkiye İşçi Partisi de 52 seçim çevresinde oylamaya kendi listeleriyle Yeşil Sol Parti’ye rakip olarak katılıyor.

Her iki partinin yurt dışında ayrı ayrı elde edecekleri oyların oranı, Selçuki’nin açıklamasında belirttiği gibi, 52 seçim çevresinde dikkate alındığı takdirde, Yeşil Sol Parti‘nin çıkartacağı milletvekili sayısında düşüşlere neden olabilir.

Türkiye solunun geçmişteki yanlışlarından bir türlü ders alamamak…

Türkiye solunun 60’lı yıllarda başlayan legal mücadele tarihinde parlamento seçimlerine katılım konusunda, gerek Türkiye İşçi Partisi‘nin kendi içinde, gerekse sol partiler arası ilişkilerde birçok hatalar yapılmıştır. Ne yazık ki bunlardan bugün dahi gerekli ders alınamadığı görülüyor.

1965 seçimlerinde yüzde 2,97 olan oy oranıyla 15 milletvekilliği kazanarak Türkiye siyasetine ağırlığını koymayı başarmış olan 1. Türkiye İşçi Partisi‘nin 1969 seçimlerinde sadece 2 milletvekilliği kazanabilmiş olmasında kuşkusuz küçük partilere avantaj sağlayan “milli bakiye” sisteminin sırf TİP’i Meclis’ten dışlamak için AP-CHP işbirliğiyle kaldırılmış olması önemli bir rol oynamıştı. 

Ancak partinin oy oranının 1969’da yüzde 2,68’e düşmesinde, 1966’daki 2. Büyük Kongre’den sonra başlatılan tasfiyeler, iki yıl sonra da bu tasfiyeyi yapan yöneticilerin Çekoslovakya olaylarından sonra kendi aralarında iç iktidar kavgasına girmiş olmalarının sol seçmen üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin de büyük rol oynamış olduğu unutulmamalıdır. 

Kürt illerinde 1962’den itibaren büyük destek gören TİP’in daha 1965 seçiminde o bölgede yeterince milletvekili çıkaramamasının nedenlerinden birini tarihçi yazar Celal Temel, 7 Nisan 2023’te Rûpela Nû‘da yayınlanan “Dünkü Türkiye İşçi Partisi (TİP), garip 1965 seçimleri ve Kürdler” başlıklı yazısında şöyle belgeliyor:

“49’lar Davası’nın iki önemli ismi, iki kader arkadaşı bu seçimlerde karşı karşıya getirildiler. Musa Anter TİP yetkililerin isteğiyle Mardin’den aday oldu. Sonra, Mardin’de, TİP teşkilatının bulunduğu tek ilçe olan Derik’te ön seçime gidilerek Canip Yıldırım aday yapıldı. Bunun üzerine Musa Anter, TİP’ten ayrılıp son anda bağımsız aday oldu… 1,965 oy alan TİP’in adayı Canip Yıldırım ve 13.218 oy alan Musa Anter seçilemediler!”

Celal Temel’in yine 1965 seçimleri konusunda bir başka önemli açıklaması şöyle: “TİP, Urfa’da liste başına, Urfalıların sevdiği Diş Tabibi Hüseyin Kiraz’ı koydu. Sonuçta on beş bine yakın oy alan Faik Bucak, seçimlere bağımsız girdiği için kazanamazken 3.771 oy alan TİP, milli bakiye sistemine göre bir milletvekili çıkartmaya hak kazandı. Ancak TİP Merkez Yürütme Kurulu, listesinin başında bulunan Siverekli Hüseyin Kiraz’ın yerine, İstanbul’dan seçilemeyen Behice Boran’ın Urfa’dan milletvekili olmasına karar verdi!  Bu durum, Urfa’da, Siverek’te protesto edildi. TİP’in bu tavrı, Kürdlerin Türk soluna bakışını olumsuz etkilerken TİP, Mardin, Tunceli, Bingöl ve Siirt gibi bazı illerde de benzer hatalar yaptı, ya da bilinçli olarak böyle davrandı! Tabi ki bu durum, TİP’in, bir sonraki seçimlerde (1969), Diyarbakır dışındaki Kürd illerinde tamamen yok olmasıyla sonuçlandı.”

Sol oyların bölünmesine ilişkin bir başka dramatik örnek ise, 12 Eylül 1980 darbesinden bir yıl önce, 14 Ekim 1979 senato seçimlerinde yaşanmıştı. İstanbul’da seçimlere 2. Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi adaylarının yanı sıra Türkiye Komünist Partisi ile bir başka sol grupun desteklediği bağımsız adaylar da katılmıştı. Bu dört parçalı katılım nedeniyle sol seçmen ciddi bir kararsızlık yaşamış, TKP’nin desteklediği bağımsız aday Beria Onger 20.215, TİP adayı Behice Boran 12.969, oy alabilmiş, diğer iki adayın oyları ise 5 bin’in de altında kalmıştı.

Bir örnek de Ortanın Solu’ndan:

1994 yerel seçimleri sırasında da üç “orta sol”partiden SHP’nin başında Murat Karayalçın, DSP’nin başında Bülent Ecevit, CHP’nin başında ise Deniz Baykal bulunmaktaydı. İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde SHP adayı Zülfü Livaneli yüzde 20,3, DSP adayı Necdet Özkan yüzde 12,38, CHP adayı Ertuğral Günay yüzde 1,4 oy almış, yani üç “orta sol”partinin toplam oyu yüzde 34,08’ü bulmuştu. Ancak “orta sol” oyların bölünmüş olması nedeniyle Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25,19 oyla aradan sıyrılarak İstanbul Büyükşehir belediye başkanı olmuş, böylece 2000’li yıllardaki başbakanlığının ve cumhurbaşkanlığının anahtarı kendisine altın tabakta sunulmuştu.

Evet, yaklaşan 14 Mayıs 2023 seçimlerine Türkiye’de de, yurt dışında da geçmişte yaşananlardan ders alınmamış olarak giriliyor.

Son liste tartışmaları sırasında TİP sözcülerinin kendi partilerini solun, içinden doğdukları ve kendilerine Meclis’te temsil olanağı sağlamış bulunan HDP’yi sadece Kürt’lerin temsilcisi gibi göstererek ayrı liste çıkartmayı meşru kılmaya çalışmaları tam bir vefasızlık örneğidir.

Hapisteki Gültan Kışanak yukarıda alıntıladığım açıklamasında bu vefasızlığa gereken yanıtı vermiştir. 

Kaldı ki, TİP önümüzdeki seçime katılan tek sosyalist parti de değildir… Emek ve Özgürlük İttifakı‘nın üyesi Yeşil Sol Parti, onun listesinden aday gösteren Emek Partisi vardır, Sosyalist Güçbirliği İttifakı‘nı oluşturmuş olan Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi ve de Erkan Baş’ın bir süre başkanlık yapıp terkettiği Türkiye Komünist Partisi de vardır. 

Yine de, sol açısından bu seçimin tayin edici, sonuç alıcı gücü, sadece Doğu ve Güney Doğu illerinde değil, Türkiye’nin Batı metropollerinde de büyük bir nüfus yoğunluğuna sahip olan, belirleyici rolünü de son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara belediye seçimlerinde tartışma götürmez şekilde kanıtlamış bulunan Kürt seçmenlerin yoğun desteğine sahip Yeşil Sol Parti olacaktır.

Bu, sadece Türkiye metropolleri açısından değil, yurt dışındaki Türkiyeli göçmen kitleleri açısından da geçerlidir.

Türkiye’deki zulme ve sürgündeki baskılara karşı Avrupa başkentlerinde meydanlara inerek “Diktatörlüğe hayır!”, ” Ji dîktatoriyê re Na!”, “Nein zur diktatur!”, “No to dictatorship!”, “Non à la dictature!” diye haykıranların belirleyici desteği dün HDP için olduğu gibi, bugün de Yeşil Sol Parti ve onun başını çektiğim Emek ve Özgürlük İttifakı için olacaktır!


Doğan Özgüden – Artı Gerçek – 10.04.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑